Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. içimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
ben sevmezdim dedim, yalan dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
duyamadım, derdim, tekrar et!
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
olur öyle dedi palyaço,
herkes alçaktır biraz
otur ulan! dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
rakı doldur! dedim, eksilmesin!
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
ben sevmezdim dedim, yalan
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz.
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
hata yapmak
fırsatını adem'e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi.
gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.
gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada benî âdem
her gün küsülü kaldık.
bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.
şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?
Kafam bir cenk meydanı kokusu kan ve barut,
Elindeyse düşünme,gücün yeterse unut!
Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım,
Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım.
Bana yanmak düşüyor yangın görsem resimde,
Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde
Alırken dilenciyim veririken de borçluyum,
Kalmadı eşya ile aramda hiç bir uyum
Taş taş üstüne koysam bozuk diyorlar devir,
Bir ok çeksem diyorlar peşinden koş ve çevir!
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık,
Kimse edemez bana benim kadar düşmanlık
necip fazıl'In "halim" şiirinden. devamı da var ama en sevdiğim kısmı burası.
Uyuşamayız seninle, yollarımız ayrı..
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi..
Senin yiyeceğin kalaylı kapta.
Benimki aslan ağzında
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.
kürde fırsat verme ya rab, dehre sultan olmasın
Ayağını çarık sıksın, asla iflah olmasın
vur sopayı al ekmeği, karnı bile doymasın
ol çeşmeden gavur içsin, kürde nasip olmasın.
"Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. "
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski istanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim;
"Gece yıldızlarla dolu" Ve yıldızlar masmavi, titreşiyor uzakta
Şarkılarla dönüyor gökte gece rüzgarı
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara
Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece
Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında
Sevdi beni o, ben de bir ara onu sevdim
O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama?
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla
Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi
Ota düşen çiy gibi düşmekte şiir cana
Ne çıkar sevgim onu alıkoyamadıysa?
Gece yıldız içinde, o yakın değil bana Hepsi bu.
Uzaklarda şarkı söylüyor biri Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca
Gözlerim arar onu, sanki yaklaşmak ister
Yüreğim arar onu, o yakın değil bana
Aynı gece ağartıyor aynı ağaçları
Bizler, ah, o zamanki bizler değiliz ama
Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim
Sesim arar rüzgarı, ulaşmak için ona
Ellere yar olur, öpmemden önceki gibi
O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla
Artık sevmiyorum ya, severim belki yine
Ne uzundur unutuş, ah ne kısadır ayrılık
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca
Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü
Belki bana verdiği son acıdır bu acı,
Belki son şiirdir, bu yazdığım şiir ona.
bir gün ölürsem ben bu dertten.
gelme mezarima istemem.
sürme yüzünü topragima.
akitma gozyaslsrini üzerime.
ağlama basimda boşuna.
giden kim gelmiş allah askina?
kalk deme kalkamam.
yatan kim kalkmis allah askina?
gelme kabrime git!
arkamdan gelme sakin!
git!
yaşayacak günlerin,
tutacak ellerin var senin!
git!
git tut elini!
sarilma boşuna topragima
hadi git! üşüme burda.
git ona saril
kara toprak fayda etmez sana
bak bembeyaz olmuş etraf.
kefenim de böyleydi ya hani.
hani sen de boyle beyazlar içinde girmistin ya ruyama
belinde kirmizi kusaginla.
simdi sira bende,
beyaz yakisti mi bana?
kara toprak üzerime atilirken bir bir
için sizladi mi, yandi mi yuregin?
hadi meleğim, ağlama artik git!
yaşanacak günlerin var senin!
tutulacak ellerin
opulecek dudaklarin var senin.
anne olacaksin
hadi meleğim git artik.
hasta olursun, hadi git!
oksurursun yine benim yüreğim yanar,
sesin kisilir yine ben dayanamam sana
hadi ne olursun git!
ben bi daha gelemem ne de olsa!
sen de git!
gelme bi daha!
mutlu ol sevdiğim
mutlu ol meleğim
ben mutlu olsam burada olmazdim
ben mutlu olsam sen burada olmazdin
hadi meleğim kalk!
git artik git! dayanamayiorm
sen orda benim için ağlarken
ben kalkip sarilamiyorum ya ona yanıyorum
git hadi meleğim!
arkana bile bakmadan git!
onunla yürü sokaklarda,
koş, haykir askini ona
hadi git!
birak topragimi.
doldurma ceplerini toprakla
fayda etmez sana.
sen ceplerini aşkla, sevgiyle doldur.
hadi geç oldu artik git.
rengim mat,
kapağı sıkışmış bir kap gibi içimde seni saklamaktan..
ve kapakçıkları sıkışmış kalplerden çıkaramamaktan seni,
rengim, mat..
dinle o zaman..
duvarlara başını yaslayan bir matkabın çığlığıdır bu..
ve şarkılar vidanjör sesi..
sevdiğimiz enstrüman sesleri var aramızda ve sen,
iki gözle görülebilecek şeylerin arkasında,
kapalı gözlerle görülen şeylerin tam içinde,
sana el sallıyorum yine, %4derhaba luna..
gölgene tutundum,
sabah olup usulca çıkıp giderken gece..
gözlerine tutundum, çıkıp giderken içimden bir hece..
suya tutundum.
tuttunduğum suyun içinde eritilmiş bir kağıt üstünde yazılı,
rabbena..
rabbena allahsa, onun gözünden,
rabben aşk, sensin..
dinle o zaman, tutamadıklarımın elime verdiği acının ilk harfidir bu...
su bile, usulca acıtıyor bu sabah yüzümü..
yüzümde nefesini hissetmediğim saatler bunlar, kısaltırsak,
vakitsiz geçirdiğim günlerim..
bu günlerde geçecek, ölürsek..
dinle o zaman, ölmediğimiz her günün bizde bıraktığı anlam ve önemidir bu...
bütün anlamların önemi kalmıyor ölünce, ve sen ölünce,
saygıyla anıyorum seni, ayağa kalkarak, ayakta kalarak ve kıpırmadan,
salak ve mutlu çocuklar gibi, istiklal marşı okur gibi ellerim cebimde..
ve ben ölünce, saygı duruşu bağlanıyor topluluğun ağzına,
yâsin...
allah,
yaşamak için diyorum, nefes verdi ve seni ardından,
ve sensizliği,
sonrası zaten ne nefesim kesildi, ne sen kayboldun.
geri kalan bütün günlerin hepsi,
nefes darlığıydı benim için...
dinlediysen bu söylediklerimi, sonraki günler,
dinleme o zaman, kimseyi...
kısa süren hayatları ve aşkları dinleyerek ve kısacık anıların izin verdiği kadar,
sev beni..
sesini özlüyorum, sonra sesini duymayı.
sonra kesilmesini..
sesinin yağmura dokunmasını sonra, sonra toprak kokusunu..
kar..
çiy.
sis,
aşk,
gel..
diyebilsek keşke, gel..
ellerinin arasından ayak parmaklarının arasına giden birşeyler var,
elimi bırakıp gittiysen eğer,
o belki ben..
belki su,
yara,
kan,
aşk,
gel..
diyebilsek keşke, buna rağmen..
gel,
öyle bir kelime ki bu, keskin...
ve gel dedikçe, dilim kanıyor bu yüzden..
gel,
gel,
kan tükürüyorum, kan kusuyorum, kan ağlıyorum, ama gel..
diyebilsek keşke..
beklerken böyle, tabiriyle zaman akıp giderken kan gibi..
kan gibi çünkü, yelkovan masum,
ve zamanın içinde ki akrep,
her saat başı kuyruğunu kalbime batırıyor, gelmeyecek diyerek...
sesler bu yüzden, kan tükürmem belki bu yüzden...
tik tak sesleri bu yüzden,
tenimde matkap sesleri bu yüzden..
diyebilsek keşke..
ve senin yüzünden oldu, diyemesek..
okursan sana bu yazdıklarımı, ve dinlersen dinle dediklerimi,
aklına gelsin...
dinle o zaman,
şarkımızı.
sesinle birlikte,
seninle birlikte..
" noktalarını kaybettim ben, bütün ünlem ve soru işaretlerinin... "