15 yaşındayım, ama daha çok 12 gibi görünüyorum. cılız bir şeyim anlayacağın, küçük bir de kardeşim var. ne görse "bana da bana da al" diyen cinsten, haylaz yerinde duramıyor. benim aksime hiç susmayan bir çocuk. nereye gitsem peşime takılır, benden ve annemden başka kimi var ki zaten.
apartman dairesinde oturuyoruz, bakımsız rengi solmuş sanki terkedilmiş. duvarlar nemden kabarmış, tavan az daha kafamıza dökülecek o derece. o zamanlar bizimki çalışıyor ama hiç bir yararı yok, içkisine sigarasına anca para yetiştiriyor. annem bakıyor 4 kişilik aileye, kadın dertten hastalık buldu sürekli ağlıyor. okula zor gidiyorum, yol/yemek parasını denkleştiremediğim zaman gitmiyorum. okulda toplanıp tiyatroya giderler, özel günlerde parti verirler. onlar eğlenir, ben hocalara açıklama yaparım. sınıfın orta yerinde "benim param yok gelemem" diyemediğim için, her gün yeni bahaneler uyduruyorum. derslerim iyi ama, azimle çalışıyorum. tek istediğim ailemi bu durumdan kurtarmak.
bazen param olunca bile harcamıyorum, koca yolu ayakla gidiyor okulda aç kalıyorum. eve giderken ekmek alıyorum.
akrabalar zengin hepsinin altında jip, en fakiri peugeot kullanıyor. amcam mühendis, dayım okul müdürü, halam doktor doçent, teyzem özel üniversitede emektar öğretmen, kocası mimarlık şirketinin sahibi, kuzenim fizik hocası, büyük kuzenim polis, kuzenimin kocası ülke dışında futbolculuk yapıyor vs hepsi iyi hatta üstdüzey durumda. babannem tek başına yalı gibi bir evde yaşıyor, dedemden koca bir sandık altın kaldı onları eritmekle meşgul. biz kimseden yardım istemeden kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz.
artık hangi dağda kurt öldüyse yengem bizi doğum gününe çağırdı, normalde böyle insanca şeyler yapmaz şaşırdık haliyle. annem önce gitmek istemedi, daha biz günün sonunu getiremiyoruz ne doğum günü? hediye almak gerekiyor ama elde yok avuçta yok, bütün zengin akrabalar gelecek o partiye mahçup olamazdık. annem, annesinden ona kalan son şeyi küpelerini sattı. tek kelime etmedi ama ne kadar üzüldüğü yüzünden belli, hiç konuşmadık taksiye binip yengemlerin evine doğru yola çıktık.
zengin olmadığımız ve öyle ortamlarda takılmadığımız için, bize hep "ezik fakir" gözü ile baktılar. millet kocasının yeni arabasından, ona aldığı pırlantalardan evinin dekorundan bahsedecek bu hiç şaşmaz. partiler, doğum günleri, düğünler böyle konuların zirveye çıktığı yerdir. insanlar birbirnin gözüne soka soka anlatır ezmeye çalışır, böyle tatmin olur, kendini parmaklasa bu kadar zevk almaz amk görgüsüzü.
taksiden inip bahçenin kapısından içeri girdik, kardeşim evin kapısına doğru koşarken düşüp üzerini kirletti. hemen yerden kaldırıp üzerini temizledim, ağlamaya başladı parmağı çizilmiş. öpüp bak bir şey yok geçer şimdi dedim, gülüp koşmaya başladı yine. bahçede gördüğü her şeye dokunuyordu, elbisesi kirlenmişti ama hiç umursamadan ve ağlamadan koşup oynuyordu. ellerini bahçedeki arabanın camına dayayıp içine bakmaya çalıştı, alarm anında bütün evi ayağa kaldırdı. yengem kardeşimi görünce bağırmaya başladı
- nerde bi dilenci var bizim bahçeye geliyor, ali kov şunu gözüm görmesin!!
yengemin sesine konuklar da dışarı çıktı, durup birbirimize baktık. kardeşimin elinden tutup anneme "gidelim burası bizim yerimiz değil" dedim. yengem arkamızdan "ayol bunlar niye böyle yaptı, bizi mi beğenmiyorlar" diye diye içeri girdi.
7 sene geçti üstünden, hala yüzüme hiçbir şey olmamış gibi bakabiliyorlar. sonda "yaptıklarından pişman oldular" diyebilmeyi isterdim ama bunlar yüzsüzlükte oscar alır. temiz kalp, insanlık bir boka yaramıyor. paran yoksa potansiyel hırsızsın! eziksin! sevmeye insan gibi yaşamaya hakkın yok! şu siktiğimin dünyasında onlar kral, biz dilenci.
orta okul felanım 1999 lu yıllar, bi kriz felan etrafta laf dolanıyor .babamda küçük esnaftı o zamanlar şimdi de öyle neyse anflasyon tavan yapınca battı babam bi kamyon borç seyyar balıkçılık yapmaya başladı ama eve zor ekmek alıyoruz .okuldan geldim anneme canım hoşaf istedi yapar mısın dedim annem yapmış getirmiş hoşafı bi içtim şeker yok hiç hoşuma gitmedi bir iki daha içiyim dedim sonra çaktım olayı tabi evde şeker bitmiş almaya para da yok 1 kase hoşafı bitirdim anneme teşekkür ettim. kadın anladı tabi gözü doldu ben de çok üzülmesin diye dışarı çıktım okul formasıyla belki ben gidince daha çok ağlamıştır evde. belkide üzüldüğünü görmemek için direkt dışarı çıktım bilmiyorum. neyse oyun felan oynadık hüseyinlerin evine geçtik annesi çay yapmış getirdi yanında şekeri getirdi tabi şekeri görünce annem aklıma geldi kötü oldum.'' ben çayı şekersiz içiyorum dedim'' annesi niye felan yaşlılar öyle yapıyo sen çocuksun ihtiyacın var şekere dedi tabi ben pek siklemedim kötü olduğumu bellide etmemeye çalıştım.
özet:99 dan beri çayı hep şekersiz içerim bazen çay içerken annemi aradığım olur.
3 arkadaşız, düğün davetiyesi vereceğiz 3-4 yere görevimiz bu 10 15 tl paramız var pilavcı gördü bizim çocuklar.
- acıktık hadi yiyelim.
- tamam yiyelim ama bak 1 tabak yiyin paramız az(ben)
- ne olacak lan olmaz bişey. ver ordan bize 1.5 2 tane (y) seninki de 1.5 olsun mu?
- yok bana 1 tane kafi abi.
neyse yedik o zaman gemiler 1.5 tl. cebimizde 4 tl kaldı. nasıl kızıyorum olum ben size demedim mi diye. Neyse arkadaş kaçak girmeye çalıştı olmadı. Son çare arkadaşın fatihte bir akrabası vardı. eminönünden fatihe kadar yürüdük 50 kuruş için.
çocuk 1 lira verdi ve şu sözleri döktü ağzından hiç unutmam.
bizim eve öyle muz, kivi, ananas gibi janjanlı meyveler girmezdi ben küçükken, bi gün annemle babam pazardan gelmişti, ben de poşetleri didiklerken gözüm kivi poşetine ilişti, lan dedim helal olsun sana baba, bu sefer en sevdiğim meyveyi almışsın, domates ile salatalık poşetinin altında ezilen kivi poşedine elimi daldırıp bi tanesini aldım, alır almaz niğde patatesi olduğunu anlayarak attım elimden, yıkılmıştım, arka fonda murat göğebakan (allah rahmet etsin)'dan kalbim yaralı çalıyordu resmen, ardından sinirimi salatalığı yıkamadan hayvan gibi ısırarak çıkardım, o hafta bana verilen üç kuruş poğaça parasını biriktirerek mahallenin manavından bi kaç tane kivi almıştım, eve gelip anne bunları soysana dedim, yemekten sonra masaya koyayım oğlum dedi, akşam yemeğini yedikten sonra masaya koydu, akşam misafir olduğu ve 3 kardeş olduğumuz için yiyip yemediğimi anlayamamıştım ama kendi paranla aldığın bişeyin masada herkes tarafından yenilmesi gururumu okşamıştı, o günden sonra babam nadiren de olsa kivi getirirdi eve, ama bende ''patates mi lan o ?'' tedirginliği hiç bitmedi.
ilkokulda, 23 nisan töreni için koroya seçilmiştim. Koro için de kıyafet gerekiyordu. Masraf çıkmasın diye ben bunu anneme söylemedim.
Törenden bir gün önce Annem sınıf arkadaşlarımdan birinin annesiyle karşılaşmış. Kadın "sb'nin koro kıyafetini nereden aldınız?" Diye sorunca annemin tesadüfen haberi olmuş.
Neden söylemediğimi anlamış tabii.
"Kıyafetsiz ne yapmayı planlıyordun peki?" Diye sormuştu bana. Bir planım yoktu. "Sesim yeter." Diye düşünmüştüm sanırım.
O gece oturdu sabaha kadar babamın eski bir pantalonundan etek, gömleğinden de gömlek dikti bana.
Ertesi gün korodaki en güzel görünümlü çocuk ben olmuştum. Fotoğraflarım da duruyor hala.
Becerikli ve fedakar bir insandır annem. Fakirlik böylelerini yıkamaz.
Üniversiteden mezun olacağım. Malum tören yapılacak ve herkesin ana babası gibi bizimkiler de çocuklarının mezuniyet töreninde yanlarında olmak istiyor. iki gün sonra geleceklerini söylediklerinde beni bir telaş sarmıştı. Spor ayakkabım o kadar eskiydi ki annemler görse hemen veryansın edip gidip ellerinde az buçuk kalan paralarını benim spor ayakkabım için harcayacaklardı. Ben de kpss kitabı için ayırdığım parayla şöyle ucuz yollu bir ayakkabı alayım dedim. Çarşıyı alt üst ettim ve sonunda yirmi liraya bir ayakkabı buldum. Eski ayakkabıları da çöp kovasının yanına bıraktım ki belki birisi ihtiyaç duyar da alır diye. Neyse ayakkabıyı aldım ama gelirken toprak yoldan geliyoruz ayakkabı kirlendi. Eve gelince daha önce hiç yapmadığım bir şeyi bok varmış gibi yaptım ve kirlenen ayakkabıyı makineye attım temizlensin diye. Aradan vakit geçti bir baktım ki ayakkabı yok ortada. Haşat olmuş resmen. O an sanki arkamda hüzünlü bir fon müziği.. Kendi mallığıma mı ağlayayım yoksa giden paraya mı,yarın ne giyeceğime mi?. O an çöp kovasının yanına bıraktığım eski ayakkabıyı almak bile geldi aklıma ama artık çok geçti. Biz de mecbur eskimiş iskarpinleri geçirdik ayağımıza.. Ayağımızı sıkan o ayakkabılar ile saatlerce durduk..
Kırtasiyeden notları alacaz ben ve arkadaş. Cepte 5 kuruş para yok. zaten sabahta okula yürüyerek gittik. Mecbur dönüşümüzde yürüyerek olacak.
olm ahmet açlıktan vazgeçtim nasıl ders çalışacaz. Kimseden de borç istenmez.
Abi söyleyelim yüksel abiye bu seferlik versin notları. aylık yatınca vericez deriz napalım.
Velhasıl konuştum şeker gibi adam yüksel abi ile verdi sağolsun. Problem değil gençler siz çalışın derslerinizi halledin gerisi hallolur.
eyvallah abi sağolasınlarla düştük yollara..
bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor anasını satim. Ahmet dedim gel asulara geçelim. belki birşeyler yaparlar bize karnımızda doyar. Yağmur da diner, öyle geçeriz eve.
asu'da ev arkadaşı da allah var hem güzel hem de zengin hem de iyi kızlardı. boyu 1.70+ beyaz tenli, kestane saçlı, en az 80 göğüs sıfır bel neyse amk o kadar baktılar bize niyeti bozmayalım.
Her neyse girdik asulara yemeğimizi yedik. montları kuruttuk konuşuyoruz..
Gülerek sırıtarak 'kız sen hiç aç kaldın mı, böyle parasız' dedim. (bir kaç defa hesabında 4 milyar gördüm. bankamatikten çekerken babası aylık değil dönemlik yatırıyormuş.)
evet ya bir kere başıma geldi çok kötü birşey gerçekten (oh lan çok parası da olsa öğrencilik bu abi herkes aç kalır diye geçiriyorum içimden )
nasıl oldu ne yaptın ?
Sabah evden çıkarken cüzdanımı evde unutmuşum. Okulda da dilek yok. 2 saat 5 parasız döndüm ortalıkta. Allahtan sonradan dilek geldi de ondan borç aldım.
Tabi sonra döküldük tekrar yollara ahmetle ikimizden de çıt yok. Yağmur da devam ediyor.
kızın bu hikayesi tabi çok etkiledi bizi, gözlerim doldu ağladım yani.
ne zaman vitrinlerin önünden geçsek spor ayakkabılarda gözüm kalırdı, muzun ananasın nasıl bir şey olduğunu bilmeden, bisiklete bile binemeden geçti çocukluğum. mahallenin piçleri reçelli ekmek yerken, biz kuru ekmeğe hasrettik. sokiyim böyle dünyanın düzenine!
Benim annem de babam da öğretmen. Memur çocuğuyuz işte. Orta gelirli, kendi yağında kavrulan ama mutlu bir aileydik, aileyiz.
O zamanlar 11-12 yaşındaydım. Çocuklar zengin fakir ayrımı bilmezdi o zamanlar. Sokakta para geçmezdi çünkü. Çok zengin olan bir arkadaşımın doğum günü vardı ben de o zamanlar her küçük kız çocuğu gibi boncuktan kolye,bileklik falan yapardım. Arkadaşıma hediye edeceğim diye haftalarca uğraşıp özenip çok güzel bir kolye yapmıştım. Çok hoşuna gidecekti eminim.
Doğum günü geldi çattı, ben arkadaşımın evine pardon köşküne( bildiğin köşk gibi bir şeydi şu aşk-ı memnu evlerinden) gittim. Tabi ki elit kesin hep oradaydı. Neyse pastalar üflendi. Sıra geldi hediyelerin açılmasına. Kızın her açtığı hediye en az 200 liralık bebekler, oyuncaklardı. Hiç endişelenmedim. El emeğini hangi para satın alabilirdi ki? Onların parası alıyormuş. Benim hediyemi açtığında kızın,annesinin ve babasının suratı asıldı. Hiçbir şey demeden annesi hediyeyi hemen aldı sakladı. O elit arkadaşlarına rezil olmuşlardı.yazık ne büyük acı ne büyük rezillik.
Ben o günden sonra bir daha hiç Boncuklu kolye yapmadım.