bugün

kaçıncı itiraf oldu amk. seviyorum işte. gerçi çok seviyorum. yep.
Bazen yolda yürürken 'neden yürüyorum lan? ben nereye gidiyorum ki? Dursam ya lan! Dursana lan pij!' diye kendi içimde çatışırken bir de bakıyorum ki ohoooo yol bitmiş.
yine eve gitmedim. iş yerindeyim. yapmam gereken işler var ve burada sabahlayacağım lakin ben hala sözlük boku yiyorum.
Kendimi ifade edemediğim Zaman bileklerimi kesmek geliyor içimden.
Maasimi kaybettim deyip farkli sekilde gerceklesti olay.
uzun olacak fakat Geçenlerde yaşadığım beni derinden sarsan olaydır. ayıptır söylemesi ilkokuldan arkadaşlarımla buluşmuş, evi sakin bir yerde olan arkadaşta buluşmuştuk. dostlar ya, sohbet edeceğiz, yiyeceğiz, içeceğiz. arkadaşlarla beraber akşam saat dört civarı buluşup oturduk. biraz evden bahsetmem gerekirse tek katlı, şirin, arkasında ağaçları olan bir ev. eskiler iyi bilir, sokaklar daha asfalt bile değildi, çocuklar top oynar: toza bürünür üstlerindeki o tişörtler fakat gülüşleri asla toza bulanmazdı. onun evi de işte buna yakın bir tasvirde, çok kalabalık olmayan bir yerde yerleşmişti. buluşmayalı da epey zaman olmuş tabii, özlem gideriliyor Derin muhabbetler edilirken bir yandan mangal yanıyor, ulan can ciğeriyiz birbirimizin; bugun bizim oluversin dünya! arkadaşımın birisi nişanlanmış, hayırlı olsun derken etlerin cızırtısı gelmeye başlamıştı, eh tabii onun harikulade kokusu... bir yandan yanımızdaki rakı buzlu termosun içinde bulunur vaziyetteydi. görevini bekleyen bir askerdi sanki, görsen oyle dersin. bunları gerçekleştirdiğimiz yer çok uzak da değil, evin hemen balkonu yahu! kapıdan daha çıkık balkon, demirlerle korunanlardandı fakat bu daha büyüktü. rakılar doldurulmuş ilk kadehler atılmaya başlanmıştı. bir yandan yerken gözlerim sokakta bir çocuğa ilişiverdi. arkadaşımın evinin önünde demir bir kapı vardı, yaklaşık oturduğumuz yere 3-4 metre uzaklıktaydı. çocuk ise yolun hemen karşısında, kum tepesinin arkasına yaptığı oturakta oturuyor ve bizi izliyordu. gördüm evet, üstündeki tişörtünün birazı yırtık idi, saçları ala bula kesilmiş -sarışındı-, bakımsız bir çocuktu. onu gördüğümü fark edince ürktü. yavru bir geyik gibi sıçrayarak biraz daha geriledi ve bana olan bakışını kesip gözden kayboldu. içime oturan şeyi size anlatmam pek de mümkün değil açıkçası. yarım bardağı dikip içtim bu kısa suren olaydan sonra. arkadaşlar soruyor, olum ne oldu falan. diyorum bir şey yok yahu özlemişim... akşam hava kararırken biraz alkolün de etkisiyle arkadaşlarım arkada çalan türkünün ezgisine kapılıp gitmişler, beni öldürseler haberleri yok. saat de on civarı bir şey. arkadaşımdan arabayı rica ettim, nedenini sordu -şaşırmışa benziyordu, sonuçta alkollüydüm - bir işim olduğunu söyleyince verdi arabasını. balkondan aşağıya atlayıp -düşünün o kadar samimi bir ev- demir kapıyı açtıktan sonra arabaya bindim ve yolun solundan ağır ağır gitmeye başladım. ne olacak, çocuğu arıyordum lakin bulamadım. yüz metre kadar gittikten sonra sağa döndüğümde önümde dar bir sokak uzanıyordu. küçük küçük evler vardı, tavana çıkan merdivenler hemen evin bitişiğindeydi. biraz daha ilerleyince o merdivenlerin altında yanan mum alevini fark edip arabayı durdurdum. heyecanlanmıştım, açıkçası umutlanmıştım da. hemen aleve doğru koşup telefonumun el feneriyle aydınlattım kaynağı. ve o çocuktu. o sarışın, gözünü, burnunu sevdiğimin çocuğu oradaydı. annesi neredeydi kim bilir, ne guzel dizeleri hak eden bir kadın, ah çektim içimden. çocuk da epey korkmuşa benziyordu fakat aramızda oluşan duygusal bağ ikimizin de hissettiği kutsal bir gerçeklik gibiydi. Eğilerek zar zor oturdum yanına ve konuştuk. emir'miş çocuğun adı, yaşı ise 9. annesi vefat etmiş iki yıl önce, babası da gitmiş geçen yıl buralardan. gözlerimden birkaç damla yaş aktı, aksini söylemeyeceğim, sevindiğim tek şey ışık yoktu aramızda. karanlığa konuşuyorduk, bizim elçimiz gibiydi. benden özür de diledi baktığı için, önemli olmadığını söyledim. burkuldu ulan içim, çocuk bana baktığı için kızıyordu kendine, korkuyordu belki! kesin açtı ama, zayıftı. belki günlerdir yemek yememişti. gelmesini istedim benle, inandı bana. güveneceği kimse, kaybedeceği hiçbir şeyi yoktu ki. kaybederse kendini kaybederdi artık. nihilizme kapılmış bir rüzgar gibi geçti yanımdan ve arabaya bindik. onu bir çorbacıya götürdüğümde saat gece 12 civarıydı. arkadaşım aradığında sorun olmadığını yarın geleceğimi söylemiştim, boğuk çıksa da sesim anlayamıyordu zaten. çorbayı içişini seyrettim, ah saçlarını sevdiğim. şöyle bir bakınca gokyuzune tekrardan yuzu geldi önüme... ah kalbimi sana vermek isterdim guzel çocuk. çorbayı içtikten sonra doymuştu, gülümsüyordu. ben ne yapacağını bilmez bir halde arabayı surup bir kumsalın yanına çektiğimde saat 3 gibiydi. Hava serinlemişti, üşüyordu. üstümde klasik bir ceket vardı, çıkartıp verdim. uyumuştu olduğu yerde, kaldırdım ve arka koltuğa götürdüm. ardından uyandı o sırada, ve kalmamı istedi. yanına oturdum, sarıldı bana ve uyudu. o gece hiç gözümü kırpmadan seyrettim onu, güneş doğdu. güneş gibi seviyorum seni çocuk. sabah olduğunda gittik bir alışveriş merkezine. ona guzel şeyler alıp, kocaman bir dondurma aldığımda oluşan yüz ifadesini hiçbir şeye değişmem. ah be çocuk seviyorum seni! o gece onun için belki de bir aylık harçlığımı harcadım ama seviyorum seni çocuk, unutma ben varım artık.
12.5.2016 yani bugün itibari ile evli ve mutlu biriyim artık.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
Neden bütün kınaları bir haftaya sıkıştırdınız ki, hafta içi kına gecesi mi olur? Yoruldum artık geçsin şu hafta.
Az önce eve halı almışlar, ben pahaliymiş dediğimde bizimkiler ucuz dedi, diğer ev eşyalarının fiyatına geldi sıra, meğer piyasa benim tahminlerinin 2-3 katiymis, üzüldüm lan. Allah evleneceklere sabır versin.
Bugün , aylar sonra aile hekimine gittim. Misafir hasta olarak girdim. Eşim askerde olduğu için sosyal güvencem de bitmiş (eczaneden sorgulattım) doktor , antibiyotik yazmamakla diretti. Sonra allem etti kullem etti. Bir tane dolorex yazdı. "Annen , antibiyotik almış , 4 gün birlikte kullanın " dedi. Bende sanki param olmadığı için antibiyotik yazdıramamış gibi oldum. Eczanede sosyal güvencemi sorgulattığımda " aile yardımı " ile ilgili bir şeyler yazıyordu. "Baya kötü duruma düşmüşüm de haberim yokmuş " dedim. Espriyi anlamayan eczacı kız bana acıyıp , erik uzattı. " dişim ağrıyor , teşekkür ederim, size afiyet olsun " diyerek çıktım eczaneden.

Eşi askere giden bir kadının sosyal güvencesi nasıl olmaz onu da anlamadım. Vatani görevini yapıyor neticede, adam gezmeye gitmedi.

(bkz: devlet bize bakmiyir)
Cumartesi günü babam fenalaştı. Kalp rahatsızlığı var zaten. Daha önce iki kere operasyon geçirdi. Neyse kaldırdık gece apar topar hastaneye. Tahlildi iğneydi filan derken yaklaşık iki saat sonra sonuçları alıp koştuk doktorun yanına.

ilk sorduğum babam nasıl ın dışında neden kaynaklandığıydı. Sordum doktora, tansiyondan mı şekerden mi, kolesterolden mi?

Doktorun cevabı tam nokta atışıydı vallahi.

Dedi ki "köfteden"

Anlamadan baktım birkaç saniye yüzüne. Sonra babam açıklık getirdi olaya. Gittiği düğünlerde köfteyi fazla kaçırmış meğersem. Ondanmış çarpıntıları. Sıkıştırmış bizim koca kurdu.

Sen çok yaşa baba .
Bugün hiç keyfim yok. Keşke babamı o halde görmeseydim. Bir de üstüne üstlük içimde kötü bir sıkıntı var...
Ona olan içimdeki sevgi yavaş yavaş gidiyor, ikimizde birşey yapamıyoruz...
bu aralar hep babalarimizla sinaniyoruz.
içimi sıktın yemin ediyorum.
sınav yaklaşıyor, mezuniyet yaklaşıyor. endişe, panik, sevinç, üzültü ne ararsan bütün duygular ortaya karışık halde mevcut bu ara.
Hissetmiyorum. His kalmadı bende. Biriyle görüşsem en fazla 1 ayda sıkılıyorum. En fazla o da, yani genelde 2 hafta anca dayanabiliyorum. Sabır, önemseme vb. hiçbir şey. Ne olacak sonum böyle bilinmez.
uzun süredir hiçbir şeyi itiraf etmiyorum.
nedenini bilmediğim bir hüzün var içimde,
içimi kemiren, beni yiyip bitirecekmiş gibi kemiren.
tek başına o yetmezmiş gibi stres, panik, yorulmuşluk...
ve en kötüsü; umutsuzluk süslüyor bu hüznü.

dileğim, isteğim, dua'm bunların sonunun hayra, aydınlığa çıkması..
Biri gelir. Hayatını gerçekten değiştirir. Sen daha öncesi aslında hiç yokmuş gibi hissedersin. Anıların sanki onla başlamıştır ve onla bitecektir.
içten içe korkarsın. Sonra gözünü kapattığın an görüntüsü canlanır. Tüm korkularını alır götürür o görüntü.
inanamazsın kendine. Yaptıklarına,konuştuklarına,düşündüklerine,kurduğun hayallere... Daha çok erken derken bir yanın,diğer yarın hayır tam zamanı der.
için doğrusu bu diyorsa asla pes etme. Yolundaki engeller ne olursa olsun içindeki doğruya sıkı sıkı sarıl. Güven!!! Korkma güvenmekten!!!
Bırak hayatını parlatan ışık daha da aydınlansın. Sakın sönmesine izin verme. Sen onun ışığınla güçlendikçe onu da aydınlatırsın unutma.
Biz ol!!! Sen ve ben değil!!!
Neden diye soranlara tek bir cevabın olsun:"bizi çok seviyoruz"

Bizi çok seviyoruz diyebileceğiniz insanla geçirin kısacık ömrünüzü. Onu çok seviyorum ya da beni çok seviyor dediğiniz insanla değil.

itirafım nerde mi?
"Hoşgeldin hayatımıza."
Her zaman iyi ve Mutlu ve sevilen insan olmak için uğraştım ve artık değmez diyorum. ne iyi olmaya ne de kendini sevdirmek için maymunluklar yapmaya. kimse için değmez.
Ben mutsuzum o mutlu.
polenlerden nefret ediyorum.
birden fazla kişiliğim var gece olunca hepsi birleşip tek olmak istiyor bi kargaşa bi münakaşa aman diyeyim durun durduğunuz yerde.
Sınava çok az kaldı. Düne kadar olmayan stres bu gece uyutmamaya başladı.
Keşke bu kadar panik bir insan olmasaydım şu hayatta.