Karadeniz'in en doğusunda bir dağ köyünde uzun kış gecelerinde yaşlıların anlattıkları destansı hikayenin kahramanı dünyalar güzeli kız.
Kara kış gecelerinde lüks lambasının yalazı uzun ince bir cin gibi tavan tahtalarına vururken kalın yün çoraplı, gözleri kaşlarının altında kaybolmuş keçe kalpaklı dedemden dinlemiştim.
tamara diye dünyalar güzeli bir kız varmış, rüzgar esince saçlarının arasından çam kokusu gelen, gözleri üstüne ışık düşmüş bal gibi hareli çok güzel bir kızmış tamara.
bir gün gelqasa gelmiş kaçırmış tamarayı, başı öküz gövdesi ayı, dişleri domuz gibi ağzından kan damlayan çok korkunç bir canavarmış gelqasa.
her bahar uykudan uyanınca en güzel kızı kaçırıp parçalayıp yermiş.
işte öyle bir bahar günü toprağa cemre düştüğü gün kaçırılmış tamara.
aşut varmış bir de tamaranın sevgilisi. tamara gelqasanın koltuğunun altında kara derelerden karlı dağlardan eşikten atlar gibi atlarken aşut aşuuuuut diye bağırmış ama ne fayda kulakları sağır eden rüzgar kesmiş sesini tamaranın.
sonra köpekleri çağırmak gelmiş aklına. biri tamaşay biri gumuşay diye iki köpeği varmış aşutun. biri zifiri kara biri karbeyazı.
-ha tamaşay ha gumuşay yallah yallah diye bir türkü tutturmuş tamara. gelqasa anlamasın diye.
insan kulağının duyamayacağı en ufak bir böceğin ayak sesini bile duyan bu köpekler duymuş gelqasanın ininden gelen bu çağrıyı.
zincirlerini kırmışlar, ağızlarından kanlı köpükler saçarak bir çırpıda aşutla beraber dağları tepeleri aşıp gelqasayı boğup kurtarmışlar tamarayı.