çok büyük farklılıklardır. mesela ingiltere'de gol olduğunda tribünlerden yiiiiieeeee şeklinde bir ses gelirken, türkiye'de huooahauaa gibi bir ses çıkmaktadır.
avrupa'daki maçlarda tribünlerde yaşını başını almış teyzelerin üstünde tuttukları takımın formasıyla oturduğunu görürsünüz, hatta tezahüratlara eşlik bile ederler. sırf şu manzara bile aradaki bakış açısı, mantalite farkını babalar gibi ortaya koymaktadır.
futbol onlarda eğlence, bizde kavga, savaş, adam bıçaklamaktır. işin en kötü yanı da nedir biliyor musunuz? bizim tribündekiler bundan haz duymakta, "öyle kuru kuru oturulur mu lan? ümmüğünü sıkacan o şerefsizlerin" mantığıyla hareket etmektedir, yani adamlar cahilliğiyle gurur duyuyor. taraftarı kupkuru maçı ben de sevmem, sırf bu yüzden serie a'yı premier league'den daha çok severim. ama sahadaki futbolla alakası olmayan ve işi gücü kavga olan yurdum taraftarı yüzünden de sevdiğim insanları türkiye'de maça falan götüremem.
ekleme: avrupa'daki maçlarda da büyük kavgalar çıkmaktadır, ama bu adamlar futbol adına bir şeyler yapma hırsıyla sinirlenmektedir. kavga ederler, ama toplarını da oynarlar yani. bizde ise çenesi ve elleri, ayaklarından daha çok "çalışan" adamlar büyük takımlarda "futbolcu" olarak görev yapmaktadır. aradaki 7 farkı da siz bulun.
* orada futbolcular referee kelimesini yanlış telaffuz etmezler. bizdeyse hakem kelimesini haaakem şeklinde söylemeyeni meşe odunuyla döverler.
* orada futbolcular maç sonu röportajlarda şiir gibi konuşurken bizde tüm futbolcular ağız birliği etmişcesine "önümüzdeki maçlara bakıcaz" derler.
* orada sevgili, ana, baba tüm sülale maç izlemeye gidilirken burada bunu yapmak için deli olmak gerekir.
* avrupa başkentlerinde 70-80 bin kişilik stadyumlar bir mühendislik harikasıyken bizim başkentimizde göt kadar bir topluluk eşliğinde suni çimde maç yapılır.
* orada futbol hızlı oynanır, auta çıkmış bir top sadece 10-15 saniye sonra rakip kalede gol tehlikesi yaratırken, bizde auta top çıktığında mesela evdeyseniz gidip mutfağa çok rahatlıkla çay demleyecek bir zamana sahip olursunuz.
* orada kulüpler 20 yaş altı futbolculara çok önem ve değer verirken mesela bir arsenal takımı yaş ortalamasını 20'nin altına çekerken bizde kıçındaki kılları kadayıf olan futbolcular takımı kurtarmak için transfer edilir.
* bizde rüştü gibi yan toplarda saatli bomba bir kaleci milli takım kalesini korurken orada yan top zaafiyeti olan bir kaleciyi uzun süre takımda tutmazlar.
varsa bakınız: rüştü'nün barcelona macerası.
* oradaki maçların büyük bölümünde izleyenler keyif alır. lig sonuncuları karşılaşırken bile stad hınca hınç doludur, harika bir mücadele izlenir. bizdeyse derbi adı verilen sidik yarışlarında 90 dakikada doğru dürüst bir gol pozisyonu bile bulamazsınız.
kısaca orası profesyoneldir, okyanustur; burası amatördür, deredir.
Avrupa'da estetik hareketler yapan oyuncular hem kendi hem de rakip takım taraftarları tarafından alkışlanır, tebrik edilir. Türkiye'de estetik hareketler yapan oyuncuların üzerine yürünülür, dayak atılmak istenir, rakip x kişi, rakip yeniliyor gibi saçmalıklar ile adam linç edilmek istenir. Devamında eski bir hakem çıkarak "bu estetik hareketleri yapan oyuncuya sarı kart gösterilmeliydi" şeklinde maçın hakemini eleştirir. Bu eleştiriyi yapan hakeme türkiye'de alkışlanır, doğru söylüyor denilir avrupa'da olsa ise dalga geçilirdi.
"almanya'da çok önemli bir maça çıkacaktık. kazanırsak kupa bizim olacak. son taktikleri veriyorum, içi para dolu bir torbayı alıp kara tahtanın kenarına astım. dedim ki futbolculara: "bugün taktik maktik yok. işte para. kazanın maçı, alın parayı..." o gün takımımı ben dahi tanıyamadım. fırtına gibiydiler. maçı çok rahat aldık.
sonra türkiye'ye geldim. beşiktaş'ta çalıştığım günlerde fenerbahçe ile maçımız var. ben yine yönetimden bir torba dolusu para istedim. bunu alıp futbolculara gösterdim: "galibiyet priminiz hazır. taktik maktik yok. kazanın maçı, alın paraları." bizimkiler döküldü; maçı kaybettik.
derken galasaray maçı geldi çattı. "türk futbolcusunu nasıl motive etmeli?" diye düşünmeye başladım. para bir işe yaramıyor. ne yapmalı, ne yapmalı. maç günü birden gözüme beşiktaşlı gaziler çarptı. tekerlekli sandalyelerinde heyecanla maçın başlamasını bekliyorlardı. bu gazilerden birini soyunma odasına götürdüm. dedim ki bizimkilere: "bakın bu asker sizin güvenliğiniz için savaştı. bacaklarını yitirdi. artık yürüyemiyor. onun için şu hayattaki en büyük mutluluk sizin kazanmanız. sapasağlam bacaklarınız var. taktik maktik yok. çıkın ve bu gazi için oynayın." o gün galatasaray'ı çok rahat yendik."
avrupa futbolu ''futboldur'' , joga bonitodur, seyir zevkidir..*
turk futbolu ise nedir, belli degildir.. turkiye'de futbol şiddettir, futbol holiganlıktır, futbol adam bıçaklamaktır..*
avrupalı taraftarlar sultans of the dance izler gibi maç izlerler. türk taraftarlar, özellikle çarşı canını dişine katarak son saniyeye kadar takımına destek verirler. belkide en büyük farklardan biri bu. *
türk futbolunun ne kadar aşağıda oldugunu gösteren farklardır.
iyi futbolcuların alınıp avrupada kupa kaldırmakla iyi futbol sahibi olunmaz. dış ülkerlerde ne kadar takip eedildiğimizle orantılıdır.
1- avrupa futbolunu dünya takip eder; türk futbolunu takip edenleri ben de merak ediyorum.
2- iyi futbolcu beşikteyken alınır; ülkemde yabancı futbolcu için dünya keşfedip kullanıp attıktan sonra. yerlisi için kahramanlık(!) yaptıktan sonra.
3- tv ve reklam gelirleri official ürünlerin pazarlamasından sonra gelir; ülkemde öyle birşey olmadıgı için varsa yoksa belediye başkanı, minimum iktidar partisi üyeleri ve tv saolsun denir.
4- oyun iki yönlü total futbol uygulanır; düşük profilli ekip önce beraberlik diye kapanır ve kontra hedefler, yüksek profil kontrollü oyun, üç büyükler ise devamlı baskı!)tabe erken gol yemezlerse.
5- yabancı futbolcular kurallara katiyen uyar, ülke dilini ögrenir yahut ögrenmek zorundadır; ülkemde ise herbirine ait tercüman bulunur. daum kac sene kaldı kaç cumle kurabılıyor allah aşkına!!
6- küçük maçların büyük oyuncusu tabiri avrupada kullanılmaz çünkü sergen , alex .. vb gibi 1 maç oynayıp 4 maç yatan oyuncu bulunmaz.
7- dünün at yarışçısı, bahisçisi futboldan başka her haltı bilen yüz görümlük futbol oynayıp yatan oyuncular ekranlara bile çıkamazken bizde neredeyse antrenör haline gelir.