insanların değer, insani ilişkiler her ne var ise bu konularda duyarsızlaşmasına, tepki vermemekle olaydan sıyrıldığına; komik olmak, ilgi çekmek adına insani özelliklerini bir yana bırakmasına neden olabilir sözlükler.
denirki;
bir insan bir şeyi düşünebilir bu farklı bir şeydir
bir insan bir eylemi gerçekleştirebilir bu farklı bir şeydir
bir insan bir düşüncesini yazabilir bu farklı bir şeydir.
yazılanlar sırf eğlencelikte olsa kişinin kendisine geri dönüşü vardır. saçma sapanlıklara saplananlar yazdıklarının bilinçdışına etkisini asla unutmamalıdır. yazmak, en etkili düşünce değiştirme süreçlerindendir ve bu bizi de kapsar.
Beyin kontrol altında tutulabilen bir organ değildir. Öyle olsaydı bilinçaltı reklamcılık diye bir kavram olmazdı. siz istemeseniz de o gördüğü, duyduğu şeyleri kaydeder ve yeri gelince de hatırlatır ve kullanmaya teşvik eder. "üstüne sifon çekiyoruz" demek ancak beyin hakkında hiçbir bilgisi olmayan insanın işidir. sifonla ancak sıçtığını gözden uzak bir yere gönderirsin.
Tüm bu basitliğiniz de, ilk yazdığım yazıda söylediğim şeyle birebir uyuşuyor. Mutlu olmak için yapılan şeylerin tümü (özgürlük) bir araya gelince ortaya sadece kocaman bir mutsuzluk çıkıyor, başka bir şey değil. Sözlükler yapamadığımız, hayalini kurduğumuz hasta düşüncelerimizin toplandığı koca bir bok çukurundan başka bir şey değil. insan ilişkileri, düşünceleri tarihin hiçbir döneminde bu kadar çok ve delice irdelenip, bu kadar kirletilmemiş ve gereksiz yaftalarla baş başa bırakılmamıştır. Hepimiz kirliyiz, kirlenmek güzeldir diyenler de olabilir.
sözlük de bir paylaşım platformu olarak toplumu yansıtan bir nevi aynadır gibi bir çıkarımda bulunursak biraz abartmış olmakla birlikte haksız olmayız. bu çerçevede düşününce sevgili yazarın sözlük bok çukurudur tanımlamasının altında yazanları okumuş olma zahmetine katlanmışsak şayet eleştirisinin toplumun yozlaşmasına olduğunu anlarız.
(bkz: bok çukurunda açan çiçek)
sözlükleri ne kadar gerçek hayatınıza dahil ettiğinizle doğru orantılı olan cümle.
çarpı butonuna bastın mı, başlık kalktı.
çıkışa bastın mı, bitti gitti.
herşeyi okuyup herşeyi önemsememek lazım.
herkes yazar herkes yazıyor.
bin türlü insan var.
hayatta bile böyle herkesi, herşeyi ciddiye alırsak işimiz var demektir.
mümkün olduğunca iyi olanı almak lazım burdan.
ahlaki değerler siz görmeden de çöküp gidiyor.
bir toplumun evrimleşme süreci bu.
dünya da böyle güvensiz ve yalnız.
aşk üç harf kadar kısa.
burası sadece yansıtıyor bunları o kadar.
insanları seçmek lazım, herkesi gerçek hayata dahil etmemek lazım.
gerçek hayatta böyleyse bu, sanalda konuştuğunuz sanalda kalan kişilerde bile böyle olmalı.
yoksa acısı fena çıkar.
kimi okuyacağınıza ve hangi başlık altına yazacağınıza bağlı bir çukurdur. gider de durmadan sıçan adamları okur da, onlara sinirlenip açtığı başlıklarda yorum yaparak prim verirsen, bu bok çukurunda boğulursun.
Uzun yıllardır sözlük sözlük geziyorum. Bu gezi sayesinde sözlükler ve bu sözlüklerdeki yazarlar hakkında pek çok gözlemim ve tespitim oldu. Sonuç şudur ki, evet sözlüklerin çoğu insan ilişkilerini bozan, yüzeyselleştiren, ahlaki ve insani değerleri basitleştiren bok çukurlarıdır. Hatta ben sözlüklere insan ilişkilerinde ortaya çıkmış olumsuz bir devrim olarak bakıyorum. Eğer aileler çocuklarının bu sözlüklerde neler yazdıklarını, neler okuduklarını görseydiler o çocukları neden dünyaya getirdiklerini sorgulamaya başlar, hatta bir çoğu o çocukları darp eder yahut öldürürlerdi.
Paylaşımlar her zaman olumlu değildir. Nasıl ki ihtiyaçtan fazla tüketim çevremize zarar veriyorsa, buradaki paylaşımların çoğu da zihinsel kirlenme yaratmaktan öte geçemeyen zavallı tespitlerle dolu. Hatta çoğu hastalıklı beyinlerin ürünü, parmaklara düşmeden önce bir filtreden, düşünce süzgecinden geçmeyen, ezik isyanlarla dolu. Etrafımız, hayatın içinde alelade yaşayan basit tiplerin, ölümcül, hasta dünyasıyla sarılmış durumda. Ve bu dünyada yaşayan karakteri halen oturmamışlar büyük bir açgözlülükle bu hastalıklı düşünceleri tüketip, sindirdikten sonra ortaya çıkan o iğrenç kokulu boku gerçek hayat, erdem, yükseliş, fazilet, adalet zannederek yaşamlarına devam etmekteler.
hayat böyle mi? Onunla bununla yatıp kalktığınız bu günlerin, gün gelip hesabı sorulmayacak mı sanıyorsunuz?
Burada dile getirilen en basit düşüncelerden bile masum düşünceler, zamanın bir kıvrımında binlerce insanın ölümüne neden olmuştur. Kişi kendi ölümünü görmeden, diğer ölümlerden paye çıkartamaz kendine. Ve ne büyük aptallıktır sadece yaşayarak, tecrübe ederek öğrenmek. Ama bunu yapıyoruz burada. Her gün yatıp o cerrahi tezgaha, hijyenden uzak, tüm sözlük ahalisinin ayak, taşak, vajina, göt, ter, bok, sidik kokan aletleriyle açıp kafatasımızı, seçmeden, irdelemeden hatta "düşünemeden" ne bulursak, evet ne bulursak beyin kıvrımlarımıza atıyoruz.
Eskiden bir değeri vardı insanın, kölelik döneminde bile bir değeri vardı. Şimdi yok. Özgürlük denen kimsenin tanımını yapamadığı bir ütopyanın peşinde rezil bir durumda ilerliyoruz. O kadar değersiz erkekler ve kadınlar olduk ki, köpekler bile yanımızda asil canlılar gibi duruyor. Sevgi, aşk denen şeyin değeri, içinizdeki pisliği ortaya çıkaracak alkol miktarıyla aynı. Son sevenler, son aşıklar da direnemiyor artık. Tüm cinsel fakirliğimizde biz, daha mutluyduk sanki. Oysa şimdi şehvet üreten, alkol ve uyuşturucuyla beslenen seks tarlalarına bakıp "mutluluk bunun neresinde?" diye sormaya bile korkuyoruz. Her şeye sahip dünyanın en zengininin, zenginliğinin ölümcül hastalığına çare bulamaması gibi fakir ve çaresiziz, ne acı. Hayvanlardan beter durumumuzu açıklayacak ne bir kelime var, ne bir cümle ne de bir kitap, ansiklopedi.
Hayvanlar doğası gereği, yapması gereken neyse onu yapıyorlar. Peki biz neden özeniyoruz ki onlara, onlar gibi düşünce özürlüsü olup, hayvanlaşmaya? Bir kedinin mart ayında yaşadığı şeyler, bir kadeh rakı eşliğinde ne ifade eder kedi için?
hiçbir şey...
Ya biz, unutup, düşünmemeye odaklayabiliyor muyuz ki kendimizi? Sadece geçmiş zamana dair yaşanmış ve düşününce sadece bir acı olarak içimizi acıtan şeyleri kazıyoruz kafamıza. Sonra ne seviyoruz, ne seviliyoruz, ne de aşık oluyoruz. Göğsünde uyuduğumuz kadın, erkek her neyse sabah bir bakıyorsunuz gidiyor. Neden kalsın ki, ona özel ne verdiniz, diğerlerinden ayrı olarak neyi paylaştınız onunla? Bir gece önce beraber olduğunuz insandan farkı neydi ki?
tüm bunlar hayatın parçası elbette, tüm o beyaz cam çılgınlığı, çok konuşan çok bilen ama ahlaki çöküşünü özgürlüğe ve çok sesliliğe dayandıran zavallılar ordusu yarattı. Herkes insan artık, kadın olmanın kimsenin gözünde değeri yok, özel bir yeri yok. Erkek olmanın da öyle, hiçbirimiz aşık olunacak, sevilecek kadar özel değiliz. Hasta bir beynin ürettiği hasta bir karaktere benziyorsak farklı tabi. insanca davranmaktan öteysek, çekiciyiz. insan denen canlının vermesi gereken düzenli, gerçek tepkileri verebiliyorsak, sevip, koruyorsak da bir o kadar değersiz canlılarız.
Sonra büyüyoruz, tecrübelerimiz var artık. ve tecrübelerimizde kaybettiğimiz bir "kendimiz" var. Nereye koyarsan koy o ucuzluğu, artık bir değeri yok. Yalnızlık o zaman başlıyor, çöküş o zaman. bir zamanlar "özgürlük özgürlük" diye salya sümük peşinde koştuğumuz o anlamsız şey, ardından raptiyeler atıyor ayak altlarımıza. ilk kez mecbur kalıyorsun, arkada kalıp düşünmeye. Her şeyini yitirmişsin, etrafındaki kadınlar, erkekler birer gecelik anılar olmuş, ne acı bir insan için.
Ve tüm bunlar olurken halen aptalca "değerli ve özel" hissetmiyor muyuz kendimizi, ne kadar komik.
Daha önce de dediğim gibi, bunlar yaşanılan hayatın bir parçası, bize öğretilen bu. Her şeyi tüket toplumu!
Sözlükler de başı çekiyor bu tüketimde, kendimize iğrenç maskeler takıyoruz burada ve bunu yaparken "sonra çıkartırız" diyoruz ama olmuyor. Kaynıyor yüzümüze, yüzümüzü de silerek.