insanlar gerçekten de tuhaf. Herhangi biriyle konuşurken onun tüm çevresini ve akrabalarını tek tek soruyorum, bazen içlerinden birinin sağlığı ya da işleriyle ilgili üzüntülü bir haber alıyorum. Ha bana sorarsanız, ben üzülmüyorum tabi ki. Zerre kadar umurum da değil. Ancak görüyorum ki yakınları için endişeleniyor ve acı çekiyorlar. Zavallılar.. Görüşmemiz biter bitmez, yalnız kaldığım ilk fırsatta paltomun sol iç cebinde her daim taşıdığım küçük not defterimi çıkartıyorum. Aslında bu bir not defteri değil, telefon rehberi. Harf, harf ayrılmış. Tabii bu devirde kim ne yapsın telefon rehberini, sokakta buldum. Biri atmış yere. Kılıfı falan çok güzel, deri gibi yapmışlar üstünü. Bana en avantaj sağlayan tarafı alfabetik hizalanmış olması. Kiminle konuştuysam akabinde isminin harfine gidiyorum ve o kişiye ayırdığım bölüme onun üzüntü duyduğu olayı yazıyorum. Bir sonraki konuşmamıza dek orada duruyor ve üzerini ikinci defa olayı sorduktan sonra çiziyorum. Çift, birbirlerine paralel iki çizgi olmak kaydıyla.
Hemen merak ediyorlar, Aa hala unutmadın mı bahsettiğim şu şeyi?!, şaşırıp kalıyorlar diyebilirim. Hayır, unutmadım çünkü yazıyorum. Tabii bunu söylemiyorum. Unutur muyum efendim, siz benim için değerlisiniz diyorum. Aslında ufacık bir yer tutmuyor kalbimde. Kalp mi? Sahi söylemiş miydim.. Ben kalpsizim. Kalpsiz derken, kalbim var ancak mecaz olarak kalpsizim. Şu taş kalpli dediklerinizden. Bu sebepten insanları sevemiyorum. Daha doğrusu yaşadıklarım ve gördüklerime paralel olarak sevgim öldü ve bitti. Oysa bir zamanlar küçük bir çocuk misali her insandaki o olağanüstü tanrısal dışavurumu görür, hissederdim. Şimdi hepsi bana bir çöp kadar değersiz ve anlamsız geliyor. Robotlar, iğrenç ve kokuyorlar. Nefret ediyorum, evet evet sesli söyleyince kendim bir kez daha duydum, nefret ediyorum!
Tabi şimdi diyeceksiniz ki, e adam madem nefret ediyorsun, o halde ne diye el alemin derdini, tasasını not tutuyorsun? Çünkü ben bu dünyadaki tüm varlıklardan daha aşağı bir varlığım. Onlardan tiksinmeme rağmen, onlara muhtacım ve ihtiyacım var. Çaresizce benden hoşlanmaları için çırpınıp duruyorum. Her zaman böyle değildi oysa. Bir zamanlar bana sarılan hatta beni dudaklarımdan bile öpen insanlar vardı. Şimdi yanıma yaklaşamıyorlar. Ben her şeyi anlıyorum beni bir aptal gibi görüyorlar, boş ver anacığım görsünler, ben kimin ne olduğunu çok iyi biliyorum.
Teyzem gelmiş bir hafta önce, başına büyük bir piyango mu ne konmuş. iyi denilebilecek ölçüde bir para banka hesabına yatırılmış bir sebepten. Ama tembihledi beni, aman ha diyor duymasın kardeşim! Şimdi gel de bu insanlar içinde yaşa. Kardeş, kardeşten saklıyor en ufak, değersiz şeyleri. O yüzden tiksindim zaten anacığım. Yoksa bir zamanlar dedim ya bende seviyordum evreni, Tanrıyı, çocukları..
Geçen gün yalnız başıma sokaklarda yürürken hoş ne zaman yalnız değilsem- bir dükkanın vitrinine gözüm çarptı. Kendinizi sevin önce yazmışlar koca koca puntolarla. Acaba ben kendimi seviyor muyum diye düşündüm. Bulmanın tek bir yolu vardı. Önce kendimi kendime tanıtmak, anlatmak. Beni anlayan olmaz diyordum ama dur bakalım belki ben kendimi anlarım tatlım! O yüzden bu ilk güne merhaba diyorum. Bundan böyle karışık notlar tutacağım. Wilhelme diye mi yazsam yoksa bende!
donuk parmaklarından çekip aldım sigarayı.. yaktım ve bir nefes çektikten sonra dudaklarının arasına yerleştirdim..
ama o, bir heykel gibi, daha çok bir kazık gibi karşımda hareketsiz duruyordu..
terli bir balmumuydu, eriyordu..
sigaranın külü uzadıkça uzamıştı..
dumanı yönlendirecek tek bir nefes dahi çıkmıyordu adamdan..
ah siz erkekler ! dedim ve giyinip çıktım odadan..
gece yarısı olmasına rağmen, oldukça kalabalık bir caddeydi.. önünden geçerken sarhoşun teki şapkasını çıkarıp başıyla beni selamladı.. fazlasıyla nazikti, hoşuma gitmişti hareketi..
bir gün yolda gidiyordum, seni gördüm, bana baktın, bana geleceksin sandım ama sen bana gelmedin peyamiye gittin sen peyamiyle yattın bana gelmedin neden beni sevmedin neden peyamiyle yattın.
Göğü delen şimşeklerin aydınlattığı o ıssız sokakta, yağmur damlaları şakağından sakallarına akarken usulca, o otuz beş yıllık hayatının ilk sigarasını yakmış, yürüyordu.
Mayısın yirmi yedisiydi. Saat gece 1. Dolunay hiç bu kadar göstermemişti sanki güzelliğini. Adeta bu şehr-i azamın tacı oluvermişti o gece. Ve yağmur yıkıyordu tüm caddeleri, tüm duvarları. Günahlarını akıtıyordu denize.
Ama bir melek olamazdı istanbul. O, insanoğluna benzediği için yüceydi. Bir insanın olabileceği kadar yumuşak, merhametli ve bir insanın olabileceği kadar da gaddar, umursamazdı. Rıhtımına vuruyordu dalgalar. Yollara kadar taşıyordu deniz. Sahil bugünü yalnızlığa ayırmıştı sanki. Dalgaların ninnisiyle uyumak istiyordu. Belliydi.
Ve bir adam hayatına dair her şeyi ardında bırakıp ölüme yürüyordu. Dumana alışık olmayan ciğerleri yanıyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Attı yarım sigarasını bir mazgaldan aşağı. iki adım daha attı. Sokak bitti. Duraksadı bir an. Lacivert gömleği sırılsıklam olmuş, gövdesine yapışmıştı. iliklerine kadar sızıyordu sanki ılık bahar yağmuru.
Saatine baktı. 01:10.
Başını kaldırdı. Gözleri koyu kahveydi. Derin derin baktı etrafına. Omuzları genişti ama o gün çökmüşlerdi. Sanki yanından biri geçse onu göremez diye düşünüyordu. O denli silikti bugün. O denli buğulu görüyordu gözleri. Gerçekten uzaktı. Başkaydı.
Rıhtımın önündeydi. Denize yaklaştı ve arkasını dönüp seyretti şehri. Bu gece o da istanbul gibiydi.
Yağmurda yıkanmasına rağmen yüreğinden atamıyordu şeytanı. Derisine tırnaklarını geçirmiş tutunuyordu günahları.
O ölümü, aşkı, nefreti ve sevgiyi tatmıştı. Güçlüydü de.
Tek sorun, artık güçlü durmaktan yorulan omuzlarıydı
Henüz ilk defa denediğim, biraz korku ve heyecan katmaya çalıştığım bir hikayem var. Dileyen okuyabilir:
Henüz yakın zamanda, iki kardeş vardı. Büyük olan erkek kardeş on sekiz yaşında, küçük olan kız kardeş on yaşındaydı. Birbirleri ile çok iyi anlaşan bu kardeşler, birbirlerini sevip kollarlardı.
Ne var ki büyük olan liseyi bitirmiş, başka bir kentteki, ülkesinin iyi bir üniversitesine gitmeye hak kazanmıştı. Bu yakında kardeşiyle ayrılacakları ve kardeşinin onu çok özleyeceği anlamına geliyordu.
işte ayrılacakları yaklaştığı vakit, ağabeyi ile küçük kardeşi biraz eğlenceli zaman geçirebilmek için lunaparka gitmeye karar verdi. Hem bu güzel bir hatır olurdu.
Ilık bir cumartesi akşamı kentteki en büyük parkın içşndeki lunaparka gittiler. Adeta insan yağmıştı buraya. Herkeste yazın sevinci, içten gelen bir coşku vardı. Işıl ışıl oyuncaklar küçük kardeşin gözünü alıyor. Sevinçle hepsine binmek istiyordu. Ağabeyi onu kırmak istemiyor, hepsine biniyorlardı. Artık ağabeyi ile o kadar çok oyuncağa binmişlerdi ki küçük kardeşin midesi bulanmaya başlamıştı. Bunun üzerine ağabeyi kardeşini parkın çıkış kapısı yakınlarındaki tuvalete götürdü. Dışarıda beklerken kardeşinin iyi olup olmadığını merak ediyordu. Tam o sırada kızıl saçlarının üzerine bir yemeni bağlamış, şalvarlı, esmer bir çingene karısı yaklaştı. Ağabey daha ne olduğunu anlayamadan bir anda burnunun dibinde bitmişti sanki. Çingene karısı ona fal baktırmak isteyip istemediğini sordu. Ağabey hayır diye sertçe tersledi. çingene bir kere daha soruyordu. Ağabey ona istemediğini yineledi ama kadın bıkmaz usanmaz bir yüzsüzdü. O sıra tuvaletten kardeşi çıkageldi. Belli ki kusmuştu, yüzü solgundu. Bitkin görünüyordu. Ağabeyi halini sordu. Bir şeyler mırıldanıyordu, ne dediği belli değildi. Beraber çıkışa doğru yönelmişken kenardan onları izleyen çingene karısı önlerini kesti, itici bir şiveyle kardeşini de iyileştirebileceğini söyledi. Ağabey böyle şeylere inanmazdı. Büyü, fal, şifa verme cahillerin uyduruğuydu. Ne var ki çingene karısı ısrara devam ediyordu. KArdeşi ise korkup ağlamaya başlamıştı. Ağabey sinirlendi ve yolumdan çekil der gibi ittirdi. Çingene karısı dengesini kaybedip kaldırımdan aşağı yuvarlandı. Yola kapaklandı. Elleri kanamış, Üstü başı dağılmış örtüsü kaymıştı. Yalpalayarak doğruldu. O an kardeşler kadının esmer lekeli, pis ve çirkin yüzüne hiç de yakışmayacak güzellikte yemyeşil gözleri olduğunu fark ettiler. O nadide, yeşil gözler parladı. Sonrasında kadın içinden bir şeyler konuşarak hiçbir şey yaşamamışçasına yanlarından geçip gitti.
Açıkçası ağabey de bu kadarını beklemiyordu. Kadına zarar vermek istememişti. Kardeşinin ağlamasını susturarak gözyaşlarını sildi. inssanların garipser bakışlar arasında eve doğru yola koyuldular. Küçük kardeş, O gece unutmak için erkenden uyudu. Büyük olanı ise uyuyamıyor, bu kötü anıya ne gerek vardı diye geçiriyordu içinden. Keşke sadece kötü bir anı olsaydı.
Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra ağabeyin ayrılma vakti gelip çatmıştı. Otobüs bileti alınmış, valizler hazırlanmış, her bir iş tamamlanmıştı. Sadece bekliyordu artık. Annesi ve babası alışverişe çıkmış, kardeşi ise bir sınıf arkadaşının evine gitmişti. Evde yalnızdı. Salondaki en sevdiği tekli koltuğa oturdu. Derin bir nefes alıp başını geriye yasladı. Neredeyse Her şey aklına geliyordu alakalı alakasız. Bu evde yaşadıkları göz önüne geliyor, ailesini özleyeceğini tahmin ediyordu. Her ne kadar başarılı bir çocuk olsa da sosyal olamamıştı hiç. Zekiydi, okumayı severdi, ne duysa aklında kalırdı. Dersi çalışmadan başaran ender öğrencilerdendi. Üniversite böyle mi olacaktı, bilmiyordu. Pek çok endişesi vardı... Sonra bunlardan sıklıp ayağa kalktı. Duvardaki fotoğrafları inceledi. Kardeşi ve kendinin fotoğraflarıydı bunlar, babasının mesleği fotoğrafçılık olduğu için o kadar çok fotoğrafı vardı ki. Doğum günlerinden hatıralar, bebeklikleri, çocuklukları ve yaramazlıkları, ağabeyin ilkokul ve lise mezuniyetleri hep bu karelerdeydi. Bunlar hep eskide kalmıştı, şimdi yeni bir gelecek vardı önünde. Okuyup mezun olacak, iş bulup evlenecekti. Derken saat altıyı vurdu. Ağabey düşlerden arınıp kendine geldi. Kardeşini hatırlayıp aniden endişelendi. Kaç saattir arkadaşlarındaydı hala dönmemişti. üstelik ağabeyinin beşte evde olmasını tembihlediği halde. Halbuki sözünden çıktığı görülmezdi. Ağabey hemen telefonuna davrandı. Uzun süre çaldırdı fakat açan olmadı. Beklemeye niyeti yoktu. Kardeşinin arkadaşının evi birkaç sokak aşağıdaydı. Kapıyı çekip çıktı, sonra anahtarları evde unuttuğunu anlayıp içinden okkalı küfürler salladı. Apartmandan çıkıp Kardeşinin arkadaşının evine doğru yürümeye başladı.Az ötedeki iki sokağın çaprazındaki binayı hatırladı. Zile bastı. Camdan küçük bir kız çıktı. Kardeşini çağırmasını söyledi. Camdaki küçük kız ise bugün onlara kardeşinin hiç gelmediğini söylüyordu. Ağabey şaşırdı, nasıl olur der gibi baktı kıza fakat çare yoktu. Annesini aradı, onlarla olmadığını bilmesine rağmen. Durumu anlattı. Annesi de panik yapmıştı. Babası da şaşkınlık içindeydi. Birazdan geleceklerini söylediler. Gerçi söyledikleri kadar çabuk gelemezdiler çünkü neredeyse şehir dışındaki bir alışveris merkezindeydiler. Ağabey kardeşinin böyle bir şey yapmasına inanamıyordu. parklara, bahçelere baktı. Kardeşi hiçbir yerde yoktu. Hava kararmış gece vakti olmuştu. Ağabey sürekli cep telefonunu çaldırıyor, kardeşi ise bir türlü açmıyordu. Babası onu arıyor ve trafikte kaldıklarını söylüyordu. O da endişeli ve sinirliydi.
En sonunda ağabey eve döndü. Apartmana girerken tekrar aradı fakat bu kez telefonu kapalıydı. dairenin önüne gelince anahtarı içerde unuttuğunu hatırladı. Ama yaklaşınca kapının aralık olduğunu fark etti. Bir anda siniri geçti. Kardeşi gelmiş ve kapıyı da açık unutmuştu üstelik. Gülerek içeri girdi ve boşu boşuna stres yaptığını düşündü. Kardeşine seslendi. Ses gelmedi. Bir daha seslendi. Yine ses yok. Banyonun ışığı açıktı. işte kardeşi oradaydı. Arkası dönüktü, lavaboya eğilmiş kusuyor gibiydi. Yanına gidip başını kaldırdı. Kaldırdığı gibi sendeleyip düştü. Küçük kardeşinin gözleri yerinde ili çukur duruyordu. Gözlerine mil çekilmiş gibiydi. Simsiyah dumanlar göz oyuklarından yükseliyordu. Koyu kırmızı kanlar yanaklarından yavaşça süzülüyordu. Eli ayağı tutulmuştu ağabeyin, kafayı yemişim diye düşünüyordu. Göz ucuyla kardeşine baktı. Ölmüştü. Ama hala canlı gibiydi. Titriyordu. içindeki bir şeyi dışarı çıkarmak istiyor gibiydi. Kız kardeşin titremesi arttı. Hiçbir insan böyle titreyemezdi. istemsiz hareketler yapmaya başladı. Sanki dans ediyordu. Hareketler iyice hızlanmışken aniden tutuştu. Cayır cayır yanıyordu. Karnı şişti, patlayıp dört bir yana renk renk alevler saçıldı. Bu alevler dünyada görülmüş şey değildi. Rengarenk, her yerde yanan alevler... bütün banyoyu duman kapladı. Dumanlar canlıydı adeta, ağabeyin etrafını sardılar. Gözleri yanıyordu şimdi ağabeyin. Birazdan ellerine sıcak kanlar damlayacaktı. Beyni titreyecek, karnı oynaşacaktı. içinde bir şey doğacaktı. Bunun adı yoktu. Sonrasında alevler onu da saracaktı. Alevlerin cildini yakışını hissetmeyecekti. "Çıtır çıtır!" Seslerinin arasından hiç bilmediği vurmalı şarkılar, hiç duymadığı ezgiler yükselecek, içindeki kıvrak şey yerinde duramayacak, sonsuza dek kardeşi ile birlikte dünya olmayan bir yerde çingene gibi dans edeceklerdi.
Geç saatlerde Annesi ve babası eve geldi. babası trafiğe küfrediyordu. Annesi çocuklarına seslendi. Ses çıkmadı. Banyonun kapısını açınca siyah dumanlar evin içine yayıldı. Annesi dumanların yanık kokusu ile karışık oğlunun parfüm kokusunu tanıdı. Buna anlam veremedi. Evi havalandırdılar, dumanlar dağılıp gitti, banyo pırıl pırıldı.
Anne ve baba çocuklarının bulunması için gerekli her kuruma başvurdu. Ne yazıktır ki kimse onlardan tek bir iz bile bulamadı. Zaten onlardan geriye kalan tek şey olan duman dağılıp gitmişti. *
8 Tekila shot attip 1 saat sonra okula gitmistim arkadaslar kahve falan içirdiler ayilmam icin bu seferde var olan carpindim kat ve kat artti o sekilde din sinavina girdim cikincada dogru hastaneye
Yalnızlık kokan bir hava vardı etrafta, kuşlar bile tek tek etraftaki kırıntıları topluyordu. Eğer yalnızlığın şiiri bir yerde yazılacaksa orası burası idi.
Araba lastiğinde uyuya kalmış kedi gibiyim, bir fark edenim yok ve birazdan öleceğim. Banka reklamlarında oynayan imam gibiyim, doğruyu savunup yanlışa teşvik ediyorum. Çamaşır makinasında unutulan tek çorabın diğer teki gibiyim, bir yarısını yolda bırakmış tek başına da işe yaramaz. Anlat da biz de gülelim diyen öğretmen gibiyim, sinirden ne dediğinin farkında olmayan. Düdüklü tencere gibiyim, zararsız ama patlamaya hazır. Gülhane Parkında ki ceviz ağacı gibiyim
evden sıkıntıyla çıktım yapacak pek bir şeyim yoktu ama evde kalmayı hiç istemiyordum bahçe kapısını geçerken çocukların top oynayan seslerini duydum ve aralarına katıldım mahallede yalnız ama sevilen bir abiydim yada ben kendimi öyle görmek istiyorum.
bacaklarım yaşlanmıştı, içtiğim sigara nefesimi tıkıyordu artık. neyse ki çocuklar bana bile yetecek kadar enerjik ve neşeliydi sıkıntılarımı unuttum diyebilirim o kadar uzun oynadım yani etrafa koşturmak kalbimin ritmini iyice arttırmıştı nefes almak zordu demin ki serinlikte kendini sıcaklığa bırakmıştı tam bir cehennem tasviriydi benim için soluk almaya çalışırken gözümün kararmaya başladığı bir anda onu gördüm.
bir peri kadar güzeldi belki de ben bayılmak üzere olduğumdan öyle gelmiş olabilir. son hatırladığım çocukların abiiii derken onun bana doğru koşması ve şiddetli bir acı yaşlı bacaklarımın bağı artık çözülmüştü...
gözlerimi tekrar açtığımda yanı başımdaydı. aslında bacaklarım ve ciğerim izin verse bende bir kaç saniye sonra bu hayali kurardım, gerçek olması çok daha güzeldi ilk intiba için kötü bir başlangıç ama hemşirelerin hastalarına yakınlık duymasını ve bu sendromun ismi dahil bütün bunları bir saniyede düşünmem aşkın başka bir tanımı olabilirdi.
sonunda o büyülü sesi duydum "iyi misin?" diyordu.
bu halde nasıl kötü olabileceğim, aşık insanın sadece aşkı hissedebileceği, üzerimde sadece hayalini yaşayan bir adamın mutluluğu dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin şaşkınlığı olduğu üzerine bir şiirle cevap verebilirdim, ama bu şiir sırasında o sesi duyamazdım bu yüzden kısa kestim "iyiyim" dedim sadece.
gülümsedi iyi olduğuma sevinmişti. içimde ki umut parıltısı anlatılır gibi değildi, albayım bende aynı dertten muzdaribim kelimeler hala yetersiz ve orhan abi gerçekten bende bir derde mi düştüm abi *? kelimelerin kifayetsiz olması bu mu gerçekten ? inanamıyorum dert ama his ... çok güzel.
kalbim sende dur kendimi bile anlayamıyorum sesinden zaten kalkıyo. bir şey yapmam lazım böyle mal mal bakarak olmaz ki yüzümde ki bu salak ifadeyi istemsiz sırıtışı kullanıp kafasını çarpmış taklidi yapsam biraz daha kalır mı benle ömrümün kalanında bu mal sırıtışı korurum kalacaksa ama neden kalsın ? ona aşık olan benim bu onu bilmiyor ki zaten bilse de ne fark eder perilerin yeryüzünde kaldığına hiç şahit olmadım bu kalkmasının da anlamı bu olmalı.
sorsam mı
kalır mısın benimle ?
sen peri misin ?
dizindeyim ya hep burada kalsam olur mu ?
gözlerin neden bu kadar güzel ?
aşk nedir bilir misin ?
beraber öğrenelim mi ?
gitme dünyayı zaten sevgi kurtaracak ben seni seviyorum daha önemli ne olabilir ?
nereden başlıycam hala kalkıyor benden bir saniye daha uzak şimdi.
en iyisi koluna yapışayım çekeyim yanıma ''gözleriniz kalbimin çok kritik bir noktasında durmakta ameliyat olmamsa imkansız
günümüzde ve gelecekte hiç bir teknoloji gözlerinizi kalbimden çıkaramayacak o yüzden yaşamam için gözlerinizi üzerimden ayırmamanız lazım lütfen bir hayat buna bağlı'' diyeyim hem ne kaybederim ki ?
belki ilk anda bir mucize olur yaradan'ın bahşettiği en güzel nimet gülümsemesine kavuşurum cümlenin sonunda.
----devam edecek---
3. kere yazıyorum bugün bunları ve sözlük için yazdığımdan sıkılsam da burada kalmasını istedim tekrar düzenledim saygılarımı sunarım.
yazarların kurguladıkları yada yaşadıkları olayların hikayeleridir sözlük içi anlatımıdır.
not:eksik gedik yerleri söylemek hikayeye müdahale etmek isterseniz mesaj beklerim.
bölüm 2
O mucize olur muydu olmaz mıydı bilecek fırsatım olmadı yine geç kalmıştım ki böyle olacağı belliydi koşarken fark ettiğim güçlü bacakları o incecik bedenini daha ne kadar yanımdan uzaklaştırmaya bilirdi ki ? ,
Bu tutukluğuma rağmen kaderde benim yanımdaydı yaptığı iyiliğe devam ediyordu kumral saçları kalkmasının etkisiyle savrulurken güneş, ömrümün geri kalanında yüzünün olmak istediğim güzel kıvrımlarında daha da güzelleştirmek istercesine o bir periye yakışan gülümsemesiyle beni selamladı hoşça kal, geçmiş olsun tekrar .
Bu onun sözünü ilk dinlemeyişim olacaktı tabi ne o nede ben bunu bilmiyorduk o anda .
Sözünü tutmayışım dediğimde belki kalktı ve bir şey dedim sanabilirsiniz ama değil ben daha hayranlığımı sevgimi yaşamaya alışmadan şimdi yanımdan kalkmasına gitmesine üzülmemin ardından gülümsemesine sevinmek üzereydim yani yapabileceğim tek şey nefes alamamak görüntüsünün gözüme ulaşacağı en son ana kadar onu izlemek ve koluma giren tansiyon aletiyle irkilmekti.
Gözlerimden kayboldu yaşlı mahalleli ve çocuklar başımdaydı yani işi olmayan herkes birde işi tansiyonumu ölçmek olan eczacı kız onu fark edecek durumda değildim sade yada sönük bir kız değildi hatta bayılmadan bir iki dakika önce görsem kendimi bile sakatlayabilirdim pansuman için ama bu davranışlar hiç olmayacaktı zaten kızı bile o anda fark edemedim. tek düşünebildiğim deminki söyleyemediğim cümleler ve onları tek tek söyleme şekillerim hepsine gülümsemesi ve yanımda kalması, sorularımı hepsinin başında derin bir nefes alıp yeşil gözlerine bakarak tane tane soruşum güzel gülümsemesi ardından gelen güzel ses tonuyla hepsini cevaplaması en güzeli de şu iki soruya verdiği cevaplar.
Aşk nedir bilir misin ?
Güzel bir gülümseme ömre ömür katan bir göz süzüş, göz süzüşün o kadife yumuşaklığını muhteşem bir şekilde tamamlayan beyaz ince ellerin ellerimi sarması ve susması
Beraber öğrenelim mi ?
Ellerimi biraz daha sıkı tutuşu boynunu hafif sağa yatırışı sağ omzunun hafif yükselmesi, kirpiğinin yavaşça gözleriyle arasına girmesi ve daha ışıl ışıl hale getirdiği gözlerin üzerinden kalkması muzurca sormak için geç kalmadın mı demesi. Ben bunu sorarken zaten öğreniyor oluşumuz .
hayallerde ard arda sormak ve cevap almak her seferinde çok güzelleşmesi yeni bir hobim olduğunu fark edememem, soruları tekrarlamaya devam etmem.
Garibim eczacının sen peri misin ? sorusunu ucu ucuna yakalamış olduğunu tahmin ediyorum çünkü normalde tatlı bir gülümseme sayılabilecek sıradan bir hareketle hayır ben melek bak tabelada da yazıyor demesi istemsizce dönerken de senin adın ne diye sormasının başka açıklaması olamazdı yada hayatın bugün bana tesadüfler zinciri sunası vardı.
uyarı aşağıda ki yazı üstteki yazının devamıdır uyarı
bölüm 3
Ahmet dedim sadece ve bunu derken tebessüme karşılık verdim yarım saat önce bunalımla evden çıkan sonra duygu gelgitlerinin en büyük tusunamilerini yaşayan birine göre oldukça sakindim.
bu sakinlik yaptığım hatayı fark etmemle yerini telaşa bıraktı adını sormayı unutmuştum.
gelişi gidişi yüzü saçı her şeyi aklımdaydı robot resim istense portresini çizecek kadar aklımdaydı ama adını bilmiyordum.
hemen kalktım gittiği yönde onu görmek için kalabalığın şaşkın bakışlarına aldırmadan bütün çevikliğimle kalabalığı yardım onu görmek için gittiği yöne baktım ve o yoktu, aslında sokakta kimse yoktu belki de ben sadece onu aradığımdan öyleydi.
gidecek yönüm yoktu yaptığım hatayı düşünüyordum ismini sormayı nasıl unuttum nasıl gitmesine izin verdim pişmanlığım tarif edilemezdi yine hiçbir şey yapmadan öylece kalmıştım
içinde bulunduğum ironiye güldüm bir şey yapmama pişmanken bile bir şey yapmadan öylece duruyordum.
koluma giren ellerle irkildim herkes kafamı vurup şok geçirdiğim konusunda hemfikirdi.
aslında bende bayıldığı yerden hışımla kalkıp iki adım sonra durup gülümseyen birini görsem başka bir kanıya varmazdım ve bende hata yapmış olurdum şok geçirdiğim doğruydu ama kafamı vurmamıştım aşkımın izini kaybetmiştim hem de bulduktan bir kaç dakika sonra.
sözlük yazarlarının öykü yazma denemeleri.
dip not:bayramınız kutlu olsun mutlu sağlıklı neşeli bayramlar.
bölüm 4
Kolumdan tutularak eczaneye götürüldüm ambulans beklemem gerekiyordu ambulans bekleyip hastaneye gitmek dert değildi de psikoloğumun bu durumu duyması, sonra sen hiç çocuklarla oynamazdın, bu da yeni bir kişilik mi sana göre? diye alaycı bir şekilde sorup çoklu kişilik bozukluğu tezini daha da destekleyecek, benim tedavimi daha da uzatacak, iyi olduğumu kabul etmeyişine yeni bir sebep bulacak olmasıydı.
Bir detay olarak bahsetmem gerekiyor sanırım şimdi; ben gayet iyiyim kişiliğimde bir problem yok gayet sıradan dertleri olan normal yaşamından biraz fazla sıkılan bir insanım. Bu cümleyi size kurduğum gibi defalarca doktoruma da kurdum, ama benim onu kandırmaya çalıştığımı, bu yaptığımın iyileşme sürecinin stresinden kaçmak olduğunu ve benim ikinci kişiliğimi oluşturan unsurunda stresten kaçmak olduğunu biraz daha bilimsel ve bu cümleyi kurabilecek bu teşhisi yapabilecek tek kişinin kendisi olduğunu düşünür bir kasılmayla söylemesine sebep olmaktan başka bir etki bırakmadı.
Asında her şeyde basitti canım sıkılıyordu derdimi doğru dille anlatamadığım arkadaşlardan sıkılmış ve onlardan alacağım son öneriyle psikoloğa gitmeye karar verdim beni yapmak için yaptığı saçmalıklarla da dalga geçmem sonucu ki bunu o kadar ince yaptım ki karşısında hasta görmek isteyen ön yargılarının kucağından kalkmayan ama entelektüel bir birey olduğundan bunu asla kabul etmeyecek doktorum benim dalga geçmem ihtimalini hiç düşünmedi, sonucunda da dalga geçen alaycı karakterimin sorumluluktan ve insanlarla samimiyet kurmamdan kaçan bir karakter olurken, normal haliminde hayatımın seyrinde kullandığım karakter olarak düşünmesine sebebiyet verdi.
Bu saçmalıktan sıkılmaya başladığımda ben iyiyim diyordum bağırıyordum artık gelmek istemiyorum diye ve diplomasını nasıl aldığından emin olamadığım tatlış şey bu kızgın halimin yeni bir stres bastırma kişiliği olduğunu ve tedavi sonucunda bu kişilikten de kurtulacağımı söylüyordu saçmalıktı anlayacağınız.
sizde sorun olduğunu düşünen birine normal olduğunuzu nasıl kanıtlayabilirdiniz ? ki normal davranmam sorunluydu kendi psikolojimi gerçekten bozup onun ideallerinde yalancı bir karakterle mi yaşamalıydım yani ?
Ben bunları düşünürken ambulans hastaneye varmıştı ve piskoloğum arayıp halimi sordu senaryomun tamamen işlemesi için yarın öğle saatlerinde beni bekliyordu kimsenin aklına gelemeyecek o teşhislerini yapması lazımdı adeta dizilerde açık bulan tv eleştirmeniydi.
Çığlık atasım gelmişti başıma gelecekleri düşününce ama deli olduğumdan sustum sağlıklı bir şekilde kontrole iyi misin birader soruları eşliğinde giderken herkesin beni süzmesi ayrı bir şekilde rahatsız ediyordu sustum çünkü karşıda ki hemşire sus işareti yapıyordu ve ben kumral saçları görünce daha büyük ve güzel bir derdim olduğunu düşünmeye başladım, biraz daha geç başlasam daha iyiydi kontroller sırasında ki dalgın halim kontrolün süresini uzattı ama ona gidemeyecektim mekanın bir önemi yoktu zamanda ondan farklı değildi.
-------devam edecek------
sözlük içi hikaye faliyeti.
elleri arkadan kelepçeli bir şekilde nezarethanede bekliyordu. kelepçeli bir şeklide saatlerdir beklemek bileklerini acıtıyor muydu farkında bile değildi. çünkü onu asıl düşündüren o tetiği nasıl çektiğiydi. oysa üniversiteye bu hayallerle gitmemişti. köyden çıkarken ailesi onu "büyük adam olarak görelim seni" diyerek uğurlamıştı. ilk günler heyecanlıydı da. ama tipik bir anadolu genci olarak komünist denilen kişilerin devrim yapma istekleri onu da rahatsız ediyordu. doğal olarak arkadaş çevresini de kendi düşünce yapısındakilerden oluşturdu. ama bu çevrenin kendisini böyle bir sona götüreceğini hiç tahmin etmiyordu. daha doğrusu dava arkadaşlarının kendisinden tetikçi olarak yararlanacaklarını düşünmek bile aklına gelmiyordu. durdu; "dava arkadaşları mı" ne davası" diye söylendi kendi kendine. gerçekten davasının peşinde olan arkadaşları kimlerdi acaba? davaya gerçekten gönül bağıyla bağlı olan arkadaşları şu an ya mezarda idi ya da kendisi gibi elleri kelepçeli bir şekilde kurbanlık koyunun kasabını beklemesi gibi celladının ayağındaki tabureyi iktireceği günü bekliyordu.
derken gözü diğer nezarethaneye takıldı. sanki aynaya bakıyormuş gibi hissetti kendini. orada da bir başka kişi aynı kendisi gibi kelepçeli bir şekilde oturuyordu. tanımıştı onu. komünist diye hiç muhatap olmadığı sınıf arkadaşıydı o kişi. o da bir ülkücü genci vurmuştu aynı gün. görüntüsüne bakılırsa o da kendisi gibi vicdan muhasebesi yapıyordu.
birbirlerinin gözlerinin içine uzun uzun baktılar. yaptıklarından pişman daha doğrusu utanan bakışlarla süzdüler birbirlerini. karşılarında canlarını aldıkları gençlerin gözlerini gördüler. bu vicdan azabının onları hiç bir zaman bırakmayacaklarını biliyorlardı.
kendisi cinayeti sabah işleyip ilk etapta kaçmayı başarmış ve silahı dava büyüğüne teslim etmişti. yakalanması daha sonra olmuştu. diğeri ise öğlen cinayeti işlediği anda yakalanıp nezarethaneye getirilmişti. korkunç gerçekle orada karşılaştılar. iki cinayet de aynı silahla işlenmişti. o anda beyninden vurulmuş gibi oldu. davasının peşinde koşarken başka davaların piyonu olduğunu ancak iş işten geçtikten sonra anladı. karşısında komünist diye bellediği kişiyle aslında aynı davanın peşinde koştuklarını kavradığında artık çok geçti.
Bir varmış bir yokmuş. MS. 1800 yılında uzun saçlı, top sakallı, kumral bir profösör varmış. Araştırmalar için kullandığı köpek varmış adı snoop dog'muş. Bu köpek profösöre yardımcı oluyormuş. Kahvaltısını bile getiriyormuş. Bir gün profösörün büyük dişlerinden biri ağrımış. Köpekte dayanamayıp ağlamış. Ağlarken iri gözlerine bir şey takılmş: Bir ip! köpek ipi profösörün dişine takmış ve o dişi çekmiş. O günden sonra o dişe köpek denmiş.
...ve adam cevap bekleyen bir edayla baktı yüzüne, başka bir şey çıkmadı dudaklarından fakat gözleri hiç susmuyordu.. bir ifade anlamlı bir bakış arıyordu nerelere daldığını bilmediği, kendi endişeli yüzünün ufacık yansımasını gördüğü o siyah gözlerde..