“Ben bir Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmişbeşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan. Fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye kadar sürecek herhalde. Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık. Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler.”
afedersiniz ama yarrak gibi medeniyettir. m.ö. 4000 yılında ırak'ın güneyinde yaşamışlardır ve bugün bilinen ne kadar din varsa bunların eseridir. babil kralı hammurabi bile meşhur hammurabi kanunlarını sümerler'den ilham alarak üretmiştir. kısasa kısas kuralı güden bu kurallar aslında islam'daki şeriatın temelidir.
olduğu gibi aktarılmıştır. uzundur yazı ve tamamen bilgi içeriklidir. ilgisi olmayan yorulmasın, en baştan söyleyelim.
alıntı***********************
Sümerler zamanının çok ilerisinde bir medeniyetti. Onları bu derlememde kısaca inceleyeceğiz. Detaylı bilgi sahibi olmak isteyen okuyucular için ünlü Sümeroloğumuz Sayın Muazzez ilmiye Çığ Hanımefendinin eserlerini öneririm.
Sümerler, M.Ö. 3500 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamış halktır.
Mezopotamya'da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır. Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya'da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşimi sonucu benzerliklerin olduğu yönündedir. Yani belirli bir halk ile bilimsel bir akrabalık henüz kanıtlanamamıştır.
Birbirinden bağımsız site denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır. "Ensi veya Patesi" denilen rahip-krallar tarafından yönetiliyorlardı. Bütün Mezopotamya ülkesine hâkim olan krala ise "Lugal-kalma" denmektedir. Krallar başkomutan, başyargıç ve başrahip yetkilerine sahiptirler. Yani Hermes gibi üç kere yüce idiler.
Sümerlerin kökenleri tam bilinmemektedir. Sami kökenli değildirler. Kökenleri konusunda farklı rivayetler vardır. Henüz tam anlamıyla kanıtlanmamış olan Atlantis ya da öncülü olan Mu kıtası kökenli olduklarını varsayan görüşler de mevcuttur. Nitekim Sümerce Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba değildirler. Medeniyetlerinin ani sıçraması ve zamanın önünde olması ezoterik gelenekte ilgi çekmelerini sağlamıştır. Sümerleri incelerken günümüzü ve yakın geçmişi de göreceğiz. Benzerliklerle rastlaşacağız. Sümer kaynağa daha yakındır. Denildiği gibi "Kaynağa ne kadar yakınsan su o kadar berraktır".
ilkyazı i.Ö. 4000 yıllarında Sümer'de ortaya çıkmıştır. O dönemde uygarlığın beşiğidir Sümer. Kentlerde yaşayan, yüksek binalar ve sütunlar yapabilen, sulama kanalları ile ziraat yapan, metalleri işleyen, cam kullanan, parayı bilen, okuyup yazan ve tekerleği icad eden inanılmaz bir toplumdur Sümerler.
Tanrı fikri ve Yaradılış düşüncesi de Sümerlerin insanlığa armağanıdır. Yahudilerin tanrısı Yahweh Sümer tanrılarından yüzyıllar sonra doğmuştur. Nuh Tufanı Eski Ahit'ten çok önce Sümerin kil tabletlerinde anlatılmıştır.
Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına Ziggurat denirdi. Zigguratlar yedi katlı olup toplam üç ana bölümden oluşur. ilk katlar erzak deposu, orta katlar okul ve tapınak, son katlar ise rasathane olarak kullanılmıştır. 50.000 nüfusu ve ay tanrısı Nanna'ya adanan muhteşem Zigguratı ile Ur Sümer'in en büyük kentiydi.
Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz. Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atmışlardır.
Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikâyesidir. Sümerler Astronomide de gelişmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır.
Tıbbın başlangıcı da Sümerlerdedir. Hastalıkları, onlara yarayacak ilaçları gözlemişler, çeşitli ilaç reçeteleri yazmışlardır. Hastaları iyi etmek için yalnız ilaca değil sihre de başvurmuşlardır. Sihir günümüzde de aynı amaçla kullanılmaktadır.
Sümerlerde yedi sayısı çok önemlidir. Yedi gün geçmek, yedi dağ aşmak, yedi ışık, yedi ağaç, yedi kapı gibi bu sayı bolca bulunmaktadır. Sümer yeraltı dünyasının da yedi kapısı vardır. Okul tabletlerine göre altı gün çalışılır, yedinci gün ise dinlenilirdi. Yedinci gün tanrıya adanmış bir dinlenme günü olarak kabul edilmişti.
Sümerler, dünyadaki bütün olayların ve tanrıların isteklerinin gökte yıldızlarda yazılı olduğuna inanırlardı. Günümüzdeki alınyazısı inanışının da buradan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Güncel yaşam, inançlar, efsaneler ve din için vereceğim örnekler Sümer inançlarının zaman içerisinde diğer kültürleri nasıl etkilediğini sizlere gösterecektir:
Sümerlilere göre ölüler, "kur" adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyorlardı. Bu olgu Tevratta Şeol, Yunanda Hades, incilde Cehennem, islamda Ahiret olarak devam etmektedir. Sümerlilere göre yeraltı dünyasından sadece bazı özel durumlarda gölgeler yeryüzüne çıkabiliyordu.
Sümerlerin kurdukları çok tanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat bu arada diğer tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.
Yüzyıllar boyunca Batı kültürünün temeli, Yunanlılara, dini de Tevrat'a dayandırılıyordu. Sümer kültürünün ortaya çıkmasıyla, Dünya uygarlığının gelişmesindeki şu ana dek belge ile ulaşılabilmiş ana kaynağın Sümerde olduğu anlaşıldı.
Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. insanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Yer, Gök, Hava, Su Tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılardı. Kişisel tanrılar giderek diğer tanrıların önüne geçmiştir. Ayrıca her ailenin babadan oğla intikal eden, kişiye özel, koruyucu bir tanrısı vardı.
Evli çiftlerin yüzük takma alışkanlığı Sümerde ve Eski Mısırda başlamıştır. Yüzüğün ilk şeklini oluşturan kuyruğunu ısıran yılan sembolizmasında olduğu gibi, evlenen çiftler de sonsuzluğa kadar beraber olmak ve bağlı kalmak amacı ile yüzük takmaya başlamışlardır. Bu gelenek günümüze kadar gelmiştir. Yüzüğün takıldığı parmağın da ayrı bir önemi vardır. Sol elin yüzük parmağında bulunan damarlardan biri kalp ile doğrudan bağlantılıdır.
Yılan, Sümerlerde yaradılış yasalarının bekçisi ve bilgelik sembolü olan bir kutsal hayvandır. Kuyruğu ağzında halka oluşturan yılan evrenin birliğini temsil eden çok eski bir semboldür. Ezelden ebede, sebepten neticeye sonsuz ve sürekli devridaim, yani dinamizm, evrenin ahenkli dengesinin formülüdür. Kuyruğu ağzında yılan, evrenin yasalarını ve sırlarını hakkı olmayana ifşa etmeden saklayan ketumiyet ve ebedî bilgelik simgesidir.
Deri değiştiren ve yaşarken kendini yeniden yaratabilen bir hayvan olan yılan, her seferinde yeniden derinin içinden çıktığı için onunla ölümsüzlük, sonsuzluk ya da yeniden doğuş özdeşleştirilmiştir. Eski Mısırda ve Sümerde, yılana benzeyen bir organ olan fallusun ucundaki derinin kesilmesi, yılanın deri değiştirmesine benzer bir ritüel olarak ölümsüzlük ve sonsuzluğa kadar yaşama amaçlıdır. Sünnet kavramı Musevi ve Müslümanlara bu ritüelden geçmiştir.
Sümer basamaklı zigguratları kralın ve rahiplerin yukarıya doğru tanrılara ulaşmasına yardım eden yapay tepelerdir; Mısırdaki piramitlerle birlikte aynı gereksinimi karşılamışlardır. Piramitten çok daha eski olan kavramı sütundur. Sütunlar insanların dünyası ile tanrıların dünyası arasında benzer ulaşım işlevine sahipti. Sütunların ve piramitlerin mucitleri Sümerlilerdir. Enuma Elish diye bilinen Sümer yaradılış öyküsü Kutsal Kitaplardaki Yaradılış efsanesinden en az bin ya da binbeşyüz yıl önceye dayanmaktadır. Sümer için sütunlar ve Zigguratlar ne idiyse, Mısır için de piramitler ve sütunlar odur. Aşağı ve Yukarı Mısır, iki ayrı krallık halindeyken, Heliopolis ve Tebte iki krallığı temsil eden iki sütun vardır. Bu iki sütun, gök tanrıçası Nutun göksel kemeri ile birleştiğinde, makro ve mikro kozmosu sembolize eden iki sütunla birlikte istikrar anlamına gelmektedir.
Tek etkileyici mit Enuma Elish değildir; Babil kültürel birikimi, yüzlerce mit ve tarihsel doküman da içermektedir. Yaratılışın Yedi Tabletinden yola çıkarak, evrenin ve insanın yaratıldığı altı gün ve onu izleyen dinlenme günüyle süreci yediye tamamlayan Genesis yazarları, ilk insan prototiplerinin oluşturulmasından söz eden Sümer kökenli mitlerden esinlenerek, Âdem, Havva ve Cennetten kovulma temalarını da biçimlendirirler.
Sümer anlatılarına göre, yeryüzünde ağır şartlar altında çalışmaktan yorulan tanrılar, günlük işleri kendileri için yapacak yeni bir tür yaratmaya karar verirler. Yeryüzünün ve suların efendisi En.Kii bu işin organizasyonunu üstlenir ve ana Tanrıça Nin.Mahla birlikte yeryüzünün toprağına kan ve yaşam vererek, kendi görünüşlerinde bir işçi nesil yaratır. Lulu Amela sözcüğün anlamı, net olarak"işçi"dir ve görünüşleri tanrılara benzemekle birlikte onların güç ve yeteneklerine, ölümsüzlüklerine sahip değildirler. Yalnızca kendilerine verilecek işleri yapmaya yeteneklidirler. Luluyu yaratan tanrılar, ondan kesin itaat ve bağlılık isterler; bunun yolu da sürekli çalışmaktan geçmektedir. "Çalışmak en büyük ibadettir" deyişini çağrıştıran bu mit, ilk yapılan "cinsiyetsiz insan"a, daha sonra "çoğalması ve mutlu olması" için bir eş yaratılmasıyla devam eder. Erkek Lulunun "yaşam özü" kullanılarak dişi yaratılır ve ona eş olarak verilir.
"Âdemin yaşam özünden Havvanın yaratılması" Sümer orijinli bir mittir. Sümer silindir mühürlerinde yaratılış sahnesini gösteren bazı temsili resimlerde, Nin.Mah ve En.Kinin Luluyu yaratırken, bugün kullanılan tıp amblemine çok benzeyen, birbirine sarılmış iki yılan simgesine baktıklarını görürüz. Bu şekil, DNAnın ikili sarmalını da çağrıştırmaktadır.
Bilimsel araştırmalar sonucu kesin olarak biliyoruz ki yaratılış miti de Sümer uygarlığının şafağı sayılan M.Ö. 3500 3000 yıllarının ürünüdür.
Musanın doğumu öyküsünün, bir Sümer efsanesine dayalı olduğu ortaya çıkmıştır. Kıdemli bir Mısır generalinin ve Mısır kraliyet ailesinin bir üyesinin Yahudi milletinin babası olması, bir çeşit akılcılıkla bu efsanenin yerine oturtulmasıdır. Musa, Seqenenre Taonun öldürülmesinden sonra ikame edilen sırları ve iki sütün öyküsünü biliyordu. Musa, Mısır sarayında yetişmiş yetenekli bir yönetici ve bir askerdir ve Mısırın tüm bilgilerini öğrenmiş bir inisiye idi. Bu sırları kendi inananları için, yeni bir kral-yapma ritüeli için kullandı. Bu, devleti olmayan, Yahudilere bir kimlik ve Davud soyuna geçen bir gizli ritüel kazandırdı.
Kuran Kozmolojisi de Sümer Kozmolojisinin tek tanrıya bağlanarak sadeleştirilmiş bir yinelenişidir. Beş bin yıl kadar önceyse, Mezopotamyanın güneyindeki Sümer halkının astronomları, bugün modern bilimin yeni sahip olduğu bilgilere vakıftılar. Güneş sistemimizin ve göklerin eksiksiz bir haritasını çıkarabiliyorlardı. Sümerlerin Tanrıları tasvir etmek için en çok kullandıkları sembol yıldız ya da yıldızların çevresinde dönen değişik boyuttaki gezegenlerdir. Ayrıca kafasında yıldızlar taşıyan, kanatlı toplarla gökyüzüne uçan Tanrı resimleri de vardı.
Sümer Tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50sini yeni yarattıkları tanrı Marduka vererek tek tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardır. islam dininde Allaha verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünmektedir.
Sümer gibi uygarlıkların inisiyatik okullarında modern psikoloji ve bilimin ötesinde bir bilgi aktarıldığını, evren mekanizması hakkında daha doğru ve işler bir model bulunmaktaydı. Kadim Bilgelikte, her şey bir bütün olarak görülürdü, fizik de fizik ötesi bilgisi ile tamamlanmaktaydı.
Sümerlerin destanları arasında en çok bilineni Gılgamışdır. Gılgamış, Akkadça yazılmış on iki tablet olarak Assur kralı Assurbanipal'in (i.Ö. 669629)'da inşa ettirdiği Ninova kitaplığında bulunmuştur. Gılgamış, Sümerlerin Uruk kentinde hüküm sürmüş bir kraldır. ilk yazılış tarihi Sümerler döneminde M.Ö. 2700 yılında olan bu destan; daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır.
Efsanenin kahramanları Gılgamış ve Enkidu, aslında birbirinden ayrı ayrı varlıklar değil; tek bir kişinin iki ayrı kimliğinin olumlu ve olumsuz yanlarıdır. Gılgamış olumlu kimlik; Enkidu olumsuz kimliktir. Gılgamış iyi ve yiğit olmasına rağmen; krallık kudretini kötüye kullanıp kaba kuvvete dökerek, zorbalık ve kaba kuvvetle mazlum halkı ezen ve görevini kötüye kullanan yozlaşmış bir yöneticiyi simgeler.
Enkidunun simgelediği, Gılgamış'ın doğasında gizli yabani ve vahşi doğası olan olumsuz kimliğidir. Enkidu insanın doğal ve maddî hâlini; Gılgamış medenî ve manevî sıfatını simgeler. iki zıt yönün dengelenmesiyle insanın karakteri denilen aslî kimliği oluşur. Düalite ilkesi denilen manevî ve medenî kimlik, mevki ve iktidar hırsıyla yok olursa insanî olumlu sıfat da kaybolur. Gılgamış'ın tanrılarca öldürülme tasarımı, maddî yönünün, yani bedenin; manevî yöne, yani ruha egemen olmasını simgeler. Gılgamış gönül; Enkidu nefstir. Bu iki yön fark edilir; dengelenir ve tamamlayıcı olan dengedeki mikro anlamda yaratıcı insan ortaya çıkar.
Sümerlilerin Tufan efsanesi de ünlüdür. Tufanla ilgili tanrıların adlarının dışında, efsanedeki ve dinsel kitaplardaki senaryosu güvercine varıncaya ve bir dağın tepesine oturuncaya kadar birbirine benzerdir. Sümer tufanını planlayan tanrının Enlil olmasına karşın, Yunan mitolojisinde Zeus, Hint mitolojisinde Şiva, Tevrat'ta Yahve ve Kuran'da Allah'tır. Gılgamış efsanesinde anlatılan Tufan i.Ö. 40003000 arasında, tahminen i.Ö. 3500'lerde, gerçekleşmiştir. Farklı düşünenler 11.000 yılını vermektedirler ancak bu tarih için net bilgi yoktur.
Günümüzde farklı inançlarda gördüğümüz; bahar ve güz bayramı yansımaları, Son Yemek ritüeli, Sonsuzluk Ağacı ya da Hayat Ağacı Sembolizması, Yaratılış Efsanesi, Tufan Efsanesi, Evlenme Seremonisi, Yeniden Doğuş gibi birçok efsane ve uygulama ulaşılabilen en eski kaynak olan Sümer menşelidir ve günümüzde de bölgesel farklılıklar ile zamanın ruhuna uyum sağlayarak yaşamaktadır. Bizlere düşen bu efsaneler ve mitlerdeki şekli ve zamanın yıpratmasını bir yana koyup özü idrake çalışmaktır.
Günümüzde, mitolojilerin ve dinlerin bilinen en eski köklerinde batıl inancın değil, göklerde ve yeryüzünde yaşanan doğal olayların bulunduğu varsayılmaktadır.
insanoğlu geçmişine ilişkin bulguları değerlendirdikçe kökenine daha da yaklaşacak, günümüzde gelenekler ve inanışlarla yaşanan şeylerin kaynağını daha iyi algılayabilecektir. insanoğlu, bilinmezlerin tanımlanmasına da aklıselim ile erişecektir. Sezgilerimiz yardımcımız; akıl ve bilim ise bu arayışımızda esas yoldaşımız olacaktır.
Sümerler'in ,şimdi Filistin diye bilinen bölgede yaşamış ibranilerin önceleri Kenan halkının, babilleri, Huriileri, Aramileri, Hitileri, Asurları, Fenikelileri, etklediklerine kuşku yoktur.
''Enki ve Ninhursag'' miti Sümer-ibrani Edebiyatıdaki Benzemeye iyi bir örnek olabilir.
Tevrat'ı ilk Kitap haline Getiren Azra isminde bir adamdır. Yahudiler Tevrata aktardıkları konuların çoğu kendilerinin yaşadığı olayları ve çevre kültürlerin yaşadığı olayları değiştirerek veya benzerini Tevrata aktarmasıdır.
Bütün canlıların anası Havva'nın Adem'in kaburga Kemğinden olduğu anlatılır. Niye Kaburga ? Niye Başka bir organ değilde kaburga kemiği ?
Yahudilerin Olayları değiştirerek Tevrata aktardıklarını söylemiştik. işte bu ''Havva'' Olayı buna çok güzel bir örnektir.
Sümer şiirinde Enki hasta olur ve Hasta Organlarından biri Kaburga Kemiğidir. Sümercede Buna ''ti'' denir. Enki'yi iyileştirmek için oluşturulan tanrıçaya Ninti denir.''kaburga kemiğinin hanımı''.aynı Ninti Hem ,''yaşatan hanım'' Hem de ''Kaburga Kemiğinin hanımı'' anlamına gelir. KAynak ''samuel Noah Kramer -TArih Sümerle Başlar
Dilleri sondan eklemeli bir dildir. yaratıcıya "dengiri" demişlerdir. Yazılarında sözcük bitiminde ":" damgasını kullanmışlardır. Bunun dışında bazı ortak sözcükler dışında Türkçe ile alakası yoktur.
Çemberi 360'a bölen ilk medeniyettir. ilk yazılı kuralları oluşturmuşlardır. Ur, Uruk ve lagaş en bilinen şehirleridir. Dört işlemi bulmuşlar ve kullanmışlardır. bira tarifini yazmışlardır. yılı 360 gün ayı da 30 gün olarak hesaplamışlardır.
mitolojileri, semavi bütün dinleri etkilemiştir. (bkz: tufan destanı)
muhtemelen pro-türk bir grup ile birleştiler ya da komşu olup etkileşime geçtiler. çünkü dil özellikleri bize pek benzemese de çok ortak yönü vardır. zaten orta asya'dan göçtükleri bilinmekte.
tarihi başlatan ve büyük bölümü oğuzların ataları olan becerikli ve teknolojik kavimdir. birçok kere incelenen dillerinde çok aşırı sayıda türkce kelime olduğundan mütevellit sahiplenip resmi tarihimize katmamiz gereken bir kavimdirler. buna dayanarak demeliyizki hz ibrahim (a. s) ve hz muhammed sav da türkdür. ama kötü haber şudur ki nemrut ibneside türkdur ozaman.
elimize geçen az sayıdaki belge ile ari olmadığı belli olan kavim. dillerinin kesinlikle şu an ki avrupa dilleri ile bir alakası yoktur (hititlerin vardır ama örneğin) ve eklemeli bir dildir. zaten bölge ile bir alakalarının olmadığı onlar gelene kadar mezopotamya'da en ufak bir gelişmenin olmadığı ile görülebilir.
Kurtlerle hic bir alakasi yoktur, kurtlerin arap irkinin sami kolundan geldigini biliyoruz. Ayrica sumerlere cekerek medeniyet saglayacaginizi saniyorsaniz yaniliyorsunuz yavru troller. Kurtler tarihte bir medeniyete-devlete sahip olamamistir.
ortaya çıkardıkları yazı, matematik, tıp ve astronomi yöntemleri sayesinde insanlığın kaderini çok farklı bir boyuta taşıyan medeniyet.
sümer mitolojisi incelenmeye değer en önemli konulardan birisidir.
ön asya'dan güney mezopotamya'ya gelmiş ve burada dünya'yı yeniden başlatmışlardır.
kendileri o konjonktürde nasıl becerdilerse, yaptıklarıyla kendilerden sonra gelen tüm medeniyetleri etkilemişlerdir.
sümerler için kimi sümer tabletlerinden hareketle uzaylılarla karşılaştıkları ve bu buluşları onlardan öğrendikleri söylenir. tabi 5-6 bin yıllık mevzu bu, sadece lafta kalıyor.
öyle bir medeniyettir ki hala adamların bulduğu bazı olgular hayatımızın içindedir.
ondalık değil altılı sayı sistemi kullanıyorlardı.
sümerler daireyi 360 a bölmüşlerdir. ( onluk sistem kullansalar muhtemelen 1000 e böleceklerdi)
günün 24 saat olması da onların buluşudur. ( daha doğrusu bir günün 24 de birine saat diyoruz. )
sümerler yüzünden dakika 60 saniye, saat de 60 dakikadır.
sittin sene ( çok uzun süre anlamındaki deyim. 60 yıl demektir ki bu da sümerlerden bize miras.)
bu kenger ya da kingir tanımlaması sümerler'in menşei hakkında çok önemlidir.
Sumerlerin belgelerinde kavimleri için KI.EN.GI ya da KI.EN.GIR adının da kullanıldığı bulgularla sabittir. Eski Çin kaynakları Kırgızları KIEN-GUN yazılışı ile isimlendirmektedirler. Bu isimlendirmelerin birbirine yakınlığı, Sumerlerin bugünkü Irak bölgesine Asya içlerinden gelmiş olma düşüncesini kuvvetlendirmektedir.
Bu görüşümüzü destekleyecek başka bulgularımız da vardır: Rus Arkeolog Nikolsky Sumerlerin ana vatanı olarak Türkmenistanı işaret eder. Bu ülkenin kurganlarından çıkarılmış olan arkeolojik buluntular, Sumer mezar buluntularıyla benzerlik gösterir.
bu bilgilerin pek çoğunu da şu yazımızda daha önce belirtmiştik;
(bkz: sümerler/#13600162)