hatta sözlükten bir hanımefendi de buna şahit oldu.
dün bir tanesiyle buluştuk alsancakta, bir kafede çay içtik. sonra bize gittik. kişisel kütüphanemden birkaç kitap aldı. felsefe ve sosyoloji üzerine uzun, uzun konuştuk.
o sırada dışarda yağan yağmur bizi harekete geçirdi. elimden tuttu, "haydi bahçeye!" diye haykırdı. arkada frank sinatra'dan "can't take my eyes off you" çalıyordu ki, yağmur altında bu şarkıda dans ettik.
sonra şen kahkahalar ile, ıslak, ıslak eve girdik. battaniyelere sarıldık. şömine karşısına geçtik. elimizde kahve kupaları vardı sadece. yüzümüzde ise küçük gülücükler... birden bana yaklaştı.
"gözlerin ne kadar güzel" dedim.
dudağını ısırarak önüne baktı. biraz daha yaklaştı.
ateşli bir öpüşmenin sinyalleriydi bunlar. eli titriyordu. kahve kupası elinden düştü. o sırada uşağım alfred umarsızca içeri girdi. birden geriye çekildik.
"ah eve geç kalıyorum" diyerek telaşla toparlandı. kapıya kadar geçirdim. hızlıca, arkasına bakmadan evden çıkıyordu ki, kolundan tuttum.
"yarın aynı saatte, sözlükte online ol" dedi ve gitti. kapıyı kapadım. alfred arkamdaydı.
"noldu?" dedim. joker, korkuluk ve çift surat ile saldırıya geçmiş dedi. hemen aşağı indim. zırhımı kuşandım, frogmobile'e bindim ve gaza kökleyerek izmir in arka sokaklarına doğru yol aldım...
süper kahraman olmak zor iş. aşka vakit kalmıyor...