Yolda küçücük küçücük çocuklarda, neredeyse bebeklerde bile kulaklık görüyorum ya gerçekten çok üzülüyorum.
Dostlar yaklaşık 7 sene radyoculuk, dj'lik yapmış ve o dönemlerden kendisinde de deneyimlemiş biri olarak diyorum ki lüften hiç olmazsa çocuklarımıza kulaklıkla müzik dinletmeyelim. Gerçekten bir süre sonra ne kadar yüksek ses o kadar yetmiyor moduna giriyorsunuz (Benim normale dönmem bile çok uzun zaman aldı ki müzik dinlerken sesi hâlâ olabildiğince en yüksek seviyeye getirmem aslında kulak olarak çok da normale dönmemiş olduğumu gösterir).
Kulaklıkla dinlemenin çocuklara etkileri, büyük insanlara olan etkilerine de benzemiyor ve üstelik bu etkiler çok daha ağır da olabiliyor. Mesela, daha minicik olan yeni yeni gelişen işitme hücreleri ölebiliyor, işitmelerinde kalıcı hasara bile yol açabilecek problemler yaşanabiliyor.
Çocuk oyalansın diye kullandırdığınız bir kulaklık tüm bu risklere değer mi?
Yine bir gece oturmuş bencillikten bahsediyoruz beyazla. O her zamanki soğukluğuyla mimiksiz tavırlarıyla beni dinliyor, hatta dinliyormuş gibi yapıyor. Hoş dinlese cevap veremez ya bizim beyaz.. ah bir dili olsa da konuşsa neler söyler size.. kim bilir onun ne derdi var, ne kadar yük taşıyor omuzlarında.. istedim zamanında yardım etmeyi, yükünü hafifleteyim bir destek de ben olayım istedim. Istemedi beyaz. Kendi benliğiyle her şeyin üstesinden gelebileceğini iddia etti. iddiasında haklıydı da, bunca yıldır tek başına gelmişti buralara, bugünlere.. Hoş gelmişti de.. gelişiyle huzuru, güveni, mutluluğu getirmişti. Bencilliğiyle paylaşamayacağı mutluluğu. Varsın mutluluğu daim 'onun' olsun.
O kadar çok gemi geldi geçti ki bu limandan, liman artık sahiplenmemeyi öğrendi. dur demedi, biraz daha kal demedi hiçbirine. Aslında kalmalarını istese de , giden gemilerden sonra yas tutmayacaktı, denizin yansımasıyla maviye çalan o taşlarını yosun kaplatmayacaktı. Kendine söz vermişti.
gece geldiğinde insan daha bir duygusal oluyor. kararları veya tepkileri güçleşiyor. yalnızlığını daha çok hissediyor belki sessizlikten.
müzikler başkalaşıyor, elleri boşlukta dolanıyor, gözleri dumanlanıyor. gitmek istiyor, aldırmak istemeden ufak ve sakin bir siktir çekip. alışmak istemiyor alış denilenlere. kendi kendine sandalyesinde oturmuş isyan ediyor.
bir fincan kahvede ya da bir bardak birada arıyor uykuyu, uykusuzluğu. uğraşsın kafası bir şeylerle, def etsin o düşünceleri, uyuştursun kafasını.
çok şey de istemiyor bu insan. ama çok şey bekleniyor ondan.
Çok rahat bir hayatım var, çok büyük sıkıntılarım, çok büyük dertlerim var.
Aklıma geldikçe canımı sıkan, beni mahveden meseleler var önümde. Çok rahat bir hayatım var.
En çok korktuğum, en çok sevdiğim, en çok çekindiğim, en çok yanında güvende hissettiğim insan aynı kişi.
Çok büyük dertlerim var, çok rahat bir hayatım var.
Sabah evden çıkarken göremedim, sadece kapının örtülmesiyle irkildim ve uykuma devam ettim. Uyandığımda gün yarılanmış, güneş tepeden tüm kızgınlığı ile yatağımın baş ucuna vurup gözümü alıyordu. Yorgun hissediyordum kendimi.
Çok büyük dertlerim var, çok rahat bir hayatım var.
Akşam olunca kapı çaldı, selamını verdi geçti kanepesine oturdu. Yorgundu yine, ama farkında değildi yorgunluğunun. Gün içerisinde muhatap olduğu insanlar, girdiği tüm sohbetler, verdiği tüm emekler aklında değildi, o da bunun farkında değildi.
Çok büyük dertlerim var, çok rahat bir hayatım var.
Kendi hayatının zevkini bırakmış, sorumlu olduğu insanlar mutlu olsun, rahat bir yaşam sürsün diye kendi hayatının zevkini çıkartamadan oturdu kanepeye. Yorgundu, ama farkında değildi. Dünyada başka hiçbir insanın benim için yapmayacağı bir şeyi yapıyor, benim daha iyi bir hayatım olsun diye kendi hayatının tadını çıkarma zevkinden feragat ediyordu.
Çok büyük dertlerim var, çok rahat bir hayatım var.
Bu büyük sorumluluğu alan, bu karşılığı olamayacak iyiliği karşılık beklemeden her gün usanmadan yapan biri o. Ben yapabilir miyim bunu ? O kadar güçlü müyüm ? Ertesi sabah kapının örtülmesi ile irkildim, yorgundum.
Çok büyük bir babam var, çok rahat bir hayatım var.
Kısa kısa yazılardır. Yazarları sözlük yazarlarıdır. Birçoğu sadece yazarın kendisi için anlamlıdır. O yazının yazılmaz sebebi bilinmeden pek bir etki yaratması olası değildir.
Soğuk ve terli elleri.. o kadar cazip geliyor ki ruhuma son zamanlarda sıcaklığı özlemiyorum. Farklı olan bir şeyler var. Yolunda gitmeyen duygular. Peşimde her an her yerde. Onu düşünüyorum. Eroin misali tüm soğukluğu vücudumu kapliyor bir anda. Sanirim tam da o anda beynim donuyor ve duruyor.
Savunmasızım.
şimdi konuya nasıl gireceğimi bilmiyorum lakin, ilk önce size bulunduğum köyden bahsedeyim. denizli'nin sarayköy ilçesinin 250 nüfuslu karakıran köyünden yazıyorum arkadaşlar. bulunduğum köyde, kahvehane genelde açık olmaz, zaten açılsa da sadece akşamları açılır. bakkal yok gibi bir şey. yani eğer tarihi geçmek üzere olan birkaç mamulden almak isterseniz evine gidip bakkalı çağırıp açtırmanız lazım. ki genelde o da evde olmaz. caminin deseniz toplam cemaati cuma namazları dahil 30 kişiyi geçmez.
şimdi bu küçük birkaç örnekten de anlayabileceğiniz üzere, köyümüzde maalesef okul da yok. köy çocuklarımız, yaklaşık 5 km ilerde ki, hallice daha büyük olan köy okuluna taşımalı sistemle gitmekteler. haliyle okul olmayınca köyde çocuklarımızın faydalanabileceği bir kütüphaneleri, yahut en kötü ihtimalle oturup ders çalışabilecekleri bir odaları bile yok...
yıllardır ben elimden geldiğince dilimin döndüğünce yardımcı olmaya çalışsam da, 3 hafta sonraki düğünüm sebebiyle artık ne maddi durumum elverişli bazı şeylere, ne de vaktim müsait. 96 yılında başladığım okul hayatımdan, mezun oluncaya kadar ki dönemde aynı zorlukları çekmiş biri olarak söylüyorum ki, bu çocuklar bu devirde okumak için zorluk çekmemeli, öğrenmek için gösterdiği çabaların karşılığını alabilmeli artık.
köydeki duyarlı birkaç kişiden biri olarak düşüncem şu ki, bu çocuklar benim çektiğim zorluğu çekmeyecekler. en azından köy muhtarlığında dahi olsa, küçük bir odaları olmalı, okuyabilmeli bu çocuklar, öğrenebilmeli. çiftçilikle uğraşan ailelerin çocukları bile olsalar, okuldan gelince kalem tutmalı bu çocuklar, tarlada kürek değil...
evet, dilencilik yapacağım sözlükte, yüzsüzlük edip kitap dileneceğim, bilgi isteyeceğim yazar arkadaşlardan. sadece kendi köyüm için değil elbet, allah ömür verdiği sürece, edirne'nin köyü de bir, izmir'in köyü de, hakkari'nin köyü de..
son olarak, başta zall olmak üzere tüm sözlük yönetimine diyorum ki, yöneticilik, entry silip, yazarlık onaylıp, tv programlarında boy göstermek değildir sadece. yöneticilik yazarlarla yazar olup, herkesin isteklerine kulak kabartabilmektir. troller de dahil...
sözlük modlarından rica ettim bu durumu, yardımcı olun dedim, duyuralım birlik olalım dedim, zall'a mesaj at dediler. e zall'a mesaj attık defalarca, o da takmadı bile, zalladı resmen. yani ben modlara, modlar zall'a, zall'da dünya bi şekil minare bi şekil hesabı...
kısaca diyorum ki arkadaşlar, el birlik olalım, değirelim ateşi fitile. inşallah destek olan arkadaşlar çıkacaktır diye umuyorum. sizden şaşalı kitaplar, cilt cilt ansiklopediler, dünya klasiklerinden seçmeler istemiyorum arkadaşlar. küçük bir şiir kitabı da olur, eski bir tarih ansiklopedisi de, hatta lise veya üniversitede kullandığınız ders kitapları da. yeter ki yazı olsun, bilgi olsun, en önemlisi bu kampanyaya ilgi olsun...
bilmiyorum eksik bir şey kaldı mı ama, son olarak diyorum ki, destek olandan da allah razı olsun, olamayandan da, olmayan da. aynı yangının ateşi altında ısınabilmek dileğiyle...
bilmeni istedim bazı şeyleri
mesela her sabah senden önce uyanıp
bütün gün boyunca hep seni düşündüğümü
hani sen hep derdin ya bana uzaksın diye
mesafelerin çokta önemli olmadıgını
bilmeni isterdim
ama en çokta ,
belki inanmadın ama
en çok ta seni sevdiğimi,bilmeni isterdim..
şimdi konuya nasıl gireceğimi bilmiyorum lakin, ilk önce size bulunduğum köyden bahsedeyim. denizli'nin sarayköy ilçesinin 250 nüfuslu karakıran köyünden yazıyorum arkadaşlar. bulunduğum köyde, kahvehane genelde açık olmaz, zaten açılsa da sadece akşamları açılır. bakkal yok gibi bir şey. yani eğer tarihi geçmek üzere olan birkaç mamulden almak isterseniz evine gidip bakkalı çağırıp açtırmanız lazım. ki genelde o da evde olmaz. caminin deseniz toplam cemaati cuma namazları dahil 30 kişiyi geçmez.
şimdi bu küçük birkaç örnekten de anlayabileceğiniz üzere, köyümüzde maalesef okul da yok. köy çocuklarımız, yaklaşık 5 km ilerde ki, hallice daha büyük olan köy okuluna taşımalı sistemle gitmekteler. haliyle okul olmayınca köyde çocuklarımızın faydalanabileceği bir kütüphaneleri, yahut en kötü ihtimalle oturup ders çalışabilecekleri bir odaları bile yok...
yıllardır ben elimden geldiğince dilimin döndüğünce yardımcı olmaya çalışsam da, 3 hafta sonraki düğünüm sebebiyle artık ne maddi durumum elverişli bazı şeylere, ne de vaktim müsait. 96 yılında başladığım okul hayatımdan, mezun oluncaya kadar ki dönemde aynı zorlukları çekmiş biri olarak söylüyorum ki, bu çocuklar bu devirde okumak için zorluk çekmemeli, öğrenmek için gösterdiği çabaların karşılığını alabilmeli artık.
köydeki duyarlı birkaç kişiden biri olarak düşüncem şu ki, bu çocuklar benim çektiğim zorluğu çekmeyecekler. en azından köy muhtarlığında dahi olsa, küçük bir odaları olmalı, okuyabilmeli bu çocuklar, öğrenebilmeli. çiftçilikle uğraşan ailelerin çocukları bile olsalar, okuldan gelince kalem tutmalı bu çocuklar, tarlada kürek değil...
evet, dilencilik yapacağım sözlükte, yüzsüzlük edip kitap dileneceğim, bilgi isteyeceğim yazar arkadaşlardan. sadece kendi köyüm için değil elbet, allah ömür verdiği sürece, edirne'nin köyü de bir, izmir'in köyü de, hakkari'nin köyü de..
son olarak, başta zall olmak üzere tüm sözlük yönetimine diyorum ki, yöneticilik, entry silip, yazarlık onaylıp, tv programlarında boy göstermek değildir sadece. yöneticilik yazarlarla yazar olup, herkesin isteklerine kulak kabartabilmektir. troller de dahil...
sözlük modlarından rica ettim bu durumu, yardımcı olun dedim, duyuralım birlik olalım dedim, zall'a mesaj at dediler. e zall'a mesaj attık defalarca, o da takmadı bile, zalladı resmen. yani ben modlara, modlar zall'a, zall'da dünya bi şekil minare bi şekil hesabı...
kısaca diyorum ki arkadaşlar, el birlik olalım, değirelim ateşi fitile. inşallah destek olan arkadaşlar çıkacaktır diye umuyorum. sizden şaşalı kitaplar, cilt cilt ansiklopediler, dünya klasiklerinden seçmeler istemiyorum arkadaşlar. küçük bir şiir kitabı da olur, eski bir tarih ansiklopedisi de, hatta lise veya üniversitede kullandığınız ders kitapları da. yeter ki yazı olsun, bilgi olsun, en önemlisi bu kampanyaya ilgi olsun...
bilmiyorum eksik bir şey kaldı mı ama, son olarak diyorum ki, destek olandan da allah razı olsun, olamayandan da, olmayan da. aynı yangının ateşi altında ısınabilmek dileğiyle...
sessizce yatağında uzanıyordu. gözleri uykuya küs, aklı yok, ruhunun tarihi geçmiş. o an gelip de sabahın körüne gözlerini açsın diye. uykuya bayılıyordu. zamanda yolculuğun tek yolu da buydu.
herkes doğuştan diplomalı oyuncu sanki. büyüdükçe sınıf atlıyorsun. kabul görmek, sevilmek, yer edinmek... hepsini elde etmek için birçok role bürünüyorsun. muhatap olduğun tüm şahıslar da rol kesiyor çünkü. aslında herkes mucizevi bir anda bu kesişmeden vazgeçse de artık kendi kişiliklerimizi yaşasak. zira özledim keratayı...
"beyaz yalan, arkadaş hatrı, aman kalbi kırılmasın, o ne der, idare ediver canım" derken kendi hayat oyunumuzda başrolden silinmişiz. yönetmen koltuğunu kaptırmayalım bari diye düşünmeyin çünkü ona da "anne-baba, arkadaş, eş- sevgili, patron, ev sahibi, hatta devlet yöneticileri" kadrolanmış. çubuğun zaten iki ucu malum b. ka bulanmıştı, ortadan tutalım dedik. ama tüm ortalar ikinci bir emre kadar kaldırılmış. her zaman bir kutbu seçeceksin denildi, a yada b... a+b olmaz, olamaz denildi. bu noktada matematiksel zekanızı da devre dışı bırakın lütfen. zeka mı o da ne?! senin düşünmeye, kendini yormaya hele hele sorgulamaya ihtiyacın yok. zira hepsini senin için birileri yapıyor zaten...
-lütfen gel otur şöyle, ayaklarını da uzat.
+ama iç sesime engel olamıyorum, sürekli konuşuyor.
-onu da düşündük. al sigara iç, alkol al, para da verelim alış veriş yap. sen zaten bu amaçla seçildin bu sahneye.
+aman öldüğümde haber verin de bari gömüldüğümü bileyim...
Hayir. Gülüyorum. Affettim bile bana yapılanları nefret veya sevgi duymuyorum artık beni kıranlara karşı. Biraz burukluk var sadece. Özlem duyuyorum evet bu doğru ama ona karşı değil; eski günlere. Alıştım yani kabullendim bazi şeyleri. Hiç beklemezdim ama çabuk atlattım. Hayat üzülmek için çok kısa. Karamsar ve mutsuz olmamak lazı,m affetmeyi bilmek ve kin, nefret duymamak lazım bence. Yüreğim de acımıyor artık. Kabullendim çünkü ve acım geçti.
O, sıcak Ankara gününde, Ulus Atatürk
heykelinin sağ tarafında, sağ kolunu başının altına koymuş, kalabalığa rağmen uyuyordu. Yaşı tahminen yetmiş ile seksen arasıydı. Yüzü buruş buruş olmuş, derisi kemiklerine yapışmıştı. Sol elinin altında, içinden dışarı taşmış kuru ekmeklerin olduğu çantanın kulpu ve kendi asası vardı. Kalabalığa rağmen uyuyordu ama aynı
kalabalık onu yok sayıyordu. Heykelin önünde resim çektirenlerin, güvercin besleyenlerin umurunda bile olmayan bu adam acaba kimdi? Nereliydi? Neden burada yatıyordu? Acaba bir ailesi var mıydı? Ona neden sahiplenmemişlerdi? Bütün bu soruların bir cevabı vardı mutlaka. O, belki de bütün ailesini kaybetmişti. Hayatta tutunacak tek bir dalı kalmamıştı. O uyuyordu; belki de bütün acılarını biran ve biraz olsun unutmak adına. Uyanınca gene aynı yerden devam edeceği acılarına daha ne kadar sabredecekti?
Ve işte kış geldi. Ankara, kışın çok çetin geçtiği şehirlerimizden biriydi. O, soğukta ne yapacaktı? Belki devletin (kışa özel) hazırladığı statlardan birinde kalacaktı. Belki de çöpten bulduğu bir battaniyeye sarılıp, gene aynı yerde uyumaya çalışacaktı. Son uykusunu uyuyordu kim bilir. Kimsenin fark etmediği o, cesedi kokmaya başlayınca fark edilecekti belki de.
Yoldan bir çocuk geçiyordu. Sağ eli ile annesini çekiştiriyor, sol eliyle onu göstermeye çalışıyordu. Belki de daha yedi yaşında olan bu çocuk, kimsenin görmediği, görmek istemediği bu adamı görmüştü. Fırsat bulsa, "O amca neden orada yatıyor anne?" diye soracaktı. Ama annesi kimden bahsettiğini bile bilmeyecekti maalesef.
Görmeliydik halbuki onu. Ne derdi vardı öğrenmeliydik. Ana haber bültenlerinde "soğuk yine can aldı" sözüne vah tüh etmeden yapmalıydık bunu. O, yaradan tarafından bir ibret timsali olarak oradaydı. Belki benim geleceğimdi, belki sizin. Kaldıramıyorduk perdeleri. Beşinci boyuta geçemiyorduk. O, manevi alemden insanlara bir imtihan olarak gönderilmişti. Kazanamadık. Göremedik gerçekleri. Sadece bazımız kafamızı çevirip baktık. Ve yolumuza devam ettik.
Özür dilerim seni göremedik. Ne derdin olduğunu soramadık. Hakkını helal et diyemedik.
Hakkını helal et, eey belki de çoktan
hakkın rahmetine kavuşan kişi.
depremle sarsılıyor benliğim
bu defa şiddeti sen.0
merkez üssü gidişin...
hazırlıksız yakaladın beni
daha artçılarınla çatlayan duvarlarımı
onaramamışken...
kaplayamamışken
sensizliğimde açılan delikleri...
şimdi bir enkazdan ibaretim,
kaldırılmayı bekleyen.
havayı kaplayan toz bulutunda
hayallerim saklı, bulanık.
rüzgara yenik düşmüş...
benden bir ben daha çıkar mı bilmem,
şimdi her yer bana bir hastane odası
soğuk ve ruhsuz...
işim mucizelere kaldı artık
yada ziyaretçi defterine ismi çok önceden yazılmış
son bir nefese...
Sabah ezanı'nın okunmasına daha bir
saat vardı.
Aniden çalan bir telefon, kadını
uykusunun en güzel yerinden etmişti.
kalktığında eşi yanında yoktu. Adam,
gece arkadaşlarıyla eğlenmeye gitmiş, ona da : "beni bekleme sen yat"
demişti.
Mahmur gözlerle koştu telefona.
"Alo" dedi ürkek bir sesle.
"Ayşe hanımla mı görüşüyorum?"
"Evet" derken tarifsiz bir korku basmıştı vücudunu.
"Başınız sağolsun eşinizi kaybettik!"
Adam ne kadar da kolay demişti öyle.
"eşinizi kaybettik" diye.
Kaza yapmıştı kocası. Alkol gene şişede
durduğu gibi durmamış, bir ölümlü kazaya daha sebep olmuştu. Hemde bu
sefer ölen, yedi ve on yaşındaki iki
çocuğunun babası, dünyadaki tek
dayanağı, biricik aşkıydı.
Kadın, şimdi bu iki çocukla bir başına
mı kalmıştı? Ne yapacaktı? geçimini nasıl sağlayacaktı? En önemlisi de
Çocukları baba sevgisi göremeden mi
büyüyecekti? Kadın ağlıyordu. Birlikte
geçirdiği oniki yıllık eşi artık yoktu.
Demek o'da sevdiği insanı alkole
'kurban' vermişti. Inanamıyordu. Adam, 'şişenin dibine vururken' bunları
hiç düşünmemişti halbuki. Kadın
düşünüyor, düşündükçe kahrediyor,
kahrettikçe de ağlıyordu. Onunla
tanıştığı ilk gün geldi biranda aklına; bir cafede
görmüşlerdi birbirlerini. Ahmet onun güzelliğine dalmış, elini çaya çarparak,
arkadaşını yakmıştı. Ama O artık yoktu.
horozlar ötmeye başlamıştı yavaş
yavaş.
"Allahu ekber" diyerek başlayan ezanı
duyduğunda, besmele çekerek güç bela doğruldu yattığı yerden. Sağına
soluna baktığı zaman anlamıştı rüya
olduğunu. Eşi gelmiş sessizce yatmıştı.
Doya doya baktı sevdiceğinin yüzüne. Ayşe
hanım rüya görmüştü.
YA RÜYA GÖRMEYENLER NE OLACAKTI ?
(bkz: yesar)
Gitsem...tuna, kerem ve eda orada mıdır? Ali paşa Parkı'nda kuka, ya da bakkalın yanındaki sokakta yakan top oynayabileceğim birileri var mı hala? karlı günlerde mermeri kızak yapıp kaysam bayırdan? kandillerde ip tutsam atarinin orada...
zillerini çalıp kaçtığımız evlerde aynı insanlar mı oturur? çocukluğum 15 kilometre uzakta olabilseydi...bekleseydi hep beni çocukluğum... her zaman ziyaret edebileceğim eski bir dost gibi, ne zaman istesem gidip sığınabilseydim...
zehir zemberek ağızlarımızda sadece leblebi tozunun tadı kalsaydı...
bir bara oturduk, 6 kişiydik. yanımızda daha önce hiç içmemiş bir arkadaşımız vardı.
grubun en gevezesi konuştu.
seni şimdi sarhoş edip konuşturcaz. sırlarını öğrenicez.
içki bakiri çocuk yanıtladı.
ha evet başlayalım. küçükken beni siktiler.
herkes güldü. ben gülmedim. çocuk da gülmedi.
sonra çocuk da güldü. ben gülemedim.
Hayatı cennete döndüren de,zehir eden de insanlardır.en büyük kötülükler de bu insanlardan gelir, en büyük iyilikler de.boyle olduğunu herkes bildiği halde neden bu yaşadığını burnundan getirme uğraşı.karşındakine dişlerini gülümseyerek de gösterebilirsin.