Bilen bilir:
Biz Doğulular acı yemeyi çok severiz.
Diyeceksiniz ki:
Meksikalılar da acı yemeyi çok sever
Haklısınız.
Zira Meksika da bir yerin doğusu.
Derler ki:
Bizde doğuştan böyle. Genimizde var
Haklılar.
Genetik miras.
Evrim mekanizmasını fazla kurcalamaya gerek yok:
Bazı mirasları istesen de reddedemezsin.
Yine de kafamı kurcalayan şeyler var.
Çocukken bir pazar kahvaltısı esnasında babama,
Arkadaş anlamıyorum bir insan tatlı tatlı tatlı yemek varken neden sapıkca acıyı sever deyince,
anamla bir ağızdan çıkışmışlardı;
Aaaa, oğlum ayıp, denmez öyle, bizim genimizde var
Bende niye yok amına koyum
E ge men!!!
Fıkra fıkra, aklıma bi fıkra geldi de
Sonra çözmeye başladım.
O miras durduk yerde birikmemişti.
Biz Doğulular acıyı yaşadıkça seviyorduk:
Öğrendiğime göre her şey bir şaplakla başlamış.
Benim ilk hatırladığım komşu kızının kafamı sol lobtan yaran gazoz kapağı mermeri.
Sonra Fener Kadıköyde penaltı kaçırdı,
ben de maçı uzatmaya götürecek serbest atışı.
işin kötüsü,
hiç de söylendiği gibi değildi,
asla kıyaslanamıyordu;
elinden gelenlerle gelmeyenler yani,
o an hangisini yaşıyorsan,
o daha acıydı.
Som acı.
Beş faulle kenara gelirken ne düşündüğümü net hatırlıyorum:
Kantinciyle konuş Egemen, lahmacunlar çok az acılı.
Sonra bir sınav esnasında yan sıradaki kızdan kalem istedik.
10 taneden birini dahi vermedi.
Saygı duyduk,
bi bok diyemedik.
Sonra kazağının kokusu yüzünden servisine yazıldığım kız haftasında istanbula taşındı iyi mi?
Her gün servisten inip eve birkaç kilometre yürürken biraz daha sevdim acıyı.
Hiç itiraz etmedim.
Birkaç sene sonra duydum ki nişanlanmış, lavuk başını kapamış kızın.
Çok merak ettim:
Hiç itiraz etti mi?
Sonra Rıdvan düştü, kalkmak bilmedi arkadaş.
Sonra Dolar şaha kalktı, daha da düşmez zaten.
Bir de okul çıkışı kız arkadaşımın yanında 6 kişi küstürünce beni:
O ay pul bibere dadandık.
Meğer aşk acısından acısı; acı aşkıymış.
Hem de daha yeni alevleniyormuş.
Düşünsene,
şu şey,
ne denir ki ona?
Hani şu,
o işte;
Ankara Belediye Başkanı oldu.
Ne dicez canım.
Kabus bu, bitince geçer dedik.
Ben bir ara belki rüyaya döner mi diye sevmeye bile çalıştım.
Ne gülüyon la!
Sonra tavşan balkondan atladı.
Sonra da o allahın belası trafik kazası.
Anne neden eve cin biber almıyoruz?
Alırım oğluma ben neden almıcakmışım?
Ardından aklımıza geldi:
Biz hiç aldatıldık mı acaba?
E o kafayla aldattık tabii.
Üstelik hepsi gerçekmiş,
öylece çıkınca ortaya,
başladık gece acıkınca pullu cinli tost yapmalara.
Sonra üniversite;
romanlar ve filmler, aşklar ve savaşlar, gerçekler ve yalanlar.
Biliyorsun:
120 milyar kişilik bir çetenin milyonlarca yıllık serüveni.
Suç ortaklığımızın kısa tarihi.
Ona ekmek arası pul biber deme bence foo,
daha çok pul biber arası ekmek o
O diil de, biber gazı faranjite iyi geliyo
Saçmalama!
Habanero diye bir Meksika biberi varmış, yedin mi?
Ah foo!
Ve bir Cuma sabahı o kaçınılmaz sürprizle uyandım:
Mikroplar, bakteriler, virüsler midemi ablukaya almıştı.
Akyuvarların, alyuvarların tüm ulaşım yolları kapatılmıştı.
Bağırsaklarım pasif direniyordu.
Orantısız güç kullanıldığı namelerimden belliydi.
Acıyı unutmak için başka bir şey düşünmeye çalıştım:
Devrim?
Yoksa sırası gelmiş miydi?
Yoksa sırası gelir miydi?
insan kendi vücudunda devrim yapabilir miydi?
Orta parmağımı dilliğe atasam,
kalbimi beyin olmak için adaylığını koymaya ikna edebilir miydim?
Vah vah vah!
Şu zavallı hafızam!
Aaaah!
iş başa düşmüştü.
Bir an önce hastaneye gidip kendimi kurtarmalıydım.
Evden bağıra çağıra çıktım.
Nasıl vardım hatırlamıyorum.
O gücü nerden bulmuştum?
Yolu nerden biliyordum?
Bu özgüven de neyin nesiydi şimdi?
Doktoru gördüğüm an bayıldım.
Ayıldığımda oda kalabalıktı.
Herkes arasında fısır fısır bir şeyler konuşuyordu.
Gözlerim annemi babamı arıyor,
bulamıyordu.
Uyandım dedim.
Birden sustular.
Cehennem yolunda cennet manzarası görmüş bir ifadeyle beni izlemeye koyuldular.
Doktor aksak ritimle konuşmaya başladı, sesini bir açıyor bir kısıyordu:
Egemen, dünyanın önde gelen uzmanları aramızda. Karar verdik ki; bu bir mucize. 200 milyarda bir görülen bir hastalık
Ben bugüne kadar toplam 120 milyar insan doğdu diye biliyorum
Haklısın, zaten biz de hiç beklemiyorduk
Allah Allaah
Vallahi bak
Peki ne yapacağız?
Neyi ne yapacagız?
Mucizeyi, yani hastalığı işte, var mı bir çözümü doktor?
Haaaa, ooo, oo, geçti canım o
Nasıl geçti, ilaç mı verdiniz?
Yook, yok, yk, sen fark ettiğin an geçti, bu hastalığın ilacı fark etmek zaten, anlaşılınca hemen geçiyor
Anlıyorum
Şükürler olsun!
Amin
Ancak ne olur ne olmaz, siz yine de fırsat buldukça geziye çıkmayı ihmal etmeyin Egemen Bey*
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
Seni seviyorum sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi Isırmazdım dilimin ucunu Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki
herkes, bir işi yapabilmek için o işin önemli ve iyi bir iş olduğuna inanmak zorundadır.
bu yüzden kişi hangi pozisyonda olursa olsun, işinin önemli ve iyi olduğunu göstericek bir hayat görüşü oluşturucaktır.
bir hırsızın , soyguncunun,casusun veya fahişenin yaptığı işin kötü olduğuna inanıp bundan utandığı düşünülür.
fakat aslında tam tersidir. kaderleri ve hataları sonucu sonucu bulundukları duruma düşenler,durumları ne kadar kötü olursa olsun, bunu iyi ve kabul edilebilir hale getiricek bir hayat görüşü oluştururlar.
bu hayat görüşünü devam ettirebilmek için de, içgüdüsel olarak kendileriyle aynı hayat görünüşünü ve tarzını paylaşan insanlardan oluşan bir çevrede yaşarlar.
ustalığıyla övünen bir hırsız, ahlaksızlığıyla övünen bir fahişe veya caniliğiyle övünen bir katil bizi şaşırtır.
fakat bu bizi onların aşağı çevrenin, muhitin sınırlı ve özellikle bizim hayatımız dışında olduğu için şaşırtır.
fakat zenginler servetleriyle yani hırsızlıklarıyla, ordu komutanları zaferleriyle yani cinayetleriyle ve yüksek makamdakiler güçleriyle yani zalimlikleriyle övündüklerinde de aynı şekilde şaşırmamız gerekmez mi ?
bu insanların hayat görüşlerindeki sapkınlığı görmememizin tek sebebi bunların çevrelerinin daha geniş olması ve bizim bu çevrenin içine dahil olmamamız.**
Mimarlık fakültesinde okuyan çapkın bir arkadaşım vardı. Bir gün yardım istemeye gittim. Dedim ki, Canım kardeşim, ocağına düştüm, ne olur bana bir akıl ver. Ankaraya o sene gelmiştim, aynı kız tarafından üç sefer reddedilmiştim. Kendimi uzay çöpü gibi hissediyordum.
Fısıldamalısın, dedi. Kadınların sana yaklaşmasını istiyorsan onlarla fısıldayarak konuş.
Neden? dedim.
Çünkü kadınlar her şeyi duymak isterler.
Makul bir öneri gibi geldi. Onunla tekrar karşılaştığımızda, insan iradesi çelikten bir binadır, dedim fısıldayarak. Ama bataklık üstüne inşa edilmiştir, en ufak sallantıda batar. Bu lafın kendisi de mimarlıkta okuyan arkadaşa aitti.
Ne diyorsun, anlamadım, dedi o.
Senin yanında kendimi iyi bir adam gibi hissediyorum, diye devam ettim aynı tonda. Bir avukat gibi. Bir avukat ne kadar iyi olabilirse. O ara tıp fakültesinde okuyan bir arkadaş ilaç firmalarının dağıttığı eşantiyon çantalardan hediye etmişti. Aslında o çantayla yürüdüğüm zamanlar kendimi bir avukat gibi hissediyordum ama bunu söyleyemedim tabii. Ve kendimi senin yanında bir doktor gibi hissediyorum, diye devam ettim. Çünkü sonunda hep doktorlar kaybeder. Hayatta bu kadar umutsuz bir meslek var mı? Hemingway, ihtiyar Balıkçıda, insan yenilmek için yaratılmamıştır, der. Doktorlar yenilmek için yaratılmıştır. Ve ben senin için yaratıldım. Herkes sustuğunda seninle konuşmak için buradayım. Hep burada olacağım.
Mıy mıy ne diyorsun anlamıyorum, karnından konuşmayı bırak lütfen, dedi. O gün bugün karnından konuşmak deyiminden nefret ederim.
Akşam bir koli rakı alıp eve gittim. Altı gün boyunca içtim. Sonra sirke gitmeye karar verdim. Çünkü sirkte eğlenebilen biri alkolik olamaz.
insan bir sirkten ne bekler: Rutinin bozulmasını. Ayıyla güreşen adamı seyrederken beklediğim şey, ayının sinirlenip adama pençe atmasıydı. Lobutları çeviren palyaço onları düşürsün istedim. Ateş yutan adam yansın istedim. Sonuçta sirkte eğlenemedim.
Ertesi gün Atatürk Orman Çiftliğindeki hayvanat bahçesini denedim. Yedi metrelik bir piton vardı, altı metrelik bir camekânın arkasında duruyordu, bir metresi odanın diğer yanına kıvrılmıştı. Hiç kıpırdamıyordu, kendisine bakan hiç kimseyi umursamıyordu. Başımı cama yaslayıp bir karışlık mesafeden iki saat boyunca pitonun gözlerinin içine baktım ve piton kazandı. Hiç kıpırdamadı.
Nefese gidip bir bira söyledim. O gece pitonu rüyamda gördüm. Dev bir terazinin üstündeydik, bir yanda ben duruyordum diğer yanda o. Ağırlığımız eşitmiş gibi dengedeydik. Sonra günlerin geçmesini, hatıraların yağmurda sızlayan eski kırıklara dönüşmesini bekledim. Ama bazı hatıralar ölümcül oluyor. Sonuçta Truva atı da bir hatıraydı. Hatıra olarak kabul edilip içeri alınmıştı. Ve ben rüyalarımda ölebilirdim.
Bu gezegende, iki insanın birbirlerine duydukları sevgi, bir terazide dengelenmiş midir hiç? Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız. Çünkü en çok o zaman ihtiyaç duyarız.*
Edebiyatımızda bu kadar çok acı, kan ve yara varken tentürdiyota yer verilmemesini anlamıyorum.
Dönen ve sallanan oyuncaklarla dolu parklar çocukların iyice başı dönsün de eve gelince hemen zıbarıp uyusunlar diye var.
Kırmızı bir araba istiyorum. Havalı olduğu için mi? Hayır. Dikkat çektiği için mi? Hayır, otoparkın üst katındaki çocuk sürekli pencerede domates yiyor.
Üç tekerlekli bisikletler için özel yol yapılsa Adidas sponsor olur mu?
Temizlik fedakârlık ister; mandalın fanilayı çimdiklemesi büyütülecek bir olay değil.
Rüzgar kelimesinde anın şapkası olabilemez.
Suratsız ile sabırsız balığa gitmiş. Sabırsız hiç balık tutamamış, suratsız hiç eğlenmemiş.
Usta şiiri: Öttüğünde kapının menteşesi. Kaçar gariban gönlümün neşesi. Yağladım gresle ve margarinle. Gebermedi gıcırtı aşüftesi. Usta bu artık gurur meselesi. Beynimi yidi uğursuz bestesi. Usta, usta geleceksen gel artık. Sayende oldum şair klişesi. Saat verdin ya çıkmadım eşikten. Erdim, geçilmiyor eğri kaşıktan. Kapı ruhumu emdi bre kalpsiz. Bedduam budur ölesin pişikten.
Her kadın çantası potansiyel bir yarıçaptır.
ingiliz anahtarı haykırmış: Yapılırj mu ulanj bu bana! E sen de kızın kafasını yarmasaydın demiş ispanyol meyhanesi.
Perspektif iki türlüdür: Çift kaçışlı ve tek kaçışlı dedi resim öğretmeni. Bir saniye, bunun arkadaşlar için uygun bir ders olduğunu sanmıyorum diye araya girdi cezaevi müdürü.
Kartal kalkınca dal sarkıyorsa kartalın ağırlığını (-) mi alıyoruz hocam?
Mağara mühendisliği diye bir bölüm olsaydı üç senede bitebilirdi. Sarkıtlar, Dikitler ve Yarasalar. (YÖK üç seneye izin vermezse Yarasalar II.)
Dün gece sen uyurken ismini fısıldadım ve hayvanların korkunç öykülerini anlattım dedi Ali Baba.
Beyin kıvrımlarının resmine bakınca katlanmış balonlar görüyorum. Vakit bu yüzden değerli.
Beş ortalı defterin son, kötü sol açığın kaval ortasıyım dedi Aleksi Pavloviç. Ne bir harfe ne gole nasip olurum.*
***
Asansörde: Tavandaki ışıkların ne kadar muhteşem olduğunu düşün.
Işık: Spor ayakkabısındaysan bir ay sonra sön. Heves gibi sön.
Komi: Masadaki peçete kutusunu aşırı doldur. Hayır, daha çok. Daha, daha.
Beyaz Ekmek: Topla pılını pırtını Pıl ve pırtının anlamını bilmemen bizi ilgilendirmez. Yazar burada kırıntılarını kastetti.
Futbol Hakemi: Kartının rengini cebinden çıkarırken kontrol et, beyazlarla birlikte yıkanmışsa durum sakat. Yukarı kaldırdıktan sonra saat kulesine bakar gibi bakınca kimseye faydası olmuyor.
Politikacı: Kafanı sağa sola hızlı döndürme; gerdanın geriden geliyor, inandırıcılığına yazık.
Gömlek Cebindeki Cep Telefonu: Düş.
Bilgisayar Karşısında Telefonla Konuşurken: Monitörün geometrisini dokunarak yeniden yeniden keşfet. Bu keşfini kimseyle paylaşma.
Televizyon Dizisinde Türk Kahvesi içilme Sahnesi: Bir püskürtmedin, iki püskürtmedin tamam hoşgördük ama bir yere kadar. Kahveyi keyfine mi içiyorsun? Babanın evi değil orası, beni eğlendirmek zorundasın. Püskürt, bir şeyler yap. Püskürsün.
Gerçek inci sirkenin içinde erir. O halde bir bardak sirkesi ve gözyaşları olan inci tüccarına güvenebilirsiniz.
Moda ancak ölümle sona erer. Bu yüzden kefenler sadece ve hep beyazdır.
Bence elektronik kitaplar, internet gazeteleri gibi kendine has bir reklam geleneği oluşturacak. Mesela Anna Kareninayı mı okuyorsunuz: Anna lambayı söndürüp, yatağa girdi. Düşüncelere daldı. Annanın çok özel fotoğrafları için tıklayın.
Atış poligonunu sadece televizyonda gördüm. Ama bir gün gideceğim çünkü orada ne tür müzik dinlettiklerini çok merak ediyorum.
Muzu bıçakla soyan bir arkadaşım var. Maymundan gelmiş bile olsak, ilerleme kaydetmeliyiz. diyor.
Yürüyüşün tıpkı Mona Lisa gibi muhteşem dedim. Mona Lisa yürümüyor ki dedi. Ama muhteşem dedim.
IQ testinden 51 aldığım için moron olduğuma karar verildi. Yanımda oturan 140 almış. Buna da sözümona dahi dediler. Şu sınavı iki kere daha yapsam geçiyorum sahtekarı. Fazla şişinmesin.
Bir ampulü değiştirmek için kaç kişi gerekir? Değişime inanmış bir kişi yeter.
Bu cümlenin sonuna öyle bir işaret koyacağım ki ne kadar uzun olursa olsun herhangi bir süreci ufacık bir şeyin nasıl da kolayca bitirebildiğini hep beraber göreceğiz.*
Rağmen ve ama kullanmamaktır. Zamirlerle meşgul olmamaktır. Simidi vapurda, ciğeri sokakta, şekeri parkta tüketmektir. Gülden ibrahim, telden Veysel, Mandalinadan Nasrettin yapmaktır. Birlik ve beraberlik nedir? Bölüşmenin fırında, paylaşmanın elmada olduğuna inanmaktır. Susmayarak da metin olunabileceğini, atlamayarak da engel aşılabileceğini fark etmektir. Birlik ve beraberlik nedir? Suistimal edilmekten korkmanın insanların acılarına karşı kayıtsızlığa götürdüğünü görmektir. Sevmenin inanmaktan, inanmanın bilmekten, bilmenin sanmaktan önemli olduğunu kavramaktır. Birlik ve beraberlik nedir? Birlikte yaşamak değil bir ile yaşamak tır.
Birlik ve beraberlik nedir? Gerçeği değil hakikati anlamaya çalışmaktır.
daha ne olsun bu sözlerden sonra ne diyebilir ki insan şu halimize bakın tartıştığımız şeylere bakın savaşlara bakın ne istiyoruz biz gerçek ve hakikat bu kadar ortadayken bu hayattan ne bekliyoruz ki biz cidden çok aptal yaratıklarız.
Charlie Chaplin mi daha komik yoksa halıyı düzeltmek için üzerine iki ayakla birden basarak ani bir kalça hareketiyle kaydırmak suretiyle sonuç elde etmeye çalışmak mı?
Bileğinin iç kısmını yüzüne yaklaştırıp bir şeyler mırıldanan gözlüklü kadın gizli ajandır, parfüm seçen müşteri değilse.
Ölüm korkusu anında söylenen ilk şeyin, abi köpeğin olayım veya anneciğim olması böyle zamanlarda içimizdeki akraba sevgisinin daha bir canlandığını gösteriyor.
Askerde usta birliğinde komutan elinde kâğıt kalemle geldi: Sivilde ne iş yapıyorsun? Mimarım dedim. iç mi dış mı? Dışarıdan bakarsanız iç, içeriden bakarsanız dış dedim. Kâğıda Mutfak yazdı.
Berberler beyaz önlük giyiyor, usturayı çeneme dayıyor, kulağımı yakmaya çalışıyor, ensemi kızartıyor, boğazımı sıkıyor, başımı şişiriyor ve hâlâ altı yıllık bir berberlik bölümü yok.
Trafik şube ekip otosunun yan camına doğru eğilmiş izahat veren dolmuş şöförünün kumaş pantolonunda gördüğümüz kırışıklık; edebiyatta hüzün ve çaresizlik, tekstilde ise sadece kullanım hatasıdır.
Yaşlı amcaların bayram harçlığı verirken arkasını dönmesi geleneği, bu amcaların parayı çıkardıktan sonra niçin arkaya dönmüş olduklarını sıkça unutmaları ve yürüyüp gitmeleri nedeniyle bayramlarda mali gelenekler listesinden çıkarılmıştır.*
Kervancıya sorarsan devenin yavaş olduğunu, deveye sorarsan kumun sıcak olduğunu, kuma sorarsan devenin çok ağır olduğunu söyler. Hiçbir şey sormazsan kervanda kaç deve olduğundan başka bir şey öğrenemezsin.
Kitabınız otobiyografik öğeler taşıyor. Öğe taşımıyor, tamamen otobiyografik. Nasıl olur, bunların hepsini yaşamış olamazsınız? Yaşadım. Ne zaman? Yazarken.
Fizik bizi karşılıksız seviyor, yerçekimi olmasaydı tabağımızı kaldırıp çorbayı sıyıramazdık.
Yerli malları haftasını kutladığımız bir gün öğretmen sınıf kitaplığındaki Rus klasiklerini çöpe atmıştı. Sonra olayın CIA komplosu olduğu ortaya çıktı.
Bugüne kadar Marcel Proustlu bir kurabiye reklamı izlemedim. Çıkardığım sonuçlar şu; reklamlar çok uzun olmamalıdır.
Yumruğumun caydırıcı gücüne hep güvendim ama beni sadece acil servis doktorları takdir etti.
Açık bir kitabın gölgesi kapalı kitabın gölgesinden daha büyük. Konu kitap gölgesi olunca karanlıktan değil, ağaçlarınki gibi bir serinlikten bahsediyorum.
Kuşa benzemeyen uçak, sineğe benzemeyen helikopter yaptım diyen bir deli henüz çıkmadığına göre uygarlığımız hâlâ tam kapasite çalışmıyor.
bni hc anlmiosn dedi. Haklısın dedim.
Adam dört kadınla evlenmişse o evde oligarşi vardır.
Çeyiz sadece sandık demek değildir.
Tavuk, göğüs ağrısı şikâyetiyle doktora gitmiş. Adam muayene etmeye bile gerek görmemiş: Sen ölmeden lades tutuşmalarına izin verme.
Halay Başı Şiiri: Boncuk düştü bayıldı, tespih koptu dağıldı.
Hazrol dedi komutan. Hazıra dağ dayanmaz dedi asker. Üç gün üç gece dans etti sonra.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; hepimizde az çok bel fıtığı var.
Krakerin bütün susamlarını tek tek söken dostuma Susamlı kraker sevmez misin? diye sorunca Seviyorum ama ayrıştırmak zevkli dedi.
Aç kucağını fillere, kin değil o; vefa dedi Aleksi Pavloviç. Aç kulağını, dinle bak; tırtıllar gargara yapıyor.*
Hıçkırık da bir itiraz değil mi, senaryosu olmayan?
Tek sileceğim kalkmışsa yanlış park ettiğimi, ikisi de kalkmışsa sileceklerin konuyu tartıştığını düşünürüm.
Aslında inatçı biriyim de Piyi 3 almamı istediklerinde kolayca kabulleniyorum.
Rüyamda yüksek bir yere tırmandığımı gördüm dedi triko polyester. Bayrak olacaksın dedi terzi.
Dalgın bir genç kızın çantasından düşürdüğü, kelebek gibi çırpına çırpına yere inen küçük kâğıdı takip edip sahibine takdim eden gencim; yardım derneklerine ekstra bağış yapmasam da olur mu?
Evdeki şampuan yıllardır bitmedi. Bunu kelliğime bağlamak iyimserlik olur. Düşünsene hiç banyo sırası beklemiyorum. Kimse demiyor ki Hayatım ya çık ya lazımlığı uzat. Oğlan ciss dedi.
Ağabeyimle hiç anlaşamıyorum çünkü aramızda kuşak farkı var. Annem Siz eskiden böyle değildiniz evladım diyor. Hep o uğursuz karate salonu yüzünden.
Rençper Sadıkın Şiiri: Fakir Sadık, kölen olduk. Beri yanaş rahşan, oruç mu bozduk? Tokur Sadık, pulun olduk. Beri yanaş fettan, adam mı vurduk? Çürür Sadık, çöpün olduk. Gör bizi kör sultan, bre öldük.
Limon ne zaman lafa girmek istese birinizin ağzı kamaştı, zavallı saygısından susuyor.
Ben kuratörüm, bö yled ize ri m kel i me l eri. Ben amatörüm, b ö y l e y a p s a m o l u r m u ?
Virajı alamadım. Hastanedeyim dedi kadın. Hani babam çok zengin diyordun? dedi adam.
Kâğıt kalem buldum, mektup yazdım ama ( ) göndereceğim cümlesinde eksik olan nedir? Zarf.
Üç O harfi birlikte kahveye girmiş. Demişler Ooo! Demiş Efendim?
Köftenin acısı hepimizin acısıdır. Bir köfte yeriz, bin köfte oluruz diye bağırdı mikrofondaki adam. Meydandaki kalabalığı coşturdu. Hep bir ağızdan söylediler: Sabah yutarız seftedir. Et ölüm derler laftadır. Dişe kürdan değmez bizde, dolgumuz köftedir.
Öğrendim ki dünyanın dönme hızındaki yavaşlama nedeniyle 1 dakika çok nadiren 61 saniye sürermiş. O dakikanın bana gülümsediğin ana denk gelmesi için dua ediyorum.
Gündüz de gece kadar müellif dedi Aleksi Pavloviç. Baksana güneş her gün dolunay.*
M ü n a s i p her gece ağlıyor bekâr odasında. Neden diyor, Neden sadece küfürlü içeriklerin karakter oyuncusu oldum ben? Hiç değilse ara sıra dolmuşlarda m ü s a i t in yerine çağırılamaz mıyım?
Oradan dönmek yasaktı dedi trafik polisi. Zararın neresinden dönersek kâr değil mi? dedim. Üfle dedi. Bir Do alayım dedim.
Sezon sonu ürünlerde %50 indirim var ama istikrar ve demokrasimize zarar gelmesin diye evden çıkmıyorum.
Güzellik, tokluk gibidir dedi kuaför Jorje. Geçici olabilir ama asla bir kereye mahsus değil.
Herhangi bir şeyden muzdarip olduğumuzda oralarda bir yerde muz olması da tesellidir.
Dondurma külahlarını çok sayıda üstüste dizince yamuluyordu. Söylesenize, ciddiyetini nasıl anlayacaktık biz düzgün gitmeyen şeylerin?
Bulaşık makinesi tableti de verelim, kampanyada sadece beş lira dedi kasiyer Aslı. Peki. Birgün bulaşık makinesi de alacağım, söz dedi Kerem.
Yankısızlık Şiiri: Hızlı hızlı pirinç ayıklıyordum. Acelem vardı, memurlar paydos etmişti ve içeride çocuk uyuyordu. Zili bekliyordum ve pirinç ayıklıyordum. içeride çocuk kanun çalıyordu. Pilav yaptım. Tek başıma yedim. Önce doydum sonra mı öldüm? Unuttum.
Büyük düşünemedim; çayımı süzdüm, süzgecimi astım dedi Aleksi Pavloviç. Mesela, paslı bir gazoz açacağıyım en alt çekmecenin en arkasında. Ama güzel günler de gördüm. Sonra hafif bir buruşmayla çok uzun sustu, sandım ki içerisinde hiç uzanamayacağı bir yer kaşınıyor. Ben yatmaya gidiyorum diye kalktı. Rüyalarımdan istediğin bir şey var mı?*
Yılan da biraz talihsiz. O sarılır, sen saldırıyor sanırsın.
Aldığın kot pantolon önceki gün birinin deneme kabininde bıraktığı olamaz mı? Azıcık sakin ol.
Allah bu ya, yerden alır göğe verir, gökten alır yere verir diyen şair, ne anlatmak istemiştir? diye sordu öğretmen. Meteoroloji dedi çocuk.
Ne konuşurlar kendi aralarında bütün gün, çatılarda toplanmış çanak antenler?
Seninle ikimiz televizyonda haber bülteni gibiyiz. Sen bal gözlerinle, şık elbisenle bıcır bıcır konuşuyorsun milyonlara. Bense arkandan usulca geçiyorum, farketmiyorsun ve bütün ülke iki saniyeliğine kel kafamı izliyor.
Çocukların büyüyünce ne olacaklarına karışmayın, zaten anlayamazsınız. Tarakla oynar, siz berber olacak derken o birlik ve beraberlik meselesine kafa yormaktadır. Mesela, meyve tezgâhına tırmanır, siz manav olmayı düşlüyor sanırsınız da o derviş gibi bekleyen kavunların sabrına hayret etmektedir.
Çorba kaşığı, mahmurlar için sahur aynasıdır.
Papazın Sinekleri romanımı aldınız mı? demiş yazar. Sizin kumar borcunuzu ben mi ödeyeceğim? demiş okur. Canımı ye okur.
Nefis olimpiyatlarında bir leğen patlamış mısırı teker teker yiyebilme dalında bronz madalyam var. iki saniyeliğine konsantrasyonumu kaybedip ağzıma dörtlü tıkınca finale kalamamıştım. Üç gün önce de, yarım kilo leblebi tükettikten sonra suların akmadığını fark ettim. Buzluğu yalayarak hayatta kaldım. Dilimin yarısı hâlâ orada. Buzlukların bu tavrını hiç anlamıyorum.
ilk kez çizmeyi aştın uyarısını cümle içinde kullanan kişi laf anlamaz bir karıncayla konuşuyordu.
Kaktüsün üzerine düştün de kaktüs üzülmedi mi sanki?
Onlar kırtasiye baronları; daha çok kalem satamıyorlarsa daha ucuz kalemtıraşlar üretirler.
At sahibine göre kişner ne demek? dedim. At liboştur. dedi.
Uzun yıllar optimist ile oportünisti birbirine karıştırdım. Sonra oportünisti seçtim.
Ey kadınlar, bir mantık suntasına telesiyejde evlilikten bahsetmeyin. Ayaklarınız yere basmıyor diye tersleyebilir.
Tasarruf kelimesinin en başta kendisinin topluma örnek olması gerekir, bu yüzden benim önerim tas
Peder Bey Senden adam olmaz, çünkü aşırı aptalsın. diyordu. Çok içerledim. Kendimi okumaya verdim. Nasıl Zengin Olunur? diye bir kitabı okurken nerede kaldığımı unutmayayım diye arasına koymaya bir şey aradım. Annemin kedisinin yavrularından birini koydum ama kaçtı. Peder Beyin -sanırım- bankanın birinden hediye edilmiş not defterinden bir kâğıt kopardım. Ertesi sabah kitap kayboldu. Bir hafta geçti, Peder Beyin ansızın kalp krizi geçirdiği gün isviçreden imzasız bir kart geldi: işte böyle!
Düğme deliği söz konusu olduğunda tek sayılar, yalnızlık kederinde ise çift sayılar sevimsizdir.
Erkekler üç şeyi çok iyi bilir; araba, futbol, siyaset. Türk erkekleri de üç şeyi bilir; araba, futbol, karpuz.
Islık çalmayı beceremediğim için otobüsleri hep kaçırıyorum. dedim. Helyumu çek ve bütün gücünle fıstık diye bağır. dedi.
Tenten, Brüksel tatlısı ve Jean Claude Van Damme dünyaya Belçikanın armağanıdır. Belçikanın kafası hep karışıktı.
Babaannem anlatıyor: Yirmi çuval gübre parası verdim, onsekiz çuval getirmiş. Nerede iki çuval, dedim. iki çuvalın lafını yapma hacı teyze, dedi bu. Parasını verdim, dedim. Gelecek ay getiririm paranı koca nine, kaçmıyoruz, dedi. Bi gözüm seğirdi, bi elim ayağım kesildi. Dedim, danayı bir hafta bana bırak, hayvan fasulyelerin dibine etsin, helalleşelim. Hangi danayı, dedi. Dana yok mu, dedim. Yok, dedi. O zaman sen kal üç gün, dedim.
Mandalin mevsimi gelince birdenbire a harfini daha çok severiz.
23:59 Şiiri: Hangi dört rakamı yan yana getirirsen zaman bir hamileye en çok benzer?
Yemekten Sonra Şiiri: Yoğurdu ıslat ayran, eriği güldür hoşaf olsun. Sar makarayı oyun. Beni sev bir de, cumartesi olsun.*
Kocaman çantasıyla kafama vurup " Orospu çocuğu, " dediğinde, Şükrü Abi' nin yerinde yeni tanıştığım bir kızla oturmuş, ona, geçmişte çektiğim ufak tefek sıkıntıları anlatıyor, aslında çaktırmadan övünmeye çalışıyordum. "Madem beni aldatacaktın, " diye devam etti kafama vuran. "Adam gibi bir karıyla yapsaydın bari bunu. Şu kancığa bak. Benden daha mı güzel, benden daha mı akıllı, benden daha mı büyük memeli? " Gözlerinden keder ve öfke akıyordu. Öyle bıçak gibi bir bakışla karşılaşınca, hayatımda ilk defa, sade ve dürüst bir bakışla karşılaştığımı hissedip " Sanırım beni biriyle karıştırdın, " dedim.
" Seni biriyle mi karıştırdım yavşak, " dedi. " O sahte tebessümünle beni baştan çıkaralı tam iki yıl üç ay oldu. Senin için annemden tarhana çorbası yapmayı bile öğrendim. Bezelye yapmasını da. Bütün bu süre zarfında bulaşıklarını yıkadım, gömleklerini ütüledim, halılarını süpürdüm, yerlerini sildim, tuvaletlerini fırçaladım. Sen sigarayı bıraktığında kendini yalnız hissetme diye ben de bıraktım. Sen sigaraya yeniden başladığında kendini iradesiz hissetme diye ben de yeniden başladım. Yaz akşamları sahilde gezerken rüzgâr çıkar da üşürsün diye çantamın koluna hırkanı astım. Bu orospu da senin için aynı fedakârlıkları yapacak mı zannediyorsun? "
Son lafından sonra yanımda oturan kızın saçlarına yapıştı. Araya girmeye çalıştım ama saçları kökünden kavramıştı. ince bileklerini kıracakmış gibi bükene kadar da bırakmadı. Saçı yolunan kızı yol boyu özür dilemek suretiyle taksiye bindirdim. Şükrü Abi' nin yerine geri döndüm.
Başka bir masada yalnız oturuyordu. Bazı insanlar sanki her sorunun cevabını verebilecekmiş gibi dururlar. Bunun bir yanılsama olduğunu bilirsiniz ama yine de onlara bir şeyler sormak istersiniz. Biramı alıp yanına gittim, " Neden böyle bir şey yaptın? " diye sordum
" Bana bir sigara ver, " dedi.
Bir sigara verip yaktım.
" Şimdi beni rahat bırak, " dedi. " O yavşak tebessümünü de götüne sok. "
" Az önce hayatının erkeği olduğumu düşünmüştüm. "
" Yanlış düşünmüşsün. Sen benim beklentilerimi karşılayamazsın. "
" Neymiş beklentilerin? "
" Ben bir adamla tanıştığımda ondan, hayatın bütün monotonluğunu ve bütün yalnızlığımı ve amaçsızlığımı ve umutsuz bekleyişimi unutturmasını beklerim. Evdeki muslukları tamir etmesini de. Sende öyle bir kifayet göremiyorum. "
Bara geri döndüm. Şükrü Abi, " Kim bu kız? " diye sordu.
" Tanımıyorum. "
" Yalanını sikeyim. "
" Kız çatlak. Valla tanımıyorum. "
" Hadi len. "
Hesabı ödeyip çıktım. Üst geçidin önünde taksi beklerken üstü açık bir Mini Cooper' la geldi. Önümde sert bir fren yaparak durdu, " Atla," dedi. Arabaya binince pati çekerek kaldırdı. Sahil yolunda 150 km. hızla giderken " Şu biraları aç ve bacaklarıma bakmayı kes ve çeneni kapa! " diye bağırdı. " Sen ne biçim bir adamsın. Eski erkek arkadaşımı özel kılan milyonlarca küçük şey vardı ama sende hiçbir bok yok. Hayatımın görkemle açılıp rezaletle kapanan dönemlerinden biriydi ama yine de özeldi. Seni özel kılan şey ne? Çeyrek asırdır şu yeryüzündeyim ama senin kadar sıradan bir herif görmedim. Seni özel kılan bir şey söyle. "
Bir şey söylemedim.
" Seni özel kılan bir şey söyle yoksa yavaşlamam, " dedi.
" Beni özel kılan bir şey yok, " dedim.
Gaza biraz daha bastı, hız ibresinin yavaş yavaş 180' e geldiğini gördüm, " Korkmuyor musun? " diye sordu.
" Hayır. "
" Yalancı göt. Yüzün sapsarı oldu. Altına sıçacakmış gibi bakıyorsun ve korkmadığını söylüyorsun. "
" Korkmuyorum," dedim. " Daha çok kaybolmuş gibi hissediyorum. Sanırım uğultudan. Bu da iyi geliyor aslında. "
"Ben de öyle hissetmiştim, " dedi. "Erkek arkadaşım beni terk ettiği zaman, kendimi terk edilmiş gibi değil de kaybolmuş gibi hissetmiştim. Bitmek tükenmek bilmeyen koridorlarda gezinen kayıp bir ruh gibi. Ben sadece bitmiş şeyler için ağlarım oğlum. iyi kötü ayırt etmem, bana bitmiş bir şeyler ver yeter, bütün gözyaşlarım senin olsun. istersen senin için de ağlarım çünkü sen de bitmişsin. için geçmiş ruhun çürümüş. Evin nerede? "
Sabah yüzüme üflenen sigara dumanı ve baş ağrısıyla uyandım. Giyinip kuşanmış, tepemde oturmuş kahve içiyordu. "Gece yattık diye ertesi sabah senin gömleklerinden birini giyip uzun bacaklarımla evin içinde gezinmemi bekliyorsan yanılıyorsun bebeğim, " dedi. "Çünkü o sadece Amerikan filmlerinde olur. Bense birazdan karakola gidip şikâyetçi olacağım."
"Neden?"
"Çünkü on altı yaşındayım. Dün gece bir çocukla yattın."
"Hasiktir," deyip gözlerimi dört açtım. "Ama..." dedim.
"Ama ne?"
"Yirmi beş yaşındayım dedin."
"Öyle bir şey demedim."
"Çeyrek asırdır yeryüzündeyim demedin mi?"
"O lafın gelişiydi. Ruj sürüp mini etek giydirseler on yaşında bir kızla bile yatmaya kalkarsın sen. Sapık, abazan ve gerizekâlısın ve bunun cezasını çekme vaktin geldi."
"Sahiden böyle bir şey yapmayacaksın değil mi?"
"Yapacağım. Erken kalkıp Google’dan seni araştırdım. Sıradan bir adam değilsin. Sıradan bir adam olsaydın sadece babama söylemekle tehdit ederdim."
"Ben sıradan bir adamım," diye bağırdım.
"Değilsin. Havada skandal kokusu var bebeğim. Televizyonlara çıkıp öyle bir ağlayacağım ki senden nefret etmeyen tek kişi kalmayacak bu ülkede. Öyle masum ağlayacağım ki sen bile kendinden nefret edeceksin. Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerse seni şişlemek için sıraya girmiş olacaklar bu arada. Bunun için bir piyango bile tertip etseler yeridir."
"Öyle araba kullanmasını nerde öğrendin?"
"Okul servisinde. Servis şoförü, 'kucağına oturursam bana araba kullanmanın bütün inceliklerini göstereceğini, ' söylemişti. Bütün erkekler köpek."
Kahvesini bitirip çıktı. Ben de on dakika sonra çıktım. Sırt çantama birkaç parça eşya koyup bir arkadaşın yanına yerleştim. Üç gün boyunca onun evinden çıkmadım. Sürekli tek parmağımla perdeyi aralayıp 'sokakta polis var mı,' diye kolaçan ediyordum. Bir ara kendiliğimden gidip teslim olmayı düşündüm ama vazgeçtim.
Bir hafta sonra Şükrü Abi' nin yerine geri döndüm. Belli ki kötü bir şaka yapmıştı. Belki de on altı yaşında değildi. Birkaç gün sonra, hadiseyi kısmen unutup kimseye anlatılmamış yüz kızartıcı hatıralar seviyesine indirmek üzereyken barın telefonu çaldı. Şükrü Abi bana bakıp "Burada," dedi.
"Kim?"
"Karakoldan arıyorlar."
Ahizenin öbür ucundaki polis onun ismini söyleyip "Tanıdığı mısınız?" diye sordu.
"Evet," dedim, hayır diye bağırmak isterken.
"Karakola kadar gelebilir misiniz?"
"Tabii geliyorum," dedim ama aklımda tekneyle Yunanistan' a kaçma planları vardı. Patronu arayıp durumu anlattığımda, "Orada bekle gerizekâlı, hiçbir yere kıpırdama, geliyorum," dedi. Yanında şirketin avukatıyla geldi. Masaya yumruğunu vurup "Ben bu projeye bir milyonluk yatırım yaptım," diye bağırdı. "Ama senaristim olacak dallama bir sapık. Senaristim olacak dallama yirmi yaşındaki kızları bile yaşlı bulan bir sapık ki gitmiş on altı yaşındaki masum bir kızcağızı iğfal etmiş."
"Abi bildiğin gibi değil."
"Ne bildiğim gibi değil lan ne bildiğim gibi değil! Bütün paramı ve ticari itibarımı koydum bu işe. Daha vizyona girmemiş bir filmi sikip atmaya ne hakkın var."
Karakola avukatla beraber gittik. Bizi bir odaya aldılar. Bir kadın polis gelip yüzüme pis pis baktı. Başımı öne eğdim.
"Vaziyet şu," dedi. "Tanıdığınız, bu gece 155' i arayıp Sivas Katliamı' nı kendisinin organize ettiğini söylemiş. 155' de görevli memur ilk aramayı ciddiye almayıp kapatmış. Ama sonrasında ısrarla 155' i aramayı sürdürerek Büyükçekmece' de ve Yozgat' ta yeni katliamlar planladığını söylemiş. Ekipler cep telefonu sinyallerinden yerini tespit edip kendisini bulmuşlar."
"O daha bir çocuk," dedim. "Şaka yapmış."
"Çalıntı bir Mini Cooper' ın içinde bulundu. Kimliği yok, ailesinin kim olduğunu söylemiyor. Biz de bulamadık. "Bu dünyada tek tanıdığım var o da Şükrü Abi' nin yerine takılır," diyerek sizin isminizi verdi. Kendisini nereden tanıyorsunuz?"
"Valla biz de yeni tanışmıştık aslında," dedim.
Oturduğu odada ziyaret etmeme izin verdiler.
"Sonunda yakayı ele verdim," dedi. "Ama vicdanım da biraz rahatladı."
"Neden?"
"Sivas Katliamı' nı ben planladım."
"Sivas Katliamı olduğunda sen daha doğmamıştın bebeğim."
"19 yaşındayım."
"işte buna sevindim."
"Katliam organizatörüyüm ben."
"Değilsin."
"Öyle olsaydım. Birilerini öldürtmüş olsaydım yani, beni yine de sever miydin? " diye sordu.
"Severdim," dedim. Sonra da karakoldan çıkıp bir sigara yaktım.
Cesaret mızrağı fırlatmak değil, onu saplandığı yerden geri almaktır. Mızrak zenginiysen zaten cesur olmadan da yaşayabiliyorsun maalesef.
Toplu iğne başı kadar mutlulukla toplu iğne ucu kadar acının arasında sadece 2,8 santimetre var.
Gıdıklanınca çıkardığımız seslerin gülmek olduğunu sanıyorsunuz. Yo dostum yo; bedenimizin dış mihraklara verdiği en mütevazı tepkidir o.
Politika Şiiri: Sümenimin altı şenliktir şenlik. Gündeme gelir, gündemden düşerim. Bu dünya hey, tam benlik.
Koçlar kafalarını birbirine tosluyor ya, bir şeyi yanlış anlıyorlar bence. Müzakere böyle olmaz.
Kol saatimi tamire her verdiğimde Geçmişimi geri getirebilir misin usta? diye sormak geliyor içimden. Akşama gel al diyor, vazgeçiyorum.
Bir çocuk, mezura denen şeyi ilk gördüğünde önünde iki seçenek vardır: Kendi boyunu ölçmek veya etrafında bulunan herhangi bir nesneyi sayısallaştırmak. işte burası benmerkezcilik ile bilimsel kariyer arasındaki tercihin yeşillendiği yerdir. Bknz: Evladım neden astronot olamadı?
Hırs kelimesi neden bu kadar kısa ve neden merdivenin son basamağındaki hızlı soluk gibi bir sesi var hiç düşündünüz mü?
Kurbağaları bankamatik kuyruğuna sokamazsınız, bu yüzden kurbağalar bir medeniyet kuramadı.
Kimi kültür merkezlerinde müsamere ile tiyatro arasındaki tek fark; birinde yetişkinlerin sahneye doğru el sallamasıdır.
Künefenin (1899- ), buzdolabında evvelki ay şehir dışından gelen annenin getirdiği kurumuş kadayıf ile küflü peynirden başka şey olmadığı bir gece Hataylı bir grup öğrenci tarafından tost makinesinde keşfedildiğini biliyor muydunuz?
Davulcuya bahşiş olarak para sesi dinletmişler. Davulun hakkını verdiniz, şimdi de tokmağınkini alayım demiş. Canımı ye davulcu.
Akşam ezanı okundu, baba eve geldi; oyun bitti. Babası müezzin olanlar biraz daha oynadı.
Sen çile de, ben imtihan dedi Aleksi Pavloviç. Her Teslanın bir Edisonu vardır.*
Küvete su doldurmayı sevenin tıpası kibirli olur.
Zaman her şeye rağmen sabırla akmaya devam ediyorsa, pastanelerdeki balıksız akvaryumlarda bin yıldır durup dinlenmeden çalkalanan limonataya saygısındandır.
Fosil yakıtlar safsatasına inanmayın. Hangi müzede mazot tankı gördünüz?
Uzmanlar Koşmayın, yürüyün diyor. Çünkü koşarken defalarca sehim yapan uzuvlar sadece daha sünük görünmemizi sağlar.
Pi sayısı gerçek hayatta işimize yaramayacak ki! dedi çocuk. Haklısın dedi öğretmen. Şu elimdeki kâğıda büyüyünce kesinlikle halı yıkamacısı olmayacağına dair imza atanlar ve evlendiğinde kendilerine çarkıfelek kilimi aldırılmasına asla izin vermeyeceğini taahhüt edenler dersi terk edebilir.
Mazeret Fransızca olsaydı onu mazeğ diye okuyacaktık. Hiçbir şey değişmeyecekti ama.
Mantıklı olanla mantıklı olmayan arasında çoğu zaman bir televizyon kamerası vardır.
Kaykay sevmezdim. Bana bir lafın bir kere söylenmesi yetiyordu.
Jack Lemmon tenis raketiyle makarna süzer de ben pinpon raketiyle mangal yelleyemem mi? Her zaman her yerde spor!
Bazen canım sıkıldığında acaba o kâğıttan halkaları asmanın bir sünnet düğününde mi yoksa bir güzellik yarışmasında mı ilk olarak akıl edildiğini düşünür ve yazı tura atarım. Sucuk ve örgü yünü firmalarının yaklaşımını ticari bulduğum için onları değerlendirme dışı tutuyorum.
Her vatandaş için gerekli olan asgari mali muhasebe bilgisine hiç sahip olamadım. Fiş mi, fatura mı istersiniz? diye sorduklarında Sağlıklı olsun da diyorum.
Kuyumcuda çay diafonu mu? Olmaz. Kırmızı düğmesinin etrafı parmak kiriyle dolu hem de? Nasla! Lütfen benim kuyumculara olan güvenimi sarsmaya çalışmayın. Muhtar Kente, Jack Danielsa direkt bağlanır, söylemezler. Daha yeni işittim, Kolombiyaya sepet sallandırıyorlarmış. Hey yavrum!
Zarı attığınızda masada zarın yalnızca beş yüzünü görebilirsiniz. Altta kalan yüz sizi ilgilendirmeyebilir fakat sorarlarsa cevabınız hazırdır değil mi? Matematik ve teamüller konusundaki deneyiminize saygı duymakla birlikte göremediğiniz bir şeyden emin olabilmeniz bana ilham veriyor.
Kötümser olmak kolay dedi Aleksi Pavloviç. Siyah çelenkler çiçeklerden daha uzun yaşar.*
Yanağımdaki tokat izi, beş parmağın tarihe geçme hevesidir.
Burada bir öfkeyi yatıştırmak için en iyi yol Sen haklısın değil, Kaç şeker? demek.
Statik enerjiye bir çift lafım var: Durduğun kabahat!
Ortak medeniyetimizin iki kilometre taşı olan tükenmez kalem ile roll-onun çalışma prensibinin aynı olduğunu biliyor muydunuz?
Süre-miktar ilişkisi bakımından edebiyatla akışkanlar mekaniğinin ortak yanı gözyaşlarıdır.
Şimdiki bebekler çok şanslı. Bizim diş kaşınma dönemlerimizde Tabu düdükleri yerine koltuk başları vardı.
ilkokulda operaya götürmüşlerdi. Öğretmenimiz kulisteki terli kadınlardan biriyle konuşurken kadının aslında hiç acı çekmediğini görünce şaşırmıştım.
Kep fırlatma töreni sürdükçe akademinin güvenilirliğinden, temel atma töreni sürdükçe yapıların sağlamlığından hiçbir zaman emin olamayacağım.
Erken kalktım. Yüzümü yıkamaya gittim. Aynada kendime neden erken kalktığımı sordum. içerideki yastık dile geldi: Çok soru sorma, gel buraya, doyamadım sana
Cam kırıklarını süpüren süpürgeye fazla mesai bile vermiyorsunuz, oysa canı çok acıyor.
Rezonans ressamı Ne? Leooonardooo da Vinci
Bir kâse Antep fıstığına baktığımda ağzını kapatamayanların sır tutmayı bilenlerden çok daha kalabalık olduğunu görürüm.
Rahmetli üçlü priz kralının üç çocuğu miras yüzünden birbirine girip mahkemelik olmuş. Hâkim Hulusi Kentmenmiş: Adam milyonlarca kilowatt elektriği paylaştırdı, hiç mi ders almadınız?
ilkbahar mönüyü verir. Sonbahar hesabı getiren garsondur.
Dünya tersine dönmüş, insan kuşun üstüne pisliyor dedi Aleksi Pavloviç. Anlaşılan uzun zaman olmuş ki, baş aşağı durarak da isabet ettirmeyi öğrenmiş.*
Sinek öldürüyorum yahu dedi genel izleyici. Alkışlamıyorum.
ingilizlerin bazı şeylere net, dolaysız bakışını kıskanıyorum bazen. En fazla dizlere kadar gelen, kimilerince uzun don denen güdük pantolona kısaca short diyorlar.
Ateşin ve yazının henüz bulunmadığı, saatin de zaten olmadığı yıllarda kadınlarla tanışabilmek için tek bir soru aklıma geliyor: Ohumbo?
Orman dediğin, ağaçların toplantı ve gösteri mevzuatına muhalefeti değil midir? Devlet izin vermiş bile olsa, yakılmadan ya da yerlerinden sökülmeden kolay kolay dağılmıyorlar.
Sen ne zaman düz bir çizgi çizmek istesen cetvel kâğıda yanaşıp hakkında ileri geri konuşuyor.
Yıllar önce Max Brodun mezarını ziyaret etmiştim. Telefonumun şarjı bittiği için mezar taşının fotoğrafını çekemedim ama kırmızı sprey boyayla Almanca (YAKMADI) yazılmıştı. Mezarlığın doksan yaşındaki bekçisi bu yazıları defalarca sildiğini ama tekrar yazıldığını, artık bıkma noktasına geldiğini söyledi. Başka birilerine de yazıyorlar mı? diye sordum. Hayır dedi. Sadece Bay Brodun mezar taşına. Hep aynı şeyleri de yazmıyorlar. Her seferinde farklı dedikten sonra cebinden bir defter çıkardı. Anlaşılan her yazılanı not ediyordu. Gözlüklerini takıp okudu: DOSTO AZDIR, KAFKA YOKTUR. Bunu geçen yıl yazmışlardı. En tuhafı da şuydu dedi sayfaları çevirerek. Ben pek anlamadım ADINI BiR DONDURMAYA VERDiLER. AMEN.
Nubar Terziyanın filmi televizyonlarda her yayınlandığında torunlarına telif ücreti ödenmesini anlayabilirim, sandalyeci Murtaza Ustanın sandalyesine her oturduğumda ona bir ödeme yapmıyor olmamı kimseye söylemeyin.
Kadınlar çok konuşuyor diye şikâyet etmeden önce, erkek isimlerine birkaç harf ekleyerek kadın isimleri yapılması üzerine düşünmek lazım. Hüsnü-Hüsniye, Şemsi-Şemsiye Kadın daha adını söylerken öne geçiyor, ne diyeceksin?
Tek bir çubukla adamın kafasını patlatabilirsin, iki çubukla iki gözünü birden aynı anda oyabilirsin. Veya üçünü bir araya getirip A harfi yapabilirsin ki galiba bu hepimiz için daha iyi bir başlangıç.
Korkunu sayısallaştıramıyor musun? Yavaş ol. Trilyarlara, kentilyonlara gitmene gerek yok. Yaklaş. Üç ile dördün tam ortası matematiğe en uzak, kendi titreyen nefesine en yakın yerdir.
Babaannem dedi ki: Cenabül Rabbil Âlemin insana kıyametin vaktini söylemez, çünkü bileydik en son düğünde kimse bişey takmazdı.
Bir teoriye göre analizin senteze ulaşması için kalın bağırsaktan geçmesi gerekiyor.
Piramitler inşa edilmeden önce dev balonlar dünyanın hâkimiydi. Piramitler sayesinde büyükler patladı. Beş bin yıldır küçüklerle idare ediyoruz.
Ekimsin diye eylüle sövme dostum dedi Aleksi Pavloviç. Senin de topuğun kurur, kasıma maskara olursun.*
Erotik dergilerdeki abuk sabuk abaza fikirleri ile çıkan hikayelere bayılıyorum!
Bir tanesinde adam teyze-yengesini **** hatunun kocası geliyor grup yapıyorlar!!
Nasıl bir dünya lan buu?!?!?!!
bu cümle birçok kişi için bir şey ifade etmez. ifade edenlerde zaten sevdiğine hasret yaşar ölür gider. ha onsuz yapamaz mı? yapabilir . ona ihtiyaç duymaz onu sadece sever. sevdiğini saklama gereği duymaz.
ben onu sevdim ya o bana yeter. o içtiğimiz 40 yıl hatırlık kahve bana yeter. sen bana yetersin seninle karşılaşma ihtimalimiz bana yeter.
-geçerken fakültenin önünden bir toparlanırım kıyafetime saçıma başıma bi elim gider istemsizce.
hani o ihtimal var ya o ufacık seni görme ihtimali...her zamanda eli boş dönerim.
sen üzmedin hiç beni sen öğrettin bana karşılık beklemeden sevmeyi. sen öğrettin bana günde 3 taneden fazla türk kahvesi içmemek gerektiğini. kız çocuklarını çok severmişsin ya hani bende erkek çocuklarını çok severim.
bir volkan konak , orhan gencebay olamam ama ben seni sevdim ya o bana yeter. ben seni gördüm,tanıdım ya o bana yeter. seni sen olarak sevdim sen bilmesen de. seni böylesine delice seven biri olduğunu bilmeden yaşıyorsun belki arada yalnız hissediyorsun. kendime kızdığım tek nokta bu. sen yalnız hissettiğinde ben yanında değilim.
sen üzüldüğün de birine ihtiyaç duyduğunda senin en çok yanında olacak olan ben, yanında değilim. tutamıyorum ya o ellerini o koyuyor bana.
belki sevgilin var onun elini tutuyorsundur, tut ellerin boş kalmasın. ama tuttuğun o el benim senin elini tuttuğumda olacak olan bağ gibi değil. ben senin eline değdiğimde bile kalbim hızlandı, karnıma ağrı girdi, ellerim terlemişti. ya bir de tutsaydım? bitecek miydi? ben senin elini tuttuğumda huzuru mutluluğu güveni sana da geçirecektim. sensiz de mutluyum ben ama sen olsan ne iyi olurdu seni mutlu edebilirdim. beraber gülebilirdik .
ya en güzeli beraber bisiklete binip gezebilirdik.
evimiz diyebilmek isterdim muhabbet kuşumuza kedimize köpeğimize balıklarımıza beraber isim vermek isterdim. seni sevmemin bir sebebi de bu zaten sen de hayvan seversin benim gibi.
sana gelip itiraf etmek istemez miyim ben? bilmeni istemez miyim seni böylesine seven biri var anlatmak istemez miyim? isterim..
ama gelin bir de şu yönden bakalım bu aşka;
bir yanda annen baban varken seçimi yapanlara çok imreniyorum. sensiz mutlu olabiliyorum ama annemsiz babamsız mutlu olamam. yapamam ben o seçimi...
kültürün verdiği yetkiye dayanarak girmiyorum hayatına.
evrenin değil ama insanlığın verdiği o mükemmel güç yüzünden yatamıyorum omuzunda.
öpemiyorum yanaklarını masumca , koklayamıyorum tenini .
sana yemek yapamıyorum ya bu da çok koyuyor bana.
sen başkalarının elini tutarken ben seni seviyorum ya bu yeter bana.