4 gun 15 saat boyunca bagirsaktaki kati atigi kasten tutan kisi tarafindan ust uste yapilan testlerin sonucunda; "shopodhooodoophlosssh" sesi esliginde meydana gelen bosaltim olayidir. *
ek:
-test bilgileri-
rakim: 30 m.
klozet kapagi: standart plastik
ruzgar hizi: 0 km/s.
yercekimi orani*: 1/1 (dunya)
sicmadan onceki kilo: 78.2 kg (tefal)
sictiktan sonraki kilo: 76.0 kg (tefal)
sicma suresi (hh:mm:ss): 00:36:20 (magazin okuma suresi dahil olup, got yikama seansi surenin disindadir.)
bir çok anıya sebep olabilecek hadisedir. süslediğim ayrıntılarla beraber misal:
henüz lise 1 başları. kimse birbirini tanımıyor, tanıyan da samimi değil...
henüz kimsenin kimseden götünü silmek için peçete isteyemediği, o kadar yüzsüzleşmediğimiz günlerdi. birbirimizin sıçan yüzüne tanık olmamıştık daha. herkes bilahare peçetesini yanında bulundurur, başının çaresine bakardı.
ve bir gün o talihsiz olay başıma geldi: peçete yoktu yanımda ve götümdeki bok kıçımı zonklatıyordu. ara ara geri gidiyor, kısa bir süre sonra polislerin koçbaşıyla kapıya vurması gibi götüme fütursuzca darbeler atıyordu. adeta götüme kafa atıyordu. alnımdan soğuk terler dökülmeye başlamıştı. geliş gidişlerin yarattığı "gburrrrr... bvurrvvv" sesleri duyulmasın diye öksürüyor, sebepsiz yere gülüyordum. her türlü kas faaliyeti yalandı bana. yerimden doğrulurken bile göt kaslarıma ayrı bir itina gösteriyordum. bin bir cefa içinde kalkıp hocadan tuvalet izni aldım. ulan bir de nutuk çekmez mi? "artık büydünüz böyle şeylerden vazgeçin..." falan. iyi de hocam açıp suratına mı sıçayım?
ve nihayet tuvalete geldim. dizlerimi hiç bükmeden, topuklarıma basa basa da olsa gittim tuvalete. fakat hala peçete yoktu yanımda. bu bana hayatın adeta koca bir nah çekişiydi. ateşler içinde bir o yana bir bu yana debelenirken gözüme bir anda aynanın üstündeki grip aramızda afişi ilişti. evet bunu yapmalıydım. hepsini almadım kağıdın. insaflı davranıp yarısını aldım. fakat almaz olaydım. tuvaletten çıkınca gördüm, adeta taşakları alınmış bir uzuv gibi sallanıyordu kağıdın yarısı.
hemen son hazırlıkları yapıp kendimi sıçma kabinine soktum. göt kaslarım artık ferman dinlemiyor, adeta "sıç! sıç!" diye isyan ediyorlardı. akabinde kemerimi gevşetir gevşetmez, kemerin üst kısmındaki bok kütlesi de aşağı indi ve götüm şaha kalktı. donumu da indirip domaldığım anda maşrapaya su doldurmaya fırsat vermeden tüm benliğiyle sıçıyordu götüm. evet ben değil götüm sıçıyordu. bir an kendi kendimi sıçacağımı düşündüm. koca bir göt olarak sınıfa gidecektim...
kırk beş dakikalık dersin yimi beş dakikasını sıçmaya ayırmıştım. tabi arkadaşlar anlamıştı. sınıfa girdiğimde -gerçi neden girdim anlamıyorum. ulan yirmi beş dakika yaptım diyorum. işte bir medeni cesaret örneği- arkadaşların yüzüne baktım. hepsinde bir masumiyet, bir bilmezden geliş vardı. bre dostlar daha tuvalette puflattığım osturuk kokusu peşimi bırakmadan girdim sınıfa. huşu içinde, biraz da utanarak yerime oturdum. biraz sonra sınıfı nahoş, ne ekşimtırak ne de acı bir koku sardı. ve hemen önünde oturduğum, her akşam manevi olarak pompaladığım kız üfleyip püfleyerek kalkıp camı açtı. bu sefer o bana pompalıyordu...
edit: sözlük hayatımın hemen başında bu saçma, bol argolu entry'yi girdim affediniz dostlar...
bir sanattır. bana göre sanat, feyz alabildiğiniz, rahatlatan, başka dünyalara götüren ve herşeyi unutturan somut veya soyut eylemler bütünüdür. mesela gündemde bir çok sanatçı ve yaptıkları müzik, çizdikleri resim, çaldıkları enstrümantal var. peki siz bunların hepsinden feyz alabiliyor musunuz ? hayır. yani sanat adı altında yapılan herşey sizin boşluklarınızı dolduyor, bir takım ezik olan egolarınızı giderebiliyor mu ? hayır.
işte, sıçmanın sanat olduğu kanıtına tüm gerçekliği ile burada ulaşabiliyoruz. çünkü insan sıçarken feyz alır, aklını resetler ve farklı şeyler düşünür. herşeyden önemlisi rahatlar. bu yüzden sıçmak bir sanattır ve bu sanatı icra eden sanatçılara kapıyı tıklayıp içeride biri varmı diye soru sorduktan sonra tüm konsantreyi bozmak, kişiyi, '' acaba osururken duydumu, kokuyo mu '' diye komplekslere sokmak, sanatçıyı ve yaptığı sanatı dümdüz eder.
o yüzden sanata biraz olsun saygı duyalım. sanata saygı duymak için onun evrensel olmasına gerek yoktur. yaptığımız sanata saygı duyulmasını sağlamak adına ulu orta mı sıçalım, bakın bakın sıçıyorum diye insanları bizi seyretmeleri için davet mi edelim ? nerede insan hakları, bireysel sanata ve sanatçıya hiç mi saygı yok ? yazık gerçekten.
ihtiyaç olmanın ötesinde dramatik bir süreci yansıtmaktadır. insanın kendinden kaçamayacağı iki yerden birini temsil eder bu durum. merak edenler olabilir diye; sözünü ettiğim yerlerden ilki yorgan altıdır. o daha dramatiktir ama bugün buna yoğunlaşmak istiyorum. dört duvar arasında görebildiğin tek şey fayanslardır. görmekten öte, buna yoğunlaşmak demeliyim. kokuyu belli bir süre sonra hissetmeyeceğinden ötürü bu durumun rahatsız edici oluşuyla ilgili cümle kurmanı engellemem gerek ahmak piç. boktan iş dedikleri budur. üretim faaliyetini bitirdiğin boku yolcu ederken bu duruma nahoş diyemezsin. bokun kendisi nahoş olabilir, fakat senin bu faaliyeti gerçekleştirme aşamaların nahoş değil. bu nahoş olmama durumu derin ve derin olduğu için zaman isteyen farklı bir alt konu olduğu için detaylara girmeyeceğim. yanda bıraktığım cümlede iki defa "için" kelimesi kullandım ve sen bunu fark etmedin. her neyse. konu o değil.
hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan ve kendilerini birçok kişiden üstün gören kibirli piçlerin yüzlerine bazı gerçekleri çarpmak için sıçtıkları boku gösterin onlara. içinde bok taşıyorsun orospu çocuğu. senin yaptığını diğer hayvanlar da yapıyor. senin sıçtığın boku köpekler de sıçıyor. köpeklerden, ya da diğer hayvanlardan tek farkın medeniyet kurmuş olmandır. medeniyet elbet bir gün çökecek. o gün geldiğinde hayatta kalmak için yapacaklarınla bütün hayvanlardan daha aşağı olduğunu acı bir şekilde öğreneceksin.
ıkınırken oluşan yüz ifadenizi sikiyim. bu gerçeklerden kaçamazsınız. sıçarken zihninizde oluşan düşüncelerden kaçamazsınız. sıçmak size ölümü hatırlatmalı embesil piçler. birkaç şey daha vardı, unuttum onları.