sözlük yazarlarının favori yazıları

entry147 galeri0
    26.
  1. Bir dilin bütün sözcüklerini kullansam seni tarif
    Edemeyeceğimi biliyorum. ulaşılmaz oldun hep; dokunmak
    Hissetmek ve dolu dolu yaşamak isterken seni, kocaman bir
    Yalnızlıktı payımıza düşen..

    Payıma düşen her şeyi erteledim. ama erteleyemediğim bir
    Şey vardı, sana benziyordu. su olsan dokunduğumda
    Bozulurdun, bozulmayan bir 'şey'din... gidilecek bir yer
    Olsa sonu olurdu, sonu olmayan bir 'şey'din... uykuda
    Görülecek bir rüya olsa uyanırdım, beni rüyamdan
    Uyandırmayacak bir 'şey'din... simsiyah saçların olsun
    istiyorum, ama bahtın değil..

    O gün seni gözlerinden, anafatma'dan, üç ırmağın
    Birleştiği yerinden öpeyim desem, aklına ırmaklar gelir
    Düşün ki yılan dağından aşağı iniyoruz ve dünyada sadece
    iki kişilik türkü kalmış, onu söylüyoruz. öyle
    Bir 'şey'sin sen... seni düşündükçe yoruluyorum desem
    Dünyanın en büyük yalanı olur. yalanım yok..

    Bu günden yarına ne kalır bilmem, ama sen kalırsın tıpkı
    Yatağı değişmeyen bir ırmak gibi..

    Yaşadıklarımız azdı, zamana sığmadık yaşamak isterken her
    Şeyi. bu gün şarkı söylüyorsam, o gün şarkı değil, şarkı
    Gibi seni yaşamak isterim..

    Halkıma benziyordun, bir yanın göç, bir yanın toprak
    Kokuyordu hep. gezmediğim yerin kalmadı, bazen yasaklandın
    Bana, bazen suç gibi boynumda taşıdım seni. yedi telli
    Sazımla bile tam anlatamadım. sen bir uçurum gülüydün
    Ellerimi her uzattığımda bin kırıkla geri döndüm
    Yasaların bile tanımlayamadığı bir 'şey'din sen
    Haritalara sığmazdın, her ülkede bir başka gülüyordun
    Uzundun, inceydin, dokunduğumda nereli olduğumu seninle
    Hatırlardım. bana hep kendimi hatırlatan bir 'şey'sin
    Sen..

    Uzaksın, yakınsın, özlenensiN ama bugün değil, yarın gibi
    Bir 'şey'sin sen..

    Bugün her şeyi değiştirmek için çabalarken, sen değişmeyen
    Olarak duruyorsun karşımda. kabul ediyorum. dünyaya bu
    Kalsın, ama sen bilme..

    Dünyada kaç iklim, kaç zulüm, kaç ölüm var? bir seni
    Bunların karşısına koymak nasıldır bilemezsin. bilme!
    Bugün her ölümle biraz ölürken, seni düşündükçe hayata
    Dönüyorum yeniden..

    Gecenin en karanlık yerindeyim, bir sigara ateşinin
    Aydınlattığı kadar ışık bile olsan, yine de istiyorum
    Seni. sadece benim seni anladığım, kimsenin unutmamak için
    Defterine not düşmediği, ama hayatımda hep bir dipnot
    Olarak kalan kendi yasaklarım gibi unutmuyorum seni..

    Dağları delmiyorum, inmek istiyorum oralardan. hepiniz
    Gibi aynada saçlarımı taramak, ''günaydın'' der gibi
    Sokağa fırlamak ve şarkı söylemek istiyorum sana..

    Adına aşk diyorlar, gelecek diyorlar... bana yetmiyor. her
    Şarkımda sana bir adım daha yaklaşmak istiyorum. bir başka
    Dilden seviyorum, kırmızıdan daha uzundur..

    Gelincikler gibi bir mevsim değil, dört iklim, köşe bucak
    Kim ne derse desin geri dönecek yerim yok, bir kentin
    Ortasında çığlık çığlığa bağırarak tek başına kalsam da
    Yine seviyorum seni..

    Bu bir suç duyurusudur, kendimi ihbar ediyorum..
    7 ...
  2. 27.
  3. tabi ki Oğuz Atay'ın tutunamayanlar adlı eserindeki en sevdiğim yazıdır.

    Kuruyup sararmış bir yaprak gibi parçalandı gözümde gece,
    Oradaydım; konuşmadım
    Ki -Konuşsam ihtilal olurdu ihanetime.
    …Ben ölüme aşkı anlatıyorum olric, kan ve kül yan ve öl.
    Sus olmuş beklerken duvarlara çarpa çarpa söndürebildiğim gözlerimdeki ışığın semenderi kim?
    Kim intihar eder bu gece,
    Ben yine yüzme bilmediğimi nereye kadar yüzdükten sonra hatırlar ve boğulurum.
    Hangi aşk iki çocuk taşır koynunda.
    Hangi gardırop saklar gidişlerimi hangi bavul toplar.
    Kan ve kül olric
    Ya ölelim bu akşam ya da içelim kalk hadi gel
    Kasıklarımı yıkıp geçen sel ol ya da çok artçılı bir deprem gözlerimde.
    Yüzün ki; sonbahara yatkın
    Yüzün ki; gözlerimde boğulmaktan korkuyor besbelli, mesela yüzün tenimin teninden şarampole yuvarlanmasının aynası.
    Yüzün pusula, hep yanlış yönleri gösteren.
    Yüzün; aynı anda iki kişiye satılmış aynı numara uçak bileti hep yere çakılan.
    Yüzün içimi içine alabilir mi olric? Yüzün aynı ilmikte sallanmayı göze alabilir mi?
    Gerçek aşk’sa, seni gerçek olandan yadsır ve vicdan azabından soyutlar olric,
    Bilmiyorsun ki yağmur her seferinde bulutu terk ediyor,
    Yağmur iki bulutu birbirine kavuşturup çıkıyor aradan her seferinde.
    Sen bak sen bil sen sev diye diye çiziliyor zeytin rengi akşamlar da zemheri ama devingen ela bir aşk portresi.
    Aşk bir savaştı aramızda olric
    Ve hep teslim alınmış sinirli bir aşk haliydi yaşadığımız,
    Hani bir susup bir konuşan bir gelip bir giden iki deli dalgaydık ayrı kıyılara vurup akrep ve semender kokan.
    Oysa ben Kendimi suç’a
    kendimi kir’e bular gibi seviyordum seni
    Temize çekmeye çalıştıkça hesap hesap terk eden sefil dokunuşlarla sen oluyordum.
    Her acıda geri dönüyordum aşk’a
    Tenini tenime bir cinayet filmi afişi gibi asıyordum.
    Okyanusun içinde yüzerken okyanusun tadının çıkarılmayacağını biliyordum
    Ve bu yüzden hep bir tepeden izliyordum seni olric.
    Oysa tutkuyla bileylenip darağacı kesilmiş bir cinayetti seninle sevişmemiz, Denizde boğulmuş bir balık.
    Tenim teninde saten boylu boyunca.
    Sen ateşle yürürsün semender,
    Ben ateş içinde kalırsam öldürürüm kendimi diye diye
    Can kırığı gövdelerimizden arta kalan çıt-kırıldım yitirmişliklerle gömüyorum yüzünü
    Çünkü aşk; hiç yetinmeyen bir sorgulamadır ve kalbine doğrultulmuş bir silahı göre göre gülümseyebilmektir olric.
    Ben acının medceziriyim sahibine hiç ulaşamayacak mektuplar yazan
    Ve kendisini ayna da seyreden bir aynayım en fazla, yansıttığı surete bakamayan.
    Ben onca yolculuğu onca gitmeyi ve bulmayı
    Ve egeyi ve denizde durup durulmayı sevdim.
    Sen öylece bakardın gözlerime suskun.
    Ben suskunluğun en biçimsiz hali,
    Ben suskunluğun en gereksiz gevezesi, o ne lal!
    Tüm harflerin bir araya geldiği görkem ben.
    Ben kilide denk gelen ama açamayan an’ım işte.
    Bu kadar fırtınayı nasıl taşıdım ben olric derken tam da O an da
    Aşk küfür gibi devrildi yüreğimize,
    Yüreğim kırık camlar ve sanki hiç kırılmayacak dolu bir kadeh gibi,
    Asi sevişmelerden öngörülmüş elde kalan somutluk gibi,
    Yani; karanlığın aydınlattığı gerçeğimize uyanmaktı aşk olric
    Duyuyor musun? Semender oluyor musun akrep için.
    Seni sürekli düşünüyorum semender.
    Yürürken, dururken, yola çıkarken, varken, yokken, uyanıp yataktan kalkarken.
    ikide bir düşünüyor olmalıyım ki sakladığım o tozlu raflardan kalkıp geldin en kuytularıma.
    Beni yeniden tanıdın ilk defa karşılaşıyormuşuz gibi.
    Ellerimi öptün koklayarak, dudaklarımı ısırdın.
    En sevdiğim yerinden, Sana dokunduğum o en içten yerinden yazıldın sen.
    Avuçlarında yakamozlarla uçtun mavi bir martı gibi.
    Ben aslında hep seni anlattım semender,
    Hep bu büyüyü anlattım büyüdükçe.
    Sen ki o olur olmaz sevişmelerimizdeki hep kısa çöpü çeken,
    Sen ki gözlerimde flu yel değirmenleri
    Sen ki bu şehirde bu şehri yitirmişliğim
    Sen ki anlamamak için direnen, biliyor musun aşk yetmez ki aşk’ı aşk’a alıştırmaya.
    Üzüm şarap nedir bilir mi olric?
    Sen Bu şehri, yanında aşk olmayan bir ayakla daha kaç kez dolaşabilirsin,
    Kaç kez mış gibi bakabilirsin göçük altından çıkmaya çalışan suretine.
    Aşk; yalnız çıktığın her yolda kendine geri getirdiğin bir haber gibi
    Dokunsan iki parmağının arasından kayıp düşecek kısa bir an kendine doğru.
    Çekilmiş ama bulanıklaşmış bir fotoğraf gibi görünümsüz.
    Hep alıp başını gitmek isteyip hep kalman gibi mesela
    Yüzünde hep bir hüzün barındırman gibi yüzünden habersiz.
    Kâğıt evler, evler içinde haps olmuş put kesilmiş heykeller ve ben yağmur yağdığında ağlardım.
    Renk değiştirirdim her damlasında.
    Seni dileyen bu kentte bozgun yiyip bütün iyi şarapları içerdim.
    iyiliklerine rağmen kalbim küfre sapardı. Kendimsiz kalırdım.
    Yüzüme hüzün çökerdi.
    O vakit; denizimde batan ve yanan cam kırığı kalbimi unutturmazdı ki hiçbir aşk ve hiçbir ayrılık.
    Beni sana çıkarmazdı ki bir yolun çizdiği iyi rüyalar.
    Kimse ama hiç kimse fark etmezdi ki hep gitmeye hazır bavulumu.
    Bavul gün gelir taşardı.
    Cayardı.
    Gözlerim hep aynı yere bakardı. Yüzüme hüzün çökerdi o vakit ağlardım.
    Söylesene olric
    Bir aşkın sende bıraktığı acının özgül ağırlığı kaçtı?
    Kaçtı senin olmayan ama senin sandığın hüznün toplamı.
    Kaç son durak
    Kaç ayak sesi sana doğru
    Kaç ölü kuş ve kaçtı bir yaprağın yeşilden sarıya özgül uzunluğu?
    Söylesene olric; suyun üzerine çizebilir misin beni rengârenk.
    içimde, bir kaya uğultusunun rüzgârı sarı bir yaprak düşürdü dün gece yüreğime
    Önce elim yandı.
    Önce bir yangın.
    Tenime dokundukça dillenen çocuksu gülüşüne benzer bir sarı ki yaşadıkça şaşkın yaşadıkça kımıldamadan bakan gözler bıraktım sana.
    Sana kalan; savaş sonrası gözünün önünde öldürülmüş annesinin kanıyla donup kalmış bir çocuk gözüdür en fazla.
    Şimdi, Aramızda yok yere bir nefret ikindisi,
    Aramızda yok yere bir hırçınlık birbirini bulamayan,
    Aramızda yok yere bir deniz daha.
    Dahası; sanki hiçbir şey olmamış gibi özen ve dikkatle sürdürüyorum her şeyi ağır ağır.
    Mesela; ağır ağır yürüyorum yolları
    Doya doya içiyorum suyu, sana kana kana!
    Ağır ağır kapatıyorum penceremi,
    Doya doya izliyorum sokak lambasının kaldırımlara vuran yansımasındaki yıldızları.
    Ağır ağır kokluyorum yağmur öncesini.
    Ağır ağır yağmur sonrası beliren kırgınlık oluyorum sana!
    Bazen en büyük aşklar da diğer bütün anlar gibi hiçliğe dönüşür, zaman akışından kopar olric
    Gün gelir herhangi bir rastlantının sonucunda iyi gömülmemiş bir ceset gibi canlanıverir yeniden.
    Tekrar alev almak için küçük bir rüzgâr bekleyen kor gibi nadasa yatar aşk.
    Bazen olağanüstü bir gelecek vaadi gibi, yerine asla getirilemeyecek ama yankısı “onları” hala tutsak eden bir vaat gibi verilir ve kalırsın.
    Gözyaşlarında yüzmeyi bilmezsin bazen ama bıçağın sapını da keskin kılanın gözlerinde ki aşk olduğunu bilirsin.
    Bazen yüz yüze gelecek birbirini tam anlamıyla tanıyacak zamanın olmasa da seversin olric.
    Her aşkta semenderini ararsın.
    3 ...
  4. 28.
  5. Biz Ne Yapıyoruz?

    Sürekli erteliyoruz.

    Anne-babamıza onları ne kadar çok sevdiğimizi söylemiyoruz, sıkıca sarılmıyoruz. iş, para, kariyer diye gözümüz dönmüş, sevgilimizi haftada bir gün zor görüyoruz.

    Eşimizle çıkacağımız tatili 28'nci kere planlıyoruz, 29'uncuda da gitmeyeceğimizi biliyoruz. Bebek istiyoruz ama "kendimize layık" eş bulamıyoruz. Bulduklarımızı kısa süre sonra diğerlerinin yanına "rafa kaldırıyoruz".

    Reddedilmekten korkup, "seni seviyorum" diyemiyoruz. Arkadaşlarımızla randevularımızı "öncelikli ertelenebilecekler" listesine koyuyoruz. Aldatıyoruz, aldatılıyoruz ve "başkasını bulamam" diye yalanlarla yaşıyoruz.

    işsiz kalan arkadaşlarımızı arayıp, sormuyoruz. Karanlık kış günlerinin ardından parıldayan güneşi, plaza camlarının arkasından izliyoruz. Yağlı, kızarmış, kanserojen demeden, bilerek ve isteyerek "habire" yiyoruz. Her pazartesi rejime başlayıp, salı sabahı bırakıyoruz.

    Sigara dumanını oksijenden daha büyük bir zevk duyarak ama "bırakmalıyım" diyerek içimize çekiyoruz. Kahve, çay, çikolata tüketiminden vazgeçmeyip selülit kremlerine ve mide haplarına servetimizi yatırıyoruz. Spor salonlarının broşürlerini arşivleyip, "işten güçten, bir türlü" gidemiyoruz.

    Evimizi kitap doldurup hiçbirini okumuyoruz. Diş ağrısından ölüyoruz, gözlerimiz doğru dürüst görmüyor, doktora gitmiyoruz. Bizden sonrakiler için yalnızca "tıklayıp" bir agaç dikmiyoruz. ihtiyaç duyan bir çocuğu okutmuyoruz. Nefret ettiğimiz işimize "para" için devam edip, seveceğimiz bir iş arayışına girmiyoruz.

    Sözylesenize bana; biz ne yapıyoruz?
    Can Dündar
    4 ...
  6. 29.
  7. Yollarım kırık. Bir saat önümü görecek kadar netlik yok, gözlerim puslu. Hedeflediğim şeyler polise yakalanmamak için sürekli yer ve kılık değiştiren katiller gibi. Cesaretimi Prometheus cesaretimi kaçırdı, iki gram kokain fidye istedi. Koşarken düşürdü. Kırıldı cesaretim. Yolda buldum, onardım. Yılgınlık ve kanla yapıştırdım çatlaklarını. Sonra bir Anka geldi, onu yemek istedi. Yaralandı cesaretim yapıştırdığım bütün yerlerinden. Yerden topladım, insanlardan, varlıklardan, kavramlardan ve inançlardan kaçarken, bir kadına ayağım takıldı, düştüm. Cesaretim de düştü elimden yere, tuz buz oldu. içinden korkularım çıktı, serbest kaldı. Titredim. Gidip şarap içtim yüksek sayılabilecek dağlarda, öfkelendim, tanrıya kızdım, bağırdım. Dedim ki; "Aşağı in ve şu hayatımı sen yaşa."

    Sonra ne yapacağımı bilemedim. Bilemiyorum. Bilmemeye devam ediyorum bilinmezlik içinde.

    Batuhan Dedde
    2 ...
  8. 30.
  9. --spoiler--
    Her zamankinden farksız bir sabahtı. inanılmaz bir rüzgar vardı dışarıda. incede bir yağmur başlamıştı. Hafif bir kahvaltı için oturmuş, kahvemi koymuş, kibrit kutusu büyüklüğündeki beyaz peynirden yiyordum. Kahve ister misin? dedim, istedi.

    Kahvesini aldı, yanımdaki sandalyeye oturdu. Yağmuru ve bir türlü gelemeyen baharı dinliyordu. Önümde duran çilek reçeline meyil ettim. Kaşıkla az bişey aldım. Kaşığı ağzıma götürürken, boynuma reçel damladı. Ben kaşıkla almak için hamle yaptım, elimi tuttu, kenara itti. Gözlerimin içine baktı, zamanı bekletti. işaret parmağının ucuyla, reçeli boynumdaki çukurdan sıyırdı. Dudaklarıma götürdü. Yavaşça reçeli dudaklarıma yaydı. Kalanı yavaşça kendi dudaklarına sürdü. Eliyle dudaklarımı ıslattı. Reçeli tattı. Yağmur hızlandı, rüzgara karıştı. Bana doğru döndü, başını bana doğru eğdi, dudaklarını benimkilere değdirdi. Hafifçe dudaklarımdaki reçeli tattı, bende onun dudaklarını tattım. Dudaklarını geri çekmeden önce, elinin ucuyla son kez dokundu dilime. Dudaklarımı yaladı. Ayağa kalktı, beyaz gömleğinin eteği içindeki kısmını çıkardı. Düğmelerini açmadan gönleğini göğüsüne kadar sıyırdı, sütyen giymemişti. Beni kendine döndürdü, yavaşça tişörtümü sıyırdı, kucağıma oturdu. Yavaşça, usulca dilini dilime değdirdi. Göğüs uçları göğüsüme değdi, eteğini sıyırdı. Sonra;noldu? dedi.

    +Noldu?

    -Erken boşaldım.

    --spoiler--
    3 ...
  10. 31.
  11. Aslında en sevdiğimin dışında, beni en çok duygulandıran bir yazı var, bir mektup.

    Zannımca gelmiş geçmiş en baba rock starı'nın Kurt cobain'in intihar mektubu,

    Boddah'a Hitafen;

    Daha çocukça şikayetleri olan, tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak... Bu bayağı kolay anlaşılabilir bir not olmalı. Yıllar boyunca, diyelim ki, cemiyetimizin serbestliği ve benimsemesi ile ilgili ahlak punk rock 101 derslerinden alınan şikayetlerin ne kadar doğru olduğu kanıtlanmaktadır. Çok uzun zamandır okuyup, yazmakla brisket dinlemekten, yaratmaktan da olduğu gibi heyecan almadım. Bunlar için kelimelerle anlatılamayacak bir suçluluk duyuyorum.

    Mesela sahne arkasındayken ve ışıklar sönüp kalabalığın çılgın tezahüratı başladığında, beni hayran olduğum ve kıskandığım Freddy Mercury'ye olduğu gibi etkilemedi. Gerçek şu ki sizi aptal yerine koyamam hiçbirinizi. Aklıma gelen en kötü suç, insanlara karşı sahtekarlık yapıp yüzde yüz eğleniyormuşum gibi görünerek dolap çevirmektir. Bazen sahneye çıkmadan önce mesai makinesine kart zımbalayacak gibi oluyorum. Gücümün yettiğince buna değer vermek için her şeyi denedim ve deniyorum. Tanrim, inan bana deniyorum ama bu yeterli olmuyor. Benim ve bizim birçok insanı etkilediğimiz ve eğlendirdiğimiz gerçeğine saygı duyuyorum. Elden kaybolduktan sonra kıymet veren biri o narsisistlerden biri olur. Ben çok hassasım. Bir zamanlar bir çocukken sahip olduğum hevesi yeniden kazanmak için biraz uyuşmaya ihtiyacım var. Son 3 turumuzda şahsen tanıdıklarıma ve müziğimin hayranı olan tüm insanlara çok değer verdim ama hala herkes için beslediğim öfke, suçluluk ve anlayışı aşamadım.

    Hepimizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çok ki bu beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen bir balık burcu, isa oğlum!ihtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi çok fazla hatırlatan bir kızım. Sevgi, neşe dolu, her gördüğü insanı öpüyor çünkü herkes çok iyidir ve ona zarar vermez! Frances'in üzgün, kendine zarar veren ölü bir rocker olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum.

    iyi yapıyorum, çok iyi ve minnettarım, ama yedi yaşından beri insanlara karşı genel bir nefret duydum. Sırf insanlarla iyi geçinmek için ve anlayış sahibi olmak kolay görünüyor diye. Anlayış! Sanırım sadece insanların çok sevdiğim ve onlara çok üzüldüğüm için. Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilgileriniz için hepinize teşekkür ediyorum. Ben çok kararsız, ümitsizim. Artık eski tutkum yok ve şunu hatırla, sönüp gitmektense yanmak daha iyidir.

    Barış,
    sevgi,
    anlayış...
    Frances ve Courtney sunağınızda olacağım.
    Lütfen devam et Courtney
    Frances için
    Hayatı çok daha mutlu olacak bensiz..
    Sizi seviyorum sizi seviyorum "
    2 ...
  12. 32.
  13. Sen aşkın ne demek olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?…
    Çooook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu… Ve onu herhalde çok kucakladın… Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam genç olursa…
    Yahut sevgilin seni sevmiyordu… O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?… Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?…
    Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak senin için o kadar güç olmamıştır. insan evvel’ kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.
    Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüye sevdin, ve bu böyle gidiyor. Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek mi dir?…
    Çırılçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musunuz?…
    Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu?
    Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle bağırabilir misiniz?
    Aşk sana bunları yaptırabilir mi? işte o zaman sana seviyorsun derim…
    Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekala, ikincisi ne? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?… Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?… Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır: kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun…

    SABAHATTiN ALi-DEĞiRMEN
    2 ...
  14. 33.
  15. “Sordukları zaman bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin ”medeni durum” dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil.Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böyle saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzene erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki… Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. iyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. istediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. iş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.”
    tezer özlü
    1 ...
  16. 34.
  17. en sevdiği yazı değil ama; buraya, bu yazılardan sonra yakışacağını düşünüyorum .

    --spoiler--
    spoiler kullanmayi bilmeyen 1000 tane adam bulabilirim burda.. valla!

    allah muhafaza izledigim dizilerle ilgili yorumlari okumak icin ek$i'ye degil de buraya girsem, kesin 3-5 yazara ozel mesaj yoluyla ana-avrat-sulale kayar uyeligimi falan kaybederim!

    su andan itibaren karar verdim, spoiler yazarken spoiler uyarisi koymadigini gordugum her uyeyi (yazarmis, peh!!) birebir mesajla uyaricam. hele ki izlemedigim bi bolumle ilgili spoiler falan vermisse uyarmakla kalmayip bir buket de yarrak gondericem kendisine!

    bilmiyorsaniz ogrenin amina koyim; (bkz: spoiler)
    --spoiler--
    2 ...
  18. 35.
  19. Büyük bir bilgisayar firmasının genel müdürü, bilgisayar fuarında kendi standının bir işiyle uğraşırken
    telaşlı bir baba sokulur yanına...
    "Kardeş bakar mısınız," der, tezgâhtar sandığı genel müdüre.
    "Çocuğuma bir bilgisayar almak istiyorum. Hangi modeli tavsiye edersiniz? Ram'i kaç olsun? Hafızası kaç gigabayt olursa iyidir? CD okuyucusu recordable olursa daha iyi olur mu? Ekran kartı kaç megabayt olursa iyi sonuç alırız?
    Bu modeli ileride update edebilir miyiz?" Bilgisayar firmasının müdürü, nefes almadan konuşan ve isteklerini ardı ardına sıralayan baba sözünü bitirince araya girer...
    "Çocuğunuz kaç yaşında?"
    "On bir."
    "Siz ona en iyisi gidin bir bisiklet alin beyefendi."
    Ne zaman satanizmin pençesine düşüp intihar eden gençlerin haberini okusam gazetelerde, hep bu öykü gelir aklıma.
    Bilgi amacı ile kullanılmayan bilgisayarların insan üzerine tahribatından kuşkulanırım hep.
    Bu kez de öyle oldu zaten. Çocuklarını ortalıkta patırtı yapmasınlar diye dört - beş yaşlarında bilgisayarın önüne
    oturtan anne ve babalar, onlara artık bir bilgisayar oyunu kadar uzak kaldıklarını çok geç fark ettiler bence.
    Potansiyel katil yetiştiren Doom oyunlarının, kötü ile iyiyi ayırmaktan yoksun taze beyinlere şeytan veya kurban olmayı öğütleyen fantastik interaktif safsataların, büyücüler, cadılar, efsunlu yüzüklerden ibaret saçma sapan Hollywood yapımlarının o güzelim kuşağı gelip koyduğu yer elbette ki bir uçurumun kıyısı olacaktı.
    Üstelik en eğitimlilerin arasından çıktı bu intiharlar.
    Ve çok şaşırdı anneler babalar. Oysa o okula girebilmek için yıllarca bir tek şey öğrettiler çocuklarına:
    "Bilgisayarının başına otur ve diğerlerini parçalamayı öğren.
    Eğer test sınavlarında senin yaşındaki 10 arkadaşını elersen, yani 10 arkadaşının hayatini kaydırabilirsen,
    onları mahvedersen yabancı dille eğitim yapan o okullara girebilirsin... Mutlu olmak için 10 kişiyi mutsuz etmen lazım
    çocuğum." Böyle hazırladılar çocuklarını hayata. "Parçala, yok et ve öldür..." Yok et arkadaşlarını. Öldüremediklerini de intihara teşvik et... Öldürdüğün sürece hayatta kalırsın evlat.
    Mutluluk sadece ve sadece basaridir. Oysa bir çocuğun mutlu olması için oyunları, bebeği, futbol topu ve bir bisiklet yeter...
    Bir bisiklet bazen daha çok şey öğretir çocuğa.
    Ama aileler arasında insan yetiştirmek yerine sınavları birer birer kazanan bir robot yetiştirme eğilimi daha çok ağır basıyor. Onları ağaç seven, deniz seven, kuş seven, doğa seven birer çocuk olarak yetiştirmek yerine onlardan test hocasını sevmelerini istiyoruz nedense.
    Oysa düşünsenize; sadece hayvan sevgisi aşılasanız bile kedilerin katledildiği aptal aptal satanist ayinlerden
    uzak durur çocuğunuz. Sadece bir kedi sevgisi... Mırıl mırıl bir kedi sesi, gürül gürül akan bir hayat olur...
    Kumsala vuran deniz yıldızlarını kurtarmak için onları birer birer denize atan çocuğa "Kumsalda milyonlarca deniz yıldızı var. Ne fark eder ki" diye sorduklarında, denize fırlattığı deniz yıldızını göstererek "Bunun için çok şey fark edecek" demek için, dolaşılan kumsallarda hiçbir zaman "Game Over" yazmaz kumların üzerinde...

    "Game Over..."
    Can Dündar
    4 ...
  20. 36.
  21. Adam olmak başka bir şeydir, kimlikle eş değer değildir. Adının Ali, Veli olması adam olunduğuna delalette değildir. Adamlık uzuvlarla da alakalı değildir; Adam olmak her şeyden önce insanlık gerektirir.
    Ağız alışkanlığından dolayı halk arasında herkese adam denir; Aspirin'in her ağrıya iyi geldiği gibi ezberdir. Ama Ayşe, Mehmet'ten daha da adam olabilir.
    Adam kalmadı diyenlere inat; inanmıyorum ortalarda adam kalmadığına ve inanmıyorum son adamların da sevdiği kadın için, inandığı doğrular için savaşan, çırpınan Türk filmlerinde ki jönlerle son bulduğuna.
    Ki çok adamlar var ortalarda; yoksa çivisi çıktığı halde; ayakta kalır mıydı bu yavşak dünya?
    Bir elinin verdiğini diğerinin görmediği, insanlar var hala, gözyaşı akıtabilen bu dünyada!
    Dünyanın dönüyor olması insanları bu yönde etkilememeli, insanlar sözlerinden dönmek için dünyanın dönüyor olmasını kendisine yol etmemeli.
    Oysa çocuklardan bile alınacak ne çok ders var, mesela paylaşmak onlardan, insanlara saygı; birbirine saygı gösteren Güneş ile Ay'dan; öğrenilebilir güzel şeyler de bu dünyadan.
    Boşverin leyla ile Mecnun'u onlar aşkın öteki hali, o kadar büyük olmasa da sevdalarımız; ama sevişmek için de olmamalı seviyorumlarımız.
    Ali'nin ata baktığı, Oya'nın top attığı kadar masum olmasa da şimdi ki anlarımız; yine de masum kalmalı bir yanımız.
    (Cihad KÖK)
    1 ...
  22. 37.
  23. italik yazıları çok severim. birde altı çizili ve kabarık oldu mu ohh miss. bir diğer özelliğide 100 karakteri aşmış olması tabi çünkü karakter sınırı işi baya bozmaya başladı.
    1 ...
  24. 38.
  25. Tanıdığın en olumlu insan kendin ol.- içten ve samimi ol, her zaman (sesin titrese bile) gerçekleri söyle.- Zamanında olman gereken yerde ol, geç kalma. - Lütfen demeyi ve teşekkür etmeyi ihmal etme.- Yapabileceklerinin altında söz ver, fazlasını yap.- insanları onları ilk gördüğünden daha iyi bir durumda bırak.
    - Arkadaş canlısı ve şevkatli ol.- Birinci sınıf bir dinleyici ol.- Diğer insanlara karşı tutkulu bir şekilde ilgili ol.- Yüzünde gülümse eksik olmasın.Katılmamak elde değil ancak bunlar (bu sıralama ile yazıldığı haliyle) benim değil, o meşhur Ferrari?sini Satan Bilge?nin, Robin Sharma?nın lafları.insanlar çalıştıkları şirketlerinde pozisyonları veya ünvanları ne olursa olsun, ?liderlik davranışı? sergileyebilirler. Bunun için önerdiği dört taktik var:1.) Kendinize ait kişisel bir felsefeniz (nasıl bir kişi olmak istediğiniz) ve net hedefleriniz olsun. Bunları yazın, haftada bir okuyun.2.) Günün en zorlu işi, sabah yapacağınız ilk işiniz olsun.3.) Her gün düzenli olarak en az %1?lik bir ilerleme sağlayın.4.) Düşünmek için kendinize zaman yaratın. Sabahları bir saat erken kalkın (3 hafta sonra alışırsınız).Kişisel felsefeniz, değerleriniz ve hedeflerinizi bulmanıza yardımcı olmak için şu soruyu cevabı tükenene kadar tekrar tekrar sorup, her defasında da ayrı cevaplar vermenizi istiyor:- ?Hayatındaki en önemli şey ne??Daha sonra aynı şeyi şu 2 soru için de yapmanız gerekiyor:- ?Hayatımda gelişmesi gereken şey ne??- ?En çok neyi yapmaktan pişmanlık duyuyorsun??Bu üç soruluk çalışmayı yapmanın en ideal yolu başka bir kişi ile karşılıklı birer sandalyede ve diz dize, göz göze oturarak yapmak. Karşınızdaki aynı soruyu size defalarca (siz artık farklı bir cevap bulamayıncaya kadar) soracak. Gözlerinizi karşınızdaki kişinin gözlerinden kaçırmadan bunu yapabilmek o kadar kolay değil. Deneyin, işe yarar bir çalışma.1.000 kişi ile yapılan bir araştırmada insanların en fazla ?pişmanlık? duyduğu üç şey şöyle sıralanmış:1.) Keşke daha fazla dinlenmek için vakit ayırabilseydim.2.) Keşke kendimi (duygularımı, değerlerimi, ?) daha iyi ifade edebilseydim.3.) Keşke daha fazla sevgiyle dolu ilişkiler kurabilseydim.Yukarıdaki diz dize, göz göze yöntemiyle olmasa dahi, cevaplarını sürekli gözden geçirmemiz gereken üç başka soru da:- Ne olmak istiyorsun? (Öldükten sonra nasıl anılmak isterdin kapsamında)- Hayattaki en büyük korkuların ne?- Başarısız olmayacağını önceden bilme şansın olsaydı ne iş yapmak isterdin?Kendi hedeflerinizi belirlerken olumlu referans noktaları belirlemek, daha önceden kendimizde göremediğimiz potansiyelin açığa çıkmasını sağlar. Eğer referans noktalarınızı dünya ölçeğinden seçerseniz de, umutsuz anlarınızda dahi bu referanslar size güç verecektir:- Çocuklarımız: Koşulsuz sevgi ve sınırsız merak- Lance Armstrong: Sebat etme ve direnme gücü- Richard Branson: Hayatın her anını dolu dolu yaşamak- Madonna: Kendini yeniden keşif etmek- Peter Drucker: Hayat boyu öğrenmeyi sürdürmek- Nelson Mandela: Cesaret ve insanlıkçı olabilmekLiderlik sizle başlar. Yani kendinizle?- Verdiğiniz sözleri tutun. Yaptığınız işte çok iyi olun ki, sizi umursamamazlık yapamasınlar. Fark yaratın.- Günlük ufak da olsa büyük işler için aksiyon alın.- Size ters gelen, kabul etmekte zorlandığınız işlerden kaçmayın, üzerine üzerine gidin. Gelişim ile beraber değişimi de içselleştirin. insanoğlunun en mutlu olduğu anlar büyüdüklerini, yani geliştiklerini gördükleri zamanlardır.- Aç kalın. Başarı kadar başarısızlığı davet eden başka bir şey yoktur. Başarılı oldukça açlık seviyeniz de artsın.- Yapabileceklerinizin altında söz verin, fazlasını yapın. O ekstra kilometreyi gitmekten kaçınmayın. Sonuçta insanlara beklediklerinden daha fazlasını verin.Bunlar da ?başarı? için verdiği taktikler:- Sabahları erken kalkın. Mesela 4?de veya 5?te. ilk yarım saati kendinize ayırın. Kahve eşliğinde sessiz bir ortamda gününüzü planlayıp kişisel hedeflerinizle karşılaştırın. Kitap okuyun, düşünün. Bu yarım saat kutsal zamandır.- Sağlığınızı birinci öncelik yapın. Düzenli spor yapın; sağlıklı yemekler (yağsız, bol sebze, bol su ve vitamin takviyesi) yiyin. Kısaca, sağlığınızı birinci öncelik yapmak için kalp krizi geçirmeyi beklemeyin.- Sağlıktan sonra en önemli öncelik aile. Özellikle çocuklarınızla kaliteli vakit geçirin, onları tanıyın.- Hayattaki en önemli amacınız ne ise her gün onun için mutlaka birşeyler yapın.- Her gün sonunda o günü değerlendirin. Hedeflerinizi gözden geçirin.Zor ve pek de keyif almadığınız bir iş yapıyorsanız (mesela bir alışkanlığınızı değiştirmek, bir korkunuzu yenmek gibi) kendinize en azından 30 günlük bir süre tanıyın. Her gün %1?lik bir aşama kaydedin. Bu bir ayda %30 demek. %1 zaman içinde mutlaka galip gelir.Hayatta hayal ettiğimiz ?değişiklikleri? yapmamıza engel olan dört faktör var:- Korku: Bilinenin bilinmeyene olan üstünlüğü. Korktuğun şey neyse, artık korkmayana kadar onun üstüne git.- Başarısızlık: Başarısız olmak istemediğimiz için denemeye dahi kalkışmamak. Oysa en büyük başarısızlık denemeyi başaramamak.- Unutmak: Kitaplardan veya seminerlerden öğrenip heyecan duyduğumuz konuları günlük hayatın karmaşası içinde unutma eğiliminde olmak. Öğrendiğimiz en değerli şeyleri yazarak sürekli görebileceğimiz yerlere asmak bir çözüm olabilir.- inanç eksikliği: Çoğu kişide kişisel gelişim konularına karşı alaycı bir tutum var. Bu belki de çocukluk yaşlarında yaşanan bazı başarısızlıklardan kaynaklanıyor olabilir. Oysa başarıya giden yol başarısızlıklardan ve risk almaktan geçiyor.Ve şimdi de sırada ?mutlu olma? sırları var:- Yeni bir araba sizi sadece birkaç hafta mutlu eder. Yeni bir ev bir kaç ay. Gerçek mutluluğun anahtarı ?hizmetkarlıkta.? Diğer insanlara ?yardım? etmekte. Aldıklarımızın değil, verdiklerimizin üzerine inşa edilen bir hayat gerçek mutluluğu getirir.- Hayatı kendi değer ve kurallarınla yaşa. Kendi yarışını koş. Rüyalarına karşı saygılı ol.- Ünvansız yaşamayı öğren. (Bu arada bir arkadaşının verdiği kartvizit onu çok etkilemiş, kartında isminin altında ünvan olarak ?Human Being? [insanoğlu] yazıyormuş.)- Para kazanmanın kötü bir yanı yok. Ancak para birinci önceliğe çıktığında, sen basamakların en üstüne çıksan bile içinde bir boşluk, eksiklik hissedersin. Kimse mezarda senin ne kadar zengin olduğunla ilgilenmez.En büyük risk, risk almamaktır.Harcanacak en kötü şey ise hayatın kendisi. Sen doğduğunda ağlarken, bizler gülüyorduk. Öyle bir hayat yaşa ki, öldüğünde sen gülerken dünya ağlasın.
    2 ...
  26. 39.
  27. Bir insanı Unutmak Zorunda Kaldınmı Hiç ?
    bir insandan vazgeçmek,
    bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda
    kaldin mi hiç?
    Hani ölmüs gibi,
    hani uzatsan da elini tutamayacagini bilmek gibi,
    her an kapindan içeri gülümseyerek girecegini bekleyip
    ama aslinda hiç gelemeyecegini de bilmen gibi.
    Ne zor sey degil mi ölmedigini bilmek ,
    ama ölmüs gibi ulasilmaz olmasi artik o insanin sana,
    ne kadar katlanilmaz bir gerçek degil mi
    sen hala bu kadar sevgili iken?
    Özlemek,
    bu kadar özlemek,
    etini kemigini yakarcasina özlemek...
    çok kötü degil mi?
    Bu kadar özleyip onu görememek,
    ona dokunamamak,
    onu isitememek ,
    artik sonunun "Pi" hali degil mi?
    Biliyorsun degil mi?
    Ne kadar umutsuz bir arayistir o,
    kalabalik caddede geçen binlerce yüze bakmak
    belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
    belki biraz önce geçti bu kaldirimdan diye düsünmek,
    belki su an arkamda yürüyen insanlarin içinde bir
    yerde demek,
    belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar
    yasamak
    ne zordur degil mi?
    Ne kadar eritir insani farketmeden.
    Sende biliyorsun degil mi bunlari.?
    Bir sinema koltugunda sende iki kisi gibi oturdun mu
    hiç?
    Hiç iki kisi gibi zevk aldin mi bir konserden yalniz basina.
    Güzel bir kafe kesfettiginde,
    güzel bir film seyrettiginde,
    güzel bir sarki dinlediginde
    güzellikleri oraninda eksik kaldiklarini hissettin mi
    paylasamadigin
    için
    onunla.
    Bir barin kalabaliginda hiç yarim vücudunla sallandin
    mi ortada?
    Hiç iki kisilik beyninle yarim insan olabildin mi?
    Baktiginda aynana sadece yüzünün bir yarisini gördügün
    oldu mu hiç?
    Sana hayatindaki en büyük yoksunlugu yasatandan
    nefret edemedigin zamanlar oldu mu hiç?
    Gözünün içine baka baka kolunu bacagini kesen bir
    insanin yüzüne
    sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlar
    oldu mu hiç?
    Hayatta inandigin bütün degerlerini altüst eden
    birisine ask siirleri
    yazabildin mi?
    Onu içinde korumanin seni yok etmek oldugu zamanlara
    feda oldun mu hiç?
    içinde aglayan çocuga umut sarkilari söyleyemedigin,
    özlemini,
    susuzlugunu,
    açligini gideremedigin zamanlar oldu mu hiç?
    Kanayan yarasini gördügün
    ama merhem olamadigin zamanlar.
    Gücünün,
    hani o tanrisal gücünün
    bir çocugun aglamasini susturamayacak kadar oldugunu
    gördügün zamanlar
    oldu mu hiç?
    Hiiiiiiiç....
    Hiiç...
    hiç...
    bir hiç...
    Can Dündar
    4 ...
  28. 40.
  29. 41.
  30. bayağı eğlendik konserde, avazımız çıktığı kadar şarkılara eşlik ettik.

    konserin sonuna gelmek üzereydik. sırtı bana doğru dönük durumda iki kolumun arasındaydı.
    kürek kemikleri göğsüme batıyordu arkasına yaslandığında.
    yüzünün önüne düşen saçları yanlara doğru topluyordum ara sıra, bazen de yüzümü sigara kokusu sinmiş saçlarına yaslıyordum. saçlarının yanaklarımda bıraktığı o doku çok hoşuma gidiyordu. yanağına, boynuna, ensesine, omuzlarına, çıplak gördüğüm her yerine öpücükler konduruyordum aralıklarla.
    ilginçtir, dudaklarını öpmek istemiyordum, yüzünü görmek de.
    onun yerinde başkasının olmasını istiyordum herhalde.
    yüzünü görünce ya da dudaklarının tadını alınca o olmadığını anlayacaktım belki de.

    konser bitti ve dışarı çıktık.
    buz gibi ankara havasında birer sigara yaktık.
    beni evime bırakır mısın dedi.
    yalandan bir soruydu bu, ikimizde biliyorduk eve gitmek istemediğini.

    "st.patrick almıştım dün, onu tüketelim bence" dedim, kırmızı şaraba hayır diyemeyeceğini bilerek.
    "bir kadeh ama söz di mi, sonra evime bırakacaksın beni".
    güldüm sadece, bir şey demedim.

    kız olmak zor gerçekten diye düşündüm sadece.
    gerçek hislerini hep onun zıttı şeylere refere ederek anlatmaya çalışmak.
    tüm arzularını belli belirsiz işaretlerle etrafa salmak.
    işaretlerden anlıyorsanız, tüm erkek cinsi içerisinde çok farklı bir yerde oluyorsunuz hiç şüphesiz. kadınların dilinden anlamayan tonlarca hemcinsiniz, şu an dertli dertli rakının gözüne vurmuşken, siz türünün en güzellerinden birinin şu an yanında, birazdan üzerinde, daha sonra da arkasında ama hep içinde olabiliyorsunuz. erkeklik gururunu bundan daha fazla okşayan bir durum olabilir mi?

    neyse, eve geldik işte.
    kocaman, pofuduk minderlerin üstüne attık kendimizi.
    şarabı içerken ilk kez gözlerine dikkatli baktım.
    neden daha önce gözlerine bakmaktan kaçındığım da dank etti o zaman kafama.

    tüm yaşadıklarına rağmen hala bir erkeğe güvenmek istiyordu. sarılsın sımsıkı bırakmasın vesaire vesaire.

    sonra gelecek bir kaç hafta boyunca yaşayacaklarımızı düşündüm.
    az sonra öpüşeceğiz, on dakika sonra yataktayız.
    sabah uyandığımızda "aşkım" demeye başlayacağız birbirimize.
    öyle hissedip hissetmediğimizi bildiğimiz halde "seni seviyorum" diyeceğiz.
    iki hafta sonra aslında yanında olmak istediğimiz insanın başkası olduğunu anlamaya başlayacağız ve sırf bunun yarattığı sinirden birbirimizi yiyip duracağız. yine bir kaç hafta sevişmeye devam edeceğiz, yanında olmak istediğimiz insanın yerine koyarak birbirimizi.
    sonra birimiz çekip gidecek ve diğeri yine tüm karşı cinse olan tüm güvenini, umudunu kaybedecek.

    erkeklere zaten çok az kalmış olan güveni yerinde kalsın dedim içimden.

    yaklaştım hafifçe yüzüne, dudakları hafif aralıktı, gözleri kısık, nefes alış verişi hızlanmaya başlamıştı. dudakları yerine saçlarına gitti dudaklarım. yanaklarımı yasladım birazcık daha saçlarına, kulağına eğildim ve "seni evine bırakayım, geç oldu" dedim.

    yanımdan uzaklaştı hafif, ilk kez gözlerini dikti bana, sanki düşmanıymışım gibi.
    "kendim giderim" dedi ve çantasını aldı, kapıyı vurdu ve gitti.

    düşmanı zannettiği adam karşı cinsten tek kurtarıcısıydı hayatı boyunca rastlayabileceği, ama anlamadı bunu elbette.
    kırılmış gururunu başka erkekleri memnun ederek tamir etmeye çalıştı yine.
    her seferinde gururunun da kalbinin de daha da yaralandığını fark etmeden.

    günümüz kızlarının durumunu anlatmaktadır.
    9 ...
  31. 42.
  32. Azrail bile ayağıma geliyorken sen neyin tribindesin kızım?

    Rampaların ustası gözlerinin hastasıyım.
    1 ...
  33. 43.
  34. Kış aslında iki kişilik bir mevsimdir. Uyku kokan yorganlar, birbirine karışan rüyalar, sayıklamalarla uyandırdığın biri ve onun gecenin ortasında gülen yüzü.. Bu sokulmanın mevsimi. Eskiden pazarlarda satılan civcivler gibi, kemikler, eklemler birbirine geçmeli. Kış: Bir insanın başka bir insan için yapıldığının delili.
    2 ...
  35. 44.
  36. Bir karınca kavanoza düşmüş ve kavanozun başına bir insan gelmiş, kavanozun içinden çıkmaya çalışan karıncayı görmüş ve onu ezerek öldürmüş.
    Bir karınca kavanoza düşmüş ve kavanozun başına bir insan gelmiş, kavanozun içinden çımaya çalışan karıncayı görmüş ve ona sen burada yaşa deyip oradan uzaklaşmış.
    Bir karınca kavanoza düşmüş ve kavanozun başına bir insan gelmiş, kavanozun içinden çımaya çalışan karıncayı görmüş ve birazdan bir kaşık toz şekerle geri dönmüş şekeri kavanoza dökmüş ve bu şekeri ye güçlenirsin belki o zamana kadar kavanozdan çıkacak bir yol bulursun kendine demiş.
    Bu üç olayda karıncayı ezerek öldürene CiMRi, onu kavanozda gördükten sonra hiçbir şey yapmayana HOŞGÖRÜ ve ona bir kaşık şeker dökene de SEVGi diyorlar. Bazen televizyonlarda söyle olaylarla karşılaşırız annesi ölmüş kediyi köpek sahiplendi ve onu besliyor. Biliyoruz ki kedi ve köpeğin yıllardır süren bir düşmanlıkları var peki bu nasıl oluyor. Köpek nasıl düşmanı olan kediyi sahiplenir ki. Bizler çevremizde olan olaylarda ya da kurduğumuz ilişkilerde nasıl bir yol izliyoruz. Sıkıntısı olan bir arkadaşımız olduğunda ona yardımcı olmaya çalışıyor muyuz? Sevmediğimiz bir insanın başına kötü bir olay geldiğinde örneğin trafik kazası geçirmiş ve kan lazım bizim kan grubumuz ona uyuyor gidip kan veriyor muyuz? Günümüzün en büyük sorunlarından biri insanlar sevgilerini paylaşmaktan kaçınmalarıdır. Belki ilk örnekte olduğu gibi karıncayı ezmiyorlar ama ona şekerde vermiyorlar. Hoşgörü gösterip oradan uzaklaşıyorlar ve bu gösterdikleri hoş görü çoğu zaman karşımızdaki insana hiçbir fayda sağlamamakta ve onun kötü durumunu düzeltmemektedir. Sevgi paylaştıkça artan ender şeylerdendir. Hatta tekdir.
    4 ...
  37. 45.
  38. ilk kez ruh hastası bir orospu çocuğuyla karşılaşmamla eve bir ayna almam aynı güne denk geldi. Farkına varamadım. Babam, yüzümü okşadığında 17 yaşındaydım. Yumruğuyla sevmişti yüzümü. O kadar coşkulu bir sevmeydi ki bu, kanadı suratım. Dayanamadı. Annem de her daim yüzüme çarptı bir takım şeyleri. Sonra hastalıklı tavırlarım başladı... Kendime çok zarar verdim. Aynı zaman da çok da sevdim. insanlar özellikle. Onlar da bana zarar verdiler. Onlar beni hiç sevmediler. Şiddet birikti içimde. Hırsımı camlardan aldım, duvarlardan aldım, üzerimdeki bir tişörtten aldım. Hastalık kondurdular üzerime. Kaybettim. Beni ilk kez kuyuya attıklarında on altıncı yaşımın ortasındaydım. Bilmedikleri bir şey vardı, adım Yusuf değildi.
    Batuhan DEDDE
    2 ...
  39. 46.
  40. fırat budacının hemen hemen yazdığı bütün yazılar
    2 ...
  41. 47.
  42. Bavulları hep toplu durmalı insanın...
    Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
    Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
    ihanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
    Yalnızlığa alışmalı...
    Çünkü omuz omuza günlerin vakti geçti.
    Dayanışma, günümüzün borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
    Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
    Terörün bile bireyselleştiği çağdayız.
    Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil;
    Zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...
    işte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
    Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan...
    Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...
    Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli...
    Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
    Romanlardan, yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
    Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
    Dizeleriyle başlamalı güne...
    Telesekretere Şu anda size cevap verebilecek kimse yok! denmeli,
    Belkide hiç olmayacak..
    cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
    Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
    Haklılığın onuru yaşatır insanı...
    Susmanın utancı öldürür...
    O yüzden en sessiz gecelerde Doğruydu, yaptımla teselli bulmalı insan.
    Feryada komşuların yetişmemesine,
    Soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı...
    Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
    Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye,
    Kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
    Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur,
    Ama hep kalıp savaşacak kadar gözüpek olabilmeli...
    Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
    Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
    Yollarla barışmalı...
    Yalnızlığa alışmalı...

    Can Dündar
    5 ...
  43. 48.
  44. uzatmaya gerek yok; "tanrı bizimlede konuşur belki."
    1 ...
  45. 49.
  46. Bir ömrün toprağın altına götürdüklerini bilebilir misiniz?
    Belki görünenler evet ama, ya görünmeyen, gizli kalanlar...
    Bir insan gömülürken toprağa, hep bunu düşünürüm "Acaba, yapmak isteyip de yapamadığı, yarım kalan şeyler neydi diye? Çünkü eminim illa ki kalmıştır bişiler, vardır gizledikleri, yüreğine gömdükleri, tıpkı bedeni, kalbi gibi onunla toprak olacak, çürüyecek o kadar çok bilmediğimiz şey vardır ki sakladığı, göstermediği...
    Belki paylaşmıştır en yakın arkadaşıyla, dostuyla, sevgilisiyle ama anlamaz ki değerini onun hayatındaki. Gerçekleşmesini ne kadar istediğini, ne kadar umutla ona bağlandığını kimse anlamaz ki! Cenazene katılmışsa bir dua okur, örtülürken üzerine toprak yorgan misali, izler kefene sarılı bedenini sonra çeker gider yalandan bir iki gözyaşı da döker, belki ders alır ama düşünmez öleni, toprağın altına girenin içinde biriktirdiklerini...
    Onun sadece bir beden, bir arkadaş, bir insan olduğunun ötesindeki, saklı sırların farkına varamaz hiç bir zaman. Üstelik kimsenin aklına da gelmez belki, son nefesinde sormak sana, kaldı mı yarım bişeyler diye bu dünyada? Oysa en güzel sorudur bu o döşekteki bir insana...
    Ölürken derler ya hani "bir film şeridi gibi geçer hayatın gözünün önünden" diye benimkinden yaşadıklarım değil de yaşayamadıklarım geçecek muhtemelen. Hep yapmaya korktuğum, sölemeye çekindiklerim gelecek aklıma, sakladığım, bi yerlere sokuşturduğum hislerim, paylaşmak istemediğim gizlediğim duygular akacak damarlarımdan son defa...
    Yarım kalan aşklarım, ulaşamadığım heveslerim, uçup giden hayallerim, kırık dökük umutlarım geçecek aklımdan...
    Gözlerim açık gidecek, kapanmışta olsa yalandan...
    Şimdi fırsat varken bitirmek lazım tam olmayanı, eksiği gediği örtmek, kapamak lazım o yüzden, belki yetmeyecek ömür bize verilen, ama en azından bir çabamız olsun sıkıştırmak için şu kısacık yaşama. Belki nankörüz doymayız ama, en azından bir iki tane bişey daha olur doldurmaya, göçüp giderken bavula... Ne kadar kurtarsak kardır, şu ipe sapa gelmez dünyadan, ne kadar çalsak kardır hayat denen zırvalıktan, ne kadar yüklensek, azaltsak o kadar iyidir yarım kalan yaşamlardan yada yaşanamayanlardan...
    2 ...
  47. 50.
  48. aşkım sana anlatamadım okumakla adam olunmuyor.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük