bugün

konusu oldu da yazıyorum.
iş yerinde mesaimin başındayım bi hatun yanaştı ve dedi ki 'diş bakım seti ile ilgilenir misiniz?' 'üşengeç biriyim ve de zaten dişlerimle pek ilgilenmiyorum' dedim ve dişlerimi gösterdim hatuna. dedi ki'yardımcı olayım' dedim ki 'nasıl? dişlerimi sen mi fırçalayacaksın?' bekledi biraz 'iyiydi' dedi ve gitti. ulan insan giderken diş bakım setinden bi tane bırakır hayrına. onca muhabbetimiz var.
çocukken, bir gün parkta mahalle maçı yapıyorduk. bizim bi arkadaş vardı... muhammed. tam hatırlamıyorum, ben topa bi vurdum birine falan geldi herhalde, bu bana dedi ki;

-oğlum ben geçen topa bi vurdum 3-4 yaşında bi bebeye çarptı, bebeye hiç bişey olmadı lan! düşmedi. kesin tüp bebekti. sallanmadı bile.

9-10 yaşındaydım, o zaman bile demiştim bu mnakodumun malı ne diyo diye.

geçenlerde mahalleye uğradım bunu gördüm, nabıyon dedim 'ot arıyoz' dedi. yine bizim mahalleden bi bebe vardı yanında. sözlük kusura bakma ama...

bazen mal olan hep mal kalıyor.
dun gece resepsiyondaki deskte otururken bir taraftan da oyunla * ilgileniyorum. bir adam arkamdan sessizce yaklaştı. ne izliyon sen dedi. yuzune baktim siklemedim. tekrar ayni soruyu sordu. oyun oynuyom dayı hayirdir dedim. aptalca siritti. havuzu kullanmak ucretli mi dedi. evet 10 lira dedim
yani diyorsun ki herr hausun dibi ayni dedi,aptal aptal siritarak gunese doğru yol aldi.
LYSye az kalmış, 1,5 ay falan. o ara uzun süre platonik takıldığım bir kız vardı, açıldım, gelen cevaptan dolayı hala tam toparlayamamışım kendimi. Bir de bu yüzden denemeler falan da kötü gelmeye başlamıştı, kızı düşünmekten çalışamıyodum. zaten YGS den de istediğim sonucu alamamıştım. Ailesidir zartıdır zurtudur ben iyice asabileşmişim o aralar. Neyse dershanede bir kız var uzun süredir o da bana platonik gidiyodu ama ben buna yüz vermiyordum. Neyse efendime söyleyeyim bu sonra eski sevgilisyle falan barıştı, bana da içten içe kin beslemeye başlamış bu ama tabi çok sonradan öğrendim bunu o aralar bilmiyorum. Doğaldır, haklı değil ama doğaldır. sonuçta bir insan değer verdiği birinden aynı değeri göremeyince o kişiye sinirlenebilir. Neyse bir gün gene ders işliyoruz, integral falan zaten almıyor kafam. Bu o gün dershaneye kısa bir şortla gelmiş. Ama abartılı bir şort da sayılmaz sonuçta yaza da geliyoruz yavaş yavaş.

Neyse baktım sonuçlar kötü geliyor oturdum öne öğrenecem integrali. Bu da yan sırada. 8 kişilik sınıfta iki erkeğiz bu arada, diğeri zaten o gün derse de gelmemiş tek erkek benim sınıftaki. 10 dk sonra farkettim bu gelmiş bacaklarının üstüne kapşonlusunu sermiş. işte o an sinirlendim, kız bana resmen sapık muamelesi yapıyor. Hayır gözüm bile kaymamış, dersin birkaç kere bakmışsındır kız rahatsız olmuştur, suçlu sensindir,yanımda farketmem bile 10 dkmı almış, kaptırmışım kendimi integrale gözüm başka birşey görmüyor.

Şimdi burada bir sorun var. Yanlış anlaşılmasın ben şorta karşı bir insan değilim. Turizmci bir ailenin çocuğuyum, rahatımdır bu konularda. annem de giyer şort hatta. Ama madem rahatsız olacaksın neden o şortu giyiyorsun. Bütün erkeklere potansiyel sapık gözüyle bakacaksan giyme kardeşim. Kaldı ki sana yan yan da bakmamışız. He sen içinden bakıyo mudur habire diyorsan o senin paranoyaklığın. Kimseye sapık muamelesi yapmaya hakkın yok. Zaten bakacak olsam sana benden hoşlandığın ara bakardım.

Neyse ben yediremiyorum ama, böyle kezbanlık olmaz. Kalktım sıradan topladım eşyalarımı gittim sınıfın en köşesine yerleştim, herkes bana bakıyor bu arada. Hoca bir an baktı böyle noluyor falan, bir an göz göze geldik, sonra o da anladı durumu. işte o an kimse birşey demedi, kız da sesini çıkartmadı ama sessizliği her şeyi anlatıyodu. Kız yerin dibine girmişti utancından. O gün bakamadı bana bir gün boyunca. Bu da ona güzel bir ders oldu.
parayı sevmem.
para, farklılıktır.
yaşıyor isek, aynı olmalıyız.

kış ayı, kar yağıyor.
cebimde, önceki gün babaannemin verdiği yirmi lira var.
haftasonu arkadaşlarım ile harcayacağız o parayı.
yalnız adamlar.
yalnız ve küçük adamlar.
kar bastırıyor.
barbaros bulvarı'ndan mecidiyeköy'e yürüyorum.
darphane durağı.
bir adam.
kıvranıyor gibi.
"merhaba, yardım edebileceğim bir şey var mı?"
gülümsüyor.
üşüyor, fark ediyorum.
"yemek." diyor.
"yiyecek bir şey olsaydı, iyi olurdu!"
yaşlı adamı yanıma alıp, yoluma devam ediyorum.
"fakir kaldım! evlatlarım bakmadılar bana! zengindim, fakirim şimdi!"
bir dönercide duruyoruz.
iki döner, iki ayran, iki su.
yirmi lira tutuyor.
yaşlı dayıya dönüyorum,
"dost, şimdi ikimiz de fakiriz!"
bir gün uyuyordum, uyandım!
Lise 4 başlarındayken* kuzenimin okuldan arkadaşı beni eklemiş. kabul etmedim, tekrar ekledi yine kabul etmedim sonra tekrar ekledi ben de mesaj attım, ''kimsiniz yahu?'' diye cevap geldi anında,
''ne olur kabul edin, sonra anlatıcam kim olduğumu ama önce ekleyin ne olur.''
peki dedim ekledim, adam yalvardı resmen,
anlattı kuzenimle aynı sınıftalarmış falan fişman, hala ekli durur listemde ama hiç konuşmayız nereye kadar bakalım.
an itibariyle aklıma gelmiş garip bir anımdır.

3 yıl önce, taksimde bir bara gidip arkadaşlarla içmiştik. çok fazla sarhoş olmuş ve yanımdakiler farkında bile olmadan, ne yaptığımı bilmeyerek dışarı, istiklal caddesine doğru çıkmıştım. istiklal caddesinden, taksim meydanına doğru yürüyordum. gezi parkının aşağısında, artık yeri orada olmayan, ''55 t'' otobüslerinin kalktığı yere doğru bir kaldırıma çöktüm. yanıma bir adam geldi. adam da mı sarhoştu, yoksa deli miydi bilmiyorum ama bana taksimdeki the marmara otelinin sahibi olduğunu söyledi. ben de ''ciddi misin ağğbii vay bee'' falan diyerek, inanmış gibi-ki gerçekten inanmış da olabilirim hatırlamıyorum- heyecanlı heyecanlı onunla konuşmaya devam ettim.

adam: ''tabii ya ne sandın'' dedi. ''benim böyle göründüğüme bakma, bir zamanlar çok zengindim'' dedi. adam, o oteli elinden zorla aldıklarını, aslında tapusunun onda olduğunu filan iddia ediyordu. ben de bu haksızlığa sinirlenip '' vay orospu çocukları, nasıl yaparlar bunu!'' diye bağırmaya başladım. çok sinirlenmiştim. bu adama otelini geri kazandıracaktım, gerekirse yoluma çıkan herkesi ezer geçerdim bu amaç uğruna.

''hadi'' dedim adama, ''kalk gidiyoruz, otelini geri alacağız''

adam da sevinçle ayağa zıpladı ve the marmara oteline doğru yola koyulduk. kapıdaki görevliye ''adamın otelini çalmaya utanmıyor musunuz?'' diye sordum. beni siklememişti. adam da bir yandan otelin duvarlarını okşuyor ve ''yeniden benim olacaksın'' gibi bir şeyler sayıklıyordu. kapıdaki herif, bavulları alan genç biriydi. bizi pek siklemiyor, sadece gülüyordu. sonra ben '' yüzüme bak '' diye bağırdım ve adamın yakasına yapıştım. kim olduğunu hiç bilemediğim biri gelip bana yumruk attı. yere yığıldım ve kalkamadım. yarı baygın bir şekilde yürüyordum birkaç dakika sonra. bir kolumu omzuna dayamış o adam beni götürüyordu.

birlikte meydandaki mc donalds'ın oraya gittik. şu yanında thy filan da olan.. orada bir taşın üzerine oturduk. saat bayağı geç olacaktı ki, sokakta kimse yoktu. adam ''bira alıp geleyim ben'' dedi. ben de bira sevmediğimi, sadece kendisine almasını söyledim. herif gittiğinde tek başıma orada oturuyordum.

derken bir tinerci yanaştı. elinde torba, içine çekip duruyordu. torba bir iniyor, bir şişiyordu. bu görüntüye nedense kahkaha attım. çok komik gelmişti o an için. karşımdakinin beni bıçaklayabileceği ihtimali beni ne korkutuyor ne de düşündürüyordu.

çocuk: ''para ver'' dedi. ben de ''param yok'' dedim. ''ama bir arkadaşım var, the marmara'nın sahibi. tekele gitti bira almaya. o gelsin, ondan isteriz'' dedim.

çocuk: ''taşak mı geçiyorsun lan'' dedi. ben de ''hayır dedim'', ''ne taşağı''. ona beklememiz gerektiğini, beklersek göreceğini söyledim. çocuğun da kafası kıyak olduğundan ses etmedi pek. derken çocuk arkadaşlarını gördü ve yanımıza çağırdı. karşımda sayamayacağım kadar çok tinerci vardı artık. olanları onlara da anlattı. liderleri olduğunu sandığım kişi yakama yapıştı ve ''sen kimi sikiyon lan?'' dedi.

aynı hikayeyi ona da anlattım ama bu daha zekiydi, hatta o an benden daha zekiydi.

''sökül paraları, yoksa delik deşik ederim seni burada'' dedi liderleri olan.

artık alkolün etkisi azalmaya, kafam yerine gelmeye başlamıştı. işin ciddiyetini anlamıştım ve beynim ışık hızında olasılıklar üretiyordu.

hiçbir ümidim kalmamış, the marmara'nın sahibi de beni yüzüstü bırakmıştı. gerçi gelse de ne yapabilecekti ki? ama o an başka kimseden yardım talep edemezdim. çok çaresizdim.

tam çocuk bıçağını çıkarıyordu ki,

''tüm paramı ona verdim, sizden önce gelip her şeyimi aldı'' diyerek, o yanıma ilk gelen tinerciyi işaret ettim.

liderleri sinirli bir şekilde, o çocuğun yanına yürüdü ''doğru mu lan? çıkar bakalım paraları'' dedi.

çocuk ''yalan söylüyor'', ''ben para falan almadım'' dese de, ben daha inandırıcı bir yalancıydım. o çocuğu gözümün önünde tekme tokat dövdüler ve parayı istediler. çocuk hala ''yalan söylüyor, yok amına koyayım bende para'' diyordu.

o kargaşa içinde sallana sallana oradan uzaklaştım. giderken arkamdan bir bıçak yiyeceğim korkusuyla birlikte yürüyordum. neyse ki hiçbir şey olmadı. telefonuma baktım, 50den fazla cevapsız arama vardı. bir sürü de mesaj. arkadaşlarım beni aramış, bulamamışlardı.

işte bu da böyle bir anımdır.
ben bir gün uludağ sözlüğü anı-yordum yazar-oldum.
tanim:
sozluk yazarlarinin hayatlari boyunca unutamayacagi ilginç anilaridir.

bir tanesi de benim başımdan geçti kısa zaman önce.
edit: mobilim yavas yavas yazacağım takip etmek isteyen olursa...

iki arkadaş parasizliktan kiriliyoruz. ev kirasi suyu interneti... dolapta yiyecek yemek kalmamış ve cebimizde bir paket Winston light dan başka hiçbir seyimiz yok. ankara kizilayda bilen bilir elektrik direklerine asilan günlük isleri araştırıyoruz... telefonu kalın sesli bir ağabeyimiz (!) aciyor. ofise gelin goruselim diyor... tunus caddesine doğru yola koyuluyoruz...
ilk öğretmenlik tecrübemde yasadığım güzel bir anımdır..

okulumuz ücra bi yerdeydi ve hava soguk olduğunda sınıftaki küçük klima sınıfı ısıtmaya yetmiyordu. sabahcıydık ve sabahın seher vakti soğuğu iliklerimize kadar hissetmeye yetiyordu. günlerden bir gün hava yine cok soğuktu ve klima sanki soğuk üflüyor gibi etkisizdi. nerdeyse bütün sınıf hastaydı. üstelik öksüren nezle olan cocuklar da 40 kişilik sınıf olunca hemen birbirlerinden kapıyorlardı hastalığı. enes sifayı kapmıs olacak ki konusmakta zorlanıyordu. bir yandan burnunu silmeye calısıyor bir yandan hapsuruyordu. aynı zmanda titriyordu.

öğrenciler 7 yasında 2. sınıf ögrencisiydi. ve duygularını hissettiklerini öyle derin ifade ediyorlardı ki, içinden gecenleri masum yüzlerinden anlayabilirdiniz. enes parmak kaldırarak yanıma yaklastı. öğretmenim üsüyorum.... ve bu cocuklar 2. sınıf olduklarından evlerine kendileri gidip gelemiyorlardı. velileri okula birakıp okuldan alıyordu. işte o gün de enesi annesi okula bırakmıs, tekrar cıkısta gelecegi için de enesin montunu yanına almıstı. enese üşüdüğünü söylediğinde montunu giyinmesini söylemiştim. ama montunun sınıfta olmadığını söylemedi. belli ki farkettirmek istememişti. sonra öğretmeni olarak farkettiğimde sordum. neden giymiyorsun diye. cok üşümüştü. dudaklarından belliydi.hemen farkedip üzerimdeki montu cıkarıp ona giydirdim. elimdeki cay bardagına minik ellerini tutturup ısınmasına yardımcı olmaya calıstm. o an yüzü pembeleşmeye baslamıstı. sarıldığımda yavas yavas titremesinin gectiğini hissediyordum. ürkek bir kus gibiydi... sessizce nefes alıyordu. hatta bi ara uykuya daldı, uyandırmaya kıyamadım. bi an uyandı ve boncuk gözlerle bna baktı. ve dediği şey beni benden aldı adeta... ısındın mı enes? ısındım anne!! bu kelimenin sıcaklığını ve bu duyguyu ilk kez yasıyordum. enes gayri ihtiyari anne demişti, ama ben o anı ömrüm boyunca unutmayacağim...
Köpegimi kaybettigimde eylul 2011'di. Daha körpecikken evin 10-15 metre uzagindaki bahceye gelmisti, 2007 yaziydi galiba. aldik, bi kulübe yaptik kendisine, önce sütle beslemeye basladik., tabi biraz buyudukten sonra sutu birakti. ismini 'mosi' koymustuk. gel zaman, git zaman o kadar alismistik ki kendisine. hayatimiza bi renk katiyordu. aci veriyor, onun artik olmamasi. daha da aci verense tek bir resminin bile olmamasi, keske cekseydim zamaninda diye cok kere hayiflandim. sadece hatiralarda iste o kadar...
cadılar bayramı yapılacaktır,

arkadaşlarla anlaşılır ve sözleşilir. casino da buluşulur ve ardından club bacardi ye gidilir. çılgınlar gibi eğlenilir, dans edilir ve hayvan gibi içilir. vee saat sabahın 4 üne doğru eğlence biter ve herkes evlerine yada yurtlarına gitmek için oradan ayrılır. evim oraya yakın olduğu için yürüyerek gidiyordum st. kliment caddesinde yürürken sağda açık bir pizzacı görüp alkolünde etkisiyle acıktığımı hissettim ve pizzacının da bıyıklarından ötürü türk olduğunu düşünerek* içeri girdim ve 2 dilim pizza yiyip ardından eve doğru yürürken 10 15 dk sonra miğde de bazı kıpraşımlar hissettim ardından bir polis kontrol noktasına yaklaşırken birden miğde bulantısı artarak istifra etmeye başladım, arka arkaya 2 3 kere istifra ettikten sonra polisler geldi durumu anlattım ve pasaportu gösterdim. hemen hastaneye götürdüler ve serum taktılar, sonra da bir iki saat yattım. doktor pizza da domuz eti olduğunu belirtti ve miğdemin sindirmeyip çıkartmak istediğini anlattı ve öylede olduğunu söyledi. ondan sonra serumum bittiği zaman hastaneden çıktım ve tam 1 hafta sadece peynirli hamur işiyle beslendim.

o kadar ki sütte bile domuz sütü yoktur inşallah demeye başladım, ama sonra düzeldim artık sormadan yemiyorum*
ilkokuldayım, yine sınıf birincisi meltem'i deli gibi kıskandığım günlerden biri. hoca bir hafta önceden türkçeden ödev vermiş mutlaka yapın demiş. ben her zamanki gibi ödevimi son güne bırakıp üstüne bir de kitabımı okulda unutmuşum. akşam annem eve gelince apar topar okula gittik. tam sınıfa gittim kitabı alıyorum, bi baktım meltemin kitabı sıranın altında duruyor. şimdi defteri alsam eve götürsem hırsızlık yapmış gibi olacağım vicdan azabından ölürüm,olmaz.* ama o kitabı yok etmem lazım ki yarın göt olsun oooooo yapmadın mııııııı diye bi küçümseyeyim. aldım kitabı öğretmen dolabının altına bi güzel iteledim. mümkün değil bulamaz. ertesi gün ders basladı büyük bir gururla kimler yaptı ödevini deyince parmağımı kaldırdım. meltem de kaldırdı. içimdeki hırs daha da bir alevlendi hoca çıkarın kitaplarınızı bir göreyim dediğinde napacaksın bakalım diyorum. hoca beklenilen hamlesini yaptı ama o da ne? meltem çantasından bir türkçe kitabı çıkarttı. lanet karı o kitabın sende işi ne? kaç tane kitabın var senin amk mal mısın ben bir kitaba sahip çıkamıyorum. kısacası gene göt olan ben oldum.
Olu bi kiz dogurdum, cennetten kovuldum.
Şu an aklımda ki tek anı bir arkadaşıma "bekle desin beklerim" dediğim zamanlar. Çok sular akmış, çok zaman geçmiş, Çok şey değişmiş. ben dahil.
anı değil de hani öyle bir şey.
bugün kitap almaya giderken kitapçının karşısındaki playstation kafede bi kız bi erkek pes atıyordu, kız da küçük en fazla 15-16 yaşında. günümüzde aşkın anlamı ne kadar da değişmiş değil mi?

--spoiler--
gel aşkım bi pes oynamaya gidelim.
--spoiler--
--spoiler--
bi gün yazlıkta deli gibi içmişim. en yakın tuvalet 15 dk lık yol. 2 taraftan da bastırıyor çok fena. hığ desem çıkacak o şekil..
8 birayı ve 2 pizzayı içimde tutuyorum
her neyse, son birayı bitirdim tam kalkacam bi tane kız geldi..
-merhaba tanışalımmı ben nilay
peki ben ne dedim sözlük ? ne dedim tahmin et.
* tuvalet
aynen aynen tuvalet deyip kızın yanından hızlıca uzaklaştım.
--spoiler--
annem anneannemle benim telefondan muzik dinliyoduk siradaki sarki elleran elvis kurtaj magduruymus bilmiyordum birden yuksek sesle beni tani yarrak diye muzik basladi heralde o en utanc verici bir animdi .
son birkaç aydır spor salonunda birini kesiyorum. alışkanlığım değildir, gerçekten. spor salonları egzersiz yapmak içindir, belki biraz da insanlarla konuşmak için ama vücut çalışmayı et pazarı olarak gören yaygın bir anlayış vardır. iyi tarafı endorfine batmış çılgınlıkta birisiyle tanışırsanız, sizi en kötü halinizle, terle kaplanmış ve saçınız yapılmamış halinizle gördüğünden ve sizi çekici bulduğundan, hayatınızın geri kalanı boyunca rahat edebilirsiniz.

haziranın başında adamın biri gözüme takıldı. utangaç bir gülümseme, yumuşak görünümlü saçlar, etkileyici şekilde kaslı yapı. biraz soruşturdum. adını öğrendim.

''ibne o.'' dedi bir erkek kankam. ona kısaca e. diyeyim. kendisi eşcinseldir. ne zaman bir erkek bulsam gözü götü kayar onlara.

aradan birkaç gün geçti. spordan yorgun düşmüştüm. kağıt havlu kutusunun yanında ensemdeki terleri kurulayarak dikildim. ta ki o görüş alanıma girene kadar. aynı zaman da işkence aleti olarak da kullanılabilen bench-press'lerden birini kuruyordu. arkasını dönmeden '' senle sırayla set yapabilir miyiz?'' diye sordu. Yumuşak bir ses, hoş. anlamadıysanız açıklayayım; spor salonu dilinde ağırlıkları dönüşümlü kaldırmak için sorulur bu. saçma sapan bir istekti bu elbette. onun küçücük ayak parmağıyla kaldıracağı ağırlığa göz kulak olmayı beceremezdim büyük olasılıkla. ''ağırlık çalışıyor musun'' diye sordu. Çalışmıyordum. ''Bar artı 20 kilo olabilir'' dedim. Beynimi sikeydim emi. Başını salladı. adam başı üçer set yaptık. o ağırlıkları iterken aletin karşı tarafında, uzun kollu tişörtünün göğsünde gerilmesini izleyerek dikildim. benim sıram geldiğinde rahat ve ciddi görünmeye, kıkırdamamaya çalıştım. rahat görün kızım, diye geçirdim aklımdan. salonun içinde adamı takip etme. yapışma.

yarım saat sonra aerobik salonundan çıktım, kürek aletindeydi, birkaç dakika önce başlamıştı. birkaç sıra ötede bir kürek aletine oturdum ve ayaklarımı kayışa yerleştirdim. ''yorucu bir gün mü oldu'' diye sordu. gülümsedim. ''soğuyorum sadece.'' havamı sikiyim. beş dakika boyunca kürek çektim. bitirdim ve başını çevirip göz göze geleceğimiz an arkasındaki kapıdan dışarı çıktım.

iki hafta sonra e. ile bir cafede buluştuk. hani şu gey arkadaşım. ''tahmin et ne oldu?'' dedi yılışık yılışık. ''ne?'' dedim. tahmin oyunu oynayacak halde değildim. ''senin küçük arkadaşınla konuşuyordum.'' dedi. ''hangi küçük arkadaş? penisinden mi bahsediyorsun?''ona laf sokmaya bayılıyorum. ''dalga geç, son gülen iyi güler'' dedi. haklıydı az sonra ağzıma sıççaktı, haberim yoktu. '' senin şu sporcu 16 yaşında.'' beynimde filler depişti sanki. tamam ben de çok büyük değildim ama o adam yani o çocuk öyle gözükemezdi. ''beni işletiyorsun'' dedim. ''daha bitmedi. çocuk geymiş.''

o günden sonra arkadaşım e.'yi uzun müddet görmedim. ta ki bir alışveriş merkezinde onları birlikte görene kadar.
Ankara'nın varoş bir semtinde gecekondu çocuğuydum. olayın vuku bulduğu zaman tam olarak 9 yaşındaydım. Kademe kademe anlatmaya çalışacağım...

Okuldan çıktıktan sonra mahalleye gelip bizim bebelerle maç yapma, gizlice sigara içme gibi fiillerde bulunurduk. Ancak bunlardan daha farklı hobilerimiz de vardı. Hırsızlık gibi... Biz buna kendi aramızda şifreli bir kelime olduğunu düşünerek "afırmak" diyorduk. Özellikle ramazan aylarında 4 çocuk bakkallardan cips, kola, dondurma ve sigara gibi ürün afırıyorduk. Salam çalabilen bir arkadaşım bile olmuştu. En pahalı ürünü çalan her zaman övülürdü. Az övülmedi ayı adem... Bir gün övgü rekoru kırmıştım. Evet, diğerlerinden daha pahalı bir ürün çalmayı başarabilmiştim. Üstelik kasiyerin önünden. Çaldığım ürün kısa marlboro light idi. Onu da inşaatta 4 kişi 2 saatte içip bitirmiştik. Bir de "yihhhh annem geldi" diye diye sigarayı içimize çekmeye alışmıştık...

Bir gün bizim bebelerle lunaparka gittik. Giriş için paramız yoktu, langırt oynayıp çıkacaktık. Kaçak girmeye karar verdik. Demirlerin arasından girmeyi başardık ancak oradaki görevli adam bilal ve beni yakalamıştı. Sonra bizi bir güzel dövüp dışarı çıkardı. Kulaklarımdan öyle bir tutup çevirmişti ki, adeta duman çıkıyordu. Lunaparkın başka bir bölümünden kaçak girip diğer bebeleri bulduk. Langırt oynadık, gezdik tozduk. Daha sonra mahalleye döndük... Ayı adem, mahallede oturduğumuz kaldırımda büyük bir iş teklifinde bulundu. Evet, tam olarak "langırdı çalak mı la?" dedi. Bilal'in yüzüne baktım, her zamanki piç gülüşünü yaptı. Bu çalalım anlamına geliyordu. O an Lunapark görevlisinin attığı tokatlar aklıma geldi ve "Çalalım la!" dedim ben de. Gereken araştırma ve planı yapmıştık. Ertesi gün bebelerle gün boyu takıldıktan sonra işimizi icra edecektik ve akşam olmasını bekliyorduk. Sarı emre'nin bahçelerinden el arabasını yürütüp lunapark yolunu tuttuk...

Daha önceki gidişlerimizde aklımızda kalan detaylara istinaden yanımıza çekiç ve kerpeten almıştık. Çünkü lunaparkın arka giriş kapısı 1,5 metreyi geçmeyecek yükseklikte olup çok ince bir zincirle kilitliydi. Ayı adem çekiçle asıldı zincire. Pat!... Pat!... ve zincir kırıldı, kapıyı açıp içeri girdik. Seri bir şekilde langırdın olduğu bölüme gidip onu kucaklayarak el arabasına koyduk. Oldukça ağırdı ama zor da olmadı. Ayı adem direksiyona geçti, hızla çıkışa ilerledik. Ve evet! işte langırdı çaldık. Bebelerle mahalleye geldiğimizde onu koyacak yer ararken bizim kömürlüğe koymaya karar verdik ve koyduk.

semtin en azılı hırsızları büyük bir işe imza atmışlardı!
hava acayip soğuk bütlere kalmamak için it gibi çalışıyorum beyler evimiz de kalörifer yok zar zor bulduk evi yaşıyoruz o fakirlikte yaşayıp gidiyoruz ailemiz zar zor para yetiştiriyor yarın sınavım var it gibi çalışmışım saat gece 3 te uyumuş yatıyorum bu orospu çocuğu o buz gibi havada buz gibi suyu doldurup sırtımın oraya koymuş. yatakta döndüğüm anda sırtımda patlaması bir oldu amına kodugum çocuğu . kapısınada masayı çekmiş açamıyorum gittim sınava gayette iyi geçti ama hiç bir zaman unutmadım bu orospu evladının yaptığını herneyse panpalar geldi geçti herşey memlekete gitme vakti geldi ilk gün bu ben sonraki gün gidecektim , bunun bana yaptığı oçluğu unutmadım , gitmeden önceki gün eczaneden bir kutu müshil aldım planım hazırdı . uyandırdım çocuğu hadi seni uğurlamadan önce bi menemen hazırlayayım da yiyek kardeşim
bu da tamam iyi olur kanka dedi işte 3 tane müshil i aldım suya koydum sosla beraber döktüm menemene çakmasın diye bende yiyorum tabi çocuğun otobüsüne yarım saat kala gittik garaja bindirdim otobüse güle güle bir büfeden penguen dergisini aldım eve döndüm televizyon izliyorum benim karnım yavaşca guruldamaya başladı hemen koştum tuvalete aldım penguen dergimi gülmekten ölüyorum benim sıçma isteğim geldikce onunda gelecek ama tek fark ben tuvalette o otobüste ... panpalar aradan 1 saat geçmiş dayanamamış sıçmış bu ibne ulan eşyalarla beraber atmışlar bunu otobüsten otostopla 19 saatte varabilmiş evine telefonda anlatıyor senin amına koyacam diye ahahahh şerefsiz demek bana ibnelik yaparsın haa . buda böyle bi anımdır işte.
Lise sondayız, 4 kızız ve bu kızlar okulun karşısındaki duvara graffiti yapıcak. Ellerine spreyden boya bulaşmasın diye eldivenlerle ama karakol 100 mt ileride. Neyse başladık yapmaya yavaş yavaş güzel güzel. Bir baktık 4 araba sivil polis. Bir arkadaşımız kilolu, diğerinin annesi duysa onu öldürür, biri Şaban gibi bir tip. Polis aldı bizi Telli yerlere oturttu kilolu olan yanımıza sığmadı öne aldı. Biz zır zır ağlıyoruZ birde gülüyoruz. Karakola götürdüler tüm polislerin yüzünü güldüren dörtlü olduk, o duvarın sahibi gelip ben şikayetÇi değilim diyince bırakıldık. Sorgu odasında, polis aracında polisler hatıra kalsın diye fotoğraflarımızı Çektiler, bir okulda konuşulan olmuştuk. Ne günlerdi yahu.
az önce bi mesajda hatırladığım anı.

bi bakkal amcam vardı, üniversite sınavlarını kazandım kola falan alıyorum akıcam hani * neyse dedi kazandın mı evet dedim hangi lise dedi yok artık dedim almadım çıktım bi daha da bakkal yerine markete gittim.

küçük gösteriyorum da o kadar da olmamalı.
gece gece annemi özlediğim için, ondan yediğim en kral dayağı paylaşasım geldi.
ilkokul 2. sınıftayım o aralar. bizimkiler çalıştığından bana bakma işi anneanneme düşerdi. melek gibi kadındır, hakkını ödeyemem. annem 2001'de emekli olana kadar tam 5 sene kahrımı çekti.
anneannemle aramızdaki ilişki genelde çok iyidir, ama o aralar anlaşamadığımız tek bir konu vardı ki şu lanet altın günleri. arkadaş anne tarafı o kadar kalabalık ki, onun kuzeni, onun teyze kızı derken sene içerisinde bildiğin 15 maçlık fikstür gibi. bende gitmek istemezdim hiç. genelde anneannem kazanırdı düelloyu haliyle, anneni ararım demesi yeterliydi gitmem için.
neyse o gün sabahçıyım, okuldan eve geliyorum, o günde esengül teyzelerde deplasmandayız. serviste planı kurdum, dedim bu defa blöfünü yemem. bilirim anneannem bana çok düşkündür, annemde acımaz döver, o yüzden kıyamaz bana filan diye hesaplar yapıyorum. neyse gittim eve daha 5. dakikadan kıyamet koptu. anneannem tutturuyor, oğlum hadi geç kalacağız bak vallahi fazla oturmayız hemen bir şeyler yiyip geliriz. yok gelmem sen beni bırak git diye tutturdum. kadında haliyle 8 yaşındaki çocuğu evde bırakamıyor. öyleydi, böyleydi, dondurma, poğaça vaatlerine kanmayıp tutturdum gelmem diye. anneannemde annemi aradı. annemin tek lafı sen onu tut ben geliyorum şeklindeydi. annem öğle tatilinde eve geldi, sonra beni dövüp gitti. giderken de senin yüzünden öğlen yemeğini kaçırdım diye 2 tokat daha attı. kadın bildiğin ekstra mesai yaptı beni dövecek diye. o gün annemin kararlılığını sorgulamamayı öğrendim. çünkü öğlen vakti o minibüs yolu trafiğinde taa bağdat caddesinden kalkıp, maltepeye beni dövmeye gelmişti.

sonuç : güne gitmedim, sadece o hafta için. bir haftalık aradan sonra emine teyze deplasmanında kadrodaki yerimi aldım.

not: kısır fena değildi.