91 yılının nisan ayında bir yağmurlu günde doğmuşum. günlerden pazar ve o gün kısaca öss dediğimiz öğrencileri koyunlaştırıp, hanginiz otlatmaya daha elverişlisiniz sınavı var. saat sabah 07.30 ama benim hikayem biraz daha önce başlamış. doğum sırasında hem annemi hem de kendimi öldürüyormuşum az kalsın. boğazıma kordon dolanmış ve annemle baya zor dakikalar geçirmişiz. acaba diyorum dünyaya gelmek için mi direnmişim yoksa bu s*kik dünyanın kötü ve bana göre olmadığını en başından anlayıp, hayatımın en değerli varlığını (annemi) da alıp ebediyete gitmek mi istemişim?! ama annem kıyamamış bana bütün gücüyle dayanmış bu acıya. sonra bu dünyadan aldığım ilk nefesle birlikte annemde rahat bir nefes almış. hemşire ablalardan biri sınava girecekmiş o gün annem doğum yaptıktan sonra içi rahat bi şekilde sınava gitmiş. kimdir nedir bilmem. neyse.. işte benim hikayem burada başlıyor. *
ilkokula kadar abimle evde çoraptan top yaparak oynadık. topumuz yoktu çünkü paramız yoktu napalım amk. babam mevsimlik işçiydi 3 ay çalışır geri kalan aylarda elinden geldiğince her işte çalışırdı. allah var çok çalışkan bir babaydı ama babalık için sadece o yetmiyor tabi. bizim aile olayları da karışık olduğundan babam bütün ailenin huzurunu sürekli bozardı.. neyse konuyu dağıtmayayım.
ilkokula başlamadan hemen önce kardeşim dünyaya geldi. takımı 3 ledik. 3 erkek olduk yani. anneci biri olduğum için anasınıfın ilk günlerinde annemi bekletirdim yanımda. sonra yavaş ısınmaya başladıktan sonra arkadaş edindim.
1. sınıfta ilk aşkımı yaşadım. hem platonik hem de karşılıklıydı. çocukluk işte. 2. sınıfta ilk masumane öpücüğünü aldım. ama bu nasıl bir heyecan ve histi.. aman tanrım dedim harika bir şey bu! 3. sınıf falan derken okumaya başlamıştım bildiğin. taşınmamız gerektiği için okulumu değiştirdim.
yeniden arkadaş edinmeye çalıştım. çok çekingen bir çocuktum. (hala daha öyleyim) pek arkadaşım olmazdı ama çokta önemli değildi aslında yalnızlığa alışmış ve yalnızlığı sevmiştim. ilköğretimin son yılında nasıl olduysa okulun popüler çocuklarından olmuşum. saçlar dik, müzisyen kişilik modunda takılıyordum. neyse..
lise başladığında hayatımın en büyük yabancılığını çekip bütün popülerliğimin dibe vuruluşunu seyretmiştim. sanki ne popülerliğiyse görende rockstar sanacak. çocukluk aklı işte. * ilk 2 yıl liseye alışamamıştım. 2. yılın sonunda hayatımın gerçek anlamda ilk aşkını tanımış ve bu duygusal acıyı da dilime sürmüştüm. neyse olaylar biraz karışık olsa da ciddi anlamda bir sevgilim olmuştu. onunla geleceği düşünüp planlar yapıyordum. toz pembe değildi, ciddiydim.
hep son dakikaların adamı olarak anca lisenin son senesinde kaybettiğim (benim popülerlik olarak tabir ettiğim oyse öyle değil) tanınmışlığı geri alabilmiştim. (onu da müziğe borçluyum. sağolsun para kadar etkili olmasa da açamadığım kapıları açabiliyordu.) öss denen o at yarışı koşusuna hazırlanmaya başlamış her hafta seviye tespit sınavı dedikleri nalları yenileme sınavlarıyla boğuşuyordum. ve beklenen an gelip öss'ye girdim. kazandım ve il dışına gittim.
üniversite dedikleri şeyi lisede öyle bir anlattılar ki sanırsınız üniversiteye değil amsterdama 7 yıldızlı bir otelde ömür boyu kalmaya gidiyoruz. bi bok yokmuş üniversite hayatında. ilk acı ayrılığımı da yaşatmıştı bana üniversite. çünkü o güzel sevgilim, hayatımı paylaşmak istediğim, evlenme hayalleri kurduğum çikolatalı pastam artık hayatımda yoktu.
tam anlamıyla koca şehirde yalnızdım. ne yapar ne ederdim? telefonun diğer ucundaki anneme sürekli iyi olup merak etmemesi gerektiği söyledikten sonra göz yaşlarıyla buluyordum kendimi. okula başladım ama lise gibi değildi burası. seni kimse siklemiyor her bir hoca sanki okul müdürüymüş gibi davranıyordu. ulan dedim hayat bana hep bu yalnızlığı, dışlanmışlık hissini yaşatıyorsun. zaten çok utangaç biriyim nereden bulacam şimdi arkadaş derken. alıştık gittik, sevgililer eskittik, şişelerin dibini gördük.
07.06.1974 tarihinde dünyaya geldim.(daha önce cyrpton gezegeninde ikamet etmekteydim, gezegenin patlayacağını anlayınca yanıma uşağım Kal-El i alarak dünyaya geldim). ilk, orta ve lise öğrenimimi istanbulda yaptım(hepsi 2,5 yıl sürdü). Yüksek öğrenimde beklentilerimi karşılayacak bi ilim irfan yuvası bulamadığım için, amerikaya gitmeye karar verdim. gittiğimde gördümki, bilim olarak bizden çok gerideler, bilgisayarların da bir işletim sistemi bile yok. bunun üzerine hemen yanıma 2 genç ve çömez çocuk alarak Microsoft'u kurdum. Windows serileri, Office Serileri, Mesenger derken orda da beklentilerimin karşılanamayacağını anladığımdan şirket hisselerini 1 Küçük Rakı, 1,5 Porsiyon Acılı Adana ve Sınırsız Acılı Şalgam suyu karşılığında yanımdaki çömezler Bill ve Allen'a devrettim.
Geçmişe dönüp kendimle yüzleştiğimde çok karlı ve akılcı bir satış yaptığımı düşünerek kendimle gurur duyuyorum.
Şirketteki hisselerimin devrinden sonra dünya turuna çıkmaya karar verdim. yaklaşık 3 - 3,5 gün süren bu dünya turunda kuzey kutup dairesine ilk koşarak varan kişi, güney kutup dairesine ördek yürüyüşüyle varma rekoru, ekvatorun çevresini takla ata ata dönme rekoru, niagara şelalesinden aşağı üzerimde 7,5 ton ağırlıkla atlama ,değişik pistlerde F1 şampiyonlukları, italya ve ingiltere liglerinde gol ve asist krallığı, en centilmen futbolcu ödülleri, çektiğim filmlerle en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yönetmen dallarında çeşitli oscar ödülleri, yaptığım bestelerle Emmy ödülleri, Kuantum Fiziği alanındaki çalışmalarımla nobel ödülleri, gazetelerin yaptığı anketler le yaşayan en seksi erkek, en güzel bacaklı oyuncu, filmlerde en rahat soyunan yıldız gibi ufak tefek ödüllerle zamanımı boş geçirmemeye çalıştım. Türkiye dönüşümde artık vatan hizmetine gitmeye karar verdim. yarbay olarak başladığım manisa kırkağaçtaki acemi birliğimden tuğgeneral rütbesiyle ankara özel koruma taburuna gittim. 18 aylık vatani görevimde çeşitli takım komutanlıkları, tabur komutanlıkları, tümen ve ordu komutanlıkları, hava, deniz ve kara kuvvetleri komutanlıkları ve genelkurmay başkanlığından sonra H.F.K.Org.olarak vatani görevimi tamamladım. H.F.K Org. terimini herkes bilmeyebilir. askerlik yapanların bildiği bir terimdir. Haddinden Fazla Kıdemli Orgeneral demektir. askerlik hizmetimin ardından artık hareketli hayatın bana uymayacağını düşünüp sabancı holding, koç holding, Wolkswagen, Ibm, Hp, Shell ve Bp deki kurucu ve çoğunluk hisselerimden , CEO luk görevlerimden bedelsiz olarak feragat edip Kurtköyde elektrikçilik yapmaya başladım.
doğdum, yaşıyorum. okumuyorum. işimde yok. ama boş boş da gezmiyor. dershane yolunda gidip geliyorum. sevgilimden ayrıldım fakat yalnız ama mutluyum. ikizler burcuyum. dengesizliğimi siz ölçün. bu kadarcık kısa ve net.
o gun annemle babam çok sarho... neyse buraları geçiyorum.
93 yılında zübeyde hanım hastanesinde zor bir doğumla dünyaya gelmişim. 5 yaşında okula başladım. başarılı bir ilkokul hayatından sonra sağlık meslek lisesi anestezi bölümünden mezun oldum. bu yılalarda annem ve babam şiddetli geçinemediler ve ayrıldılar. lise 2 ye giderken annem ve kızkardeşim antalyaya taşındılar. 3 ay sonra annem evlendi. ve ben anneannemlerin yanında yani bursada kalmaya başladım. ısparta süleyman demirel üniversitesinde eğitimime devam ettim.öyle yaşayıp gidiyorrum sözlük.
"müzik ve müzikle relativitesi olan hiçbir şeyin benimle olan relativasyonu rölatif değildir" diyerek başlamak istiyorum. bu konuda ilk çağ filozofiyasından sofistikaya hatta orta çağ skolastikasından rönesans piçturizatörlerine kadar çokça şey yazılıp çizilmiştir. bunlardan en beğendiğim ünlü filozof ağustos sezer'in "müziğin cogitosundan bahsedilmiyor ise onur'un exiresinden de bahsedemezsiniz " sözüdür. "müzik olmayan yerden onur çıkmaz" gibi halk ağzında söyleniş biçimleri de mevcuttur bunun. çok doğru demiştir kendisi... ancak, bu sözü yeterince anlayabilmek için allegratif bir piyano sonatikasyonundaki süspeksiyal paragonizmanın mekanizmasını da bilmek gerekiyor aslında. çünkü can polat serdar'ın da bu konudaki "onuroluş müzikten önce gelir" şeklindeki existokramasterik sözü bu düşünceyi destekler niteliktedir..
existokomplementer yaklaşımla hayatı sistematik bir biçimde ele aldığımızda da matematik ayrı bir dünyadır gibi bir sonuca ulaşmaktayız. hatta öyle ki ünlü filozof can polat serdar bu konuda da perküsyopalpasyonel oskültatif inspeksiyonite gözlemleri sonucunda "cennet matematiktir. ondan sonra? on bir... gerisi iyilik güzellik" demiştir. descartocogitosel presipitatif bir düşünce yapısını temeline almış olması önem arz etmektedir. çünkü "cogito ergo sum" dediğimizde eksellatif bir yaklaşım yaparak sum'un toplama işlemine denk gelişi sonucu, matematiğin doğanın ve kartalın hatta murat serisinin sır kapısını açabilecek tek anahtar olduğu yargısında bulunursak çok da rongiyatif bir durum söz konusu olmaz...
persisto-antitokratik bir marjinodestinizist düşünceler bütününü birleştirerek egoizma denilen prizmayı oluşturduğumuz anda da detroit red wings, datsyuk ve buz hokeyi hakkında, marie anton niyetli'nin tarihe ve canına mal olmuş şu sözü aklımıza gelir: "puck da bulamıyorsanız banane lan, niyetliyim ben..." ki çok doğru söylemiştir burada ama; "doğru söyleyeni uzay geometriden kovarlar" atasözü de çok doğrudur... hatta söylemiş midir, söylememiş midir o da net değil. marie anton niyetli diyince çok sayıda anılar geliyor aklıma. tabi daha çok sekresyonik tabanlı süccesiv ve terminodrenatik şeyler bunlar. eksempiyalize edersek bu durumu sarayı galatasaray'ın yeni stadyumu sanıp doğum resitali vermiştir marie. bu sırada alla turca şeyler de seslendirmesi istenen marie'nin infrakardiyak bir yaklaşımla izleyenleri kırmaması çok önemli bir historiyeldir. ve bu bağlamdaki "yandım anam" yorumu da herkesin yüreğini burkmuştur. hatta bazı okzalosipektakülatif kuotiklerde okan'ın bile bu yüzden o gün bugündür buruk olduğu tespiti vurgulanmaktadır. bu doğum konçertosunda kızı olmuştur sevgili persuatifkuinimizin. erkek olmaması konusunda "paparrodonjuan" adlı bilimsel makaleler yayınlayan çok özel bir dergiye röportaj vermiştir. ve erkek olmaması ile ilgili anksiyatif yaklaşımlarının olmadığını povermasyonla belirttiği röportajında feminoagresifizm'e ön ayak olan şu sözleri sarfetmiştir: "erkek olsaydın devletin malı olacaktın, şimdi ise hastalıkta sağlıkta mutlulukta benimsin. you're mine till death! annen yavrum..." daha sonra fransız ihtirası adındaki konulu erotik filmde oynamasını istemişlerdir kendisinin. tabi kraliçe diye kralı hiçe sayacak değil ya, kabul etmemiştir... ve ne acı ki akabinde kendisine "puck diyon fuck demiyon aga" şeklinde trajikollateral displazik hiperventriküli meningomyelingosefaloplorin kıvamında bir yaklaşımda bulunulmuş ve ekzeküsyonuna hükmedilmiştir...
daha öznatif konulara gelirsek. askülasyonel terrakkoendikatif parsiyel aforomentaloidleri de hesaba kattığımızda felsefeyi çok sevdiğimi söyleyebilirim. bir de piyanoyu çok severim. kızları daha çok severim. felsefeci piyanist bir kız dediğimizde "bu bir sıfat tamlaması mıdır? ad tamlaması mıdır?" tartışmasına girmeksizin yüce filozof ali bertan enişteniz'in zaafiyet teorisii gereğince izahı olmayan bir vaziyet-i coğrafya örneği sergilerim. bilmeyenler bilenlerden öğrensin mindikalitesi yerleşmiş bir toplum olduğumuzdan açıklama gereği duyuyorum. bu teori şunu der: "piyano çalan ve felsefe yapan bir feminale yaklaştıkça zamanı adagiotif fiyılize edersiniz. ve bu çok sitrencsüksiyel bir siteovoçiktir"
özellikle bu günlerdeki arpejyonella spketrumunda dağılan perseküsyonel antite'yi de lensative etmek istiyorum. iran'ın türkiye'nin duvarına olan miksiyonatif yaklaşımlarının bir gün "iran shared islamic revolution via democracy" şekline homajifpeycoselden bizlere duyurusunu gördüğümde majoritik kreator - phobia'larımdan biri yani 2 tam 1 yarım 3 tam 1 yarım= 6 tamdan biri kompletif olarak gerçeklemiş olacak. demokro komünisyel bir moda akımının kreasyonlarının sergilendiği ve çokça rağbet gördüğü ülkemizin preripablike ülkelerde bile görülmesi muhtemel olmayan rikorsiyal ile düzlemde kendine seçtiği noktanın boyutsuzluğu ve içinden geçen sonsuz doğruyla da saykodelikdeşik olduğu fiyiliyatı elbette bizleri sedifikatif insanlar kılmaktadır. bu konuda daha alterasyonel bir sağaltısal dekompresyon yapılabileceği umudunu da pre-nacar dönemden beri mediastenimizde keyiriyor olduğumuz da spazmatik bir realitedir.
son olarak bu yazıyı yazma sebebim olan "kendinden bahsetmemek düzgün çok yüzlü bir piramittir" sözünü söylediği için fırat erik niçin'e teşekkürü bir borç biliyorum ve ayın 15inden 15ine taksitle ödeyerek "bildiğim tek şey, çift sayıda şey bilmek zorunda olduğum" sözüne yakışır hareket edeceğim. ha bir de bunu okuyan tosun falan demek gibi lüksiyatif behevisyonları hiç sevmem. bilakis, bu konuda fazıl says that "eski araba yavşaklığından utanıyorum." demiştir.
falan filan yani...
ps: i love love love love... (meali: "love love love" adlı şarkıyı seviyorum)
22 aralık 1983te doğanlarla aynı kaderi paylaştım.
ilk hissederek osurmam 10 eylül 1988 yılına rastlarki, teneffüsteyiz sanıpta ilkokuldaki ilk anılarım arasına girmiştir.(hep abilerimle sınıf arkadaşlığı yaptım ben demiştim ben daha 7 yaşında diilim, sokakta sürtünme katsayıma daha ulaşamadım diye)
22 aralık 1989 da doğum günümü yine saçma sapan bahanelerle seneye erteleyerek yılın oscar ödülünde yardımcı manyak ödülüne layık görüldüm.
18 temmuz 1993 te o günün 18temuz 1993 olmadığını takvim yapraklarının 1 aydır yırtılmadığını farkettim.
Bir vesileyle ak sakallı teyzem rüyama girip "senin karada ne işin var amcık" dediğini duyup kendimi sularda buldum. Denizciliğe adım atmıştım.
6 kocaman senenin ardından dedimki "malmısın olm sivaslısın suyu bardakta görüyon denizci oluyon amın önde gidenisin" diyerek U.Y 1.ZABiT Yada diğer deyişle 2.kaptanlıktan kovulmadım ben istifa ettim, malca bir iddiayla girilen bir kpss sonucunda "bu ne amına koyim 657 ne demek" derken kendimi bir memur andını okumadan okumuş gibi imzalar atarken buldum.
Hobilerim arasında hobilerimin olmadığını söylemek, fobilerim arasında da "sikerim fobi ne amına koyim, ona göt korkusu denir" demek vardır. 1983 MODELiM VURUĞUM YOK, istediğiniz servise muayene ettirebilirsiniz, uludağ sözlüğe yeni düştüm sayılır, alah kurtarsın.
edit: buradaki bazı yazarları yakalarsam çok kötü zikeceğimide belirtmeden geçemiycem niyeyse.
15 mayıs 19.. annemden çıkmaya niyet ettim. adana'dayız dışarısı çok sıcak.
15 mayıs 19.. babam geldi çüküme bakıyor. inanamamış erkek dediklerinde.
17 mayıs 19.. annem, anneannem kakamı inceliyorlar. adam olacak bu çocuk dediler. ispatlamak icin bir daha kaka yaptım. hepsi kaçtı gitti bir tek annem kaldı.
18 mayıs 19.. annem hollandalı gibi maşallah bir süt, bir süt.
19 mayıs 19.. her tarafa bayrak asmışlar. havalara girdim ama bana değilmiş.
20 mayıs 19.. doğduğuma pişmanım. kundak dedikleri bir şey yaptılar. popom kaşınıyor ama
ne kaşıyabiliyorum ne de bunlara laf anlatabiliyorum. dilimi bilmiyorlar.
melaba ben yeşil başlı gövel sfenks! güney nikaragualı'yım. van basten dayım olur o yüzden heykele meraklıyımdır. yeni başlayanlar için açıklama gereği duyduğum, bilmeniz gerektiğine inandığım yüksek öncelikli şey rahatsızım ben efendim.anormal davranışlar sergilemekteyim ve bundan inanılmaz derecede zevk duyuyorum ki tarifi yok. bipolar bozukluk teşhisi koydu bana hava hastanesindeki psikiyatr yüzbaşı. manik kriz atlatmaktaymişim dediler kendileri. huzursuz oldum anormal olarak. durduk yere insanın loblarını bulandırıyorlar tey allam!
aliştira aliştira söyler insan en azından. daha önceleri obsesif kompülsif bozukluk yok manimelankolipsikoz derken teşhisimin kat'iyetinin ve ebediyetinin gün yüzüne çıkması beni ziyadesiyle sevindirdi.bunun yanısıra zekiyim çeviğim ve ahlaksızım. ama bu aklınıza kof fikirler getirmesin. herhangi bir tümce asimilasyonu yoktur bilginize. kemalist olduğum kadar hümanistim. sadece gerçekten öyle olduğum için öyle yazdım. tamam mı? sonra özümdeki kırıklara karşi bakım ve onarıcı bileşenler beni ben yapan önemli bir ayrıntı ki anlatılmaz tadılır, tadından yenmez sonraları. binaenaleyh hergün kompütırla öküz-tren ilişkisi çerçevesinde seviyeli bir beraberlik yaşıyorum. kadim dostumdur,sevgidir,sevgilidir,aşktır bizimkisi. belki de bana katlanan tek obje. sadakat örneğidir benimkisi. vefalıyım kendilerine karşı. her neyse efendim nerde kalmıştık? beynelmilel bir hayat tarzını özümsedim hep. kafama göre öyle,öylece.. edebi yönüm oldukça kuvvetlidir ki el-arabia gazetesinden umutla ve ısrarla teklif beklemekteyim. hayat da beklemek değil midir zaten? hayalleri,umutları,gerçekleştiremeyeceğinizi bildiğiniz halde üstüne gitmekten yılmadığınız onlarca ve tonlarca güzel şeyi.. benim beklentimi sorarsanız,halkımın bir an önce at gözlüklerini çıkarması ve derin bir nefesi müteakip geçmişine yönelik vicdan-ı muhakeme yapmasi olup türk olmanın gerektirdiği esaslar dahilinde gerçekçi adımlar atmasıdır. tehlikenin farkında mısınız? öhöm.. her neyse efendim. bu aralar trance müzik eşliğinde çayda çıra oynayarak evdeki kötü ruhları kovma eylemini kendime hobi edindim. tavsiye ediyorum. memnun kalmazsanız belki zamanınızı iade edemem ama telafi ederim. kırın atın cd'yi. sözün özü başka bir deyişle özde söz olarak ben böyleyim. siz nasılsınız inşallah? sözü daha fazla uzatmadan maykrofonu size bırakıyorum. esen kalın...
edit: feysbukun viral bir oluşum olmasından mütevellid şahsıma ait yukarıda yazılı biyografi çoğu emek hırsızı feysbuk kullanıcısının profilinde pek ala görülmektedir. söz konusu biyografi ile ilgili şahsıma inanılmaz geri dönüşler yapılmış, şahsım hırsızlıkla itham edilmiş ve kopi peyst yapmakla addedilmiştir. söz konusu biyografinin kendisine ait olduğunu iddia edenler van basten ile heykel arasındaki korelasyonu söylesinler. söyleyemeyen herkesin amına koyim.
herşey bir karikatürde tezaruhat şeklinde ismimin söylenmesiyle başladı. bu karikatür o kadar tutuldu ve o kadar insan tarafında dile getirildi ki, dile geldim şu ufacık bünyemle.
15 mayıs 1984de ıspartada doğdu.o zamanda anlamaları lazımdı aslında,üniversiteyi ıspartada okuyup devlet memuru olacağını..zira ayın 15i mübarek bir tarihti.uzun bir süre ailesiyle şehir şehir gezdi.ilkokulu bandırmada okudu.ilk dayağını yedi.pazarda kayboldu.tıpatıp babasına benzemesine rağmen evlatlık olduğunu düşündü.yani uzun bir süre mal olarak hayatına devam etti.bandırmayı çok sevdi.nede olsa deniz vardı.üstüne üstlük bide kardeşi oldu en pasaklı en zeytininden.sonra bi baktı çoğu kimsenin sevemeceği ankarada.o da çoğu kimseye uydu ve ankarayı oda sevmedi.bol bol kardesiyle kavga etti.tekmek tokat daldılar resmen birbirlerine:)ortaokulu ve lisenin yarısını orda okudu.anadolu lisesini kazanınca kendini çok zeki zannetti. ama hala maldı.berbat bi ergenlik geçirdi.son geçti zaten.ailesi şehir gezmeye devam ediyordu. bir sonraki durak merzifondu.bu küçük şehri çok sevdi. dostluklar kazandı,kaybetti.kardeşi bi baktı arkadaşı olmuş sevindi.tam öss zamanı mal gibi aşık oldu.sonrada kendini ıspartada buldu.ailesi çalışmaktan vazgeçip emekli olalım bari dediler.izmire yerleştiler. yine kahretti.zira o mal gibi ıspartadayken onların izmirde ne işi vardı.sonra bi baktı ısparta içindekilerle çokta iyiymiş.dostluğun en sahicisini buldu,bu sefer aşık olamadı.mezun oldu.4 ay iş aradı izmirde baktı ki olmuyor.aldı tahta bavulunu istanbula gitti.hayatının en eğlenceli zamanlarını orda geçirdi.4 ay:)sonra devlet baba dediki sen deniz adamısın ama defol git gaziantepe seni bi sınıyım sabrını zorlıyım.halen daha gaziantepte. tüm gün calısıp bütün gece film izliyor.bi gün gerçek aşkı bulacağına inanıyor.ilerde alaçatıya yerleşme hayalleri kuruyo.kurduğu tek hayal bu şu sıralar. ama hala mal..
soğuk bir ocak ayında doğmuşum. yıl tabi 1990. baya soğuktu hava ama iyi hatırlarım. her neyse, ilk sütümü içtikten sonra beni iyice kundakladılar... buraları geçiyorum. 11 aylık iken yürüyorum, koşmayıda öğreniyorum. fırlamayım resmen sözlük. yıl oldu 1991, anne demişim. babam tabi mort, o aralar sırf "bana hadi baba de bakayım" ve "hanimiş pipi" gibi laflar kullanırdı bilirim. kaç oldu yıl? hah, 1992... pek bir şey hatırlayamadım. 1993... ??. 1994... yapmışımdır bir muzurluk yine. 1995... adam akıllı konuşmaya başlamışım. tabi, sokaktan gelmemeler, eve içkili gelmeler falan hep bu yaşlarda. 1996'da da bir şey yok. veeee... 1997'de ilkokula izninizle başlıyorum efendim. ilk sıramı hiç unutmam üstünde "ali at..." ata bak değildi o, unuttum lan. neyse sınıfın %87 ağlıyor (bkz: küsuratlı sayı vereyim de salladığım anlaşılmasın). velhasıl kelam, ben ağlamıyorum. böyle dimdik duruyorum hocanın karşısında. millet hüngür hüngür, salya sümük. 1998'de okumayı tamamen söktükten sonra, artık millete hava atıyoruz, okuduğumuz kitapları falan gösteriyoruz. bir arkadaş vardı, allah sizi inandırsın, tolstoy okuyordu. hiç unutmam lan onu. şu anda nerede bilmiyorum. 1999-2000-2001-2002-2003, bunlarda pek bir şey yok. tek ayrıntı ilk kız arkadaşım 2000 de oluyor. 2004'te mezun oldu azizim ilkokuldan. lys sınavı falan girdik. benden beklenildiği gibi berbat bir sonuç, bir tane anadolu lisesi olabilir gibiii. tercih sonuçları falan gelince onuda 20 puanla kaçırdığım anlaşıldı. neyse, ticaret meslek lisesinde başladım lise hayatıma. basketbol'a başladım. koç dedi ki, "nüfus cüzdanının üstünde resim olması gerek lisans için yarın hallet gel". anneme bizzat ilettim bunu, ertesi gün gitmiş, gitmez olaydın! nasıl bir dalgınlık ise bu annem ve memurda ki, yaşımı 2 yaş küçültmüşler. ben bunu basketbol da küçükler katagorisinde oynadığımda farkettim. artık 92'liydim. dava açıp açmamak arasında çok kaldık. Ama babam "askere geç gidersin" dedi, ne alakaysa. 4 yıl basketbol, 5 yılda da lise bitti. yıl kaç oldu lan? 2009 oldu dimi? neyse ben liseden mezun oldum. 2009 yılında öss sınavından bir bok çıkmadı. dedik ki önümüzdeki sene. yıl oldu 2010. bu sefer garip bir sistem ile, ygs ve lys ye girdim. oradan ankara üniversitesi/bankacılık ve sigortacılık 2 yıllık önlisans programı kazandım. bu arada sevgilimde ankarada okumaktaydı. aha dedim bahane oldu gidelim ankara'ya. tabi benim ankara diye gittiğim yer, ankara merkeze 100 km ötede bir ilçe. zaten gittiğimin 3ncü ayı sevgilimden ayrıldık. 7nci ayıda sıkıntıdan patladığım ve memleketi sevmediğim için, okulu bıraktım. şimdi bir daha öss falan, tercihte yaptık. bekliyoruz bakalım.
--spoiler--
doğdu; büyüdü, okudu; okumadı, çalıştı; kaytardı, gel zaman geçti; git zaman geçti derken birgün çok yanlış bir yolda ilerlediğini, aslında trt okul radyosunda djlik yapması gerketiğini fark etti. lakin ev kirası 800 milyondan 850 liraya fırladığı ve haliyle taksiye verecek parası da olmadığı için hemen bir otobüs çevirip trt binasına gitti. göğsünü* gere gere oradakilere bu işi en iyi kendisinin yapabileceğini söylemesiyle işi kapması bir oldu. sonsuza kadar dinleyicileriyle trt okul radyosunda mutlu mesut program yaptı.
bu biyografiyi yazarken bana destek olmaktan bir dakika bile vazgeçmeyen arkadaşlarıma "sipeşıl tenks for yu" diyor, bu güzel satırlarıma son veriyorum.