Yere düşen arapça sakız kağıtlarını başta dua sanıp kaldırıyodum şimdilerde takıntı oldu.
Bozuk paraları büyükten küçüğe dizmek.
Kapşonsuz bi giysi giyememek.
Hapşurunca sayı çiftse kendini hapşurmaya zorlamak.
Odamda ki dolap kapıları açıkken uyuyamamak.
Maçta takımım kazansın diye maçlardan önce tek ayak zıplayarak evi gezmek.
Liste uzar gider.
ne zaman banyodan çıksam ayna karşısına geçip göğüs kaslarımı oynatmam ve kurulandığım havluyu çüküme asıp gücümü test etmem. yapmadan duramıyorum, bornoz olsa bile illa asacam onu oraya.
birde klozet kullanmadım hiç kullanmam da,
tatile gitmiştik bir keresinde otelde klozet tabii.
kendimi 13 saat tutmuştum sonra bir evden rica edip onların tuvaletini kullanmıştım.
Misafirliğe gitmeyi de misafir gelmesini de hiç sevmem. Zil mi çaldı? Hemen odamda saklanır, gelenler misafir ise şayet onlar salona geçtikten sonra evden çıkar giderim. Aynı şekilde, herhangi bir ortam git gide kalabalık bir ortama dönüşüyorsa -çok sevdiğim insanlar olsa dahi- kalkar giderim. Kalabalık sevmiyorum ne yapayım.
yatağın sol tarafından kalkmak, alışverişte ilk ürünü değil arkasındaki ikinci üçüncü ürünü almak, Türkçeyi düzgün kullanmaya dikkat etmek, konuşurken hata yapanları düzeltmek, her şey simetrik durmalı, her yer için renk uyumu, salonun duvarları koyu renk olacak arkadaş beyaz diyenin alnını karışlarım ve loş ışık takıntım var bir de aydınlıkta beni tutamazsınız.
her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamaya çalışırım fazla düşünürüm. ama tabi ki biz garip kullar olarak gelişen olaylar karşısında şaşkınlığımızı gizleyemiyor çaresizliğimizi engelleyemiyoruz. yine de planlamaktan vazgeçemiyorum.