yazarların kafaları estiğinde yaşadığı duygu yoğunluklarını kağıda dökmesidir. Bazıları keşfedilmemiş birer şair, yazar, köşe yazarı, senarist olabilir. Genellikle aşk insanlarıdırlar.
Hafif sunturlu bakardın, bilirdim
Kara kadifeden bir ay kesilirdi duyardım
Ben sürünürdüm, ardından notalar
Parmaklarım hala nasırlı, yüzün hala eski
Sevgilim....
Ayağımın ucundan yorganı bir şey çekiştiriyordu. Gözlerimi hafif aralamak istiyordum ama bu kadarına bile gücüm yoktu. En sonunda gözlerimi açtım ve görme umuduyla yorganın üstünden bakmaya yeltendim ama yorgana gömülmüşüm. Gelen muhtemelen annemdi ve dışarıda kalan ayaklarımı örtmüştü. Peki böylesine tatlı bir dokunuş uyanmama yeterli miydi? Penceremde yarı açık panjurun arasından odama sızmaya çalışıyordu güneş. Sanki bana bir şeyler söylüyordu. Bir anda yerimde doğrulup dışarı baktım, hava gayet güzel gözüküyordu. Kahvaltı yaparken güneş adeta beni dışarıya çağırıyordu. içimdeki dışarı çıkma arzusunu dizginleyemiyordum bir türlü. Bir kaç şey atıştırdıktan sonra dışarı çıktım.
Güneşin bana yapacağı sürprizi beklyordum. Hafif bir rüzgar esiyordu. Hafta sonunun verdiği mutluluk olacak ki kimin yüzüne baksam gülümsemeyle karşılık alıyordum. Kimi sevgilisiyle buluşmuş, kimi çocuğunu-torununu parka oynasın diye getirmiş, kimi almış eline gazeteyi muhteşem bir hafta sonu hediye ediyor kendine... Yürüdükçe çocuk sesleri artıyor, etrafa anlamsız gülüşler sergiliyordum. Nereye gittiğimi, ne amaçla çıktığımı bir Allah biliyordu. Sanki beni bir şey çekiyordu gideceğim yere. Beklentim fazla olmalıydı herhalde, oysa olağan memleketimden insan manzaraları dışında bir şey yoktu etrafta.
Etraf grileşmeye başladı. Heh işte şimdi! diyordum. iyice meraklandım. Yanımdan geçenler yağmurun yağacağını hissetmiş olmalılar ki iyice hızlandılar.Ben de ıslanmayayım diye eve dönüş kararı aldım. Başka sefere artık diyordum. Her zaman gittiğim yol yerine farklı yoldan gideyim dedim. Tam hızlanırken bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sırılsıklam olacaktım. Güneşe de söyleniyordum içimden sürprizin bu muydu diye. Aslında kızmaya da hakkım yok. Tüm bu dünya döngüsü sevmek gibi değil mi zaten? Hava günlük güneşlikken onu seviyorsun da yağmur yağınca niye vazgeçiyorsun sevginden? Önemli olan güneşli havada değil fırtınadan sonra ayakta kalabilmek değil mi?
Kendi kendime söylenirken mahalleye bayağı yaklaştım. Yağmur da etkisini azaltmıştı Etrafta kimse yoktu. ilerlerden bir delikanlıyı gördüm. Bir evin önünde ağacın altında oturuyordu. Bir şeyi bekliyor gibiydi. Telefona bakıyor, hop oturup hop kalkıyordu. Oturdu en sonunda ve bacak bacak üstüne attı. Rahat görünüyordu ancak içinde kopan fırtınalar onu sabırsızlandırıyordu. Birden yerinde doğruldu. Karşı sol çaprazından bir kız geliyordu. Ona yakın boylarda, kahverengi gözlüydü, kumraldı. Üstünde kırmızı polar, altında gri eşofman vardı. işte şimdi her yer olağanca griliğiyle bu ana şahitti. Delikanlı ayağa kalktı karşıya geçmek için. Önce sağına baktı, önünden geçen arabayı bekledi sonra umutsuz bir şekilde başını salladı. içinden ya rezil olacağız ya vezir diyordu. Kızın başı öndeydi. Karşı karşıya geldiler ve delikanlı birden kızın elini tutup kendine çekti. Öyle sıkı sarılıyordu ki bir daha bırakmayacağım dercesine... Sonra ellerini tuttu kızın, Gözlerinin içine baktı. Kızın gözlerinden yaşlar süzüldü hemen, gözlerinin etrafı kırmızıydı. Delikanlı öperek sildi kızın gözyaşlarını. Bir daha öptü ve bir daha, bir defa daha... Delikanlı sadece elleriyle değil gözleriyle de sarıyordu kızı. Gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Onun dünyası o'ydu çünkü derken delikanlıdan beklenen cümle geldi: Ben senin tek bir gözyaşın için kurban olurum! Kız sımsıkı sarıldı bu kez. Delikanlının sevgisiyle içini ısıttı. ikisininde gözleri parlıyordu. Belki de tüm bu olanlar yarın olacakların, güzel günlerin habercesiydi. Bu anın tek canlı şahidi bendim ve bunun sebebi de güneşti. Onları o şekilde görünce anladım gökyüzünün gözyaşlarının sevinçten olduğunu...
Hani derler ya ' Sözün bittiği yerdeyim... ' Aslında bir sonun başlangıcı bu. Söz bitiyorsa elbet yerini düşünceye bırakıyordur. işte bende düşüncenin bittiği yerdeyim. Artık akıldan geçen kelimelerin kağıt üstünde kalemle raks etme zamanı. Aslında afilli bir başlık yazıp altına da kocaman ' Ne baktın ki? Sana monotonluğun nesini anlatayım? ' demek vadı ancak muttaki biri değilim. Sanırım bu tek söz işi ceketi alıp çıkmaya benziyor, tabi bana göre değil.
Şöyle bir söz vardır ya ' insan ailesi Ve Tanrısı dışında her şeyde seçim yapabilir.' Yalan! Akıllı olmayı da seçemeyiz mesela. Ama yaklaşabiliriz her gün bir öncekinden daha fazla çalışarak. Tabi tüm bu durumlarda egoizmden uzak durmak lazım. Bunları yaparken etrafa gülücükler savurmayı unutmamak lazım. Dünyayla birlikte başkalaşmak lazım yani.
En başında hep şikayet edersin, hakkımı yediler ya da ben bu emeklerin karşılığını hak etmiyorum dersin ta ki olayı etraflıca düşünene kadar çünkü kelebeğin kanat çırpışlarından fırtına çıkabileceğini sonralarda görürsün. Çekilirsin bir köşeye ve aklında tek bir cümle: ' Ben nerede yanlış yaptım?' Dinlediğin müzik ağırlaşır, ne uyuduğun zamana önem verirsin ne de yediğin yemeğe. Sabah kalkıp yüzünü yıkamak bile artık ekstra bir iş senin için... ' N'apıyorsun? ' diye mesaj atan arkadaşların ' müzik dinliyorum ya da herhangi bir şey yapıyorum ' cevabı yerine ' yaşamaya çalışıyorum ' tepkisini alırlar artık. Bir süre sonra her şeye tamam der kimliğine de bürünürsün. Hatta Azrail gelse git demek gelmez içinden. Geceler daha verimli senin için, en dürüst arkadaştır hayatında karanlık da olsa... Çünkü sırf sen üzülme diye ne varsa saklar içinde. Sen de kulaklığı takıp taşınırsın başka diyarlara. Ne insanların yanında olabilirsin ne de onların senin yanında olmalarına izin verirsin. Bir davette bulunan arkadaşına ' hayır ' ı yapıştırmak senin için artık çok sıradan, sen özgürsün ve en beklenmedik zamanda en beklenilmeyeni yaparsın. Uzaklaşmak istersin, telefonu kapatıp günlerce açmamak istersin ama anlarsın ki bu sahnelersin sadece filmlerde olduğunu... Sonra hayat bu dersin: ' Seni ne içine katıyor ne de senden vazgeçebiliyor! '
Düşünürsün acaba en son ne zaman mutlu oldum diye ama görmezsin içindeki huzuru. O bir tutam huzur seni Allah'a bağlayan ışıktır, bilmezsin. Sonra dersin ki ' Herkes gider ama O kalır! ' Bir bakarsın kendini şizofrenik dünyaların içinde bulmuşsun. Hatta psikoloğa gidip ' Ben bunca şeyi düşünmeme rağmen sen benim çözemediğim neleri çözeceksin? ' diye sorasın gelir. Her şey sana artık boş ve bir o kadar da yalın... Hobilerin bile anlamaz dilinden.
En sonunda gereksiz tepkiler, kavgalar. Uzak diyarlardan gelip, esip gürlersin ama bilirsin ki o içindeki ateşin seni bile yakmayacağını... Ne yapsam, nasıl yapsam da içimdeki monotonluk maratonunu insanlara anlatabilsem. işte o zaman hayat seni kendinle başbaşa bırakır ve bir Temmuz akşamı ' Kendimi Sevmediğim Günler ' i yazarsın...