12 sene önceydi sanırım, sonbahar ayları, ortaokula yeni başlamıştım. karnemde gelen takdir belgesinin mükafatı olarak bilgisayar...
annemin ertelemeleri sonucu yaz tatili sonu alınıyordu, yada benim daha bilmediğim maddi imkansızlıklar...
nasıl bir hevesse bendeki, rüyalarımda kendimi monitörde falan görüyorum ama sonunda alındı bilgisayar. eve geleceği gün babam beni sokağın başına yolladı, apartmanı bulamazlarsa kaparsın adamları diye. heyecan içinde sabah çıktım dışarı. yağmur yağıyordu, caddenin başında kaç saat bekledim hatırlamıyorum. sırılsıklam olmuş, ümidini yitirmiş halde eve döndüm.
tuhaf olan şu ki eve zor girdim...
bütün mahalle arkadaşlarım, komşu kadınlar vs. tanımadığım insanlar evde...
meğer ben beklerken adamlar - hafızası 13 gb olan - bilgisayarımı getirmiş, bide araba yarışı mı ne yüklemişler herkes sırayla oynuyor...
ilkokul 5 yeni bitmişti. Televizyonlarda görüp dokunamıyordum bilgisayara. Ailede tek bilgisayar klavyesine dokunan ise işinden dolayı ablamdı. Bir gün sabah kahvaltısını yaparken balkonda babamın geldiğini gördüm. Arabanın arkasından bir koli çıkarıyordu. Eve geldi, koliyi açtı, ve... Karşımda bir monitör ve kasa. işte o an! içinde işletim sistemi olarak win95 vardı. O zaman yeni çıkmıştı. Ev sahibinin benim yaşımdaki oğlu kıskanmıştı. Ne de olsa ekonomik sınıf farklılık zincirini kırmıştım. ilk kez blgisayarı açtım ama nasıl kapatacağımı bilmediğim için ablamın işten gelişini beklemiştim. O gelene kadar durmadan mağra adamlı bir oyun vardı onu oynamıştım. internet mi? O da ne?
1997 yılında ısrarlarıma dayanamayan babam ders çalışacağım vaadine kanarak, ya da kanmış gibi yaparak ilk bilgisayarımı alır. pentium 75 işlemci vardır ki, çoğu arkadaşımda 486'lar ve 386'lar vardı. ilk CD-rom'lu bilgisayar benimkisiydi, öyle bir havam vardı ki sormayın gitsin. Bilgisayarı aldığımız vatadanşa oyun yüklemesini istemiştim, bilgisayarın içindeki oyunları hayal meyal hatırlıyorum, Jazz Jack Rabbit, Sensible World of Soccer, Barbarian, Tyrian falandı.
Bilgisayarda tek yaptığım şey şundan ibaretti. Açılırken f8'e basmak. Yeminle kim öğretti hatırlamıyorum, ama mutlaka biri öğretmiş olmalı. Bilgisayarı MS-Dos kipinde başlat.
c: enter
cd oyun enter
sws enter.
En az 2-3 sene böyle gitmişti. Daha sonraları Championship Manager ve Football Manager bağımlılıklarımın temeli o yıllarda atılmıştı.
başlangıç disketiyle bilgisayarı açarak;
c: enter
cd oyun enter
cd lotus enter
dir enter
lts enter yazıp, o günün en müthiş oyununa dalmak ve bunları hızlı hızlı yazarken kendini bilgisayar dehası sanmak.
bundan 8 sene önce..
salondan bi ışık geliyor odama doğru. tabi meraktan kalktım hemen yerimden sonra yavaşça salona yaklaştım vee çalışma masamın üzerinde bi t.v.ye benzeyen bişey duruyo. çok kızmıştım ilk. sonra oyun falan hoş olmuştu. *
sokakta gezerken bulunan bir klavyede arkadaşlarla (bkz: en hızlı kim adını yazıyor) yarışı yapmak. yaş ilerledikçe aradaki 4 karakter farkı yüzünden hep yenildiğimi düşünmüştüm. ama olsun hırs yaptım geliştirdim kendimi. *
freedom fighters!!! lgs de bilgisayar bölümünü kazanıp, hem bilgisayar kurdu olup hemde network uzmanı olmamı sağlayan oyundur ve üniversitede de programlama bölümüne devam etmeme sebep olan oyundur.
evimizin yanındaki apartmanın zemin katında üniversiteye giden abilerim vardı. ve orada durmuş abinin bir bilgsayarı..ilk o zaman tanıştım ve bir sabah kapılarını çaldım, birisi uykulu gözlerle kapıyı açtı.içeri girip, bilgisayarı çalıştırdım fakat bir sorun vardı, ekran simsiyah ve sol altta yanıp sönen bir çubuk :
+durmuş abi ben ne yazıyordum buraya?
-(yattığı yerden)"dir" yazıyorsun.
+(5 dakika sonra) abi ben yazamadım.ne yazacaktık oyunlara girmek için?
-(yine yattığı yerden) büyük harfle "DIR" veya küçük harfle "dir" yazacaksın.
daha sonraları yine durmuş abiyi bir arkadaşıyla konuşurken şahit oldum.durmuş abi arkadaşına "oğlum yeni şifreler buldum" diyordu.tabi arkadaşı merakla "bana da söyle lan." demekteydi. ben ise o anın keyfini çıkartıyordum, ne de olsa gizli bir bilgi öğrenecektim.ve durmuş abi nihayet söyledi: "bak aklında tut evde denersin; ww.yahoo.com...iki tane o harfi unutma sakın."
*bir akrabanın bilgisayarıydı. beni çağırdı, kağıt oynuyordu bilgisayarda. solitaire'miş bu, sonradan öğrendim. bana da öğretti ama bir bok anlamadım. sonra masaüstüyle ilgili sürükle bırak, pencere kapama, simge yapma gibi saçma sapan birkaç püf noktası gösterdi, gitti. dial up bağlantı türkiye'de internete girmenin tek yoluydu. hız 38k veya 56k'ydı sanırım ve saat ücreti olarak telefon faturasına ekleniyordu.
yaş itibariyle benim için en iç açıcı seçenek olan demi moore'u aramaya karar verdim. uğraşa uğraşa bunun bir fan sitesini buldum. orada herkes soru soruyordu. ben de demi moore'a soru yazıp gönderdim. acayip heyecanlandım, bu attığımın "eposta" olduğunu sanıyordum. aklımdan bir sürü şey geçti, buna sinirlenebileceğini bile düşündüm. sonra halaoğlunun gösterdiği çarpıya bastım, pencereyi kapadım. o anda halaoğlu geldi, kazayla elimdeki koladan birkaç damla klavyeye döktüm. halaoğlunun birden surat gitti! galiba bilgisayarın bozulacağını düşündü. sonra zorlama bir tebessümle bir şeyler söyleyerek hemen bilgisayarı kapadı.
normalde içime kapanıkta olsam artık başka biriydim ben. pazartesi okulda herkese demi moore'a eposta gönderdiğimi yarı yavşak bir gülümsemeyle anlattım. allahın davarları, gördükleri en yüksek teknoloji "bankamatik"ti, hepsi şok oldu. bir kısmı inanmadı, siktir çekti. ama onların da aslında inandığını, işlerine gelmediği için bana "atıyosun" dediklerini biliyordum. bu da bende sadece daha çok göt kalkmasını sağlıyordu.
Andy Warhol'un dediği gibi, 15 dakikalık ünümü yaşamıştım. o yaşta bir çocuğa bu yeterdi de artardı.
amd 386 işlemcili 8mb ram ve 300 mb sabit diski olan windows 3.1 işletim sistemli bir bilgisayar üzerinde muhabbet.exe isimli bir programla şimdiki zamanın chat olayının bot versiyonu ile kendini kandırmak. saf saf inanırdık bir de ilk başlarda. arada volfied oynardım ama geyik daha çok sarıyor insanı.*
1997'de Adana'ya yeni açılan büyük bir mağazada, Sonic oyun Cd'si almak istedim. Ama bilgisayarıma uygunluğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Cd'nin arkasında yazanlardan da bir bok anlamamıştım. Bilgisayarımın özellikleri Pentium100 - 850Mb HD - 8Mb Ram idi. Yanımda, Cd raflarına bakan bir adam gördüm ve ona sordum;
- Abi, bişe sorabilir miyim?
Cevap olarak "English please" dedi. Ben de içimden "rraa yedik" dedim. Sonra, incirlikte asker olduğunu düşündüğüm adama, lise hazırlıktan kalma bilgimle, Eşşek ingilizcesiyle derdimi anlattım (gibi bişe)
- My computer is eight megabyte. Yani ram. Yani ram of the my computer is eight. And pentium one hundred megabyte. No no no! Sorry. Not megabyte, only pentium one hundred.
Ve Cd'yi uzattım. Adam kahkaha atarak Cd'yi elimden aldı, okudu, bana Erbakan'ın yaptığı gibi başparmağını gösterdi ve "OK" dedi. Ben de müthiş English Conversation'umdan bahsetmek için heyecanla annemle babamın yanına koştum.
NOT: annem ve babam hâlâ, o gün adamla onbeş dakika sohbet ettiğimi sanıyor. Ve sohbetin sonunda da adamın bana "Your english's very very good"dediğini... Çünkü onlara öyle anlattım.
eve bilgisayar gelniştir. windows 98. bilgisayar kurulur, diskette duran mini oyunlardan biri açılır oynamaya çalışılır. baba içeri girer.
+balım şarkı da açsana.
-ama oyun oynuyorum ben babaaa!
+balım aynı anda müzik açıyor bu.
-valla mı? ikisini de açar mıııı?
**babadan gelen kahkaha sesi.. **
ilk bilgisayarım 40 gb hddsi olan ve öküz kadar büyük monitoru olan sevimli mi sevimli esmer tenli güzel ve işe yarar bir makineydi. severdim onu hemde çok severdim. bilgisayarcı abi gece getirmişti evimize. sabaha kadar belgelerim klasöründe bulduğum beethovenin 9. senfonisini dinlemiştim. artık uykum geldiğinde onu alnından öpmüştüm ve iyi geceler dilemiştim. sabah günaydın demeyi de ihmal etmemiştim tabi ki. hey gidi yıllar.
eve gelen haciz memuruna onu teslim ettiğim gün hala dün gibi aklımda. ondan kalan tek birşey var bu hayatta bana hatıra; mousesi. *
bir bilgisayarcı için ilk bilgisayar, ilk sevgili gibidir. asla unutamaz.
ilk pc ye oturduğumda sanırım 5e gidiyordum. gta vice city rüzgarları var heryerde. önce net cafee gidip izlediğim abilerden sonra annemden tost için aldığım parayı cafeye vermiştim. fareyi tutmak bile heyecan verici bir durumdu. oyunu açtık ama oynamayı bilmemek yok mu..