birinin yüzüne baktığımda yüzünün resmini gözlerimle hayali çiziyorum ten rengini seçiyorum onu boyuyorum. bazen taşıyor rengi, sinir olup siliyorum sonra baştan çiziyorum falan. karşımdaki kişi de neden öyle bakıyorsun diyor* kızarıyorum.acaba ne düşündüğümü düşünmüştür diye düşünüyorum.**
eve gelince montla yatağa girip yorganı çekerek kitap okumak. bazı sabahlar kalktığımda da ilk olarak montumu giyip yine aynı şekilde kitap okuyorum. bu gerçek yaşamdan ruhsal anlamda olduğu gibi fiziksel anlamda da bir kaçış anlamına geliyor sanırım. belki de gerçek yaşama karşı bir siper görevi görüyor o mont. montumu seviyorum.
Başkasının derdini, zevkini vs. dinlerken kendi sorunlarımı unutuyorum, sanki tamamen yeni bir dünyanın içine giriyorum. Kitap korken de oluyor aynısı. Çok stresli olduğum dönemlerde çevremdekileri hep bir kaçış kapısı olarak kullanıyorum.
arada sırada annemle beraber kadın günü,okey günü, kaplıca, türbe, evliya, düğün, nişan, akraba falan geziyorum.
insanları izliyorum,tepkilerini gülüşlerini bakışlarını falan... onların beni zerre alakadar etmeyen muhabbetlerine canı gönülden katılıp üniversite mezunu, kültürlü tahsilli ama son derece hanımefendi, büyüklerine saygılı ideal ev kızı rolü oynuyorum,ev yapımı salçalar, reçeller, turşu murşu, yok işte şifalı doğal reçeteler falan, takılıyorum öyle. annem de böylece benimle gurur duyuyor.
bilmemkimin gelinini,damadını, görümcesini,kaynanasını çekiştirirlerken ben de "aaaa evet haklısınız tabi, öyle yapılmaz yani" gibisinden şeyler diyorum çok eğlenceli oluyor.