Ertesi gün önemli bir toplantım vardı. Toplantıya sunum hazırlayacağım diye işten geç geldim.
Kaşımı gözümü düzeltip insana benzeyeyim diye önce kaşlarımı aldım.
Gözümden uyku akıyordu. Hızlı olsun diye dudağımın üzerine yüz için olan allahın belası bantlardan yapıştırdım. Ki her halta alerjim olduğu için yüzüme krem bile süremem. Neden almışım, neden o gün kullandım bilmiyorum ama yaptım bi hata. Çıkardığında bildiğin kırmızı baloncuk baloncuk bir bıyık oluştu. Takma bıyık taksam daha az ilgi çeker. O derece.
Ertesi gün gittim işe kırmızı bıyığımla. Bıyığım ve ben sunumumuzu yaptık. Makyaj filan kapamadı tabii ki. Sıcak çay içerken yandı dedim, yalan söyledim. ince insanlar, inanmış gibi yaptılar...
hep hava cıva nereye kadar? şimdi size kuzenimin düğününde nasıl rezilliğin kıyısından döndüğümü anlatıcam.
efendim ben hali hazırda halen daha bir tıp öğrencisiyim.** iki sene önce ikinci sınıfı bitirmişim, yazın kuzenin düğünü var. annem babam, özellikle de babam nasıl gurur duyuyor. saçma sapan konuları saçma sapan bir şekilde tıpa getirip "bizim kız da doktor işte, ehuheheu" falan diyor. gittiğimiz evim salonundan mutfağa doğru "dokktorrrr! çay getir bize." diye bağırıyor ama doktor derken yeri göğü inletiyor ev sınırları içinde herkes duysun diye. neyse.. böyle bir ortamda benim de afedersiniz g.tüm kalktı ister istemez. sanarsın elleriyle şifa dağıtan isayım, öyle dolanıyorum ortalıkta. ama daha iki bitmiş yani, tıpın ilk üç senesi lisenin devamı gibidir. ribozumdur, endoplazmik retikulumdur.. işte ne bileyim koldaki bıkbık kası tıktık hareketini yaptırır.. ıbıdık siniri ile kontrol edilir. bla bla bla.. bunların mekanizmaları öğretiliyor. * bi de kalp masajı yapmayı falan gösteriyorlar maketin üzerinde. o kadar.
bizim gelin hanımın bi babası var. maşallah okkalı da bir adam. şeker hastasıymış ama baklavaları tatlıları benden çok götürüyor. gözün biri bu şekerden kör olmak üzere sargılı falan.* gidiyor adam belli yani.
geldi çattı düğün günü. klasik kuru pasta, limonata bi de pasta.* bizim taraf bi masa yaptı hemen arka masada da bunlar. ama amca bana mısın demiyor. tutmuş tepsiyle pasta dağıtan çocuğu.. neyse yürüdü gitti bu bi yere.
başlıyoruz..**
müzik durdu. uzaklardan bi ses geldi. "recai amca fenalaştı." diye. döndüm baktım amca yerde yatıyor, başında bir sürü insan. sonra biri "ay bi ambulans falan arayın!!" dedi. başka biri "doktor yok mu?" diyor. ben de tam diyecem "ulan koca düğünde bi tane doktor yok mu?!" diye. babam atıldı arkadan "var doktor, burada!!" doktor da ben(!)! bi yandan beni itekliyor öne öne. sözlük ben hayatımda o kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. bi yandan da diyorum "baba, allah cezanı vermesin baba. ya adam elimde kalırsa." yanına yürüyorum ama yıl gibi geliyor iki adımlık yer. ben şimdi ne yapabilirim ya, diyorum aklıma bir şey gelmiyor. bi nabız saymayı biliyorum. kaç çıkarsa iyi kaç çıkarsa kötü onu bilmiyorum. neyse dedim en sonunda kalbi falan dursa anlarım heralde. kalp masajı yaparım. kafada bin tane senaryo.. ribozom?! ribozom yemiyor işte orada.
işte böyle zamanlarda bi mucize olunca dehşet imana geliyorum sözlük. gittim başına iyi misiniz? dedim. o sırada biri bi iki tokat attı amcaya. uyandı bizimki. utanmasam zıplayacam olduğum yerde "yaşasın ölmediiii!" diye. su falan içirdiler. ilaçlarını buldular getirdiler.* ben de yampiri yampiri uzaklaştım ortamdan.
Lisede merdivenlerden yuvarlanmak, genelde merdiven temalı olmak üzere bilimum yerlerde yere kapaklanmak, ayağı burkmak ve o anda pür dikkat bakan insan olması.
Aslında pek böyle durumlara düşmemek için önceden gerekirse para biriktiririm yoksada çıkmam ama o gün 2 side olmadı, beni çok farklı bir yerden vurdu kapitalizm. Kız arkadaşım olan zat bizi Çin restoranında yemek yemek suretiyle monoton hayatımıza renk getirmeyi teklif etti. ( işin sonunda" keşke kebapçı ya gitseydik ya " yı kendisi demiştir.) Efendim bir şekilde malum restoranı bulduk. içeri girerken gayet şık Afyonlu ( muhtemelen ) bir beyfendi kapıyı açtı ve içeri buyur etmesi gerekirken bana dönüp
+ Yannız suşimiz galmamış olabilir. Pilavını yeni goyduyduk.
demesiyle ben , olay anının şaşkınlığıyla olsa gerek durumu kurtarmak için .
- Yoo biz başka bişi yicez zaten
diyebildim. Aslında suşi yemeye gitmiştik. Ama beni niye eleveriyosun. Türk olduğumu anlaman doğal tamamda sırf adı ünlü diye suşimi yiyeceğiz kardeşim. Velhasıl kelam , masamıza gayet nezih hareketlerle oturduk ve menüyü elime aldım. Ana yemekler kısmına geldiğimde cebimdeki parayı hesaplarken buldum kendimi. Ordan çıkarımız 50 nin üstüydü hacıt ve gün yeni başlıyordu. Sonra kıvrak zekam ;
-Aaa senle hiç orjinal çinli yapımı noodle yemedik. Gel deniyelim ."
oldu. Çünkü birtek o 18 liraydı. 2x 18 = 36. 2 şer lirada su içsek tamamdık. Halimden anlıyan anlayışlı sevgilimde hemen ;
=> Tabi hayatım öyle yapalım bende merak ediyorum zaten .
dedi tam ohh çektim . Demez olaydık. Çıkıp gitsene kardeşim. Yok işte suşi muşi. Sanane elin noodle ından dümbelek. Sende o ağız varmı lan ? Yalanım yok arkadaşlar iş burda başlıyor. Bir noodle geldi ; Erişteyi almış bacanaam dünyanın en salak soya sosuyla çevirmiş içine ne üdüğü belirsiz pırasa tarzı böyle havuçlu falan bir .. birşey yapmış sotelemiş onu. Bizdede ağız varya ankarlı ağızı bende yiyecekmiş gibi karidesli söyledim. Sanki denizin kıyısında bozulmuş tavuk kemiriyorum her ısırışta üstüne pırasalı. Açız ve okadar para verdik. Oda bende bozuntuya vermeden açlıktan yemeye devam ettik lakin artık 2 mizde dayanamadık ve içimizden en cesuru o cümleyi kurdu. Ben doydum dediği an çatalı bıraktım. Hadi gidek gurban oluyum diyebildim. Çıktığımızda 2-3 saat gülemedim. işin özeti o asya mutfağının amk.
Kardeşim ben salıncağa bir türlü oturamayınca "popo popo değil ki yiyon yiyon kıçına alıyon" diye isyan etmişti. Arkamı döndüğümde 3 kişi bize gülüyordu. içlerinden birisi de benim o zamanlar da platonik aşkımdı. Ne utanmıştım. Tabi burnundan da getirdim sonra kardeşin.
cebimde kagıt ve para vardı 5 lira minibüs e bindim cebimden çıkardım kagıdı şöföre verdim para üstü bekliyorum sonra şöför dalgamı geçiyorsun felan dedi neyse daha fazla anlatamıcam.
bir keresinde otobüs durağında oturmuş bekliyorum, cebi delik bir pantolon giymiştim ve elimi cebime sokup boxerımı düzeltmek için biraz çaba sarf ettim. bunun da düzelmeyeceği tuttu uğraştım da uğraştım. en sonunda düzeldi ve bende derin bir oh çektim. yanımda oturan kız yüzüme biber gazını boşalttı. tam bir rezillik.
(bkz: bacım ben sana ne ettim)
yolda kiz gorse buna gulumsese cenabet olur bosalir orda.
burada kiz begenmiyo. boy pos guzellik diyo.
bi erkek laf atsa istemeye gelse havalara ucacak. hemen kabul edecek. burada laf atiyo. her erkegi sapik ilan ediyo. maasi az erkegi cirkini hor goruyo.
herkes guzel yakisikli klas. ingiliz kraliyet ailesinden sanki.
bu internete faceye sozluge vs bakinca ulan insan baska dunyada yasiyo zannediyo.
ee bu fakirler cirkinler kotuler ahlaksizlar kim o zaman.
yok onlar o zaman.
Anne ve babanın teknolojiye hakim ve kültürlü olduğunu subliminal şekilde entry'de belirtme durumu.
Misal..
Babaya anlatılan erkek arkadaş ve entry'de çizilmeye çalışılan anlayışlı baba figürleri.
Araba kullanan anneler, babamın herşeyini elle fotoğraf makinasını elleme gibi sanatsal imgeseller.
Sabahları koşuya çıkan veya bisikletle spor yapan aile mesajları verilmesi.
Krep yiyip mısır gevreği kemiren babalar..
Arkadaşım tarafından tanıstırıldığım bir cocukla yemeğe cıkıyorum. Baya şık,köprünün altında bayağıda ünlü bir yer. Herneyse, babet gitmekten nefret ederim, topuklu tercihim olur ama o akşam topuklu giyemem. Boyum zaten 175, e karşımdakinin boyuda benden maksımum bır kac santim uzun. Mecbur babet giyiverdim bende. Alıskın da değilim, sporcuyum sonucta nike ve adidas benim markam.
Bulusma zamanı hafiften yagmur yagmıs gecen sene bu zamanlar. Taksiden indim bende karşıdan karşıya geçip restaurantın dış kapısından adım attım. 15 tane merdivenden sonra biraz yürüyüp restaurantın içine girebiliyorsun. Merdivenlerin başında arkadaşımı gördüm. Ben 12 merdiveni harika bir şekilde inmeyi tamamladıktan sonra son 3 merdiveni cocugun gozunun içine baka baka düşerek tamamladım. Kaldım öyle yerde iki seksen. Kalkamadım da iyi mi? Yere mi sövsem, babete mi, yağmura mı, çocuga mı? Bambi cafe de tost neyimize yetmiyor? Haliyle mala bağladım tabii... Yerin dibine girip bir daha çıkmamak istedim. O sırada deprem falan olsun istedim ki ben o düşme işini o konuya bağlayabileyim.
Sonuç, güzel güzel yemeğimizi yedik ama daha da görüşmedik. Hayatımda cidden ışınlanmak istediğim nadir anlardan biriydi. O babetleri bir daha da girmedim. Daha da şık bir restaurantta buluşma yapmadım.
Tam şu an yaptığım rezilliktir. Bir çalışma için çeviri kısmını ben almıştım. Yaptığım çevirinin yarısı pcnin azizliği yüzünden buhar olup uçtu bulamıyoruz yani. En sonunda çalışma arkadaşlarından biri yardım edebileceğini söyledi lakin ben bu arkadaşı hiç tanımıyorum. Tamam dedim ama yaptığı çeviride şu şöyle olsa sanki daha iyi olmaz mı gibisinden araya bir sürü şey soktum. Velhasıl çevirimizi bitirdik. Sonunda arkadaşa bölüm ne çalışıyor musun diye sordum. Cevabı beni cidden derin düşüncelere itti. Ingiliz dili ve edebiyatı okumuş zamanında. Şimdi de öğretim görevlisiymiş. Bunu duyar duymaz yüce rabbım didim ben kime laf yetiştiriyorum yerini bil didim ve koşarak arkadaşın yanından uzaklaştım.