henüz 23'ümdeydim...hayat bana onlarca fırsatı bir anda bahşetmişti. mükemmel yaradılışım; kainatın tüm güzelliklerinin kapısını ardına kadar açılmasına yetiyordu. işte, sokakta, evde her yerde, göz önündeydim. çok sevilen, imrenilen, adına methiyeler düzülen biriydim.
ailem ordudan istanbu'la göçmüş, kemalist doktrinle yetişmiş; ultra laik bir aileydi. beni de; kendi görüşleri ekseninde büyütmüş; modern insanın nasıl yaşayacağına dair tüm imkanları ve yolları öğretmişlerdi. ikiside öğretim üyesi olan; anne babanın tek çocuğuydum.
adım kemal'di.
cumhuriyete ve ilkelerine olan inanılmaz bağlılık; bizi her zaman daha iyi bir hayata, daha iyi insan olmaya sevk etmişti. açıkçası, başka hiç bir ideoloji bu kadar efektif olamazdı. bu yüzden kendimi hep şanslı saydım. tanrıya; ailem, ülekm ve ülküm için sürekli dua ettim. dedim ki:
ey ulu varlık: türkleri koru.
hülasa; herşeye rağmen, romantik bir kalbe sahiptim. bob dylan'ın, sara'sını dinlerken gözlerim dolar; beethoven'ın, ezgilerinde tümden kendimi kaybederdim. arada ahmet kaya dinlerdim gizlice, ailemden gizli yaptığım tek hovardalık buydu. tanrının bu mükemmel yaradılışıma eklediği tek kusur, bahsettiğim gibi, naif yürekli bir insan olmamdı. kalbimi bir kadına kaptırmamak için, onlarca gün odamdan çıkmadığım olmuştu. nihayetinde aşk; zayıflık, zayıflık ise ülküme riskti.
bazen kader elini oynar ve sıra sana gelir; işte sıra bana gelmişti. masada dünyanın en güzel gözlerine sahip, türbanlı bir melek; cebimde; ailem, ülküm ve doğru bildiklerim. onu ilkin, bebek starbucks'ta görmüştüm. ailem beni avam mekanlara takılmaktan men ettikleri 4 yaşımdan beri; sadece zenginlerin ve elit insanların zaman geçirdiği yerlere gidiyordum. yoksa bende isterdim, bir avm'nin asansöründe karşılaşmayı onunla. yanında türbanlı 2 kız daha vardı. halindeki özgüven, sesindeki buğulu silüet; tüm ilgimi bu türbanlı kadına gasp etmişti. arada bir bakışlarını yakalıyordum. bana baktığında hissettiğim tek şey, ağırlıksız bir ortamda tüm ideolojilerden ırak yaşama istenciydi.
napıp edip onunla tanışmıştım sonunda. adı derya idi. yeşil sermayenin, son on yıldaki müthiş atılımının, yarattığı anadolu burjuvazisinin, hatırı sayılı ailelerinden birinin, tek kızıydı. kalbimi kaptırmuştım bu güzele. gözlerindeki o kara delik etkisi, gamzelerine olan, histerik gömülme dürtümle beni alaşşağı ediyordu. nabzımı, heyacanımı hiç bir şeyimi gizleyemiyordum ondan. 4 aylık rüya dolu birliktelikten sonra; ailesi benimle tanışmak istemişti. bu agresif teklif; rüyanın kabusa dönüşünün işaretiydi.
anlattım ona; dedim ki; gül yüzlüm, olmaz sevemem seni daha fazla. dedim ki; gamzelim, ayrı dünyaların, düşman ailelerin insanlarıyız.
dedim ki; biz başka sürülerin kuşlarıyız. aynı sürüde uçamayız kanatlım...
gözlerinde şimşekler çakıyordu; burnundan soluyup, birazdan söyleyecekleri için güç topluyordu. o lanet an gelip çatmıştı ve ömrümde bir daha hiç bir kadına yaklaşamadığım, kimseleri sevemediğim sihirli sözcükler dökülmüştü dudaklarından.
türbanımdan ötürü sevmedin beni değil mi? dedi ve çıkarıp attı onlarca kişi önünde türbanını. değişti mi şimdi duyguların, sevebilir misin beni yine, diye sordu.
artık sevemezdim onu.
tanım: sınıfların, ideolojilerin yıktığı bir aşk hikayesi.
sevgilinin sırf türbanından değil; onun hayata bakışından, inançlarının radikalliğinden ve burada yazmak için yeterince iyi sebep gibi durmasa da bir dolu şeyden dolayı ayrılmaktır. kemalizm gibi bir ideolojiye bağlı kalmamış olsa bile dini hayatına bu kadar dahil etmeyen, ara sıra içki içen, bir türbanlının sıkı sıkıya bağlı kaldığı değerlere onlar kadar bağlı kalmayan ama yine de türban takan bir sevgiliden ayrılmazdı mesela saydığım bu sebeplerden ötürü türbanlı olan sevgilisinden ayrılacak olan kişi. hayat görüşleri farklıysa herkes kendi yoluna bakmalı.