sözlük yazarlarının yazdığı yazılar

    13.
  1. sen benim kendime yaptığım en büyük ihanetimdin. rüzgarda savurduğum yapraklar gibi kendimi oradan oraya attım. yalnızdım. iki kişilik bir sevdanın, iki kişilik bir aşkın ortasında kalmıştım. o haldeyken bile içimdeki çocuk susmuyordu. sevdikçe daha çok seviyordu. kendimi hayatımın merkezinden uzaklaştırırken her seferinde; ellerimin arasından kayıp gidişini seyrediyordum. "uzat elini bana sevgili!" dedikçe sen sanki bir büyünün etkisinde gibi yalnızlığına çekip gidiyordun.
    şimdi diyeceksin ki bana? Neden? neden onca senenin içinden, attığım ölü topraklarının içinden, zamanın tozlu yapraklarının içinden, nefretimin tükendiği, sana karşı hissizleştiğim o en olmadık zamanda yeniden geldin diye... biliyorum acınası bir sokak serserisi bedenim ve bir o kadar örselenmiş ruhumun sözcükleriyle tekrardan sana gelmek akıllı bir iş değildi. benimkisi deli cesaretiydi.
    sen benim en büyük kelime hazinemdin. beni ayakta tutan gözlerindeki o telaşla baktığın bir kaç saniye içinde bıraktığın anlamlardı. içine derin derin çektiğin sigaranın kederinin benim için olmadığını bildiğim halde sana gelmek acınasıydı. bu yüzden affet beni. ama sana söyleyeceklerim vardı. haykıracaklarım. içinde özlemden başka şeyler de vardı. soracaklarım? sormak için bekledikçe biriktirdiklerim. ama yine de susmalıyım şimdi. ben artık o anlamlarında boğulduğum bir kaç saniyelik telaşla baktığın gözlerinin içinde yokum. sırf bunun için bile susmalıyım. aslında sana gelişim bile deli cesaretiydi. belki aptal işiydi ama yine de geldim. çünkü anlamın içinde kaybolduğum gözlerine ihtiyacım vardı. bir kaç saniyelik telaşla bakmana. görmezden gelsen bile o kaçamak bakışlarına ihtiyacım vardı.
    sen benim ruhumun eroiniydin. düşüncelerimin nikotini, bedenimin müptelalığı...
    o yüzden gelmeliydim sana.
    o yüzden görmeliydim.
    affet beni.
    o tozlu tarihin geçmişinden gelip seni yıprattığım için...
    7 ...
  2. 12.
  3. Şimdi Uludağ sözlük yazarı: Senaryocu bayanın 13 nisan şiirli ile karşınızdayız.

    Nefes alamıyorum
    Soluğum boğuluyor boğazımda
    Yutkunamıyorum
    Açamıyorum gözlerimi
    Açmak istemiyorum da
    Maviye bırakmak istiyorum kendimi
    Gokyuzune
    Ölüm de mavi olsa keşke
    Hiç ölmedim bilmiyorum
    Biraz ağlamak istiyorum
    Çok guvendişim birinin boynunda
    Hıçkıra hıçkıra
    Konuşmadan
    Sadece onun sıcaklığını hissederek
    Sadece onun kalp atışlarını duyarak
    Ben ağlarkenki artan kalp atışları
    Yükseliyor...
    Yukseldikçe de sakinleşiyorum
    Bırakıyorum kendimi sonsuzluğa
    Güven dolu sonsuz sonsuz kollarına
    işte şimdi ölebilirim gökyuzunde
    Çünkü kavuştum sana...
    3 ...
  4. 4.
  5. Aslında

    her zamanki gibiydi aslında. güzel başlangıçlardı beklentilerimiz…. güzel hayatlar, güzel yaşamlar, güzel sonuçlar, güzel erkekler, güzel kadınlar, güzel ilişkilerdi istediklerimiz. alıcısı olarak talip olduklarımız vardı hayatın içinden. sahip olamadıklarımız yanımıza kalan karlardı… aslında aslının farkında değildik hiç birimiz. gülümserdik birbirimize arabaların geçtiği mahallede… iki taş… arasından geçirmeye çalışırdık topu gol olacak diye. hepimiz taş üstü gol olmaz terimimiz sabitti. iplerimiz de vardı en naylonundan üzerinden atlarken ya da en azından bunu denerken üzerine basıp kopardığımız… neşeli insanlardık biz! derdimiz oyun oynayacak zamanlarımızın süratle bitmesiydi…

    ezan okunurken koşuşturmacamız başlardı hepimizin… bizim için tenefüsün bitiş sesiydi ezan sesi… hepimiz dönerdik evlerimizdeki standart yaşam okulumuza.. doğruydu aslında.. ancak biz yine aslının farkında değildik. toplarımız vardı evin içinde çoraplarımızdan yaptığımız. vurduğumuzda dağılmasından ürkerdik. evin içinde evcilik oyunlarımız vardı şimdikilerden farklı, masum…

    tabaklarımız dolardı her akşam.. toktuk aslında.. yalnızca bizim tokluğumuz ailelerimize bağlıydı. “daha bir şey yemedin”, “o tabak bitecek” sözleriyle iştah açıcı faaliyetini görürdük… sıra beklemezdik yemek için. hep önce biz vardık sırada. kraldık aslında…

    en heyecanlı dizilerimiz bir kalem bir kağıttan ibaretti aslında. renklendirilmiş çizgilere hayrandık. her birimiz hayaller kurar gerçek yapmaya çalışırdık… buradan gelir idealist oluşlarımız… ne hepimiz travesti olduk ne de başka bir kimliğe büründük… biz çizgifilmdik aslında.. hepimiz temel reis olduk, safinaz olduk, taş devrinde yaşadık…

    gelecek kaygımız olmaya başladığında farkettik yaşadıklarımızın çizgifilm gibi olmayacağını… sınavlarda öğrendik hayatımızdaki koşuşturmacanın başlayacağını.. doğruyu yanlışı hatta yanlışın doğruyu götürdüğünü… hepimiz yarış atlarıymışız aslında… üstelik benimsemiştik bu durumu da.. acı olsa da yaşanılası olmasa da… kontrolü bize verecek şeyleri hiç kontrol edememiştik o zamanlar… zengindik aslında.. yalnızca bunun farkında değildik.

    çocuktuk aslında… doğru, dürüst, masum, içten, neşeli… bizdik aslında… şimdi olamadığımız gibi.

    http://hopededik.tumblr.com .
    2 ...
  6. 5.
  7. ESARET

    Ulaşamadıklarımızın esiriyiz. Bir gülüşü , bir bakışın esiri. Yıllarımızı hapsetmiş nice bakışlar bilirim.

    Yaşamadıklarımızın, hayal bile edemediklerimizin esiriyiz… zihinde bir fotoğraf gibi gelen hayallerin gözlerde yarattığı ışıltının esirleriyiz… düşünmekten korkarken düşlerin ortasına bıraktığımız bedenlerimizin… Avuntularımızın, avuttuklarımızın , geleceğin ve geçmişlerin esirleri…

    En çok da dile getiremediğimiz nice duyguların. Hallerin. Hayallerin, korkuların esirleri… Baskının tam göbeğindeyken ruhumuz; herkese, her şeye inat yaşamaktan korkmadığımız “an”ların sadece “an” ların esirleri…

    Yazarken bile yazdıklarımın ve kalbimi zırhla kuşatan zihnimin esiriyim.
    2 ...
  8. 7.
  9. ESARET (2)

    Bakmaktan artık ürperiyor bedenim. Gözlerimin tutsağıyım. Bakınca derinliklerdeki her şeyi gün yüzüne çıkaran gözlerimin, gözlerinin tutsağıyım bugün… bir esaret mevsimindeyim. Ellerimle hapsettim kendimi sonsuzluğun göbeğine… sonsuzluğun umutsuzluğunu yaşamak, ah ne acı…

    Değer mi? Yaşananlar her ne kadar güzel de olsa değer mi? Yine geldi, eski sözlere kilitlendi yüreğim:

    “sevda seninle beraber olmak mı? Sevda senden uzakta senin gibi yaşamak mı? Sevda esir etmek mi? esir olmak mı?” dememiş miydim? Çözümünü bulamamışken; aynı soru yine dikildi önüme….

    Yaşananlar güzel anlatamadıklarım ise inan paha biçilemez... anlatmalı mı yaşananları yoksa anlatmadan sadece yaşamalı mı doğayla beraber…

    Gözlerimdeki pusu sil bugün. Bilinmezliklerden kurtar. Anlamlandıramadıklarımı anlat. Kalem senin bugün… Sen yaz…
    2 ...
  10. 2.
  11. ilk kez 16 ekim 2009'da tanıştık onla. karşıma geçip ”yaa sen nasıl x yaşta olursun inanmam kimliğini göster!” demişti. ”hayhay..” dedim ve uzattım. evet, ilk kez bir melek görmüştüm.

    güzelliği, bir bakışta mest etmişti beni. o kadar etkilenmiştim ki, 3 gün sonra ona ”seni seviyorum” cesaretini gösterebilmiştim. elbette artık ona olan sevgimden gözüm dönmüş olacak ki acıdı bana, ”peki..” dedi. beni mutlu etmeye yetmişti.


    ilk başlarda sadece beraber kısa çaplı gezintiler yapıyor, birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. dünyanın en güzel şeyini veriyordu bana her gezinti sonunda, yanağıma ıslak bir öpücük. sırf onun için yüzümü yıkamazdım dostum. böyle de pislik bir adamım işte. neyse..

    biraz zaman geçtikten sonra eli elime değdi, kalbi yüreğimde atıyordu sanki. gözlerim, artık yorgun düşmüştü gözlerinden bir saniye bile ayrılmamaya. ayaklarım isyan ediyordu o’na doğru gitmeye.

    4-5 ay sonra dudaklarım o’nun dudaklarına kavuştu. evin içinde 21438 tane barfiks, 1231 tane mekik, 23123114125 tane takla ve zibiryar kadar gülücük saçmama neden olan tek şey, o’nun dudağıydı.

    ailem ile tanışması gerekirdi. iş ciddiydi, bizim kızımız olacaktı.. yasemin.

    hamile değildi hocam, yanlış anlama hemen. biz hayal kurardık hep. kır düğünü isterdi o, ”böyle rahatça göbek atalım mistik” derdi gözlerime bakarak. kıramazdım onu, belki o olamayacak ama düğünüm kır düğünü olacak. ve ben göbek atarken gözyaşlarımı onun kalbine akıtacağım.

    ailemi çok sevmiş olması gerek ki, ”mistik hayatımdan defol” dediğinde ”ailemin hatırına” demiştim. ” onları bu işe karıştırma onlar gözümde hala değerli. ” dedi. şimdi gidip bir telefon açsın anneme ve ”anne” desin. benim annem o’na ”kızım, yavrum” derdi. şimdi bir telefon açıp sorsun beni, ”o nasıl annecim?” desin, ”kötü yavrum” der. benim annemi bilir, o’na başka bir sıfat yakıştıramaz çünkü. koskoca mistik, hayatında ilk kez bir kızı annesinin, ablasının, abisinin, yeğeninin, teyzesinin, kuzeninin, yeğeninin karşısına geçirip ” annecim, o benim her şeyim. ” diyecek ve kızın elini tutup oturacak ha salonun ortasına. ordan anla işte usta, kalbimdi o benim. (yalan söylüyorum. ordaki -di eki gereksiz..)

    bana sevmeyi öğretti. terketmeyi de ondan öğrendim. kızdığımda sakinleşmem gerektiğini de, ama kızgınken çok tatlı olduğumu da söyledi. hiç inanmadım. yalancıydı o. biricik, yalancı’mdı.

    -seviyor musun? derdi, kalbimin her bir hücresiyle derdim. hafiften gözü dolardı, kıyamaz öperdim gözlerini. belki ondandır zamansız gitmesi. eskiler derdi hep, gözden öpmek hasrettir. askere giden öpülür gözden derlerdi hep. ama karşımda böyle ıslak gözlerle oturmasına da izin veremezdim ya?

    ve birinci yılımız geldi çattı. özet geçiyorum: ağlamak insanı rahatlatır deyimini o gün öğrendim.

    devam etti böyle süreler. gezdik, eğlendik, seviştik. mutluyduk. ondan gelen bir öpücüğü zafer saymıştım kendime.

    fakat kavgalar başladı. kıskançlıklar, ilgiler donuklaştı. bakışlar kaçtı birer birer. eller, ellerden kayar oldu. yürek, tek başına ayazda direnmeye çalıştı. zordu, zor. sanırım, şu an gözümden dökülen şeyler o anda da bana ziyarete gelmişlerdi. çok kalmadan toprakla buluştular.

    1-2-3 ve artık haddi hesabı kalmamıştı. en sonunda da, en başta kazanılan şeyi kaybettik: saygı’yı. ünlü şairin de dediği gibi ” aşk’ın eli yetişmeye bilir yaralı bir kalbe… saygı, ona köprü olur. ”

    tek istediğim ona sıkıca sarılıp, derin bir rüyaya dalmaktı.

    2 yıl olacaktı 2 ay sonra. 2 yılı, 2 dakikada bitirdi. asla kızmıyorum o’na. benim gibi adama katlanmak g*t ister abi. derdim çoktur, verebildiğim tek şey ise bir kuru sevgi’ydi.

    o gün geldi çattı,

    verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
    eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
    yerlerinden
    bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
    sipariş edildi yeniden.

    ”gitme” diyebildim sadece, dudaklarım güçsüzdü. yorgundum biraz da, kalbim de yeterince ağırdı. sırtımda da kocaman bir ayrılık yükü vardı.

    gitme…
    -hayatımın en güzel yıllarını böyle geçiremem.

    bizim kızımız olacaktı abi,
    yasemin.

    seni seviyorum..

    yazar : kekemine.
    blog: http://mistikherif.websitem.info/
    1 ...
  12. 9.
  13. "insanlar bencil sezar. 'neyin var?' diye sormak yerine 'bana neden böyle davranıyorsun?' diye sorarlar."

    hobi olarak yazıyorum, severek okumanız dileğiyle : http://mbsadam.tumblr.com/
    1 ...
  14. 14.
  15. gelecekte yazılacak büyük kitap için ufak tefek, deneme mahiyetindeki yazılardır.

    Furkan yeni bir güne uyanmıştı. Aralık perdeden gökyüzüne baktı hemen. Her şey yine aynıydı. Olması gerektiği gibiydi. Bulutlar, masmavi gökyüzünde hiç sıkılmadan asılı kalıyordu. Kuşlar gökte dört dönüyordu. Fakat bu güzel manzarada düşünme imkanını bozan sesler vardı. Araba sesleri, inşaat gürültüleri, yer yer yükselen insan sadaları. Tüm bu beşeri şeyler olmak zorunda mıydı? Tüm bunların boşuna olduğu belli değil miydi? insan eseri olmayan şeyler de var mıydı gerçekten? Bulutların asılı kalmasını sağlayan bir Tanrı? Bu düşünceleri kafasından kovarak yataktan fırladı. Her insanın yaptığını taklit ederek; önce tuvalete ve elini yüzünü yıkamaya gitti. Ne yani, bu bir zorunluluk muydu? herhalde Devrin, hızlı yaşama çağının, gerektirdiği bir şey olsa gerekti. Eh, ne yapalım, biz de öyle yaparız, diyordu furkan. Şu şehir hayatı olmasa, daha mutlu olabileceğini düşündü. Ah bu düşünceler, hiç susmazlardı zaten.
    0 ...
  16. 6.
  17. herkesin kendine ait bir sayfası varken başlığı açılması gereksiz yazılardır. buyrun: http://kehribariye.uludagsozluk.com/
    1 ...
  18. 3.
  19. -şimdi bana göre bütün canlılar ölünce toprağa karışıyor. toprağın altındaki sularla beraber denizlere, dünyaya yayılıyorsun.

    yeni zelanda’ya kadar gidiyor muyuz?

    - evet birazımız yeni zelanda’ya gidiyor. birazımız çin’e, birazımız brezilya’ya. sonra oralarda yeni doğan başka canlıların bedenlerine girmiş oluyoruz. yani bir süreliğine o canlı olmuş oluyoruz. yani yeniden ölene kadar.

    yani mesela kanguru?

    - eğer istersen kocaman bir ağaç olup yüzlerce yıl yaşayabilirsin. ha kanguru da olabilirsin tabii.

    peki kelebek olursam sadece bir gün mü yaşarım?

    - evet ama o zaman da uçmayı öğrenirsin.

    -alıntı-
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük