sözlük yazarlarının anıları

entry203 galeri9 video1
    150.
  1. Bir gün doğdum ve sonunda öldüm. Bu da böyle kocaman bir anımdır.
    1 ...
  2. 149.
  3. Az önce beş tane köpeğin bahçeye girmiş olması, perdeyi kapatmak için çırpınırken aynı anda bana dönmeleri.
    Gözleri de parlıyor gece gece lazer atacak neredeyse.
    5 ...
  4. 148.
  5. Karşıdan karşıya geçerken dur geçme diyen kuzenime çocuk muyum ben dedim. Ardından gelen yoğun beyaz ışığı takiben mis gibi hastane kokusu hey gidi günler.
    1 ...
  6. 147.
  7. gecenin ic sesi ile olan bir olay.

    gece- grey haydi yapalım şunu.

    grey- eşcinsel sanacaklar bizi.

    gece- hadi laan hadi.

    beraber aynı sigarayı dudağa üfledik, bana kız ayarlamaya çalışmaya baslandı, teşekkürler.
    0 ...
  8. 146.
  9. Fiat unom vardı benim...
    100 km hızla falan gidiyordum... yanımdan 160 km hızla scirocco geçti rüzgarı ile kaza yapacaktım...
    kağıt gibi arabaymış... ben gülmüştüm siz de gülün efenim.
    1 ...
  10. 145.
  11. otobüs şoförleriyle kanka olmuştum, otobüs de çay içerek evime gidiyordum.
    2 ...
  12. 144.
  13. ... bankada biraz işim vardı, aslına bakarsan benim işim de değil arkadaşın işiydi ama arkadaş çalıştığı için banka saatine yetişemiyordu o yüzden ben gidiyordum. Arkadaşın kimliği bendeydi onun kimliği ile ben halledecektim işi, bir nevi onun adına işlem yapacaktım.

    otobüse binip bankaya doğru gidiyordum. yolda da dostoyevski'den öteki ben'i okuyordum, 12 bölüm olan kitabın 11.bölümüne başlamıştım ki bankanın oraya geldiğimi fark ettim ve indim. indiğimde saat henüz 12.12 idi.

    "daha 18 dakika var biraz kitap okuyayım bari, hem bitiririm en azından" diye kendi kendime düşünüp bankanın kapısının yanındaki boşluğa çantamı attım ve üstüne oturup elime kitabımı alıp okumaya başladım.

    yoldan geçenler dikkatlice beni izliyorlardı. sanırım ilk defa böyle bir yerde kitap okuyan birini görüyorlardı. hoş ben de olsam ben de şaşırırdım yani banka kapısının yanında kitap mı okunur? hatta dilenci sanan bile oldu bir tek para atan olmadı.

    11.bölümü bitirmek üzereydim ki bankanın kapısının önüne takım elbiseliler geldi.

    "yerin rahatmış"

    "sizi bekliyordum, açılacak mı şimdi?" dedim gülümseyerek.

    "yok daha 5 dakika var ama orda oturma gel içerde oku"

    "iyi olur" deyip doğruldum çantamı sırtıma alarak.

    kitabı belimin hizasında tutuyordum ki takım elbiseli adamın kitabın adına bakmaya çalıştığını fark ettim ve elimle kitabın kapağını adama doğru gösterdim.

    "dostoyevski demek" dedi biliyormuşcasına bir edayla.

    "evet, rus edebiyatı severim" dedim içeri geçerken.

    takım elbiseliler içeri dağıldı ve ben de bankanın içinde kitabımı okumaya devam ediyordum.

    saate baktım, bankanın açılmasına daha 5 dakika vardı. okumaya tam devam edecekken bankanın kapısına bi kadın vurmaya başlamıştı. önce saate baktım sonra kadına sonra elimle daha 5 dakika var işareti yapıp beklemesini söyledim.

    "ben burada çalışıyorum" dedi kadın gülerek.

    gittim kapıyı açtım "pardon bilmiyordum" diyerek.

    "siz nasıl erken girdiniz içeri?"

    "kapının ağzında kitap okuyordum kapıyı açıp içeri aldılar burda okumam için" diye gülerek cevapladım.

    5-10 saniyeliğine kendimi savaştan kaçmış mülteci gibi hissettim sonra tekrar kitaba döndüm.

    öyle bir anı işte...
    4 ...
  14. 143.
  15. 8-9 yaşlarındayken (2002-2003 yılları ve o yıllarda bile biz yakan top, tek kale, bilye oynadık yani hala 90 lar esintileri vardı)

    bir gün bakkalda ekşi yüz ve mino sakızlarının yanına farklı yeni sakızlar gelmişti ve içlerinden futbolcuların fotoğrafları ve fotoğrafın altında isimleri yazan etiketler çıkıyordu. bakkal amcaya sorduğumuzda bize bi kağıt gösterdi. bu kağıtta 3 takımın (gs-fb-bjk) futbolcularının isimleri var. her futbolcunun etiketini ismi yazan yere yapıştırırsanız ve hepsini tamamlarsanız walkman kazanıyorsunuz dedi.

    walkman hakkında tek bilgim müzikli bir şey olduğuydu. çocukluğun da verdiği heyecan ve özgüvenle ben ve sınıfımdaki bütün arkadaşlarım o sakızlardan almaya başladık. ben her gün o sakızlardan almaya çalışıyordum ve etiketler çıktıkça yapıştırıyordum. aynı futbolcudan defalarca çıkardı. sinir ederdi. boşa gitmesin diye yapıştırdığım yere tekrar yapıştırırdım. hele gs'da batista vardı amk herifi kaç defa çıktı sayamadım.

    iyi hoş da şimdi önemli bir detay daha vardı. bütün futbolcular eninde sonunda bulunurdu bir şekilde fakat kaleciler zor bulunurdu. yani 3 takımın bütün futbolcularını bulsak bile mondragon-cordoba ve fenerin kalecisi (unuttum ya şükrü ya volkandı) bu üçünü bulmak acayip zordu. yani 1000 sakızdan 1'inde falan mondragon çıkardı. o derece.

    ilk kaleci fenerin kalecisi çıkmıştı. zor çıktığı için sevinmiştim. (altın bulmuş gibi) hemen yapıştırdım. aradan kaç gün geçti bilmiyorum sonraki günlerde mondragon ve cordoba hariç bütün futbolcular tamamdı. sadece ikisi kalmıştı. çocukluk aklıyla sürekli sakız alıyorum son ikisini de bulurum diye. hatta bir defada 20 sakız birden almıştım bir ara. (20 sakız çok şey demek) 10'unda batista çıktı. (şerefsiz batista) 3-4 tane şevşenko falan çıktı. bana hiç bir yararları yoktu. çünkü iki kaleci lazımdı bana. çok sevdiğim arkadaşım vardı. ona iki tane cordoba çıkmış. (yuh) birini bana vermişti. çok sevinmiştim.

    şimdi kaldı geriye mondragon. mondragon da mondragon. illa yapıştırılması lazım. günlerce çıkmadı. sabrım taşmıştı. günlerin verdiği sinirlilik ve sakız çiğnemekten yorulan ağzım nedeniyle (tabii hepsini kendim çiğnemiyordum çoğunu dağıtıyordum) en sonunda ümidi kesmiştim. sakız almadım kaç gün. kağıdı yırtıp atmayı bile düşündüm. bir akşam abim eve akşam bir iki ekmek ve o sakızlardan bir kaç tane alıp gelmiş. sakızların hepsini açtım. oha diyeceksiniz ama birinden mondragon çıktı.

    evet! inanılır gibi değil ama bildiğin mondragon çıktı! rüya gibiydi. kağıda defalarca baktım. evet mondragon. hemen kağıdı alıp o haftalardır bomboş kalan yere mondragon'u yapıştırdım.

    o an gidemedim bakkala. hem akşam ezanından sonraydı hem de abimle gitsem bile bakkal o saatlerde kapatıyordu. ertesi günü merakla sabırsızlıkla bekledim.

    sabah kağıtla bakkala koştum. bakkal amca tamamladım dedim. demesin mi o kampanyanın süresi bitti. defalarca ısrar ettim bakkala. belki alır diye. ama nafile.

    çıktım bakkaldan. mondragonun da walkmanin de * * dedim. tabii o zamanlar küfür ne bilmiyoruz. belki öyle dememişimdir. ama ağzımdan çıkan argo sözler eminim o manadadır.

    kaç gün önce ümidim bitince yırtamadığım kağıdı o an parça parça yırttım ve çöpe attım.

    bu da böyle bir anımdır.
    2 ...
  16. 142.
  17. birgün hazırlanıp evden çıktım.otobüse bindim okula gitmek için derslere girdim sonra yine otobüsle eve döndüm.
    not: hayatım bu kadar heycanlı okuduğunuz için sağolun.
    1 ...
  18. 141.
  19. 8-9 yaşlarındayken (2002-2003 yılları ve o yıllarda bile biz yakan top, tek kale, bilye oynadık yani hala 90 lar esintileri vardı)

    bir gün bakkalda ekşi yüz ve mino sakızlarının yanına farklı yeni sakızlar gelmişti ve içlerinden futbolcuların fotoğrafları ve fotoğrafın altında isimleri yazan etiketler çıkıyordu. bakkal amcaya sorduğumuzda bize bi kağıt gösterdi. bu kağıtta 3 takımın (gs-fb-bjk) futbolcularının isimleri var. her futbolcunun etiketini ismi yazan yere yapıştırırsanız ve hepsini tamamlarsanız walkman kazanıyorsunuz dedi.

    walkman hakkında tek bilgim müzikli bir şey olduğuydu. çocukluğun da verdiği heyecan ve özgüvenle ben ve sınıfımdaki bütün arkadaşlarım o sakızlardan almaya başladık. ben her gün o sakızlardan almaya çalışıyordum ve etiketler çıktıkça yapıştırıyordum. aynı futbolcudan defalarca çıkardı. sinir ederdi. boşa gitmesin diye yapıştırdığım yere tekrar yapıştırırdım. hele gs'da batista vardı amk herifi kaç defa çıktı sayamadım.

    iyi hoş da şimdi önemli bir detay daha vardı. bütün futbolcular eninde sonunda bulunurdu bir şekilde fakat kaleciler zor bulunurdu. yani 3 takımın bütün futbolcularını bulsak bile mondragon-cordoba ve fenerin kalecisi (unuttum ya şükrü ya volkandı) bu üçünü bulmak acayip zordu. yani 1000 sakızdan 1'inde falan mondragon çıkardı. o derece.

    ilk kaleci fenerin kalecisi çıkmıştı. zor çıktığı için sevinmiştim. (altın bulmuş gibi) hemen yapıştırdım. aradan kaç gün geçti bilmiyorum sonraki günlerde mondragon ve cordoba hariç bütün futbolcular tamamdı. sadece ikisi kalmıştı. çocukluk aklıyla sürekli sakız alıyorum son ikisini de bulurum diye. hatta bir defada 20 sakız birden almıştım bir ara. (20 sakız çok şey demek) 10'unda batista çıktı. (şerefsiz batista) 3-4 tane şevşenko falan çıktı. bana hiç bir yararları yoktu. çok sevdiğim arkadaşım vardı. ona iki tane cordoba çıkmış. (yuh) birini bana vermişti. çok sevinmiştim.

    şimdi kaldı geriye mondragon. mondragon da mondragon. illa yapıştırılması lazım. günlerce çıkmadı. sabrım taşmıştı. günlerin verdiği sinirlilik ve sakız çiğnemekten yorulan ağzım nedeniyle (tabii hepsini kendim çiğnemiyordum çoğunu dağıtıyordum) en sonunda ümidi kesmiştim. sakız almadım kaç gün. kağıdı yırtıp atmayı bile düşündüm. bir akşam abim eve akşam bir iki ekmek ve o sakızlardan bir kaç tane alıp gelmiş. sakızların hepsini açtım. oha diyeceksiniz ama birinden mondragon çıktı.

    evet! inanılır gibi değil ama bildiğin mondragon çıktı! rüya gibiydi. kağıda defalarca baktım. evet mondragon. hemen kağıdı alıp o haftalardır bomboş kalan yere mondragon'u yapıştırdım.

    o an gidemedim bakkala. hem akşam ezanından sonraydı hem de abimle gitsem bile bakkal o saatlerde kapatıyordu. ertesi günü merakla sabırsızlıkla bekledim.

    sabah kağıtla bakkala koştum. bakkal amca tamamladım dedim. demesin mi o kampanyanın süresi bitti. defalarca ısrar ettim bakkala. belki alır diye. ama nafile.

    çıktım bakkaldan. mondragonun da walkmanin de * dedim. tabii o zamanlar küfür ne bilmiyoruz. belki öyle dememişimdir. ama ağzımdan çıkan argo sözler eminim o manadadır.

    kaç gün önce ümidim bitince yırtamadığım kağıdı o an parça parça yırttım ve çöpe attım.

    bu da böyle bir anımdır.
    1 ...
  20. 140.
  21. hatırlıyorum.
    yazın toz toprak savuran rüzgarlarıyla, kışın da yığınla yağan karı ile kimselerin yaşamak için tercih etmediği, bir şekilde yaşayanların ise fırsatını bulunca kaçmak için can attıkları ücra taşra kazasının sınırlı sayıdaki lojmanlarından birinde oturuyorduk. kış mevsiminde bütün su tesisatının donduğu, toprak avlulu, manzarası da şehir kanalizasyonun doğrudan aktığı pis/bulanık dereye bakan lojmanlar...

    aynı gelir düzeyine sahip, aynı işle meşgul ve aile anlayışları da birbirinin nüshası olan bir grup insanın yaşam alanı olan lojmanlar... komünal dünyamız bizim...

    ilkokul birinci sınıf öğrencisiydim. soğuktan camlarımızın buz tuttuğu bir kış mevsimi ve aylardan ramazan... babamla aynı işi yapan ve diğer yönleriyle de komünümüzün doğal bir üyesi olan lakin lojman sayısı yetersiz olduğu için yakın mahallelerden birinde oturmak zorunda kalan şefik hoca, ailesiyle birlikte iftara gelmişti. karanlık çöktü çökecek... kazadaki herkesler kesintiye alışık olduğu için her evin vazgeçilmezi olan löküs lambalarımız da, elektrikler âdeti olduğu üzre kesik olduğundan, yakılmak üzere hazırda bekletiliyordu. şefik hoca, eşi, küçük kızları ve benden bir ya da iki yaş küçük oğulları ilhami...

    löküs ışığının sarımtrak buğusundan mıdır, o iftar saatinin lahutiliğinden midir, yoksa hikayenin devamında vuku bulan gelişmelerden midir bilmiyorum ama şimdilerde son derece efsunlu bir anı olarak zihnimde çakıp duran o akşam, evimizde pişen içli köftelerin kokusuyla kurmuştuk soframızı, odanın orta yerine... genelde erkeklerle yemek yiyen ben, her nedense o akşam kadınlarla birlikte yemek yiyorum. bir sessizlik, bir tatlı melankoli...yemeğimi hızlıca yiyorum. cam dibinde duran ve evimizin yeganesi olan çekyata geçiyorum.

    cam diplerinden sızan soğuğun vücuduma dokunuşu...
    ölgün ışık...
    sessizlik...
    ve sofra etrafında kümelenmiş insanlar...

    görüntü burada kesiliyor.
    sonrası karanlık...
    --------------------------------------

    ve 22 yıl sonra...

    doğruluyorum yatağımdan...
    saatler gece yarısını vuruyor...
    22 yıl önce vuku bulmuş ve hatırlanmak için en ufak bir gerekçeye sahip olmadığı halde gelip de zihnime kurulan bu alelade hatıranın garipliği ile duraksıyorum.

    şefik hocayı birkaç sene önce akciğer kanserinden kaybettiğimizi anımsıyorum birden.
    hastalık elinden eridiğini anlatmıştı babam...
    arkadaşım ilhami ise akıl hastahanesine yatırılmıştı...

    tekrara sarmış bir şekilde zihnimde dolanmaya devam eden o hatıraya bir de bu gözle bakıyorum.

    o odadakilerden biri, günün birinde akıl sağlığını yitirecekti...
    bir kadın dul kalacaktı.
    kızlardan biri yetim kalacak, diğer ikisi çoluk çocuğa karışıp aile sahibi olacaktı.
    cam dibinde onları izleyen çocuk ise kendisine isabet eden yalnızlığını 22 yıl sonra bile sabırla taşıyor olacaktı.

    bir ses, huzurla ve mütevekkil bir sessizlikle iftarını açan o insanlara kendilerini bekleyen bu hakikati fısıldayacak olsaydı, orada huzurun kırıntısı dahi kalacak mıydı acaba?
    ve günün birinde kendilerini çekyattan izleyen küçük çocuğun bu gözlemlerinin öylece bir bakınmak olmadığı söylenecek olsaydı kaçı ehemmiyet verecekti?

    22 yıl önce o komünün mensupları aynı noktada duruyordu...
    aynı hizada, kolkola...
    aynı aileler ve aynı koşullar...

    fakat 22 yıl sonra herkes aynı noktada değil.
    komün paramparça...
    insanların herbiri ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı dertlerin kucağında ve maalesef ayrı ayrı alemlerde...

    ne düşünmem gerektiğini pek anlamadan yakıyorum sigaramı...
    dışarıda aynı karanlık...

    -------------------------------------------

    yoruluyorum...
    2 ...
  22. 139.
  23. bir keresinde arkadaşla randevulaşmıştık. Bizim evin oralara gelecekti. Yer yön problemi olan bir arkadaşımdı . O gün de bizim evin oralarda pazar vardı. Annem evde yoktu. Tam çıkacakken çıkamadım bir şey oldu kapıya bir baktım açılmıyor arkadaş deli oldum. Annemi arıyorum telefonu açmıyor. Kendi telefonumun da şarjı az kaldı. Evden çıkamadım bu gidişle. Arkadaşa evin yolunu tarif ettim. Anahtarı atayım da arkadan açmayı denesin diye çağırdım...Fırın olacak pazarın içinde dedim. Oralara yakın sora sora gel. Kızı bir kilometre ötedeki fırına göndermişler o sıcakta. Astımım tuttu diye mesaj attı, kız kayboldu. Kız beni kurtaracakken kendi kayboldu. Ortalık karıştı. Şarjım bitmeden çilingir çağırayım dedim internetten buldum çilingirci. Adam arabasıyla geldi anında kapıyı açtı yedek anahtarları verdi. O an telefon kapandı kimse bana ulaşamıyor. Derken o sıra annem merak etmiş bana ulaşamayınca ve bir de düşüp o an ayağını kırmış. ''Hayda!'' Çilingircinin benden 70 Türk lirası almasına mı yanayım annemden her türlü fırçayı yememe mi bilemedim. Dediği şey annemin : Kocaman kız oldunuz biriniz kayboldu birinize ulaşamıyorum.70 lira girdi şimdi. Arkadaşıma da : '' Kızım sen bilmediğin sokaklara niye giriyorsun? '' Çıkmaz sokaklara girmiş. * Yazışmalarımız şöyleydi : Caddeye çık otobüse bin geri dön. - Cadde yok burada.
    1 ...
  24. 36.
  25. 2. sınıftaydım kopya çekmenin ne demek olduğunu bilmiyordum. 1. Sınıfa giden bir arkadaşım vardı ve bana kopya çekmenin ne demek olduğunu sordu. Bildigim tek şey kopyanın kötü birsey olduğuydu... Yanimdaki arkadaşa rezil olmamak için bildiğimi, evlerine gidip anlatacagimi söyledim. Anlattığım şey şuydu: bir resim kağıdına korkunç bir resim yapıyoruz ve bunu herkesten sakliyoruz özellikle ailemizden. Kopya cekmek buydu, evet... Asıl vahim olan buna inanmasıydı.
    4 ...
  26. 102.
  27. iki fotoğrafçılık yapalım dedik Samsunlardan Manavgatlara kadar gittik gay lerin elinde kalıyorduk zor kaçtık.
    0 ...
  28. 35.
  29. 34.
  30. komşunun çocuğuna karıncayı eti puf diye yedirmiştim, çok üzüldüm sonra.
    4 ...
  31. 102.
  32. size bir salaklığın anısın anlatayım;

    sene geçen senenin ortasının ortası. aşkımdan kendimi siktiğim dönemler yani. biriyle görüşüyorum ama uzak mesafe çelişki. yalan yok fena kaptırmışım kendimi hatta son düzlükteyim lakin ara ara saçma sapan tartışıyoruz ve son tartışmamızdan iki gün sonra yanına gideceğim, görüşeceğiz. bir nevi resmi sonuca barış hakmeleri karar verecek. daha önce ''sonradan kararlaştırırız'' demesine rağmen ben süprüz yapayım, hoşuna gider deyu ondan habersiz uçak biletimi filan almışım leyla leyla. ee tabi benim yaptığım bu gider onun pek de hoşuna gitmedi anladığım kadarıyla çünkü ilk tepkisi ''neden benden habersiz aldın, bunu konuşmuştuk'' oldu. sevinmediğini söyleyince de ''çok görüşemeyiz'' dedi. kendi açısından haklı ve mantıklı sebepler sundu ama ben yaptığımdan gram pişmanlık duymuyordum, 5 dakika görsem yeter felsefesiyle çıkmıştım yola çünkü. biz bir de iki gün önce tartışmışız ya bu bana nasıl atarlı, gelemem filan diyor, ben iyice gözden çıkarmışım 5 dakikayı da. dedim bunda gavur inadı var, bu gelmez ben de iki gün takılırım buralarda, gezer tozarım sonra alırım voltamı.

    neyse aman efendim, canım efendim, ben sabahın 5 buçuğunda kalktım yardırdım havaalanına, sekiz buçuk gibi komşu ile indim. hemen o yöne doğru giden ilk otobüse atladım. yanağım otobüs canımının garantisinde, kafamda bir milyon hayal ve biraz umut ömrümün en uzun,
    ömrümün en kısa,
    ömrümün en çocuk,
    ömrümün en ihtiyar yolunu gidiyordum. bu arada mesajlaşıyoruz ara ara. onun olduğu ilçeye giden otobüse bindiğimde nerede olduğumun z raporunu veriyorum, o da anlatıyor bana; şurası şu, şu an şuradasınız filan diye. ben mal mal mutluyum. lan insan nerede olduğunu öğrendiğinde mutlu olur mu amk. kaybolmadım bişey olmadı, ne kadar gereksiz bir mutluluk. velhasıl-ı kelam otobüsten indim. artık onunla aynı gökyüzünün altındaydık ve ben ''işte burada yaşayabilirim'' diye düşündüm kendi kendime. indim dedim, ne yapacaksın dedi. şaka gibi geldi ama bu bile bozmadı lan moralimi. pardon morelimi. biraz telefonda konuştuk ve benim o çocuksu halime acıdı mı yoksa kendini mecbur mu hissetti yada gerçekten görmek mi istedi bilmiyorum ama geleceğini söyledi. benim yüreğim hızlı hızlı atmaya başladı tabi. neyse bir cafe belirledik orada buluşacağız. ben gittim güzel bir yere konuşlandım, bekliyorum. biraz geç kaldı tabi her kadın gibi ama gelmeden aradı. nehir var bir tane şehri ikiye bölüyor, o karşı yakadan gelecek, ben aradığında taaa anasının nikahından bir kadını ona benzettim ama ters tarafa gidince o değil herhalde dedim. çünkü orası yolu uzatır, lan insan niye yolu uzatsın ki ama oymuş. ahahahaha vallahi oymuş. o sıcakta yolu uzatıyorsa demek ki çok heyecanlı diye düşünüyorum ben hala. neyse efendim hatun kişisi bulunduğum kafeye geldi. o an kalbim hücum marşını çalıyordu ve ''gördüğüm en güzel gülüş bu'' diye düşündüm. kalktım, sarıldım... birkaç saat muhabbet ettik, bir daha görüşemeyebileceğimiz söyledi yüzyüze. olsun dedim, bu da yeterdi hem bana. yanılmışım o an. sonra kalktık ve bir sokakta ayrıldık. daha doğrusu o ayrıldı. benim bir parçam onda kaldı, kalmıştı, hissettim. son kez sarıldığımı bilerek sarıldım. hiç arkasına bakmadı. ben son kez baktım. hani bir şeyleri bilirsin de konduramazsın, kendini kandırırsın ya öyle işte.

    ertesi gün ben yörenin tarihi ve turistik yerlerini gezdim. o gün içinde görüşemeyeceğimiz kesindi. gezerken bir aile ile tanıştım, nereden geldiğimi, neden geldiğimi filan sordu teyze ile amca. istanbuldan, kız arkadaşımı görmeye geldim deyince adam; ''taa oradan buraya bir kızı görmek için mi geldin'' dedi. ''evet abi'' deyince ''allah allah çok saçma'' diye cevap verdi. onu duyan cancağzım teyze ''niye öyle diyorsun mehmet, belki çok seviyordur'' dedi. güldüm, ''beni şu ana kadar bir tek sen anladım be ablacım'' deyip sarılmak istedim ona. fakat adamın söylediği de kulaklarımda çınlıyordu. o günü öyle bitirdim. artık son gecem ve yarın öğlen otobüsle o yöreden ayrılacaktım.

    sabah oldu ve benim salaklığım da tam burada başladı aslında. yukarıda anlattıklarımdan zerre kadar pişmanlık duymadım asla, yaşanması gereken tecrübelerdi fakat son gündeki salaklığım ve çocukluğum paha biçilemezdi. geri kalan her şey için bırak master card'ı ciklet bile kafidir. şu ana kadar anlattıklarım bir insanın benim yaptıpım salaklığı, çocukluğu nasıl bir psikolojiyle yapacağını az da olsa anlatmak amaçlıydı.

    kalktım, otelden ayrıldım, dışarıda kahvaltı yaptım zaman geçsin otobüse kadar diye düşünerek. sonra dedim ki; son kez bu hatun kişisinin dolaştığım şu sokaklarda dolaşayım, onun hatıralarını dinlerken biraz olsun gözümde canlanır, onunla aynı yollarda yürümüş olurum hem. dolaştım biraz, bir yandan mesajlaşıyoruz ve benim aklıma bence süper bir fikir geldi; son kez görebilirim onu! konum atmasını istedim, tabi bu uyandı hemen, belki korktu * bilmiyorum ama atmadı ben de bulacağım diye konuşurken anlattıklarından zaten göt ağzı kadar olan o ilçede bir yerleri bulmaya çalışıyorum, malak gibi dolanıyorum anlayacağınız o sıcakta. bazı yerler söyledim, orası bize çok yakın dedi. ben de ''herhalde o da istiyor da oyun gibi bir şeyler yapıyor haspam'' diye düşündüm. mal gibi şurası mı burası diye mesaj atıyorum. sonra iş çirkinleşmeye başladı benim ısrarımla beraber. sanırım bir 4-5 saat dolanmamın ardından, üstelik çok da yaklaşmışken, belki bir iki kere önünden geçmişken evlerinin, gerçekten cama çıkıp kendini göstermeyeceğini anladım, kabullendim. otobüs saatin iyice yaklaşmıştı, 15 dakika filan kalmış ve anca yetişebilirdim, yetiştim de. sırtımda çanta, vücudumda güneş yanıkları, ruhumda kocaman bir çatlakta bindim o otobüse. hala anlam veremiyordum, sadece ''neden'' dediğimi hatırlıyorum. kendi kendime bu soruyu sorup mantıklı bir cevap arıyordum. ''gidiyorum'' diye mesaj attım ama çoktan gitmiş olduğumu anladım. yılmaz erdoğan'ın dizeleri geldi aklıma her ne kadar soğuk olmasa da hava;

    ...
    soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim,
    çocuk olmaktan.
    ...
    Ben senin,
    beni sevebilme ihtimalini sevdim !

    hala anlam veremiyorum, anlam veremiyorum değil de aslında kabullenemiyorum sanırım. bir insanın bu kadar gaddar olabileceğini, sevdiğim bir insanın bu kadar gaddar olabileceğini, seni seviyorum diyen bir insanın sevdiğini söylediği bir insana bu kadar gaddar davranabileceğini kabullenemiyorum. sonra ''zaten ne bekliyordun ki'' diyorum, kabullenemesem de anlamlanıyor bazı şeyler.

    inanaması zor olabilir ama bu anı hayatımda kilometre taşı olarak aldıklarım arasına girdi. ben ne mi öğrendim?

    kimseye fazla güvenme,
    kimseyi gereğinden fazla sevme,
    kimseye çok fazla duygusal yatırım yapma,
    beklentilerini çok yüksek tutma ki hayalkırıklıkların büyük olmasın.

    aslında bunlar zaten bildiğim şeylerdi ama bunların dışında en önemlisi; ne olursa olsun, kim olursa olursa olsun o bunu yapmaz diye düşünme.

    aslında bunu yaşattığı için çok çok az da olsa ona minnettarım ama yine de kabullenemiyorum işte bir insanın bu kadar gaddar olabileceğini.

    kabullenemiyorum ve kabullenemeyeceğim o çocuğu birinin öldürmesini!

    ama bir insan böyle bir salaklığı da niye yapar onu da hiç çözemeyeceğim sanırım .

    bu da böyle bir anımdır. pardon salaklığımdır.
    10 ...
  33. 101.
  34. Çok küçükken annemlerin çalıştığı üniversiteye gitmiştim gelip geçen öğrencileri izlerken gerzek memurun biri geldi elinde bir paket pirinçle "bak bunun içinde kaç tane pirinç var sayıp bilirsen sana oralet ısmarlayacağım kantinden" deyip gitmişti. Ben de oraletin turuncu rengini düşünürken bir yandan da saymaya başladım.

    Aklıma geldikçe gülüyorum. "Sen bilirsen ben sana kantini satın alacağım" derdim şimdiki aklım olsa ama oralet fikri güzel gelmişti o zaman.
    0 ...
  35. 100.
  36. 2 kere geldi basima, karsidan gelen yakisikli bir Adama bakayim derken ceketimin biryere takilmasi ve benim 'hiaamina' diyerekten divara yapismam
    1 ...
  37. 99.
  38. lisedeyken sinifta bi kizla tartisiyoduk artis artis konustu sonra siniftan cikarken hok diye kapiya carpti. zaaa diye guldum sonra kapiya donup oha dedi cikti siniftan. ben yine zaaa. bu kadar.
    2 ...
  39. 99.
  40. Birgün hocam sınıfta çok suskun derslere katılmayan biri olduğum için defterime şunları yazmıştı :
    Derslere önem vermediğini düşünüyorum. Ama önemsiz gibi görünen çivi atın nalını tutar at süvari taşır süvari savaş kazanır. Sana inanıyorum.
    6 ...
  41. 32.
  42. belki de hiç silinmeyecek olan anılardır.
    daha 6 veya 7 yaşındayım. ilkokula başladığım zaman. annem heyecanlı ben heyecanlıyım. annemin bir ayağı topaldı ve yüz felciydi. annem bana baktı çantam hazır, her şeyim hazır ve dedi ki: "oğlum; benim halimi görüyorsun. okulda arkadaşların olacak belki benden utanırsın, çekinirsin. arkadaşlarına annem bu demek istemezsin. babanla git istersen olur mu ben yanlış anlamam." hiçbir şey demedim. kapıyı açtım. ayakkabılarımı alıp kapının önüne koydum. sonra annemin de ayakkabılarını alıp kapının önüne koydum. hadi dedim anne, gidiyoruz. annem "emin misin oğlum?" dedi. eminim anne dedim. giydik ayakkabılarımızı tuttum annemin elinden okulun en kalabalık bölgesine kadar ellerini hiç bırakmadan güler yüzlü bir şekilde yürüdük ikimizde. sonra sınıfa girecekken herkesin göreceği şekilde, annemi doya doya öptüm ve sınıfıma girdim.
    evet arkadaşlar anne candır. anneye saygısızlık yapmayalım, onları üzmeyelim. bu da aklımdan silinmeyen bir anımdı. annemi mutlu etmek benim görevim. Açık ve net.
    3 ...
  43. 99.
  44. 1.5 - 2 sene kadar önce bu zamanlar, nişantaşı'nda arkadaşımın arabasında trafikteyiz.

    Karşı şeritte bir siyah range Rover. Yan yana denk geldik.

    Arkadaşıma yandakini sana yapayım dedim. Döndük baktık. Arabanın içindeki adam döndü bize baktı.

    Yol açıldı. ilerledik.

    Arkadaşımla aynı anda: "Murat boz değil mi lan o?" Dedik.

    Burdan sesleniyorum:

    Murat! Seni seviyorum aşkım.

    Şaka şaka. Ben ona bakmam.
    5 ...
  45. 98.
  46. sene 2003. liseye gidiyorum. daha bıyıklar yeni terlemeye başlamış (bu detaya dikkat. olay bu detay üzerinde şekilleniyor). okuldan yeni gelmişim. okuldan eve yürüyerek geliyorum. en az 1 saat. yani yorgunluktan ölüyorum. daha dinlenmeye bile fırsat bulmadan annem verdi elime baltayı, "git odun kır" dedi. kırın mırın etsem de anne inadı engin çıktı. çaresiz aşağıya indim. hali ile biraz gerginim. aldım baltayı elime, başladım odunları hış etmeye. ama nasıl bir hınç ile kırıyorsam artık, mahallede oynayan veletlerin dikkatini çekmiş olmalı ki, baktım bir müddet sonra birer ikişer etrafımda toplanmaya başladılar. malum memleketcek bu tür olayları (kepçe, vinç, dozer gibi araçları seyretme, bilimum inşaat olayları, odun kırma, boya-badana işleri vb) izlemek gibi tuhaflıklarımız vardır. önce aldırmadım. odunları kırmaya devam ettim. sonra baktım iyiden iyiye yanıma sokuluyorlar. dedim şimdi birine bir parça gelir falan... ondan sonra al başına belayı. güzellikle bunları bir iki kere uyardım. baktım laftan anlamıyorlar, başladım kovalamaya. tabi çil yavrusu gibi dağıldılar. başladım tekrar odunları kırmaya. bir müddet sonra yanıma birisi gıdım gıdım sokuluyor. hemen bir iki adım gerisinden de bir diğeri sesleniyor:

    -oğlum gitmesene len. amca kızacak.

    avına sinsice yaklaşan avcı kıvamındaki çocuk, yaptığı eylemi sorgulayan bu söyleme değil de ikinci cümleye takılıyor.

    - ne amcası len?

    cevap gelir:

    -amca tabi olm. görmüyon mu bıyıkları var.

    kısa bir süre dumura uğramış gibi duraksayan çocuk, verilen cevabı mantıklı bulmuş olacak ki şöyle karşılık verir:

    -doğru söylüyon len. hakkatten bıyıkları var. amca bu.

    bu esnada konuşulanları pür dikkat dinlemekteyim ama çaktırmıyorum. son cevap ile birlikte artık kendimi tutamadım ve patlattım kahkahayı. kısa bir kahkaha krizinden sonra baltayla kovalamaya başladım bunları. tabi bunlar topuklarını neticelerine vura vura yardırdı. ben de kalan odunları rahat rahat kırdım tabi. sonra düşündüm de, benim ki de iş hani. çocuk işte. dediyse dedi. ne diye kovalıyorsun. menopoz dönemine giren teyzelere teyze denildiğinde kızdıkları gibi niye kızıyorsam artık. ergenliğin verdiği dengesizliğin sonucu olsa gerek...
    3 ...
  47. 97.
  48. sene 2012, günlerden 7 nisan..

    twitterda dolaşırken "keşke yarınki adanaspor - k.erciyes maçına bilet param olsa da maça gitsem" diye tvit atıyorum.

    o zamanlar pederler evde değil, bende de kuruş para yok, meteliğe kurşun atıyorum yani.
    neyse dm'den bi mesaj gelmiş akşam gördüm. girdim baktım bi adam "053xxx burdan bana ulaşabilirsin." yazmış.
    de niçin? diye cevapladım çünkü ne olduğunu anlamamıştım. yanlış hatırlamıyorsam bilet paran yoktu gel bilet alırım ben sana dedi.
    acayip sevinmiştim ama telefonum yoktu yani bildiğin bi telefona sahip değildim.
    maç günü saat 3de güney maraton bilet gişesinin önünde olurum abi dedim ve çıktım..
    3ten çok erken vakitte ordaydım, ordan rastgele bir abiye "abi telefonunu kullanabilir miyim?" diye sordum, al buyur dedi verdi telefonu. aldım aradım abiyi.. oralardayim geliyorum dedi 10 dakika sonra beni buldu sonra çocukları ve abiyle birlikte maça girdik..
    ve yanlış hatirlamiyorsam da 2-1 yenmiştik.. çıkışta abiyi göremedim sanirim erken çıkmıştı ben de twitterdan teşekkür etmistim.
    "birsey degil ruhumuz turuncu" cevabını vermişti..

    ne güzel insanlar var..
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük