takvimdeki deniz

entry2 galeri0
    1.
  1. necip fazıl kısakürek in muhteşem şiiridir.

    Hasreti denizlerin,
    Denizler kadar derin
    Ve o kadar bucaksız...
    Ta karşımda, yapraksız,
    Kullanılmış bir takvim...
    Üzerinde bir resim:
    Azgın, sonsuz bir deniz;
    Kaygısız, düşüncesiz,
    Çalkanıyor boşlukta.
    Resimdeyse bir nokta:
    Yana yatmış bir gemi...
    Kaybettiği âlemi
    Arıyor deryalarda.
    Bu resim rüyalarda
    Gibi aklımı çeldi;
    Bana sahici geldi.
    Geçtim kendi kendimden,
    Yüzüme, o resimden,
    Köpükler vurdu sandım;
    Duymuş gibi tıkandım,
    Ciğerimde bir yosun.
    Artık beni kim tutsun?
    Denizler oldu tasam.
    Yakar, onu bulmazsam,
    Beni bu hasret, dedim,
    Varırım, elbet, dedim,
    Bir ömür geze geze,
    Takvimdeki denize.
    Ne var, bana ne oldu,
    Odama nasıl doldu,
    Birdenbire bu meltem?
    Ve dalgalandı perdem,
    Havalandı kâğıtlar.
    Odamda kıyamet var!
    Ah yolculuk, yolculuk!
    Ne kadar baygın, soluk,
    O gün bizde betbeniz;
    Ve ne titrek kalbimiz
    Ve eşyamız ne küskün!
    Yola çıktığımız gün,
    Bir sıraya dizilmiş,
    Gözyaşlarını silmiş,
    Bakarlar sinsi sinsi.
    Niçin o ânda hepsi,
    Bir kuş gibi hafifler,
    Arkadan geleyim der?
    Niçin o güne kadar,
    Dilsiz duran ne kadar
    Eşya varsa dirilir,
    Yolumuza serpilir?
    Ufak böcekler gibi,
    Gezer onların kalbi,
    Üstünde döşemenin.
    Bir gizli didişmenin
    Saati çalar o ân;
    Birden bakar ki, insan,
    Her şey karmakarışık.
    Ayırmak olmaz artık
    Bir kalbi bir taraktan;
    Ve kalb, ağlayaraktan,
    Çekilir geri geri,
    Terkeder bu mahşeri.
    Bu mahşerin içinden
    O gün ben de geçtim, ben;
    Nem varsa, evim, anam,
    Çocukluğum hatıram
    Ve ne sevdalar serde,
    Bıraktım gerilerde,
    Kaçar gibi yangından.
    Rüzgârların ardından,
    Baktım da süzgün süzgün,
    Kurşun yükünü gönlün,
    Tüy gibi hafiflettim,
    Denize hicret ettim...
    10 ...
  2. 2.
  3. Bu şiiri ilk defa lisede edebiyat kitabında görmüştüm. Edebiyat hocamız "yarın bu şiiri okuyacağız" deyip bizi yollamıştı. Derste hep gerilerde duran ben, ilk defa bir dersin geleceği gün için heyecanlanmıştım. Şiir öylesine güzeldi ki eve gidince defaatle okudum, hazırlandım. Galiba o gün ilk defa bu kadar hevesliydim.

    Hoca "kim okumak ister?" deyince kimsenin parmağı havaya kalkmamıştı. Ama içimize sinen o yeniklik, o sonu gelmez çekingenlik, kime karşı olduğu bilinmeyen o utanç...belki de hiçbir derste böyle heveslenecek değildim. Olmadı. O parmağım kalkmadı. Kendime ne kadar kızdım ama yine de yapamadım. Hoca sonra sınıfta bir kızı seçti ve ona şiiri okuttu. Şiiri berbat ederek okudu. Hasret, ölüm, ayrılık... sanki bütün bu durumlara yabancıymış gibi dümdüz okudu. O hakkını veremeyerek okuyuş hâlâ kulağımda. Sanki bu şiirin benden bir alacağı var. "Hakkımı vererek beni oku" deyip duruyor sürekli bana. Ne zaman deniz kıyısına otursam saplanıp kalıyor dilime ya da Şimdiki gibi ne zaman boş bir odada hüzünlü gözlerle gözlerim karanlığa dikili kalsam aklım bu şiirin kıyısına da uğruyor mutlaka.

    Ölüme artık razı olmuş bir adam var bu şiiirde. Ayrılık, hasret kabullenilmiş. Kaçınılmaz. Bunlar sözde olan şeyler değil. Necip fazıl samimiyetle hissetmediği şeyleri şiire dökebilecek birisi değil. Bunları yazdıysa kimbilir neler hissetmiştir.

    Eğer biraz dursanız, birazcık baksanız, şu şiir bile sizi bir ömür ağlatmaya yeter. insan olmak, bu emaneti taşımak çok ağır. Bazen kendimi emanet verildiğinde kabul etmeyen dağlardan biri gibi düşünüyorum. Sanki ben ayrı bir dağım ve emaneti kabul etmişim. emanet verilir verilmez gövdem öyle bir titriyor, öyle bir çatırdıyor ki... işte biz buna mahkumuz. Kaçışımız yok malesef. Emanet bizim sırtımızda. Ona döndüğümüz an, o, gönlümüzün en derinlerine kadar bizi titretiyor.

    Bu şiirin olduğu kitapta şiirin üstüne rus bir ressamın tablosunu, takvimdeki denizi hayal etmemiz için koymuşlardı. O resim hayallerimin yanında hep ama hep gerilerde kaldı. Bu mısralarla kurulan öyle güzel denizlerim var ki hangi resim onun yanına yaklaşabilir bilmiyorum.

    Elbet bir gün bu handan çıkıp gideceğiz. ayrılacağız, kopacağız, belki de en çok kurtulacağız.

    Ölümü düşlüyorum da çoğu zaman adı kurtuluş. Kendimi mahvetmemdem önce hep düşlerdim, ölünce Rabbimin yanına gideceğim. O aitliği en derinimde duyardım. Binlerce yıldır uzak olup, ait olduğun şeye dönmek... Ölüm buydu. Annesini bir süre kaybeden bir çocuğun bulunca hissedeceklerinden çok ama çok fazlası. Bu dünya'da beni en çok huzurlandıran şeylerden birisi sürekli anneme sarılmak düşü. Sarılıp biteviye ağlamak... Bunu ömrüm boyunca çok nadir yaptım. Bu garip enterasan hallerim beni en çok sevdiğim insandan bile uzak tuttu. işte diyorum ya anneme sarılmak, ona sarılıp doyasıya ağlamak kimbilir ne güzeldir. Hepimiz çocuğuz ve hepimiz biraz annelere aitiz. Bundan galiba. işte tam dediğim nokta da burası. Allah benim için hep daha büyük, kıyaslanamaz bir aitlik... o'nu insan suretinde düşünmemeliyiz. O yarattıklarından münezzehtir...

    Bir gün her şeye rağmen ölür ve yanına gelirsem rabbim, nasıl korkuyorum bir bilsen. Ne cennete gidememekten ne de cehheneme gitmekten korkum. Korkum sana bakamamak. Senin benden razı olamaman. Rabbim bu aciz kulun o zaman ne yapar bilmiyorum. Bunun acısı hepsinden büyük. Sonra diğer insanlar... ailem, arkadaşlarım, sevdiklerim... onlardan biri senin rızanı kazanamazsa ben ne yaparım? Bu akıl bu kadar ağırlığı çekmiyor. Sen yardım et bize. Bizi kendini kul eyle, emanetine sahip çıkmayı bize nasip et Allahım. Bizi Sensiz koyma. Bizi affet, bizi affet, bizi affet...
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük