öyle yorgun ki bir ineği bile yorgunken yiyebilirim?
öyle yorgunum ki bir ineği bile gözüm kapalı .....?
öyle yorgunum olmak ki yok böyle yorgun bir inek?
öyle yorgun olsam ki inekle bile yoğrulsam?
-seviyorum ulenn! benim olacaksın sarıkız! kimselere yar etmem seni!!!
+recai abi sakin ol, kendine gel! çok çalışıyorsun bu aralar, kafayı yemeye başladın...
- etine de hastayım, sütüne de... ya benimsin ya kara toprağın!!
o kadar çalışıyoruz ki vizeler için; sürekli çalışmaya alışkın olan 'inek öğrenci'ler bile yoruldu, anlamına gelen, fakat yorgunluktan dolayı, mantıklı bir cümle şeklinde anlatılamamış durum.
yazar burda çok yorgun olduğunu göstermek istemiş, üstüne gitmeyin.
edüüüt: bu entry, başlık düzeltilmeden önce yazılmıştır, yani;
'öyle yorgun olmak ki bir ineği bile yorgun olmak' başlığına yazılmıştır.
ve yazdan kalma günler yaşanıyor eskilerin pastırma yazı dediği, dışarıda insanlar koşturuyor, uyuyorken, göz açılıyor ve uyumaya devam ediliyor. kitaplara bakınılıyor, geleceğin korkusu, geçmiş kadar ağır içlerde, görmek için bakılıyor, ama sonuçlar bundan sonra ki kısa adımlar için sadece.
bir kız çocuğu giriyor hayata, ilk defa aşık olmak gibi, iç, içten duyuluyor, yoksa böyle boşuna mı yaşanılıyor, "hem çok üzgünüm, hem çağırıyor hayat" diyor sezen aksu.
ve insanlar büyüyor, ağlıyor, gülüyor, ağlıyor ve gülüyor. ve doyamıyor, yalan bir nevi önsezi yaratıyor.
ve "unutkanlar şanslıdır çünkü hatalarının dertlerini çekmezler" diyor birileri, yıllanmış arkadaşlarını arayanlar, yabanı dil kurslarına katılanlar, incik-boncukla uğraşanlar, deli gibi halı sahalara koşturanlar değişen bir şey olmadığını görüyorlar. unutuluyor mu? belki.
ve çekiçle vurulmuş eli sallamak, acıdan bir şey eksiltmiyor.
hayat stand-by modunda geçiyor bazen, boşver diyorsun, neyi boşveriyorsun?
bir suratta hasta bir gülümseme görüyorsun, ama konuşmak da zorundasın, kimse yaralanmasın istiyorsun. sakinleşiyorsun, kafayı yemekten korkarak, biliyorsun aynı insanlar.
ve her lanet sabah bu bilince uyandıkça boşver diyorsun.
eskisi gibi kalsın.
gözlerin iflas ediyor televizyona bakarken;
ve doğuda memleketin güzelim evlatları ölüyor.
ve "ya sev, ya terk et" diyor birileri, ve taşını toprağını değil insanını seviyorsun sen ülkenin.
çok mu büyüdüm bir gece karanlıktan korkup annemin yanına uzanabilmek için, oysa annem bir masal gibi gülümsüyor.
ve güneş erken batıyor artık. oysa seninle yakar top oynamak vardı bir ormanda. oysa seninle başbaşa olmak vardı, oysa bir balkonda rakı içmek vardı belki. "senin acilen rakı içmen gerek" diyor bir dost.
ve bir anda aşk yeniden çalıyor bazen. yatağa suratında hiç de hasta olmayan bir gülümsemeyle uzanıyorsun. gözlerin doluyor. ağlamak istemiyorsun ama. unutulmuş yeminleri tutuyorsun, hem tanıdık hem yepyeniyi hızlıca geçip, "kendini yarattı kendinden"in üstünde saatlerce permütasyon hesabı yapıyorsun.
"ümit edilen olmasa da ümitin kendisi güzel şeydir" diyor orhan gencebay.
ve dışarı çıkıyorum, ve eve giriyorsun.
tam ortasındayım.
nasıl da paylaşıyor, nasıl da sabretmeye mecbur kalıyor, nasıl da birmiş hasretler diyor çok uzaktaki ve çok yakındaki başka bir dost.
vizeler kaçıyor.
ve tam varıyorum ki hedefe bir yenisi başlıyor. ve nasıl da mecburmuşuz öğrenmeye.
haftada kırkiki bira ortalamasıyla oynuyorum. aşk yeniden dinliyor yatağa uzanıyorum.
ve ben o kadar yorgunum ki bir ineği bile yorgunum. *
edit: işbu başlık vakt-i zamanında "öyle yorgun olmak ki bir ineği bile yorgun olmak" idi.