sözlük yazarlarından öyküler

entry125 galeri1 video1
    26.
  1. niye böyle toplara giriyorum acaba lan? ne yapıyorun ben? can sıkıntısı galiba. arka sokaklar'ı bile izleten bir can sıkıntısı. dağda bir köyde geçiriyorum genelde yazlarımı. geçen yaza kadar köyü tam anlamıyla dolaşmamıştım. geçen yaz "lan lost gibin olur köyün gizemlerini çözücem hesabı" dolaştım sığır gibi köyde. 2-3 gün sürdü tabii bu arayış. sonra bi sik olmadığını anlayınca, afedersin, bıraktım tabii salak salak dolaşmayı. sonra bir yıl daha eksildi hayatımdan ve bu sene yine köye gittim. vallaha çok canım sıkıldı lan dağda. tv falan var, hava süper falan ama arkadaş da olmayınca, ki çoğu zaman olmuyo, sıkıntıdan patlıyosun. ha şehrime yani bursa'ya inince de bir bok yapmıyorum ama yapabilme ihtimalini seviyorum. bi şekilde zaman geçiyo.

    bir de sıcak oluyo bazen mesela o zaman dağa gidiyorum. bir kaç gün takılıyorum. bir de salak bir düşünce akımına girdim bayadır. misal dağda telefonlar çekmez. ara sıra çeker. ya da evin bazı yerleri var oralar süper çekiyo. ama ara sıra oralarda sıçıyo. internet falan yok zaten. misal mesaj çekip de cevap beklerken. bu arada mesajlar geç gidip geliyo zaten. bir şey daha anlatıcam. 2 senelik üniversite mezunu bir abimiz vardı. dağda. çok kral bi insan. bankalara başvurular yapmış. yazın babasının yanında çalışıyo. inşaat falan işlerinde. öyle de süpersonik bir insan. işte bu başvurudan sonra 10 gün falan inememiş şehre. şehre inemk diye bir şey var köyde. neyse inemeyince bu bankadan gelen cevabı da okuyamamış e-mail olarak. şehre indiği günün 2 gün öncesi mülakat varmış bankanın. şimdi benzincide çalışıyo. bayaa hayatı kaydı. işte böyle bir şey. amınagodumunun hayatı.

    işte ben böyle mesaj çekiyorum falan 1 saat rötarlı gidiyo 5 saat rötarlı geliyo cevap. gecenin 4'ünde geliyo cevap misal. bakıyorum mesaj bilgilerinden dünyanın en güzel saat dilimi olan 21.58'de çekmiş misal mesajı anca gelmiş. ben de kafayı yeyip durmuşum. ama misal o mesajı saatinde alsam her şey farklı olurmuş. bir de bunun tersi var. mesaja cevap gelmiyor. rahat uyuyorum. nasıl olsa yarın gelir lan mesaj diyorum. kalkıyorum. bi bok yok. denişik psikolojiler içine giriyorum bu olaylarda. deliriyorum falan. mesela mesaj çekiyorum. evin çeken yerlerine koyuyorum telefonu. o yerlerde çok siktiriboktan yerler. tuvaletin yanındaki penceresiz küçük odanın sağ köşesi var. açık adres verdim bu arada. ikide bir bakıyorum mesaj geldi mi diye. üçüncü katta bi de. tv ilk katta. merdivenlerden bir heyecanla çıkıyorum. ama gelmemiş mesaj falan. bi bok yok. çok düştüm o merdivenlerde zaten. ebem sikildi. dizlerim hep kabuk. bir de vırt-gel bir insan olduğum için koparıyorum kabukları. kanıyolar hep.

    geçen aşağı inmek istedim. çok sıkıldım çünkü. babam da işe yetişmek için 6.30'da yola çıkıyo. 6.30 hacı. bildiğin sabahın körü. e ben zaten o saatte yeni uyumuş oluyom nasıl olacak bu işler. gidemiyorum tabii uyanıp. öğlen kalkıp otostop çekiyorum. insanlar da süper zaten orda. fazla beklemiyorum. geçen salı çektim otostopumu o otostopta fazla bir şey olmadı. dün çektiğim otostop bayaa iyiydi. siz de çekin bence dünkü adamlar süperdi. napıyorum ben allah'ım. işte gidiyoruz yolda. durdular bir çeşme yanında. indiler bunlar. çok büyük gerilim yalnız otostop çektiğin arabanın sahipleri inince sen de inmek zorunda kalıosun ya. büyük gerilimler bunlar. ben de indim tabii. snra bindim. bildiğin hıyar yıkadılar. kabukları falan soyulmamış. tuz da yok tabii. verdiler zorunlu aldım elime. normal bir durum olsa almazsın hıyarı ne yapıcan götüne mi sokucan? "sağol, dersin, kullanmıyorum falan diye espri yaparsın falan ortam şenlenir. bu arada tırnak işareti biraz olmadı gibi. kapatamayacam da şimdi. neyse. verdiler bana hıyarı. yiyorum falan. bilmeyen okurlar için hatırlatıyım (kim okucak ayrıca) hıyar sulu bir şeydir. adam bana hıyarı verdi ama "o hıyarın suyunu benim süpersonik arabama damlatma ağzını yüzünü sikerim" der gibi bakıyo paso dikizden. nasıl gerildim. kaşla göz arası atsam diyorum. şimdi bi ton laf olacak.yok beğenmedin mi, yok nimet atılır mı? o arada beklediğim ama yaklaşık 15 saattir beklediğim mesaj da geldi. bi elim hıyarlı zaten . çok hıyarlı olduğunda diğer elimel tutuyorum hıyarı. yere de bırakamam hıyarım. uzun saçlı siker ebemi. okuyamadım hacı bildiğin okuyamadım. elim kolum bağlı kaldı.

    büyük bir merakla vardım eve. hıyarı çöpe attım zaten iner inmez. hemen açtım mesajı az hıyarlı elimle. bu arada mantık hatası yok. diğer hıyarlı elim vıcık vıcık yani telefon kayar. açtım mesajı. sonu tahmin edilebilir tabii ki de beklenen mesaj değil. zaten beklediğim mesaj da aslında bir erkeğin bekelyebileceği mesaj değil ama olsun o bile iyi geliyo. zaten beklenen mesaj gelse yazar mıyım buraya? tabii ki de kaybedilmiş bir anın anısı olacak. yoksa öykü olmaz. ha böyle de olmadı ama olsun. canın sağolsun. öküz arkadaşımdan mesaj. halimi hatrımı soruyo yavşak. cevap atmadım hala ibneye.
    4 ...
  2. 27.
  3. Günün birinde bir adam ve onun tek dostu köpeği çölde susuzluktan ölürler ve ruhları bulutların üzerine yükselir. Bulutların üzerinde biraz yürüdükten sonra karşılarına çok güzel çiçeklerle süslenmiş bir bahçe ve göz alabildiğince yeşillik olan bir yer çıkar. Buranın kapısında da güzel bir kadın duruyormuş. Adam, kadına yaklaşıp sormuş; "Acaba içeride içebileceğimiz su var mı?" Kadın cevap vermiş; "Burası cennet hoş geldiniz içeride her türlü sınırsız nimet var ama köpekleri içeri almıyoruz. Yalnızca insanlar girebilir." demiş. Adam, sinirlenip geri dönmüş. Kendisi de girmemiş. Bu sefer tam tersi yola yürümeye başlamışlar. Karşılarına çamurlu bir yol çıkmış ve yolun sonunda pis bir kapı görmüşler. Kapının yanında duran yaşlı adama sormuşlar; "Acaba içeride içebileceğimiz su var mı?" Yaşlı Adam cevap vermiş; "Şu çamur birikintisinin üzerinden yürüyerek geçin yolun sonunda bir çeşme göreceksiniz. Biraz pistir ama oradan içebilirsiniz. Köpek için de bir tas var çeşmenin yanında." demiş. Gitmişler ve suyu köpeğiyle beraber içmeye başlamışlar. Tam bu sırada yaşlı adam yanlarına gelmiş. Bunu gören adam "Burası neresi? Cehennem mi?" diye sormuş. Yaşlı adam, "Cennete hoş geldiniz. Burası cennettir. Buyurun şu kapıdan girin." demiş. Adam şaşkınlıkla sormuş: "Az önce ötede bir kadın daha orasının cennet olduğunu söylemişti. O yalan mı söyledi?" Yaşlı adam cevap verir: "Orası cehennemdi. Biz kendi menfaati için en yakın arkadaşını yarı yolda bırakanları cennetten uzak tutmak için böyle yaparız."
    2 ...
  4. 28.
  5. nasrettin hoca bir gün komşusundan kazan ister. komşusu verir kazanı. ertesi gün komşusu kazanı istemeye gider hocanın evine. hoca kapıyı açar, kapının önünde iki tane kazan durmaktadır;

    nasrettin hoca, "komşu kazanın doğurdu" der.

    komşunun verdiği cevap hayli ilginçtir;

    "tabi doğurur hoca, kazanın a.ına koymuşsun!"
    5 ...
  6. 29.
  7. ıslık gibi bir ses geliyor dışarıdan. saat daha sabahın beşi...
    sarsıntıyla zıplıyorum yataktan. deprem diyip yatıyorum tekrar yatağa ama odanın camına çarpan birşeyler var. cıtır cıtır ses geliyor camdan. üşeniyorum ve tekrar yatıyorum.
    yine ne oldu ya?
    telefona uyanıyorum. saat 13.52, annem arıyor "nasılsın oğlum iyi misin" diyor. suratına kapatıyorum telefonu. aramayın beni...
    mutfakta kötü bir koku var ama nereden geliyor belli değil. bulaşıkları yıkamıştım geçen hafta acaba bu haftakiler mi diye bakıyorum. yok o da değil. yine telefon çalıyor. 2 oldu bu. aldığımdan beri en çok çaldığı gün oldu telefonun bugün. eski eşim arıyor bu sefer de
    "iyi misin?" sesin kulağıma ulaştığı anda telefon çıkıyor elimden... peşisıra duvarda parçalandığını görüyorum. ve gülüyorum.
    hakettiğin cevabı aldın umarım sevgili eski "fahişe" eşim.

    kokunun kaynağı belli olmuyor kafayı kırıcam. kahve yapıyım en iyisi belki uykum açılır diyerek musluğu açıyorum. musluktan açık kahverengi su geliyor. sanırım bugün böyle geçecek. tıpkı dün olduğu gibi...

    televizyonu açmak için uğraşıyorum ama açılmıyor bir türlü.
    sonra farkediyorum ki elektrikler yok. sanırım son 3 aydır fatura yatırmadığım için kestiler.

    kulaklığı takıp müzik dinlemeye başlıyorum. tam o esnada kapıyı yumrukluyor biri. ama alacaklı gibi. hoş alacağı olmayan biri neden benim kapıma gelsin. üşeniyorum açmaya.
    sonra kapının kırılma sesi geliyor.
    daha yataktan kalkmaya fırsat bulamadan bir asker giriyor odanın içine..
    sonra derin sessizlik....

    bugün ben öleli 4 yıl oldu.
    ama hala söylemek istediğim birşey var.
    son 8 sene kapısı tek kişi tarafından çalınmayan biri olarak diyorum ki;

    hoşgeldin asker, görüşmek üzere hayat...
    5 ...
  8. 30.
  9. homo fobiği

    kahramanımız homo fobiği, şehrin sokaklarında yürüyordu ve etrafındaki her erkeğe kuşkuyla bakıyordu. yanından bir kamyon geçti. yan tarafında 'deri nakliyat' yazıyordu. ardından bir kamyon daha geçti. onunda üstünde 'ibiş parti malzemeleri' logosunu gördü. sonra bir kamyon daha geçti ki bu en kötüsüydü... 'durex prezervatifleri' bu akşam şehirde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. hemen en son geçen kamyonu takip etmeye başladı. hızlı koşuyordu. eğer normal, heteroseksüel bir erkekseniz hızlı koşabilirdiniz. bu özelliğin gay lerde olmaması onu üstün kılıyordu. o iğrenç yaratıklar kıvırta kıvırta yürür, cümle aleme caka satar idi.
    kamyonu takip etti ve sonunda ıssız bir sokağa, diğer kamyonların yanına park ettiğini gördü. bir takım insanımsılar elindeki kolileri barın arka girişinden içeri taşıyorlardı. bir tanesini durdurup sordu;
    ''hey burda neler dönüyor böyle?''
    ''şekerim çok büyük parti var bu akşam istersen gel gir arka kapıdan önden almıyorlarsa ahhahaytt'' diye cevap verdi adamımsı.
    bunun üzerine kahramanımız barın arka kapısından içeri girdi, ve en nihayetinde barın içerisindeydi. manzara korkunçtu... her çeşit gay mevcuttu içeride; homo-sapiens ler, çatalıgözükenler, fındıkkıçlılar, poposu geniş kraliçearılar, ralford lar ve hatta hob-ralford lar.
    ''pekala beyler! parti sona ermiştir. yoksa hanımlar mı demeliyim?''
    aman tanrım bu bir homo fobiği! dedi bir kraliçearı. kahramanımız henüz kılıcını çekemeden bir çatalıgözüken öne atıldı ve arkasını döndü.
    ''ahhh'' diye acıyla inledi homo fobiği. derken bir fındıkkıçlı ortaya attı kendini. ''tıklat beni fındık kıçlım!'' diye kükredi. ardından bir hob ralford sahneye çıktı ve kahpece bir çığlık attı; ''hieaaaaaaaaaaaaaaauuuuuuuu''. bu cidden acıtmıştı; hob ralford soprano c'ye kadar yükselmişti. kahramanımız ard arda gelen darbelerle acıdan ne yapacağını şaşırmıştı.
    ''pekala!'' dedi homo fobiği. ''şimdi sıra bende!''
    kılıcını çektiği gibi aralarına daldı. papatya tarlasını orakla biçiyordu adeta. işi bittiğinde bütün rakipleri yerde, cansızdı. bir tanesi yerde can cekişiyordu hala. onunda işini bitirmek için yanına doğru yürüdü. derken hala can çekişmekte olan gay ona seslendi;
    ''dur yabancı. bize hayatımızın en büyük orgazmını yaşattın. adın nedir?''
    ''lan hala ibnelik peşinde'' diye içinden geçirdi kahramanımız. ''bana homo fobiği derler, sürtük'' dedi. ve kılıcını sapladı... *
    2 ...
  10. 31.
  11. işten çıkmış eve dönüyorum. otobüs boş ve oturacak bir yer seçiyorum kendime. sonra takıyorum kulaklığımı. müzik başlayınca herşey değişiveriyor nedense.
    önümde oturan adam daha bi donuk bakıyor. yanımdaki bayan ağladı ağlayacak. çeviriyorum kafamı camdan dışarısını izlemek için, ya mendil satan bir çocuk görüyorum ya da kucağındaçocuğuyla dilenen bir adam. sonra kafamı cama dayıyorum dışarıyı seyrederken. tamamen istemdışı.
    alışmışım böyle görmeye herşeyi. sanki herkes hüzünlü herkeste ağır bir keder var. saçmalıyorum ben mutsuzum diye herkes mutsuz olacak değil ya.
    ama bak şuradaki kıza mesaj yazıp duruyor sürekli. ba bak gördün mü nasıl asıldı yüzü.
    ya şu adam ne var elindeki torba da acaba. çocuğuna aldığı bir oyuncak mı acaba? iyisinden alamamış ama yine de cebindeki son parayı verip almış ama ay sonunu düşünüyor.şoför bile sabırsızlanıyor son seferini yapıp eve dönmek için. eve dönünce ne olacak ki? karı dırdırından kaçmak için doğru kahveye. ya şu yaşlı teyzeye ne demeli? evine gidiyor gözyaşları içinde belli ki hayat arkadaşını kaybetmiş, buğulu gözlerle onu arıyor dışarılarda?
    şimdi tekrar soruyorum, sen mi çok acımazsızsın hayat ben mi çok karamsarım???
    0 ...
  12. 32.
  13. usul usul karlı dağların yamacında ki okuluna doğru yol alıyordu genç adam, hayalleri vardı;fransızca öğrenmek,67 model bir impala ile seyahat etmek gibi..isyan ediyordu gün doğarken boynunu büken güneşe.gecelere alışmıştı.geceler sessizdi..geceler karaydı.

    sövüyordu genç adam sol tarafından esen sert ve soğuk rüzgara,bu memlekette üniversite okuyacağına karar verdiği güne.."neyse" dedi genç adam.uzun ince bir yoldayım türküsüyle devam etti yoluna,rüzgar daha sert ve daha soğuk estiğinde türküyü değiştirmeye kararverdi..daha efkarlı bir türkü düşündü..bulamadı.

    okuluna yaklaşmıştı,kantine geçip bir bardak sıcak kahve almayı düşünürken o nu gördü..bu şehire genç adamı bağlayan tek şeyi..x i

    bir an göğsü daraldı, dizlerini hissetmez oldu genç adam..x in selam vermesi ile aklı adeta başından uçmuştu,kalbi deli gibi çarpıyordu.x in selamına genç adam sırıtarak karşılık verdi..genç adam bir an düşündü "bu kızı görünce neden mallaşıyorum"diye..ama bulamadı...

    x ile kantinin yolu tuttular..genç adam x in her hareketine hayran hayran bakarken aklına y geldi..

    y genç adamın eski sevgilisiydi..

    y ile 7 ay önce ayrılmışlardı ama genç adam y ye ihanet ettiğini,o nu x ile aldattığını düşündü bir an kafasında..x ile y yi aldatıyordu kendince..evet evet kesinlikle x ile y yi aldatıyordu..!

    genç adam karar vermişti bir kere x ile bugün konuşup aşkını ilan edecekti..y yi unutmuştu..y nin genç adamı unuttuğu gibi..

    genç adam karar verdi..3 saat sonra ders çıkışında x ile konuşacaktı.

    2 saat 53 dakika sonra...

    genç adam kafasında x ile nasıl bir konuşma yapacağını düşünürken telefonunu sesiyle irkildi,ürktü ve biraz tırstı..

    1 yeni mesaj yazıyordu..genç adam oku dedi..

    mesaj y den gelmişti..genç adam adeta beyninden vurulmutu..şoktaydı tam x ile konuşacağı gün y genç adama mesaj atmıştı..genç adam sövdü kaderine,kaderinin oyununa..

    mesajda tek "seni hala seviyorum" yazıyordu..genç adam düşündü"7 ay geçmesine rağmen hala beni seviyor"diye

    mesajı tekrar tekrar okudu..okudukça kalbi daha hızlı çarptı,daha çok kan pompaladı vücüduna..

    genç adam afallamıştı..x le y arasında kalmıştı..

    - şimdi ben ne yapıcam lan
    0 ...
  14. 33.
  15. pamuk prenses zehirli elmayı yiyince felç geçirmiş, cerrahpaşa'ya kaldırmışlar. ama tedaviye yanıt vermediği gibi komaya da girmiş. sigorta yok. prens şatoyu sattı, hala borç var... son.
    2 ...
  16. 34.
  17. ilkokula gidiyorum, 4 ya da 5. sınıftayım. öğretmen "herkes hayatında kendisini çok etkileyen bir olay anlatacak" dedi. sınıf sakinleri sırayla anlatmaya başladılar. sallayanlar, yağlayanlar, cilalayanlar, "oradaydım" diye başlayanlar, "keşke olmasaydı" diye bitirenler...

    neyse sıra bana geldi, kalktım halamın ölümünü anlattım, ölümünü anlatırken ağlamaya başladım, ama ne ağlama, yılmaz morgül'den beter oldum.

    oysa ben halamı ömrümde hiç görmemiştim, sesini hiç duymamıştım, onunla ilgili hiç bir şey bilmiyordum, bildiğim tek şey uzak bir şehirde bir halamın olduğu ve onun öldüğüydü. dahası babam halamın öldüğünü söylediğinde hiç etkilenmemiştim, umurumda olmamıştı.

    e o zaman ben niye zırlaya zırlaya ağlamıştım? avşar kızı gibi anıra anıra gözyaşı dökmüştüm?

    bir de samimiyetsizce sulu gözlülük yapıyor diye birilerine kızarlar. analar neler doğuruyor haberiniz yok.
    1 ...
  18. 35.
  19. Okul bahçesinde gezerken sahibinden kaçmış kurbanlık danalardan bir farkım yoktu. Bir o yana bir bu yana dolanırken mahşer gününü andıran kalabalıktan hiç hoşlanmamıştım. Herkes anne-babasıyla gelmişti ama ben arkasından uzun uzun sövdüğüm babamı ve onun bana uyguladığı dayak terörüne karşı vücudunu siper eden biricik annemi benimle getirmeye ikna edememiştim. Aslında babamla yapacağım en son iş onunla okula gelmekti çünkü okulda arkadaşlarımın içinde beni dövmesinden çok korkuyordum. Sırtımda ilkokuldan beri kullandığım çakma NIKE çantamla okulu gezerken özel okulun hali bir başkaymış canım demekten kendimi alıkoyamıyordum. Önceleri süt çocuğu diye nitelendirdiğim insanların arasında okuyacaktım. Babamın patronu bu okulun sahibiydi ve beni de bedavadan almıştı okula. Önce gidip gitmeme konusunda kararsız kalmıştım ama annemin baskısına dayanamayıp özel okula kayıt olmayı kabul etmiştim. Gezmeye devam ediyordum ve gezdikçe özel okulun bana göre olmadığının farkına varıyordum. Okulun bu ilk gününde herkes gruplaşmaya başlamıştı bile ama beni aralarına alacak bir tane bile grup yoktu. Devlet okulunda bile arkadaş bulamayan ben, bu özel okulda arkadaşsız kalacağıma emindim. Yine her zamanki gibi arkadaşım yalnızlığım olacaktı. Herkes zengin çocuğuydu ve benim gibi bir malı kimse arasına almazdı. Zilin çalmasıyla birlikte sınıflara girdik. Sınıf mevcudu 20 kişiydi ve sıraların tek kişilik olması dikkatimi çekmişti. Bu duruma çok üzüldüm çünkü bu şekilde kopya çekme şansım yoktu. ilkokuldan bu yana sınıfı kopya çekerek geçmiştim. Hayatımda başarılı olduğum tek şey kopya çekmekti. Bu konuda çok başarılıydım şayet böyle bir ders olsaydı en başarılı öğrenci ben olurdum. Kendimi bu düşüncelere kaptırmışken herkes türlü türlü artistikler peşindeydi. Kızlar ve erkekler şimdiden kaynaşmış derin sohbetlere dalmıştı. Ama hayatım boyunca ezik damgası yiyen ben sınıfın en ücra köşesine oturmuş nasıl kopya çekerim diye düşünüyordum. Aslında istesem de hiçbir kızı ayarlayamazdım. Yakışıklı değildim, karizmatik değildim, çok tipsizdim. Bu dünyaya gelmiş geçmiş en mal insan bendim. insanların kendilerini kötü hissettikleri anda beni akıllarına getirmeleri ohh benden daha mal,daha tipsiz insanlarda var diyerek düşünüp rahatlamalarını sağlayabilirdi. Ama bu dünyaya gelmiş en mal insan ben olduğum için benim öyle bir şansım yoktu. Ben kendimi sadece maymun, goril gibi hayvanlarla kıyaslayıp onlardan daha üstün olduğuma sevinirdim. Bu düşüncelere dalmışken dikkatleri üzerine toplamak isteyen bir zengin bebesinin Satılmış Evrenesoğlu sesiyle irkildim.O an bütün dikkatler benim üzerime toplandı.Evet Satılmış Evrenesoğlu bendim ve ismimden utanç duyuyordum.Türkiye de tam 2174 tane Satılmış ismi vardı ve bende o isimlerin arasındaydım.Ben bir kere hayata 1-0 yenik başlamıştım.Ne biçim lan Satılmış.Böyle isim mi olur ?



    Babam çok duyarsız bir insan olduğundan dedemin ismini koymuştu bana. Dedemide unutmamıştım, herkes ölmüş dedesinin arkasından Fatiha okurken ben küfür ediyordum isminin Satılmış olmasından dolayı. Ben bu düşünceler arasındayken sınıfta herkes kahkahalarla gülmeye başlamıştı bile. Sınıftaki 19 kişi bana gülüyordu ve ben utancımdan yerin dibine girmek üzereydim. içimden bu okula kayıt olduğum güne küfürler edip ağlamaya başladım. Hemen WC ye koştum ve elimi yüzümü yıkadım. Daha okulun ilk gününden ezik damgası yemiştim ve halimden utanç duyuyordum. Dedeme bir kez daha okkalı küfürler yağdırarak sınıfa gittim. Gider gitmez sırama oturarak kafasını kuma saplamış deve kuşları gibi saklanmaya çalıştım ama nafile!Çünkü herkes Satılmış,Satılmış... diye bağırıyordu. Sınıfa öğretmenin gelmesiyle herkes sustu ve o an öğretmene dua ettim. Ancak öğretmen yoklama alırken benim ismimi söyleyince kedini tutamayıp kahkahayı patlattı. Sınıf ve öğretmen bana gülüyordu. O an içimden öğretmene okkalı küfürler yağdırıyordum ama öğretmenin yüzüne karşı bir şey diyemiyordum.



    ilk gün böyle bitmişti ve ben bu günün sonunda intihar etme fikrini kafama koydum.Evet intihar edecektim,neden yaşıyordum ki bu hayatta.Evde baba dayağı yiyordum okulda ezik damgası yiyordum.Bu hayattan bir an önce çekip gitmeliydim.En azından dünya bir maldan kurtulurdu.Hayattan kopmuş bir vaziyette günlerim geçiyordu ve her gün ayrı bir alay konusu oluyordum okulda.Sınıfta hiç kimse benimle diyaloga girmiyordu,kimse beni arkadaşı olarak görmüyordu.Ben onların gözünde bir stres topundan farksızdım.Canı sıkılan benimle dalga geçiyordu.Özellikle de idiot bana takılan ve hiç hoşlanmadığım bir lakaptı ama kimsenin umurunda değildi hoşlanıp hoşlanmamam çünkü herkes zengin bebesiydi ve benim gibi bir mal onların gözünde hiçbir şeydi.Öğretmenler bile benimle dalga geçmekten hoşlanıyordu.Hayattan bunalmıştım ve depresyona girmiştim artık kendimi öldürmekten başka bir çarem yoktu.Okula başlayalı tam bir ay olmuştu ve bu bir ay içinde kendimi öldürme noktasına gelmiştim.Aslında adımın Satılmış olduğunu bildiğimden beri intihar etmek istiyordum ama içimdeki ölüm güdüsü dürtülmeyi bekliyordu.Bende son bir aydır onu dürtüyordum.Artık harekete geçme zamanı gelmişti ölümle kucaklaşmama az kalmıştı.



    Babam içip içip sarhoş olmuştu ve beni döveceğinden emindim ama bu kez ona karşı direnecektim. Zaten ölecektim bari gözlerim açık gitmeyeyim diye her zamanki gibi dayak yemeyecektim. Babam odama girip bana vurmaya başladığı an ona bağırdım ve o dakika kendimi sokakta buldum. Hiç üzülmemiştim çünkü hayatta bir çok şeyini sonradan kaybetmişlerden değildim. Ben hayatta bir çok şeyi zaten hiç olmamışlardandım.O gece bir parkta sabahladım ve annemin oku,hayatını kurtar sözünü çok düşündüm.Okuyup adam olmaya karar verdim ve zorda olsa özel okuldan ayrılıp devlet okuluna başladım.Orada da türlü alay konusu oldum ama hiç birine kulak asmıyordum.Ardından liseyi bitirdim ve başarılı bir şekilde üniversiteyi de bitirerek şahane bir işe sahip oldum.Artık çevremde saygınlığım var ve kimse beni küçümsemiyor. Babamsa artık beni çok seviyor



    Buradan örnek baba-oğul ilişkimizdeki öz babama seslenmek istiyorum; baba bırak toplama! Olduğu gibi dağınık kalsın! Çünkü değişmeyen tek şey değişimin kendisi değildir. Çünkü değişim de zamanla değişim gösterir. Çünkü değişmeyen tek şey geçmiştir.
    5 ...
  20. 36.
  21. 37.
  22. biz hangi günahın tohumuyuz? hangi karanlık sanatın en cılız büyüsü? hangi küfrün kalbi en kıran kelimesi?

    yaşamak; üçüncü sınıf pavyon şairlerinin sınıfı belirsiz kadınlara yazdığı şiirler gibi iğreti duruyor üzerimde. 6 numaralı kapıdan çıkıp, koridorun üzerinde günbatımına doğru yönelen bir tren yolu gibi döşenmiş kırmızı çizgiyi takip ediyorum. sanki bütün kabileler bu rayların üzerinde idam edilmiş gibi. ıslak ve sıcak. ve kırmızı. tanrı buraya uğramış gibi bırakılan devasa ayak izleri. koridorun sonundan yayılan cızırtılı bir ses bütün odaları dolduruyor; “don’t cry.” kafamın üzerinde dönen ama hiç de esinti yaratmayan pervaneye bakıp şarkıya eşlik ederken, ayrılık ne renk? diye düşünüyorum sessizce. kırmızı çizgiye çarpan turuncu hüzme, koyuluğu biraz daha saydamlaştırırken can çekişen alyuvarları görüyor gibiydim, çığlıklarını duyuyor gibiydim. biraz da deli gibiydim...

    telefon çalıyor...
    telefon çalıyor, eskitme mobilyalarımı deler gibi bir çınlama ile. sigaramdan bir nefes daha alıp, kahkaha atarken çıkartıyorum dumanı. içeri sızan ışıkla birleştiğinde bu duman ve kahkaha da olduğunda bir an için korku filminden bir kareyi andırıyor bana. telefon çalıyor. bir parça kan damlıyor annemin en sevdiği halısına kesik bileklerimden. utanıyorum. telefon çalıyor. ellerimdeki demir kokulu sıvıyı aceleyle üzerime silip ahizeyi kaldırıyorum; -neden geç açtın? –duş alıyordum anne, kan ile... telefon kapanıyor. annem her zaman yaptığım ölüm şakalarından biri zannedip küfür gibi kapatıyor telefonu. acıyla gülümsüyorum çünkü kırıldım. annemin intihar dahil benim hiçbir işi beceremeyeceğimi düşünmesi, beni üzüyor. beni üzdü. beni şair yaptı. beni yalnız bir adam yaptı. ah, anne! cehennemine odun olacağım sanırım. ben istemedim bunu, tanrı öyle diyor gibi.

    dakikalar ilerliyor... cızırtılı “don’t cry”a aldırmadan küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyorum, oyuncak bebeğinin kolları kopartılmış bir kız çocuğu gibi. akrep, yelkovanın peşinden koştukça geride bırakacağım sevgilimi hatırlıyorum. akrep bendim. yelkovan hep firari. içimde büyük bir çukur açıldı gibi hissediyorum birden bire. birileri o kuyuya düşmüşte, yardım çığlıkları atar gibi. aynada bana yansıyan yüzüme bakıyorum; yakışıklı değil ama ortalama bir ceset. iskandinav ırkına dahil olmalıymışım, beyaz tenli olmak bana yakışıyor. babama kızıyorum ya da anneme. bir norveçli ya da danimarkalı biriyle evlenebilirlerdi. dizlerim titremeye, ağırlığımı taşımamaya başlıyor. yakıt olarak kullandığım kırmızı sıvı azalmaya başladı gibi. eğer bir arabanın benzin deposunu delerseniz, benzin oradan akmaya başlar ve depo tamamen boşaldığında arabanın motoru stop eder. bir araba gibiyim. yakıtım boşaldıkça fonksiyonlarımın zayıfladığını hissediyorum. birazdan ivmem duracak. görüş alanım azalmaya başladı. koridorun sonundaki duvarda asılı portreyi aşırı bulanık görüyorum, tabloda oturan ihtiyar, ayaklanıp sikini gösterse, utanamam. çünkü göremiyorum.

    sanırım vakit yaklaşıyor. bunu kalemin her otuz saniyede bir istem dışı elimden düşmesinden yola çıkarak söylüyorum. lanet olsun, yazdığım ilk sayfa tamamen kana bulandı. olay yeri inceleme ekiplerinin ne yazdığımı okuyabilmek için kağıdı kimyasal işlemlerden geçirmesi heyecan verici olacaktır. eğer geri gelebilseydim, onların bu işlemlerle uğraşırken arkamdan ettiği küfürleri duymak isterdim. eğlenceli olacağı kesin. biriken kan, masadan taşarak halıya damlamaya başlıyor. annemin en sevdiği halısı mahvoluyor. bu kez utanmıyorum. ne de olsa gidiyorum. saatin tik takları, kanın yere çarptığı anda çıkarttığı ‘şıp’ sesi, koridorda yankılanan cızırtılı “don’t cry.” bu bir insanın müzisyen olmadan yaratabileceği en kusursuz senfoni orkestrası. mozzart’ın, bach’inkilerden eksik yanı, kendinize has bir orkestra olması. seyirci yalnızca kendinizsiniz. bu daha özel kılıyor bu konçertoyu.

    kapı çalıyor... birileri kapıyı öfkeyle yumrukluyor. kafamı masanın üzerine usulca koyup, geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. en çok özleyeceğim şey masmavi bir çift göz olması, hayatımı yeterince iyi yaşayamadığımı gösterir gibi duruyor fakat ben bundan rahatsız değilim. gözlerimin kapanmasına engel olamıyorum. dudaklarımdan kendimin bile duyamadığı bir fısıltı, hafif bir tebessümle karışıp orkestraya karışıyor. müzik daha bir derin geliyor. daha anlamlı. koridora vuran güneş daha bir koyulaştı gibi. ben hala geride bırakacağım sevgilimi düşünüyorum. güzel günlerimiz olabilirdi eğer insanlık jileti yaratmasaydı. gözlerim biraz daha kısılıyor, biraz daha donuk bakmaya başlıyorum. haftalardır tezgahta duran bir orkinos gibi ölü bakıyorum. yüzüm iyice kireçleşiyor. biri kapıyı daha da öfkeyle yumrukluyor. sanki savaş davulları çalıyor gibi. gözlerimin önünden minik bir kan nehri geçip burnuma değiyor. biraz demir biraz alkol kokuyor. o nehirlerde avlanan korsanlar görmek güzel olurdu diye düşünüyorum. konçerto, alkol, sigara, müzik, tebessüm. mükemmel ölüyorum. tek eksik var içimde, tutamadığım bir sıcak el. en çok özleyeceğim bir çift mavi göz.

    kapı daha bir şiddetle vuruluyor. ve kırıldı...
    içeri birkaç adam giriyor tanımadığım ya da gözlerim fazla flu gördüğü için tanıyamadığım. üzerime doğru koşarlarken artık veda vaktinin geldiğini anlayıp hafif bir tebessüm ile gözlerimi kapatıyorum. sanki beni kovalıyorlardı da ben kapıyı yüzlerine çarptım gibi. gözlerimi kapatırken en çok bir çift mavi gözü özleyeceğim aklıma geliyor. gözlerim kapanıyor.

    gerisi?
    anlatılamayacak kadar karanlık.
    *
    2 ...
  23. 38.
  24. 39.
  25. (bkz: tek istediği biraz huzurdu)

    hee evet, farkettim amınakoyim egoları tavan yapmış adamın tekiyim canlar.
    2 ...
  26. 40.
  27. sabah bülbül sesleri ve rüzgarın penceremden süzülerek yanağımı tatlı tatlı okşamasıyla uyandım. Ayrıca tavukların bıdak bıdak sesleri, inek mölemeleri, eşşek anırmaları, köpeklerin havlama sesleri de vardı. Çok gürültülüydü ortam. Aslında bu durum hiç de normal değildi. Yoksa!.. Hayır hayır olamaz! On yıldır buradayım ve kimse benim bu çiftlikte kaldığımı bilemez. Şu geçen onca yıl içerisinde çiftlik sakinlerinden başka kimseyle konuşmamıştım. Hedefime bu kadar yakınken yeni bir mücadeleyi bedenim kaldırabilse de ruhum taşıyamazdı. Ama... ama şimdi bunları düşünüp kendimi yormanın anlamı yok. Hazırlıklarım meyvelerini vermek üzere ve ben insanlığın kaderi üstündeki sorumluluğumun gereğini yapacağım. Çünkü yer altındakiler bile, daha bebeklikten başlayan katı, tavizsiz, mistik ve hatta paranormal yöntemlerle izlenerek yetiştirilmelerine, liderlerini o güne kadar asla sorgulamamalarına rağmen bu istilanın haklılığına şüpheyle yaklaşıyorlardı. Bu insan ruhunun yok edilemez yanı olmalı. Sistemler ne kadar baskıcı da olsa birileri mutlaka sorgulayacak ve kendisine bile ters düşmeyi isteyecekti. Araf kristalini de bana bunun için verdiler. Ben, yani yer altındakilerin binlerce yıldır kendilerini saklayıp, yüz yıllarca yer yüzünü yönetme planları uygulayıp ülke yönetimlerini, şirketleri ve hatta dinleri bile kendi adamlarının ele geçirmesini sağlamalarına ve en sonunda açıkça tüm insanlığa meydan okumalarına rağmen tam 15 yıldır mücadele eden, onlara ağır kayıplar verdiren ben. Bir Milyardan fazla insanı yok eden, zaferden emin olan bu ocak şimdi kendisini sorguluyor.

    Artık gün yakın... Saatler sonra araf kristali tekrar hazır olacak ve ben bu dağların arasından çıkabileceğim. Atlantis'i büyüler yüzünden nasıl kaybettilerse tüm dünyayı yine kendi pislikleri yüzünden kaybedecekler...
    0 ...
  28. 41.
  29. eğer 100 sayısına ulaşırsa derleme bir kitap bastırmak sözümüz olsun.
    4 ...
  30. 42.
  31. Hoş geldinle karşılanan, kısa ziyareti makbul olan kişi. Geleneksel kültürümüzün ayrılmaz bir bütünüdür.Büyük hürmet edilir.Kendisine oturması için yer gösterilir.Kendine özel odası bile bulunur -misafir odası-.Muhakkak bir şeyler ikram edilir asla ağzı boş bırakılmaz.Kurabiye,çay,börek,çörek,meyve vs. Yemek istemezse ev sahibi tarafından 'aaa lütfen bak,ölümü gör,ALLAH aşkına' diye zorlanır.Bana müsaade ben artık kalkayım geç oldu denildiği zaman ise ev sahibi tarafından nezaketen ne güzel oturuyorduk denilir.istisnalar dışında aslında ev sahibi de misafirin gitmesini ister ama yüzüne karşı söyleyemez çünkü misafirperver milletizdir vesselam.

    Misafirin az kalanı ve haber vererek geleni en iyi olanıdır. Gerçi gelenine göre durum değişir çünkü gelen en yakın arkadaşınızsa sevinirsiniz.Ama gelenle çok uzaktan bir akrabalık içindeyseniz ve karşı cins ise paylaştığınız bir şey olmadığı için içinizden küfür bile edebilirsiniz.Ayrıca misafir gitmek bilmez ise gitmesi için dua bile edersiniz.Ancak yüzüne karşı iyi davranmaya çalışırsınız.Habersiz geleni ise başlı başına bir derttir,mesela bir düşünün tüm gün okulda,işte vs. yoruldunuz ve eve gidip huzurlu bir ortamda yatıp uyumak istiyorsunuz ama tam rahat bir şeyler giydiğiniz an gelir davetsiz olanı.Tamam iyidir hoştur ama hiçmi düşünmez haber vererek gitmeyi. Böylelerini Mars'a yollamak gerekir. Misafirliğin toplumsal ilişkileri geliştirmek ve asosyallikten kurtulmak gibi faydaları vardır. Aslında ben misafirden pek hoşlanmam. Gerçi misafirden hoşlanan insanda görmedim ama nedense biz Türk milleti misafirperver olarak nitelendiriliriz. Hadi diyelim haber vermeden gelerek bir hata yaptın ya kardeşim evin yokmu senin?denilen insan tipleri de vardır çünkü bunlar geldi mi gitmek bilmezler. Aslında bunlar hep ebeveynler yüzündendir çünkü davetsiz misafiri hep iyi karşılarlar. Bir defa da iyi karşılama bak bir daha haber vermeden gelebiliyorlar mı? Benim gibi insanlarla iletişim konusunda sıkıntılı iseniz daha beteri de var;Eğer siz dışarıdan eve geldiğinizde evde davetsiz ve sizin haberiniz olmayan bir misafir varsa işiniz zor. içeri girdiğiniz an ev sahibi olarak anne veya babanız kapıyı açacağı için o kötü haberi verirler. O an dünya başınıza yıkılır çünkü belki de siz, eve gelmeden önce ne hayaller kurmuşsunuzdur rahat rahat evinizde uzanıp keyif yapacaksınızdır ama davetsiz misafir bütün hayallerinizi yok eder. Ebeveynlerinizin doğrultusunda istemeye istemeye misafir odasının yolunu tutarsınız ve sizden yaşça büyüklerin elini öpmek zorunda kalırsınız.Ardından anne-babanızın zoruyla misafirin yanında oturursunuz.istemeye istemeye de olsa 3-5 dakika içinde artık klişeleşmiş olan aaa ne kadar büyümüş bu oğlan-kız veya 'aaa ne kadar yakışıklı-güzel olmuş bu oğlan-kız' tarzı birçok maksat laf olsun torba dolsun söz işitirsiniz.Çocukken bu laflarda hoşlanırsınız velakin büyüdükçe nefret edersiniz.3-5 yıl gibi geçen o 3-5 dakikanın ardından hızlı adımlarla terk edersiniz odayı ve hemen en büyük dostunuz bilgisayarın karşısında bulursunuz kendinizi.Fakat o da ne ? Misafir çocukları bilgisayarı açıp oynamaya başlamış bile.Annenizin yanına gidip ona sitem ederek neden açtırdın bilgisayarı dersiniz.Tekrar çocukların yanına gittiğinizde veledin birini avını parçalayan bir aslan gibi klavyeye hor davrandığını görürsünüz.O çocuğu tokatlamak istersiniz fakat tam o anda annesi kapıda belirir 'aaa oğlum burdamısın' der,sizde yavaşça okşamaya başlarsınız,nefret ettiğiniz 'X teyze ne kadar büyümüş bu çocuk' sözünü diyerek. Ardından kadın çocuğu alır,tam rahatlamış bir vaziyette bilgisayara odaklanırsınız ki anneniz mutfaktan 'hadi gel yemek yiyeceğiz' der.Evde misafir varken yemekleri yemek ayrı bir sorundur.Yemek yerken her zamanki keyifle ve rahatlıkla yiyemezsiniz.Gayet kibar bir şekilde yersiniz yemeği.Ancak sizde benim gibi doğallıktan yanaysanız hiçbir tat alamazsınız yediğiniz yemekten.Resmen kendi evinizde misafir olursunuz ya işte en çokta o koyar insana.Yemekler yenilir çaylar içilir sohbet edilir fakat misafir bir türlü gitmek bilmez.Uykunuz vakti gelmiştir fakat misafirin yanından ayrılmamanızın talimatını aldığınız için uyuyamazsınız.Akreple yelkovan son sürat birbirini kovalarken sonunda misafirler kalkmaya karar verir.Ancak ebeveynlerinizin ısrarları yüzünden biraz daha otururlar.içinizden anne-babanıza kızarsınız ama aslında onlarında suçu yoktur çünkü nezaketen o lafı söylemişlerdir ve zaten,aslında gitmek istemeyen misafir eve iyice yayılır.Artık misafire küfürler etmeye başlamışsınızdır ve o güzel cümleyi duyarsınız geç oldu biz artık kalkalım.Ebeveynleriniz bu kez oturmaları ısrar etmez çünkü onlara da artık gına gelmiştir.Kapıdan çıktıkları an ÖSS'de istediği üniversiteyi kazanmış birisi kadar sevinirsiniz ve bir daha gelmemeleri için dua edersiniz.Artık evde ailenizden başka kimse yoktur ve bunun verdiği huzurla rahat bir uykuya dalarsınız.
    Evet, buradan ne sonuç çıkıyor?

    Misafirliğe gidiyorsanız az durun ve haber vererek gidin.Evde aç,sinirli ve insanlarla iletişim konusunda zayıf bir genç olabilir,hepinizi öldürme planları yapıyordur ona göre.
    1 ...
  32. 43.
  33. Yağmur yağarken bana ideolojik sarılma, döverim seni

    yağmur yağıyordu. çölün kızgın kumlarına düşünce damlalar, buharlaşır da genzimize dolardı. biz bütün yetimler yeminlere sarılıp sevinirdik. bazı bazı peygamberde sevinirdi. o da insandı nihayetinde. allah'ın sevgilisini karşımda görsem şimdi ona sorardım, "sen hiç aşık oldun mu?" diye. o bana cevap verirdi, belki gözleri dolardı, belki sıkıntılı bir aşk yaşamı vardı belki de güzel vakitlerini anlatır hepimizi ağlatırdı. yobazlar olsa şimdi karşımda beni taşlardı. ama bilmiyorlardı ki peygamberde insandı, kalbi vardı. peygamber yobazlara da kızmazdı, saçlarını okşardı belki onların, onlara da aşkını anlatırdı biraz ağlamaklı, biraz kanamalı. peygamber büyük adamdı. onun da alnına yağmur damlardı. yağmur yağınca tanrı ağlardı. çünkü yağmurlar kutsaldı, peygamberlerde. benimde gözlerimden yanaklarıma yağmur düştü geçenlerde. ben o kadar kutsal değildim. gözlerimde tanrı değil zaten. seninde alnına yağmur düşerdi bazen. ama o zaman sen ağlamazdın, ağlamana izin vermezdim, ağlarsan kıyamet erken kopardı. yağmurlar kutsaldı, sen de öyle. o halde yağmurlar sana özenirdi, kutsallaşmaya çalışırdı. belki tanrı da yalandan ağlardı, kutsallık adına bir şeyler yapabilmek için. birgün benimde suratıma düştü yağmurun, senin gözlerinden. görmen lazımdı nasıl eridim. asit miydi neydi pek bilemedim ama ben o gün yüzümü mazgallara terk ettim. bir balık çalmış suratımı denizde, sonra gidip peygamberin birini yutmuş, rabbim de bana kızdı. oysa ben yapmadım, balık yaptı.

    ben bunları yazarken hala yağmur yağıyordu. etraf bahar kokuyordu. biz çölün ortasında ne bilirdik baharı, goncayı, yaprağı. bizim peygaberimiz vardı, o kutsaldı, baharda kutsaldı, sen de. senin de koynun kokardı bahar gibi o halde bahar da sana benzemeye çalışırdı. komik görünürdü hep. bütün kutsal adamlar toplanıp gülerdik. ben o kadar kutsal değildi ama gülerdim aralarında sırıtmayayım diye. rabbim de gülerdi. gece elini kesmiş senin, ben sana demedim mi "bilmediğin yıldızlara elini uzatma karanlıkta, kesilirsin" diye. senin suratın acımış, ben gülüşmelerin arasından sinsi sinsi uzaklaşırdım. uzaklaşmak zorundaydım çünkü rabbim üstüme gülerdi. bende incinirdim. bu biraz adice olurdu. bir insan rabbine incinmemeliydi. palto alıp yağmur damlalarının arasına karışırdım, alnına düşeyim diye ya da yanaklarına. arkamdan kutsal adamlar ağlardı, bütün çölü sel götürüyor anasını satayım. ben sellere binip sana seslenirdim "hadi sen de gel" diye. sen sellere ses etmezdin hiç, severdin onları sesli sesli. mırıldanırdı sel.

    birgün bir şeyler olmuş çölün ortasında, göz pınarları kurudu diye haber geldi kureyşli bir palyaçodan. peygamber palyaçoları severdi görse. hiç sevilecek bir tarafını bulamasa, "rabbim yaratmış" deyip severdi. ben biliyorum, peygamber palyaçolara gülümserdi, hurma verirdi onlara dua bile ederdi. sonra bir haber daha düştü, putlar üzerine devrilmiş, yağmurlar kesilmiş hep. bende bindim yağmur damlalarına, el salladım dünyaya. rabbime de dedim "n'olur, kusuruma bakma." "tamam" dedi o da. ben çok sevindim. ben çok sevindim ama hiç sevilmedim. ben biraz sevilseydim binip gitmezdim yağmurlara, üzerine de devrilmezdi putlar, ben putlara çok kızardım peygambere derdim "onları döv" diye. peygamber bana gülümserdi, "olmaz öyle şey" derdi. ben ağlardım, peygamber bana dua ederdi. rabbim de belki o zaman beni severdi. belki sen bile beni severdin. sevilecek hiçbir şey bulamasan rabbim beni seviyor diye severdin. sezen aksu dinlemezdim mesela, mesela massive attack, portishead, johhny cash dinlemezdim. bunları severdim ama canımı yakmazlardı hiç. bunları gavur olsalar bile peygamberde severdi. çünkü caz güzel bir müzikti. blues'da öyle, trip hop'da öyle. müzik aslında hep güzeldi. o zamanlar cd çalar olsa peygamber vallahi caz dinlerdi, severdi de. sevilecek hiçbir şey bulamasa "bu adamları rabbim yaratmış, müziği de öyle" der, gene severdi. belki sende beni severdin o zaman, peygamberle müzik zevklerimiz aynı diye.

    eğer sevecek olursan beni sen rabbim yarattı diye, gidip belge isterim ben. çıktısını alırız herhangi bir internet kafeden. bir de tasdiklettiririm yukarılarda bir yerlerdeki noterden...

    sen beni sev vallahi bak. rabbim beni severdi hem. peygamberler beni tanısa, onlar da severdi. bir tanesi hariç. onda da benim suçum yok, yüzümü çalan balık yaptı her şeyi. ve yağmur yağarken ideolojik sarılma bana, döverim seni...
    3 ...
  34. 44.
  35. -- -- -- --
    + git artık, bırak peşimi!

    - imkansız...
    -- -- -- --
    sessizce yürüyordu sokağın dar kaldırımlarında. soğuğa aldırmadan, ince bir tişört ve salaş bir kot ceket ile.
    uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözlerini kısmış, sessizce yürüyordu. gece'nin 3'üydü ve tek tük insanlar geçiyordu sokaktan.
    bakışlarıyla gecenin en çok yakıştığı şehir olan istanbul'un ruhunu parçalamaya çalışıyordu. ironik düşlerin ve anonim türkülerin cirit attığı, her gece bir şiirin intihar ettiği ıssız bir coğrafyadan farksızdı kent.

    soğukta titreyen bedenine aldırmadan yürüyordu amaçsızca. ağzına sürekli sözler geliyor, fakat söyleyemiyordu. cesaretini topladı...

    + git artık, bırak peşimi!

    - imkansız...

    + beni bu saatte bari rahat bırak, nefes almaya ihtiyacım var.

    - bu imkansız, istesem de gidemem.
    -- -- -- --
    en büyük acının bile bir türkü kadar ömrü olduğu ıssızlığın ortasında, neden bu "tanıdık yabancı" kadının kendinin peşini bırakmadığını anlayamıyordu.
    -- -- -- --
    + neden bırakamıyorsun?

    - kendini öldürebilir misin?

    + nasıl yani?

    - soruma cevap ver.

    + hayır.

    - işte bu yüzden bırakıp gidemem. beni yok etmen için kalbini sökmen lazım. ben herkesim. ben senim!

    + hiçbir şey anlamadım. bırak beni ne olursun.

    - seni gerçekten bırakmamı istiyorsun ama kendini öldürmeye cesaretin yok öyle mi?

    + bunu yapamam!

    - madem gitmemi bu kadar çok istiyorsun; o zaman senin için seni öldüreceğim.

    + ne? dur hayır yapmaaa...
    -- -- -- --
    * alo, aytuğ acar'ın annesiyle mi görüşüyorum?

    < buyrun benim?

    * oğlunuzu merkeze 100 metre uzakta bulduk. kendisini bıçakla öldürmek isterken, yani intihar etmek isterken son anda 3 kişi yetişmiş. sonra da bayılmış.

    < olamaz, durumu nasıl?

    * hastaneye götürdük, ayılmasını bekliyoruz. oğlunuz uyuşturucu kullanıyor mu?

    < ...

    * cevap versenize hanımefendi?

    < hayır kullanmıyor. büyük bir aşk acısı çekiyordu. depresyona girdi. intihar etti. allah'a şükür ki kurtuldu. fakat hafıza kaybına uğradı. düzelmesi seneler sürebilir.

    * ee?

    < hafıza kaybına uğradığı halde, hala o kızı halisünasyon olarak görmeye devam ediyor. ve bu yüzden nedenini hatırlayamasa da intihara kalkışıyor.

    * yani kızı sürekli görüyor ama kim olduğunu hatırlayamıyor mu?

    < evet...
    -- -- -- --
    + kimsin sen? neden beni öldürmeye çalıştın?

    - çünkü seni seviyorum...
    1 ...
  36. 45.
  37. 46.
  38. ıslık gibi bir ses geliyor dışarında. saat daha sabahın beşi...
    sarsıntıyla zıplıyorum yataktan. deprem diyip yatıyorum tekrar yatağa ama odanın camına çarpan birşeyler var. cıtır cıtır ses geliyor camdan. üşeniyorum ve tekrar yatıyorum.
    yine ne oldu ya?
    telefona uyanıyorum. saat 13.52, annem arıyor "nasılsın oğlum iyi misin" diyor. suratına kapatıyorum telefonu. aramayın beni...
    mutfakta kötü bir koku var ama nereden geliyor belli değil. bulaşıkları yıkamıştım geçen hafta acaba bu haftakiler mi diye bakıyorum. yok o da değil. yine telefon çalıyor. 2 oldu bu. aldığımdan beri en çok çaldığı gün oldu telefonun bugün. eski eşim arıyor bu sefer de
    "iyi misin?" sesin kulağıma ulaştığı anda telefon çıkıyor elimden... peşisıra duvarda parçalandığını görüyorum. ve gülüyorum.
    hakettiğin cevabı aldın umarım sevgili eski "fahişe" eşim.

    kokunun kaynağı belli olmuyor kafayı kırıcam. kahve yapıyım en iyisi belki uykum açılır diyerek musluğu açıyorum. musluktan açık kahverengi su geliyor. sanırım bugün böyle geçecek. tıpkı dün olduğu gibi...

    televizyonu açmak için uğraşıyorum ama açılmıyor bir türlü.
    sonra farkediyorum ki elektrikler yok. sanırım son 3 aydır fatura yatırmadığım için kestiler.

    kulaklığı takıp müzik dinlemeye başlıyorum. tam o esnada kapıyı yumrukluyor biri. ama alacaklı gibi. hoş alacağı olmayan biri neden benim kapıma gelsin. üşeniyorum açmaya.
    sonra kapının kırılma sesi geliyor.
    daha yataktan kalkmaya fırsat bulamadan bir asker giriyor odanın içine..
    sonra derin sessizlik....

    bugün ben öleli 4 yıl oldu.
    ama hala söylemek istediğim birşey var.
    son 8 sene kapısı tek kişi tarafından çalınmayan biri olarak diyorum ki;

    hoşgeldin asker, görüşmek üzere hayat...
    1 ...
  39. 47.
  40. 48.
  41. SiGARA YANDI, EV YANDI
    iŞYERiNDEYKEN TELEFONUM ACI, ACI ÇALDI. TELEFONA BAKTIM ARAYAN YAN KOMŞUMUZ BAHATTiN ABiYDi. BANA EVDE YANGIN ÇIKTIĞINI SÖYLEDi. HEMEN iŞYERiNDEN ÇIKTIM TRAFiK ÇOK YOĞUNDU, EVE YETiŞMEM LAZIMDI HiÇ BiRŞEY UMRUMDA DEĞiLDi YETER Ki KARIMI VE KIZIMI SAĞ SALiM GÖREBiLEYiM. O GÜN EŞiM BiRAZ RAHATSIZ OLDUĞU iÇiN iŞE GiTMEMiŞTi KIZIMINDA OKULU TATiLDi. YA ONLARA BiRŞEY OLURSA, YA ONLARI GÖRMEZSEM; AHH KAFAYI YEMEK ÜZEREYDiM. TRAFiK iLERLEMiYORU HEMEN BiR ARA SOKAĞA GiRiP 10 DK. SONRA EVE ULAŞTIM EVDEN ÇIKAN ALEVLERi GÖRÜNCE O ALEVLER BENiM iÇiMDE YANMAYA BAŞLADI. EVi BOŞVERMiŞTiM EŞiM VE KIZIM NERDELERDi? BENiM GELDiĞiMDE iTFAiYE DAHA YENi GELMiŞTi. ALEVLERi SÖNDÜRMEYi ÇALIŞIYORLARDI. BAHATTiN ABi YANIMA GELDi VE SAKiN OLMAMI SÖYLEDi; EŞiN VE KIZIN iYiLER TEDBiR AMAÇLI HASTANEYE GiTTiLER; DEDi. HEMEN HASTANEYE KOŞTUM EŞiM iYiYDi
    -NASILSIN?
    -(KORKMUŞ VE AĞLAMAKLI BiR SESLE) BEN iYiYiMDE AYŞE&#8230;
    -NOLDU AYŞEYE
    -(AĞLAMAYA BAŞLADI)
    HEMEN KIZIMIN OLDUĞU ODAYI GÖRDÜM, KIZIMIN YÜZÜNÜ VE KOLLARINI SARMIŞLAR. SADECE GÖZLERi, AĞZI VE BURNU GÖZÜKÜYORDU O KÜÇÜCÜK GÖZLERiYLE BANA BAKIYORDU. ALLAH;IMA ŞÜKÜRLER OLSUN iKiSiDE HAYATTAYDI. SONRA DOKTOR YANIMA GELDi VE BANA AYŞENiN BABASI SiZMiSiNiZ; DiYE SORDU EVET BENiM DEDiM.ENDiŞELENMEYiN KIZINIZIN DURUMU GAYET iYi 1-2 HAFTA BÖYLE DURACAK SONRA VERDiĞiM iLAÇLARI KULLANIR; DEDi. AYŞE;NiN BAŞINDA ANNESi DURUYORDU. BENDE EVE BAKMAYA GiTTiM. EVDE TEK BiR EŞYA BiLE KALMAMIŞTI. HEPSi KÜL OLMUŞ. SONRA DÜŞÜNDÜM ;PEKi BU YANGIN NASIL ÇIKTI?&#8221; BU YAZ GÜNÜNDE SOBAYI YAKMIŞ OLAMAZ. OCAK BELKi OCAKTAN ÇIKMIŞTIR. POLiSiN EŞiME TUTTURDUĞU iFADEYi OKUMAYI DÜŞÜNDÜM. GiTTiM VE iFADEYi OKDUM. EŞiM SiGARA iÇERKEN SiGARAYI KÜLLÜĞE KOYUP LAVABOYA GiDiYOR VE NASIL OLUYORSA SiGARA YERE DÜŞÜP HALIYI TUTUŞTURUYOR. YANGIN BÜYÜYOR EŞiM ÇIKTIĞINDA YANGINI VE KIZIMIZIN ORDA YARI BAYGIN BiR ŞEKiLDE YATTIĞINI GÖRÜYOR. AYŞEYiDE ALIP ÇIKIYOR&#8230; GERiSiDE MALÛM.
    EŞiMiN YANINA GiTTiM VE ÖĞRENDiĞiMi ANLAMIŞ OLACAK Ki HEMEN CEVAP VERMEK iSTEDi. DURDURDUM ; YA SiZE BiR ŞEY OLSAYDI YA KIZIMIZA BiR ŞEY OLSAYDI.
    ÖZÜR DiLERiM, BENiM HATAM ALLAH BENi KAHRETSiN; DiYE HAYKIRMAYA BAŞLADI. ONU SAKiNLEŞTiRDiM TAMAM SiZ iYiSiNiZ YA ÖNEMLi OLAN O.
    2 HAFTA SONRA AYŞE'NiN YÜZÜNDEKi SARGILAR ÇIKTI. YÜZÜNDE 1-2 iZDEN BAŞKA BiR ŞEY YOKTU. DOKTOR, iLAÇLARI KULLANINCA ONLARINDA GEÇECEĞiNi SÖYLEDi.
    EViMiZDE HiÇ BiR ŞEY KALMAMIŞTI AMA OLSUN KIZIM VE iŞiM iYiLER YA VARSIN EVSiZ KALALIM. ARTIK BABAMLARDA KALIYORUZ VE NE EŞiM NE DE BEN ARTIK SiGARA KULLANMIYORUZ.
    (bkz:
    TAMAMEN KENDiM YAZDIM...)
    0 ...
  42. 49.
  43. gelen mailden aktarmak istedim,

    parasızlıktan olsa gerek saatinin yelkovanını satmak istedi adam
    buna kızan akrep oracıkta soktu adamı
    akreple yelkovan aşıktı birbirine
    zaman ayırsa da onları kıyamaz kavuştururdu mutlaka.
    cesedi birlikte yok edip tapuyu üstlerine aldılar
    şimdi birlikte yaşıyor saate hiç bakmıyorlar.
    2 ...
  44. 50.
  45. en son yazarlardan hikayeler başlığında entry giriyordum.kan ter içinde kalmış bir halde uyandım.bir rastlantı mıydı bu?nereye kadar rüyaydı.şimdi anladım hala üç yaşındayım.sadece rüya görmüşüm.ammada uyumuşum haa.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük