daha 6 veya 7 yaşındayım. ilkokula başladığım zaman. annem heyecanlı ben heyecanlıyım. annemin bir ayağı topaldı ve yüz felciydi. annem bana baktı çantam hazır, her şeyim hazır ve dedi ki: "oğlum; benim halimi görüyorsun. okulda arkadaşların olacak belki benden utanırsın, çekinirsin. arkadaşlarına annem bu demek istemezsin. babanla git istersen olur mu ben yanlış anlamam." hiçbir şey demedim. kapıyı açtım. ayakkabılarımı alıp kapının önüne koydum. sonra annemin de ayakkabılarını alıp kapının önüne koydum. hadi dedim anne, gidiyoruz. annem "emin misin oğlum?" dedi. eminim anne dedim. giydik ayakkabılarımızı tuttum annemin elinden okulun en kalabalık bölgesine kadar ellerini hiç bırakmadan güler yüzlü bir şekilde yürüdük ikimizde. sonra sınıfa girecekken herkesin göreceği şekilde, annemi doya doya öptüm ve sınıfıma girdim.
evet arkadaşlar anne candır. anneye saygısızlık yapmayalım, onları üzmeyelim. bu da aklımdan silinmeyen bir anımdı. annemi mutlu etmek benim görevim.
daha 6 veya 7 yaşındayım. ilkokula başladığım zaman. annem heyecanlı ben heyecanlıyım. annemin bir ayağı topaldı ve yüz felciydi. annem bana baktı çantam hazır, her şeyim hazır ve dedi ki: "oğlum; benim halimi görüyorsun. okulda arkadaşların olacak belki benden utanırsın, çekinirsin. arkadaşlarına annem bu demek istemezsin. babanla git istersen olur mu ben yanlış anlamam." hiçbir şey demedim. kapıyı açtım. ayakkabılarımı alıp kapının önüne koydum. sonra annemin de ayakkabılarını alıp kapının önüne koydum. hadi dedim anne, gidiyoruz. annem "emin misin oğlum?" dedi. eminim anne dedim. giydik ayakkabılarımızı tuttum annemin elinden okulun en kalabalık bölgesine kadar ellerini hiç bırakmadan güler yüzlü bir şekilde yürüdük ikimizde. sonra sınıfa girecekken herkesin göreceği şekilde, annemi doya doya öptüm ve sınıfıma girdim.
evet arkadaşlar anne candır. anneye saygısızlık yapmayalım, onları üzmeyelim. bu da aklımdan silinmeyen bir anımdı. annemi mutlu etmek benim görevim.
sene 1900 küsür, toy delikanlıyız, biraz da çapkınız, derdimiz vücut yapalım, arabayla manita gezdirelim, arkadaşlarla maceralara dalıp geyiğin eğlencenin ve kızların keyfine varalım, pembe yıllar, pembe gözlükler...
derken bir gün, mahalleye yeni taşınan bir manita, gördüğün yerde elinden sigarayı atıp önünü iliklersin, öyle ilik gibi bi abla, pas da vermiyor kimseye, havasından üşütüp hasta oluyorsunuz o derece bir çaresizlikteyiz mahalle gençleri.
derken bir gün anlıyoruz tabi bu meyvelerin hangi ağaçtan geldiğini, bizimkinin bir sevgilisi varmış kırmızı mustang le geliyor kızı almaya, saçları jöleli arkaya taranmış ama hakkını yemeyelim allah ı var çocuk tam bir piç.
bizim tatlı hayaller tabi yerini acı gerçeklere terk eyledi, kafamız basıyordu az buçuk dünya hallerine fazla üstelemedik, üstümüze de alınmadık, ezdirmedik olan bitene kendimizi, vurduk yine geyiğin dibine eski günlerimize döndük üç beş günde
yalan tabi.
ben dönemedim eski günlere, böyle içimde o gençliğin verdiği gerçekçi olup imkansızı isteme vaziyetleri. şöyle yaparsam, şöyle parayı vurursam bu kız bana gelecektir hesapları, orhan gencebaylar, türk filmleri, yırtmaya çalışan mahalle delikanlısı tripleri, duvara yaslanıp tespih sallamalar, bakkala çakkala laf sokup looser lıklarını yüzlerine vurmalar, arada tabi sidikli manitalar..
derken bir gün ayrılmış bu piçten, öğreniyoruz tabi mahallenin mossad ıyız, cia iyiz, hi5 iyiz, yonja sıyız.. ne yapmalı ne etmeli, kıza dalavere mi çevirmeli diye yüksek sesle düşünürken adımız desidero ya çıkmış, tak! ampül yandı kardeşinizin kafasında, dedim ben buna bir mektup yazayım, aklını başından alayım, gerisi gelir evelallah, yazdım aynen mektubu, dedim "sen bizim mahalleye geldin geleli bizde ne akıl kaldı ne fikir" verdim küçük kızlardan rana ya, biz ona mahallede mesanger rna derdik, beklemeye başladım yumurtayı, bir gün iki gün üç gün dedim bir mektuba cevap bu kadar gecikmez, verdim kararı, kestim kızın yolunu sabah okuluna giderken, dedim "almadın mı mektubu" "aldıııım" dedi kayıtsız, "e" dedim "cevap?", "cevabım hayır" dedi. kendimi o kadar hazırlamışken mektupla birlikte gönderdiğim bir köşesi evet, diğeri hayır yazılı iki kopartılacak yeri olan kağıdın "evet" kısmı koparılmış bana verileceğine, bişey diyemedim tabi o an, kaldım öyle mal gibi afedersiniz, "çekilir misin lütfen" dedi (çok kibar kızdı allah için) gitti artık okula mı yoksa okula diye başka bir piçin yanına mı bilemezdim..
nesine vuruldum ki ben bu kızın, artizliğine mi, ulaşılmazlığına mı, güzelliğine mi, edasına işvesine mi..
ben bunları düşünürken, dedim ben bu kızı kaçırayım, topladım eli ayağı düzgün itleri, abilerimizden birinden de beyaz bir şahin ayarladık başladık arabada beklemeye, dedim "gerginlik var arabada gereğinden fazla, ikişer kutu efes alın gelin lan!" 5 kişiyiz arabada 10 bira parası, gitti benim haftalığın yarısı tabi neyse, önemli değil bu kısımlar, o sırada biz manitayı tek beklerken, bi tane lacivert tek kapılı bmw yle geçtiler yanımızdan, kız önde oturuyo, yanında da lavuğun biri, bi ara bize bakıp güldüler gibi geldi bana, arkadaş, kız sanki mıknatıs, nerde piç, nerde lavuk var hop! kızın yanında. çekiyo böyle entel dantelleri...neyse dedim "kısın lan müziği" diye bağırdım, cengiz kurtoğlu çalıyor haliyle, kafam kaldırmadı o an o yoğun duyguları, indim arabadan kafam da hafiften olmuş, inince bi iki sendeleyip yere düştüm, "bunlar" dedim "bize mi güldüler lan" dedim beni kaldırmaya gelen it recep e, "yok abi" dedi "onlar zaten gülüyorlardı, biz üstüne montaj olduk", recep e dönüp bir okkalı tokat patlattım, "sus laaan!" diye bağırıp, (sonra gönlünü aldım tabi orası ayrı)...
o gün eve de gitmedim, it çakır la üsküdar la 1. köprü arasında köprüyü gören bir yerde tenekede ateş yakıp şarap içip sabahladık.
sonra bütün bunları unutmak için, tıp fakültesini kazanıp normal bir insan olmaya çalıştım, bir milyon şey soktum kafama, çok kitap okudum, kafam iyice şişti, ama bugün bile bana derseniz ki "unuttun mu" cevabım "hayır" olacaktır. dese ki birisi "o da sana boş değilmiş, kıskandırmak için yapmış onları" "vallaha mı lan" deyip boynuna atlarım. deseler ki "seni bekliyormuş cehennemin dibinde", koşa koşa giderim yalınayak. deseler ki "olum kız seni sordu bugün bize, "nerde" dedi "beni hala ister mi bilmiyorum ki" dedi "hadi ordan, dalga geçiyorsunuz lan" demem, "he he he en sonunda" diye sevinirim şerefsizim.
sözlük yazarlarının hayatlarında iz bırakmış hatıralarıdır. gerçekten de iz bırakmış olma ihtimali olan anılardır.
not: gerçek bir hikayeden yuvarlanmıştır.
4-5 yaşlarındayım. evet inanması zor ama bir zamanlar o yaşlardayım, neyse kalp ilacımı almayı unuttuğum günlerden birinde, ne diyordum. haa! kedi yavrusu seviyoruz dadaşlar diyarında ki apartmanımızın önünde.
anne babası belirsiz tiplerle ilk tanıştığım, sık sık meydana gelen depremlerin etkisi ile altıma yapmışlığımın olduğu dönemler, ayrıca nerdee o eski bayramlar! ebeveynleri belirsiz o tipe bir şey battı ve kediyi kucaklayıp bizi kovalamaya karar verdi aniden.
madem bir kovalayan var, biz de kaçan kovalanır deyimini tamamlayalım diyerek kaçmaya koyulduk. çil yavrusu gibi (gerçekten yavruyuz bu ara da) kaçışmaya başladık. ayrılırsak dikkati dağılır diye dağıldık ya da beni tanıdılar siz kaçın diyerek kendimi ateşe attım. tam emin değilim. bilin bakalım küçük çöp kime çıktı? bilemediniz! bana tabii. tamir edilmesi imkansız olan kanı bozuk, herkesi bıraktı benim yakamı bırakmadı. düştü peşime.
bağıra bağıra koşar iken bir yokuş fark ettim. oh be! tamam şimdi kurtuldum diyerek, yokuş aşağı koşturmaya başladım. hikayemizin kötü başrolü rampanın başında durdu. neden durdu? niçin durdu? kafamda deli sorular. yırttım galiba (ama neyi bilmeden) diye içimden nara atmam ile, kediyi havaya fırlatması ve benim kediye kafamın üzerinde yerin var demem bir oldu. malum misafirperverlikte aceleci olmak gerek. hayatta şansın benden yana olmayacağı, yokuş aşağı havaya fırlatılmış bir kedinin milyonda bilmem kaç ihtimal ile iniş pisti olarak başımı kullanmasından belli olmuştu. işte ilk estağfirullah diyerek, şans oyunlarına tövbe edişim de tam bu zamanlara denk gelmiştir.
iki korkak bir hamama yakışır misali, kedicik korkuyor ben korkuyorum. ama ben kediyi tırmalamıyorum. tam bu esnada kedicik yanağımdan bir dal alıp, beni ümitlendirmek suretiyle duygularımla oynadı. sonradan vicdan azabı duymuş olmalı ki, ahirete intikal etmeye karar verdi. işte tam bu evrede, devreye sevgili anneciğim giriyor. annemin yanacığımdaki tırnak izlerinin ihtiraslı bir kız arkadaş tarafından meydana getirilmediğini fark etmesi pek uzun sürmedi. hiç uzun sürmedi. sürmedi işte. çirkinim evet!
yeri gelmişken anneme;
tırnak izleriyle, kediciğin vefatını hercule poirot'dan ödünç aldığı gri hücreler yardımıyla analiz ettikten sonra, kediciğin kuduz olduğu sonucuna ulaşarak hayatımı kurtardığı için teşekkür etmek istiyorum. ve hemen geri alıyorum. çünkü akabinde 40 gün boyunca gezmelerdeyiz edasıyla sizin anlayacağınız annemin beni gezmeye gidiyoruz diye kandırması ile, aç olmamasına rağmen karnım, iğne taarruzuna uğramıştır.
bahsi geçen iğneler, koca koca bilgisayarların ebat ve nesildaşı olan iğneler. diğer 10 tanesinin saldırı mevkisini söylemem pek mümkün görünmüyor. günümüzde kuduz hastalığının, bir iki iğnelik işi var. yeni nesil çok şanslı vesselam.
bi keresinde bi arkadasima rica etmistim beni asla anlayamadigim bi derse calistiricakti iste ders calisiyoduk kirmizi bi yaziya kahverengi mi demisti ne oyle bisi tam hatirlamiyom. hahshjhh off renk koru musun ahmet hshj deyip salak gibi gulmustum. evet renk koruyum abim de renk koru demisti. o gunden sonra uc dusunup bi konusuyom. cok uzulmustum.
anne tarafından sıkça görüştüğümüz bir akrabamıza ziyaret gitmiştik akşamlardan bir akşam. evin iki kızı iki erkeği var ama yaşça en büyükleri bile benden küçük. neyse efendim ziyarete gidiyoruz ya pastalar börekler onlar bunlar şunlar derken hayvanlar gibi yedim. her girdinin bir çıktısı olacağını taaa ortaokulda öğretmişti fizik hocamız. artık yere oturuyorum baskı yapıyorum geri gitsin diye hayır olmaz burada olmasın başıma gelecekleri biliyorum çünkü. artık dayanılmayacak bir hal alınca da klozetin yolu göründü bana.
yaw arkadaş bir sıçtım yani sıçmışım ki böle bişey yok. south park ın bi bölümünde randy çok büyük bir sıçma eylemi gerçekleştiriyordu, elbette ki onun kadar olamadı maalesef * şimdi kendi evimizde de sık sık başımıza gelir biliyorum usuluyle sifonu çekerim gitmez itoğlu it biraz daha ilgi ister su ister bir kovayla hallederim. la arkadaş inanmazsınız belki 10 kere sifonu çektim, birde hep sifonun dolmasını bekledim eziyete bakarmısınız. anladım sifonla gitmeyeceğini evin kızlarından ufak olana söyledim "ehheee canım yaa kova var mı klozet tıkandı da eehhehe" kızın suratıma bakışını ömrüm boyunca unutmam, unutamam abi sanki klozetteki bok benmişim gibi baktı bağa.
nerden baksanız en az 6-7 kova da su döktüm artık annemi çağıracaktım ne bok yicem diye ki orospu çocuğunu son yolculuğuna uğurladım. bu arada hatırladım kızlardan büyük olanının nişanıydı başkaları da vardı evde. asla unutamam, o bakışı, sifonun ve kovanın dolmasını beklerken ki o endişeli düşünceler. böyle de enterasan bir zıçış anımdır sözlük. sevgilerimle.
Ben 10 yaşındayken annem bana 'ilerde sadece mutlu olmak için çabala gerisi gelir canım oğlum' dedi. Okulda öğretmen bana büyünce ne olmak istediğimi sorduğunda 'ben mutlu olmak istiyorum' dedim. Ona karşılık öğretmen bana soruyu anlamadığımı söyledi ama ben öğretmen hayatı yanlış anladığını biliyordum.
liseliler bilmez eskiden porno dergiler satılırdı gazetecilerde. arkadaşlarla para koyup ortaya alırdık, her gün birimizde durmak suretiyle. benim sıram geldiğinde yatağın arasına sıkıştırmıştım o gün sabah okula gittim, hatırlayamadığım bir nedenle annemi aramıştım bana evde temizlikçi olduğunu ve müsait olmadığını söylemişti, hemen aklıma dergi geldi ;
saul: anne benim odama girmeyin, temiz benim odam
annem: saçmalama ne zaman temiz oldu senin odan, senin odan 2 günde temizlenmiyor.
saul: ya girmeyin işte
annem: olmaz her tarafı temizlenecek
saul: iyi yatak temiz bak
annem: ya bi sus ben biliyorum nelerin yapılacağını
saul: ( iç ses şimdi b*ku yedim ben) iyi tmm
akşam eve gittiğimde, annem suratıma bakmaz;
saul: naber anne
annem: yazıklar olsun sana, o ne lan öyle terbiyesiz
saul: tmm babama söyleme sakın
annem: ne söyleyeceğim be, oğlun terbiyesiz mi diyeyim, oğlun sapık mı diyeyim.
saul: hemen onun oğlu oldum vay be.