Ben karma eğitim veren bir yatılı okulda okudum. Akşam etüt odasında yazdığımız minik mektupları sabah yemekhanede nöbetçi öğretmene yakalanmamaya çalışarak değiş tokuş ederdik.
Öğlenleri satranç oynardık. Sen hiç bir kızla satranç oynadın diye sınıf öğretmeninden dayak yedin mi? Ben yedim. Hem de nasıl yedim. Adam bildiğin nasihat ede ede dövdü ya la beni.
Hafta sonları konuşabilirdik bir tek. Sabah kimsenin gelmediği çok erken bi saatte bizden başka hiçbir müşterisi olmayan bir pastanede pastiç yerdik. O konuşurken dünya dururdu. Bir süre sonra dudaklarından dökülen kelimeler melodi gibi olurdu. Ne dediğini anlamazdım ama dinlerdim.
Yüzüklerin efendisi gelmişti şehrimizin tek sinemasına. Ve biz serinin 3 kitabını da defalarca okumuştuk. Mutlaka filmini de beraber izleyecektik. Ama nasıl? Salona her gittiğimizde muhakkak okuldan birileri olurdu ve hep boynu bükük dönerdik. Bekledik. Bekledik… bekledik... sabırla bekledik…Her hafta biraz daha sakinleşti salon.
Nihayet izleyebildik. 3 saat boyunca elini tuttum. Sanki ateş tutuyormuşum gibi yandı elim. Filmin 2. Yarısı başını omuzuma koydun. Saçlarının kokusunu içime çektim. O an sanki kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ben senin dudaklarını öpmeyi çok istedim. Eminim sen de istedin. Ama nasıl bi korkuya düşmüşsek defalarca göz göze gelsek de yapamadık.
Sen benim ilkim ve sonum ol istedim. Olamadı. Ben hep seni aradım. Halen daha arıyorum. Kimisinin saçlarının kokusu seni biraz andırıyor. Kimisinin elleri. Kimisinin gözlerinde seni görür gibi oluyorum.
Halen daha geç değil. Biliyor musun? Bir gün bir yerde karşıma çıksan sonum ol isterim!
vardı bi kız. açılamadım yıllar boyu. farklı sınıftandı, bi ara benden kitap istemişti. soğuk davranmıştım mal gibi pek konuşamadım, neden bilmiyorum. belki de utanmıştım. sonrasında üniversite döneminde bile platonik olarak sevmeye devam ettim. yaklaşık 3 sene evvel beklemeyi bıraktım. zaten bu saatten sonra kimseyi de beklemem. olanı tükettik hadi neyse de olmayanı da tükettim. sonrasında 2 kızla kısa süre aralarla sevgili oldum. allah var güzel kızlardı ama çok sürmedi ikisi de, ruh hastası çıktılar. sonrasında bir kızdan hoşlandım ama o da olmadı. açıkçası 3.kız ilk ikisi kadar güzelde değildi ama gülümseyişi çok hoşuma gidiyordu.
kıssadan hisse: hayat kısa gençler. üretken çağlarınızı boş yere birilerini bekleyerek, lise aşklarınızı unutamayarak geçirmeyin. zerre kadar kimsenin umurunda değilsiniz. bitmişse bitmiştir, olmamışsa olmamıştır, önünüze bakın.
daha önce yazmıştım...
hoşlandığım/sevdiğim, arkadaşlarıma "yengeniz olur lan" diye rest çektiğim kız azıcık, ucundan, birazcık değil de bildiğimiz komünist biriydi. şans mı kader mi bilmem ama öyle tutulduğum ilk aşkım da rum kızı nadya komşumdu.
hani "eşeğin istemediği ot burnunun dibinde biter" derler ya; işte böyle bir karmaya mı kadere mi ne ise ona maruz kaldık hep. malumunuz, söylemesi ayıp bendeniz de azıcık ucundan birazcık ülkücü-milliyetçi oluyoruz.
ben ülkücü milliyetçi ırkçı (adına ne diyorsanız) ama gönlüm bir sinek (gönül bir sinektir, hep gider boka konar) asıl acı olan ise bir fenerbahçeli olarak hiç fenerbahçeli manitam bile olmadı, anlıyor musunuz? (yok lan, gülümsemeyin) bir maça gidip gol yediğimizde veya attığımızda, yenildiğimizde ya da yendiğimizde bir sevvinç-üzüntüyle sarılamadım sevdiğime.
ne günah işledim, hangi cami duvarına işedim bilmem ama gidip bir galatasaraylı ile evlendim.
neyse, konuyu dağıtmayayım.
dediğim gibi, lise yılları yengeniz gomonis.
onunla iletişim kurmam, konuşmam, yaklaşmam lazım.
malumunuz, o yıllarda ne telefon var, ne internet, ne bilgisaray, ne sosyal medya, ne mail var. fatih'in istanbul'u fetih ettiği yaşta olup fatih'in istanbul'u fetih ettiği çağda yaşıyoruz amk (akp den önce buzdolabı yoktu denilen dönemlerde) sosyal medya yok ki dürtelim, bunun yerine gidip omuzuna dokunup dürtüp "bakar mısınız?" diyoruz.
mesaj atmıyor, laf atıyoruz, mail adresini soramıyor evine kadar takip ediyoruz; böyle çağlar yaşıyoruz yigenim... zor zamanlardı.
yengenizle iletişim kuracağım. nasıl olur derken onu hep inceledim, konuşmaları-konuları yaklaşımı hareket mimik vs derken en akıllıca yöntem konuyu siyaset ideolojji açısından ele almam lazım dedim. dernekte vardı (ügd-ülkücü gençlik derneği) karl marx'ın das capital 1. cildi, kütük gibi kitap (düşünün, cami kitaplığında incil tevrat olması gibi. o zamanlar cehalet bilmemezlik utanılacak bir şeydi) oturup onu okumaya başladım. millet sağcı milliyetçi gazete okurken ben sol gazeteleri okuyorum.
ocak da homurdanma, abilerden azarlama fırça "oğlum sen bir de sınıf başkanısın, bu ne lan gomonis mi olucan?" derken kulaklarına gitmiş "yengemiz azıcık gomonis de onun için okuyor. yengemizle konuşacak da..." demiş arkadaşlarım ağır abilere.
onlar da "haaa öyle mi, aferin küçük yavru kurta. yengemizi de milliyetçi ülkücü yapsın" diye bana izin çıkmış.
düşünün yani, kütük gibi; yattığınızda başınızın altına yastık diye koyacağınız kitabı okumuş ve yanında sol basın yayınları okumuş ve yengenizle tartışma ortamı derken onunla yakınlaşmıştım.
unutmadan... 2 defa da onun yüzünden yoldaşlarından iyi dayak yedim. ağzım burnum yer değişti resmen ama her seferinde kayınçolar enişteler arasında böyle şeyler atışmalar olur diye yaklaştım. flört ettiğimizi ilk 6-7 ay (lise 2 de) saklamıştık. çıktığımızı gizlemiştik ve yoldaşları "devrimci bacımıza asılıyor bu faşist" diye bizi ıslatmışlardı.
her şey için teşekkür ederim, saygılarımla ex aşkım...
umarım mutlusundur.
8 yaşındaysanız ve aşıksanız aşkınızı söyleyemezsiniz belki ama hiç bitmiycek sanarsınız 18yaşında ve aşıksanız aşkınızı söylersiniz karşılıksız dahi olsa birgün karşılığını bulacak hiç bitmiyecek sanarsınız ama 28 yâşındaysanız aşkın ne kadar boş bişey olduğunu anlarsınız.