Realist olarak bu sorunun cevabını bilecek kadar argümana sahip değiliz. Olacağımızı da hiç sanmıyorum. Dinler yalansa, bilim ancak dinlerin yalan olduğunu ortaya çıkarabilir. Bir tanrı'nın var olup olmadığını asla kanıtlayamayız.
Ne demiş yazar; ''eğer bir tanrı yoksa bile insan o tanrı'yı icat ederdi.'' Ehh, mantıksız diyemeyiz. Bir tanrı yoksa bile insanlar evrenin vb. Nasıl oluştuğunu sorgulayacak, realist cevap bulamayacak ve başka bir güç olduğunu düşünecektir. Bu kaçınılmaz gerçektir.
Ama akıllara şu soru gelir; ''tanrı nasıl oluştu o zaman'' ilginç ve düşündürücüdür. insanlar bir maddenin kendiliğinden bir şekilde oluşabileceğini düşünmezler de, nasıl tanrı gibi sonsuz ve fevkalade bir gücün hep var olma ihtimalini düşünürler. Evet, bu sorular insan beynini meşgul eder ve somut delil bulunmaz.
Mesela Allah, neden ona secde etmemizi istiyor? Kurban ve oruç gibi eylemleri anlarım, mantık çerçevesinde. Fakat neden tanrı o'na eğilip kalkmamızı ister? ''tanrı kibirli midir'' sorusunu akla getirir. Tanrı ve din kavramlarını sorgulayan, teojiye merak saranlar bu gibi soruların etrafında döner durur.
Bu düzenin kendliğinden oluşma ihtimali garip geliyor, arkasında bir gücün olmasını düşünmemek elde değil. Lakin o gücün nasıl kendiliğinden hep var olduğunu anlayabilmek ve mantıklı bulabilmek de oldukça zordur. Kişinin kendi kararıdır tamamen. Ama insanlar inanmak ister, asla yok olmayı istemez. O yüzden içinde hep bir parça inanç barındırır diye düşünüyorum.
--spoiler--
hadi diyelim ki insanlar tanrıyı yarattı, e peki ama insanı kim yarattı?
--spoiler--
bu soruyu sorman bile garip de. birkac cevap verıyım. oncelıkle soruna soruyla cevap verıyım ; hadi diyelım tanrı insanları yarattı, e peki ama tanrıyı kim yarattı? benım bu soruma vercegin cevabı da kullanabilirim. ınsanlar yaratılmamışlardır. insanlar tanrıyı yarattı demek zaten bu demek.
ALLAH insana güç vermeseydi insanlar kollarını hatta parmaklarını bile kıpırdatamazdı.insan evinin önünü kendi başına sulamaya çalışsa hiç ALLAH ın yağmur yağdırmasına eşit olabilir mi... peki hala nedirbu insaların ölümden sonra dirilişe inanmamaları . son olarak insanın değil tanrı yaratmaya taş yarataya bile güçleri yoktur.
insana verilen en büyük hediye unutmaktır. unutmasaydık şayet, hayat çekilmez olurdu.
allah insana bu yetiyi verdiği zaman onu unutmamanız için size sürekli elçi ve kitap gönderdi. küçüklüğünüzde dua ettiğiniz allah' ı hatırlamanız için çocukluğunuza mı inelim? napalım.
bir jurrasic park filminde adam şöyle der: 'tanrı dinozoru yarattı, tanrı dinozoru öldürü, tanrı insanı yarattı, insan tanrıyı öldürdü, insan dinozorun intikamını aldı'.
(insanlar tarafından yaratılmış bir çok tanrı vardır elbette batıl dinlerde).
--spoiler--
insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir
insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Yüce Allah Kur'an'da;... Sonra da şekillendirip kendi ruhundan ona üfleyen Allah'tır.(Secde 9) buyurmaktadır. işte insanı diğer bütün varlıklardan ayıran ve şerefli kılan bu ilahi ruhtur. insan böyle bir ilahi kaynağa sahip olduğu için Allah'ın yeryüzündeki halifesidir.Bakara suresi,ayet30;En'am suresi, ayet 165)
Halife vekil, başkasının yerine iş gören, temsilci olan kimse demektir.
insanın Allah'ın halifesi olarak yaratılmasının nedeni,
Allah'a kulluk etmek, dünyada onun dilediği biçimde yaşamaktır.
Yüce Allah Kur'an'da;Ben ....insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım(Zariyat suresi, ayet 56) buyurarak, insanın yaratılış amacını açık bir şekilde belirtmektedir
--spoiler--
bu yüzdendir ki, allah insanı yarattı... insan da o'nu kendi içerisinde bularak (haşa fiili yaratma şeklinde olmayan şekilde)özünde yarattı.
tanrı yaşamla varolmuş ama varlığını ölümle duyurmuştur.
tanrıyı insan için vareden ana etmen ölüm ve sonrasıdır.
insanın ihtiyaç duymadığı hiçbir kavram, olgu ve durumu düşünme gereksinimi hissetmediği bir gerçektir.
insanın yeryüzünde otokontrol sahibi tek varlık olduğunu, içgüdülerini aşan bir duyum, algı ve eylem varlığı olduğunu kavradığımız an karşımızda tanrının insan için doğum süreci beliriverir.
insanın varlığı anlamlandırması yokluğu, hiçliği kavraması ile mümkün olmuştur.
insan doğar.
insan doğduğu an itibari ile çevresindeki varlıklara muhtaçtır.
bu muhtaç olma hali zamanla bağlılığa dönüşür.
bu bağlılığın sonucunda insanın karşısında reddedilemez bir gerçeklik olarak bağlanılan insanın yokolması gerçeği ve bu gerçeği kabullenememe hali beliriverir.
düşünün ki sizi vareden, koruyan, varlığınızın temellerini atan insanlar birer birer susuyor, çürüyor ve varlık algınızdan siliniveriyorlar.
tabii ki bu yokoluşu kabullenmeniz nesiller boyu süren sancılı bir süreç gerektiriyor.
siz yokoluşun hazin ve kokuşmuş sürecini takip ederken aslında günün birinde başınıza gelecek olanı izliyor ve bu korkunç gerçeklikten kaçamıyorsunuz.
kaçabilmeniz için ölümün ötesinde sadece karanlık bir yokoluş olmadığını idrak etmeniz lazım.
anneniz, babanız ölürken acı ve hüzünle gözlerinizin içine bakıyor ve karanlığa doğru çekilen varlıklarını yokeden sürece sonsuz bir acı ve korku ile isyan ediyorlar.
ve siz yanıbaşlarında onlara hiç bir cevap veremiyor, hiçbir kapı açamıyorsunuz.
insan zamanla bu korkunç karanlık perdesini yoklamaya başlar.
duyumlarını algıları ile besleyerek, zamanla düşünsel bir eylem olarak şekillendirir ve en temel akli sürecini ölüm içinde keşfeder.
ölümü, sonsuz yokoluşu, kayıp ve yitik varlığı reddeder. karanlığın yerine engelleyemediği ölüme aydınlık anlamlar yüklemeye başlar.
ölümün ötesine aklı ve hisleri ile bakış atarak, ölümden sonra devam eden bir varolma şekli yaratır.
ilk başta basit anlamlarla ifade ettiği bu varoluş sonsuzluğunu zamanla renkli algılarla bezer.
bir süre sonra mutluluğunu kavradığı bu sanal algıları yaşamın her alanına yaymaya başlar.
aç kaldığı dünya yerine sonsuz yiyeceklerle dolu bir dünya sonrası hayat.
susuz kaldığı dünya yerine hiç kurumayan pınarların aktığı ölüm sonrası hayat.
mutsuz olduğu, çalışmak zorunda olduğu, acı çektiği, birşeyleri kaybetmeye, alamamaya mahkum olduğu dünya yerine ne isterse istemeden önüne gelen ölüm sonrası hayat.
bu tatmin hali insanoğlunu zamanla yeni tatminsizliklere sürükler ve gerek dünyayı ve gerekse de ölüm sonrası sonsuzluk aleminin nasıl olupda varolduğunu sorgulamaya başlar.
dünyada ölümü yokederek geliştirdiği medeniyetinde muhtaç olduğu akla, bilgiye ve kudrete sahip insanların simgelediği beceri ve kabiliyetleri zamanla ölüm sonrası hayat algısını idare eden varlıklara yükler.
gerek çok tanrılı, gerek tek tanrılı dinlerin tanrıları işte bu süreçlerden geçerek, tabiri caizse evrilerek varolmuşlardır.
dünyadaki acıyı ve sonsuzluk alemindeki mutluluğu farklı farklı tanrılara maleden çok tanrılı dinler basit olduğu kadar karmaşık algılara yol açarak, insanla mücadele halindeki yarı iyi yarı kötü, tutarsız bir yaratıcı alem karmaşası yaratarak zamanala yeryüzünden silinirken, tek bir yaratıcı varlığa, sebeb sonuç çıkmazlarının desteklediği sonsuz bir güç ve iyilik atfeden tek tanrılı dinler nispeten tutarlı algılar yaratarak dünya üzerinde varolmayı devam ettirmiştir.
insanın tanrıyı algılayan tarafı egosudur.
tanrı vardır çünkü insana dünyada huzurlu bir şekilde yaşaması için lazımdır.
tanrı vardır çünkü insanın tanrıya ihtiyacı vardır.
tanrı vardır çünkü insan, idrakini aşan boşlukları onun varlığı ile doldurmayı seçmiştir.
tanrı vardır çünkü insan varolmasını planlamıştır ve planlamaya devam etmektedir.
tanrı vardır ve her yeni dinle daha bir donanımlı olarak insana ve ihtiyaçlarına hizmet etmektedir.
tanrı vardır ve insan varolduğu sürece varlığını sürdürmeye devam edecektir.
tanrı vardır ve önemli olan tanrının varlık sebebidir.
tanrı vardır çünkü insan varolmasını istemiştir.
tanrı vardır çünkü insan sonsuzluğunu onda bulmuş ve kendi yokoluşunu, onun sonsuz varlığında reddetmiştir.
tanrı vardır çünkü insan onunla mutlu ve huzurludur.
insanın bu varetme süreci içinde tanrıya belli ödev ve sorumluluklar yüklerken, gitgide büyüyen ve sonsuz bir güce bürünen tanrı kavramı karşısında gitgide güçsüzleştiğini kavraması gayet doğaldır ve bu güçsüzlüğü telafi edecek tanrıya karşı ödevler üstlenmesi de anlaşılabilirdir.
insanoğlunun düzen arayışının, adalet arayışının, güç arayışının zirvesi tanrıdır.
insanlara kendi algılarını kabul ettirmenin en kolay yolu, onlara yasaklar koymanın, ödevler yüklemenin anahtarı olmuştur tanrı.
birileri çıkmış ve diğerlerinin tasavvur edemeyceği bir nizamlar ve doğrular, yanlışlar listesi tasavvur etmiş. bunu da insana tanrı kavramının gerisinden uzatmıştır.
bu açıdan baktığımızda yalan söylemeyi yasaklayan dinlerin hepsinin yalanlar üzerine inşa edildiğini düşünebiliriz.
ama bunu düşünürken şunu da atlamamalıyız. medeniyetimizin mihenk taşları amaçları olan yalanlardır zaten.
herhangi bir sıradan insanın yaşamı boyunca doğruları söylediği, aklından geçen her şeyi olduğu gibi dile getirdiği sıradan bir an kesiti düşünün.
bu doğruların ne kadar insanı mutsuz edeceğini düşünün birde.
neden mi mutsuz eder?
insanın katıksız algıları egosunun sesidir ve çoğu zaman ego sadece kendisine hizmet eder.
bu hizmet hep almak, kırmak ve yoketmek pahasına bir egodur.
insanların bir arada yaşaması için egolarını dizginlemeleri, egolarını maskelemeleri, egolarını susturmaları gerekir.
işte tamda bu gerekliliğin bir sonucu olarak insanın düşünen bir varlık olarak doğruların yanıbaşına yalanı koyduğunu düşünebiliriz.
yalanlar olmasaydı insanoğlu sırf doğrularla, yalın egosal düşüncelerini dile getirerek binyıllarca varlığını sürdüremezdi.
yalanlar bizi insan yapan tarafımızı güçlendirmişlerdir.
insanın insanlığının zirvesine çıkmasını sağlayan en büyük yalanda dindir bu anlamda.
insanın din yaratımına yalan demek gerçek yaratanını reddetmek değildir.
gerçek, bizim algı ve idrak sınırımızın dışında varlığını devam ettirir.
yaratıldığımız bir gerçek olmakla birlikte, bulduğumuz yaratanın gerçek olduğu sınırlı idrakimizle muamma olarak kalacaktır.
onun için insanın doğrular ve yalanları takip eden üçüncü melekesi şüphedir.
şüphe olmasaydı da bizi biz yapan bir tarafımız eksik kalırdı.
şüphe ediyoruz çünkü biz insanız.
sonuç olarak dünya üzerinde herhangi bir insana tanrı mı insanı yarattı, insan mı tanrıyı yarattı diye sorduğunuzda ya size aslında yaratıcısını yaratan ve aynı zamanda yaratıcısını kabul eden şüpheden sıyrılmış bir olumlu cevap verecek ya da aslında yaratıcısını yoketmeyen ve aynı zamanda yaratıcısını kendisi için yokeden şüpheden beslenen olumsuz bir cevap verecektir.
tanrı ol dediğinde varolan insan, ol diyerek tanrıyı kendisi için vareder ve tanrısı için yaratılmış bir varlık olarak değer kazandığını hisseder.
aynı insan yok diyerek, tanrıyı kendisi için yokeder ve tanrısı için varlığını kabul etmeyen bir varlık olarak yargılanmayı göze alarak, şüphesinden doğan gerçeğini kucaklayarak yine kendisi için değer varlığına değer kattığını hisseder.
tanrıyı var ederken de, yok ederken de aslında yaptığımız kendimizi varetmektir.
her insanın kendi varlığını varediş süreci farklıdır.
dünya üzerinde varolan tek gerçek varlık, insan için sadece insan olmaya devam edecektir.
geriye kalan tüm varlıklar ve varetme algıları insan hizmet ettikleri için vardır ve bu böyle kalacaktır.
insanın aradığı mutluluk ve huzurken, bir insanı huzuru aydınlıkta bulduğu ya da karanlıkta bulduğu için yargılamak saçmadır.
bırakın kim nerede mutluysa orada kalsın.
tanrının varlığıyla mutlu olan tanrısıyla, tanrı olduğunu düşünerek mutlu olan kendisi ile mutlu olsun.
mutsuzluğun başladığı nokta tam olarak burası.
birilerinin insan algılarına set çekmeye çalışması.
bunun içindir ki tanrıya inansın ya da inanamasın her insanın ya zihni ya da eli insan kanı ile yıkanmaktadır.
mesele tanrının varolup olmadığı ya da tanrının mı insanı, insanın mı tanrıyı yarattığı değil, tanrıyı kabul edişimizin ya da reddedişimizin sonucunda dünyayı ne hale getirdiğimizdir.
bir inanışa göre insanlar tanrıyı yaratmıştır...
şöyleki;
zamanında(tanrıya inanış nezaman başladıysa...)o zamanın ulemaları, büyücüleri vs tarafından insanları dizginlemek için mantık çerçevesinde ortaya atılan inanış biçimi.
mantıksal olarak yapılmaması gereken eylemlere günah demişlerdir, ancak günah dedikleri şeyleri kendileri yapmışlardır.
(bkz: kul hakkı)
(bkz: deniz feneri)
cevabı aslında açık ve net ortadır, sadece insanoğlunun düşünmesi gerekiyor. eğer ki düşünemiyorum bu kadar gerizekalıyım diyen varsa bu saçma soruyu sormak aklına geldi ama!.. *
bir kurtuluş umududur insanı tanrının yarattığına inanmak. çünkü inandığın tanrının dini sana ölümden sonra yaşam avuntusu sunar. günümüzde tüm insanların hayatta kalmaları, huzur içinde rahat bir şekilde yaşamaları mümkün olmadığından, inandığın tanırının sana öteki dünyayı sunması, bu anlamsız hayata anlam katmanın tek yolu gibi görünmektedir. oysa bu dünyada insanların büyük çoğunluğu için sorun, ölümden sonra yaşamın olup olmadığı değil, ölümden önce yaşamın olup olmadığıdır.
pek az kişinin kafasını kurcalayan bir sorudur *. dünyada inanmakla inanmamak arasında kalan kişi sayısı inananlarla karşılaştırıldığında yok denecek kadar azdır ve bu insanların çoğu da sadece bir süreliğine bu çelişkiyi yaşamaktadır. bu tip insanların her biri günün birinde ya inananların ya inanmayanların pis misyonlarına alet olup iki taraftan birinde yok olup gitmektedir. halbuki ne yazık di mi, sen dünyada az bulunan bir görüşe sahipken * git bu koyun sürülerinden birine dahil ol **