3 yıldır sevdiğim çocuk. Konuştuğu kişinin ben olduğunu bile bilmiyor. Bulmuş bir kız ne şanslı dokunamadığım çocuk ona sarılıyor. Hayat çok boktan ve adaletsiz.
"allah bir yerden alıp bir yerden verir" sözünün geçersizliğini fark ettim. Hayat ya hep ya hiç mottosuyla çalışıyor. Bir şeyi verdiğinde her şeyi de veriyor ama vermezse hiçbir şey vermiyor.
Dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğu davul tokmağının yarattığı her bir gaddar gümlemeyle beynimde yankılanıyor.
Her şey çok güzel gidiyordu. Güneşli bir günde, tatlı kız elbisesiyle elinde bir çiçek sepeti eksikti. Sonra aniden yağmur bastırdı ve eteklerini tutarak, güvenli bir yere sığındı. Beni de yanına çekti. Onunla tanışmamızın üzerinden iki hafta geçmişti. Ama sanırım onu hep bu şirin telaşıyla hatırlayacaktım. Tam orada karar vermiştim.
Peki sonra n'oldu? Sıkışık halde beklediğimiz durağın altında yağmur damlalarının göğüslerinin arasıdan süzülüşünü gözlerimle takip ederken ben, eteği sürtünüken elime, kulağıma yaklaştı ve şunu söyledi,varlık vardır, yokluk yani hiçlik yoktur.
Artık onu duymuyordum. Yokluk ve hiçlik'i aynı şey olarak düşünüyordu! Hemen oradan, yağmura aldırış etmeden uzaklaştım. Arkamdan ne oldu diye çok bağırdı ama dönüp bakmadım bile.
oldukça yoğun bir günün ardından sütlü çayımı içme umuduyla eve geldim ve çantamı girişe fırlattım. mutfağa koştum, ama bir şey dikkatimi çekti. annem oturma odasının en köşesinde bir şeyler okuyordu, bazı kelimelerini dışından tekrar ederek. odaya girdim ve gördüğüm manzara karşısında dünyam başıma geçti. otto liebmann'ın geist der transcendentalphilosophie'sini okuduğunu gördüm. annemin gözleri dehşet fışkıran gözlerim ile buluştu. ka...kant'a dönüş şey gibi birkaç bir şey söyledi. onu duymuyordum. comte'den bahsetti bir ara sanırım. ama beynim zonkluyordu. sütlü çayımı içmek üzere mutfağa yöneldim. artık annemle aynı evde yaşayabileceğimi sanmıyorum.
Bahçede beslediğim anne kedinin yavrularını bırakıp gitmesi. Uzun bi süre gelmemesi bana dert olmuştu. Çok şükür bugün geldi ve bu üzüntü çok uzun sürmedi.
oldukça yoğun bir günün ardından sütlü çayımı içme umuduyla eve geldim ve çantamı girişe fırlattım. mutfağa koştum, ama bir şey dikkatimi çekti. annem oturma odasının en köşesinde bir şeyler okuyordu, bazı kelimelerini dışından tekrar ederek. odaya girdim ve gördüğüm manzara karşısında dünyam başıma geçti. otto liebmann'ın Geist der Transcendentalphilosophie'sini okuduğunu gördüm. annemin gözleri dehşet fışkıran gözlerim ile buluştu. ka...kant'a dönüş şey gibi birkaç bir şey söyledi. onu duymuyordum. comte'den bahsetti bir ara sanırım. ama beynim zonkluyordu. sütlü çayımı içmek üzere mutfağa yöneldim. artık annemle aynı evde yaşayabileceğimi sanmıyorum.