yeni bir şeye başlamak için, önce yarım kalanları bitirmek gerekir bu hayatta. öyledir ki yarım kalan hiçbir şey tam olarak bitmez çünkü. yaşanamayanların, yapılamayanların var olduğunu bilmek insanın zihnini kurcalar yıllarca. her zaman "acaba" ile yaşamak, sonucunu bile tahmin edemediğiniz şeylerin hayalini kurmak, sizi geçmişte yaşamaya mahkum kılar.
unutmak en kolay çözümdür derler hep. neler unutulmaz ki, neyin yokluğuna alışılmaz ki bu dünyada. bugün var olanın yarın hayal olabileceğini idrak ettiğiniz yaşa geldiğinde, kaybettiklerinizin sizden birer parça alıp götürdüğünü öğrenecek olgunluğa erişirsiniz. ve sizden giden her parçanın yerinde onlardan kalan, onlara ait olan ve her zaman sizinle olmalarını sağlayacak bir dünya kalır elinizde. içinizde onlara ait olan bu parçalar oldukça unutmak, yeni insanlar tanımak ve yolunuza devam etmek pek de kolay olmaz. kendinizi gittiklerinde sizden alacakları parçaların yasını tutarken bulursunuz. öğrenilmiş olan, öğretilmiş olan yeniye karşı olan güveninizi azaltırken, tekrardan kalbinizi açabilmenin sandığınız kadar kolay olmayacağını anlamanızı sağlar. kendinizi geçmiş'e geri dönmüş olarak bulursunuz. önce ufak kıyaslamalarla başlar, sonra umarsız hayallerle devam eder geçmişte yaşamak. ve size zarar vermeye başlayana kadar da tüm sorunlardan kaçmak için bir sığınak olarak yaşamınızın bir parçası haline gelir.
ne zaman ki bir gün geçmişinizle yüzleşirsiniz, söylenmeyenleri söyleme, duyulmayanları duyma fırsatı bulursunuz, işte o zaman sizin en çok güvendiğiniz, yıkılmayacağına inandığınız o sığınak başınıza yıkılır. ve o anda anlarsınız ki yaşadıklarınızla, yaşayamadıklarınızla geçmiş, geçmiştir. siz aynı yerde olsanız dahi zaman ilerler ve yeni başlangıçlar yapabilen insanlar vardır geçmişte yaşamayan...zamanı gelen herşey biter, yarım kalmış olsa da olmasada...
zor. ama uyuyorsun, ernest hemingway'in yazdığı gibi kumsalda uzanmış aslanları görüyorsun, denizin kıyıya vurşunun sesleri kulağına çalınıyor, uyanmak istiyorsun, masmavi bir gökyüzü, tepede güneş, aslanlar birbirleri ile oynuyor, şakalaşıyor naif pençe darbeleri ile.
-- spoiler --
dün bir kız ile tanıştım. tanımadığım bir kız ile konuştum. güzeldi kız. beyaz badisinin altından göğüslerini görüyordum, kumral saçlarını açtı, yeşil gözleriyle bana baktı. tedirgin oldum.
-- spoiler --
sonra belki de, bir hikaye tahayyül eder uyuyan adam.
-zorlamamak lazım dedi adam.
"nasıl zorlamayacaksın ki, zorlamak lazım aksine. tutunmak lazım. yaşamalı sonlu hayatı."
-kim dedi be adam kim! sana kim dedi bunları. rahat bırak kendini, sıkma. bilmez misin iğne acıtır dedi adam. çıktı bir kapıdan. kapının tokmağı tahta ve yuvarlak bir kahverengi, kapı gibi. ele avuca gelir cinsten.
sokakta karşısına çıkan kaldırım taşı ifadesiz bir şekilde baktı yüzüne. epeydir bekliyordu anlaşılan onu. üzerinde rengi solmuş kahverengi bir ceket, çıktı sokağa öyle, öylesine işte. iki gündür adımını dışarı atmamıştı adam. evden çıkmamasının bir sebebi yoktu. ruhu sıkışmıştı. iki gündür kafasını kurcalayan düşünceler ve içinden gelen bir ses. ses zaman zaman karşısına dikiliyordu. kafayı yemek üzereyim diye mırıldandı adam.
"neden kafayı yiyeceksin kendine gel. aklına mukkayet, kendine dürüst ol."
yokmuş gibi davrandı yürümeye devam etti.
"nereye gittiğini bilmiyor her zamanki hali. sever bu adam gitmeleri. doğrusu kaçmaları. arkadaşımdır diye demiyorum kötü insan özünde. size iyi diyecek değilim ya, anlıyorsunuzdur umarım beni de."
of allahım off diye veryansın etti. başımın belası gel, peki gel.
sonra sonra muhayyil uyandı. çinilere baktı derin bir nefes aldı ve şükretti. yaşadığına.
kahpeliğin, arayışına en büyük sebep. belki içi kırık bir testiyi arıyorsun belki masmavi bir toprağı, belki kırmızı bir denizin boğucu ateşini...aradıkların bulunamayacak kadar "yok" da olsa arıyorsun işte öylesine.
dünyaya geliş amacın bu sürtüğün anlamını anlamak mı; yoksa aramak mı bilmiyorsun. arayışların sana zevk veriyor çünkü ararken bulamadıkların seni aramaktan alıkoyamayacak kadar "yoklar"...
elini uzatan minicik bir çocuğun minikten bile minik gözlerine takılıyorsun bu mu yoksa aradığım diye. o gözlerin saflığı ve temizliği senin gibi iğrenç birine yakışamayacağından "hayır bu değil" diyor, uzaklaşıyorsun.
aramak mı yok olmak yoksa yokluğu mu aramak bilemeden yürüyorsun kendi seçtiğin sürtük hayatında. ısrarcı bir pezevengin elinde günden güne yaşlanan sürtüğüne acıyarak bakıyorsun. acıyışın seni ondan vazgeçirmiyor. aramaya ve anlamlanmaya doğru aptal aptal yürüyorsun.
her gün ufak bir çıtırtıda umudu deniz seviyesinin inadına göklere çıkan bir yürekti seni bekleyen. 40 yıldır ıssız bir adada kalan mahkumun gemiyi beklemesi gibiydi. ama bir farkla, o gemiyi gördüğü zaman açardı tüm kollarını ona doğru koşardı. yani benim yapamadığımı yapardı. kaçmazdı ondan, elleri terlemezdi veya gözlerini kaçırmazdı ondan ona yakalanma korkusuyla. dil kalbin aynasıdır derler ya, o söz yalan işte. benim dilim hiç bir zaman ayna olmadı sana. sana yalan söyledi hep, "iyiyim" dedi, "zaman ne hızlı akıyor" dedi. oysa ıssız adada zaman hızlı akar mı hiç? ya da hızlı aktığından mıdır 40 yıllık mahkumiyete bu sabır? işte onu bilmiyorum. ama bildiğim bir şey var:
bir adın kalmalı geriye,
bir de o kahreden gurbet...
beni affet!
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç...
severek ayrılanlar bilirler ayrılığı diyor. bense aksini düşünüyorum. severek ayrılanın tek bildiği ortada kalmışlığı, boş elleri, hep bir yerlerdeki hatıraları ve sevmeye doyamamışlığıdır. ayrılık onlara ders gibidir. hiç not tutmadan geçtikleri. kopyayı başkasının verdiği ders. kopyayı istemek için "atmadığı" mesaja gelen cevap gibidir ayrılık.
dersi geçmiştir artık. ama okulu bitiremez. zorla aldığı seçmeli ayrılık dersini, yerine başkası seçmiş; en çok istediği dersi ise alamamıştır. eksik kredisini tamamlamak
için ders ders dolaşmaya, hoca hoca yalvarmaya başlar zamanla. ama geçtiği tek ders okulun en uyuz hocasının dersidir. ve hiçbir hoca o dersi alana ders vermek istemez. artık tek şansı kalmıştır. müfredata yeni bir ders eklenmesi ve gelecek hocanın da yeni kadrodan olması.
bildiğiniz üzere sözlük, deneme yazmak için ideal bi yerdir. ortam ne kadar kötü de olsa, denemeleri deftere yazmaktansa sözlüğe yazmak iyidir. en azından birileri okur. elektronik ortamda saklanmış olur denemeler. her yerden ulaşılabilir. iyidir sözlükte deneme yazmak. yazın efendiler, kaleminize kuvvet.
günümüzde ideal topluma ulaşmak çok zor. çünkü insanlara ulaşmak çok kolay. dünyanın neresinde olursa olsun, bir kişi, bir kişiye kolaylıkla ulaşabiliyor. bilgi aktarma ve yönlendirme için hiçbir zorluk yok. hal böyle olunca, dünyanın bir ucundaki tek bir insan, bir ülkenin toplumunu karıştıracak emirler verebiliyor. ülkemizde, terörist abdullah öcalan'ın yaptığı gibi.
insan, genel olarak, fazla düşünmeye müsait değil. toplum içindeki insanların çoğu, gündelik şeylerin dışında düşünüp plan yaptığı zaman toplumu sekteye uğratıyor. çok fazla insanın fikir üretmesi, günümüzün en tehlikeli kirliliği olan bilgi ve fikir kirliliğine sebep oluyor. farklı fikirlere itaat edenler birbirleriyle çatışıyor. fikirlerin çoğu değersiz ve önemsiz. ancak değersiz fikirlerin peşinden giden insanlar, önemli bir güç teşkil ediyor. ve bu insanlar güçlerini önemsiz şeyler uğruna harcıyor.
insan, dünyanın merkezindeki canlıdır. belli bir amaç uğruna yönlendirilmiş toplum, ciddi bir güçtür. önemli olan, yöneten kişilerin toplumlarını belli bir amaca yönlendirebilmesidir. bu sayede, yönetenlerin fikirleri, toplumun fikirleri olur. toplum yönetenlerin istediğini düşünür, yönetenlerin istediğini yapar. güç birliği sağlanmış olur. aksi halde farklı ideallere sahip toplum, kolay bölünür, ayrışır ve kolay yenilir. insanoğlunun varlığından bu yana süregelen hakimiyet mücadelesi için bu istenmeyen bir durumdur.
ideal toplum ise, daha önce de söylediklerim gibi, az düşünen, çok itaat eden bir toplum olmalıdır. düşünen kesim, bağnaz olmamalı ve sürekli yeni fikirler üretmelidir. bunlar arasından kötü olanlar elenmeli, iyi olanlar topluma uyarlanıp uygulanabilir hale getirilmelidir. topluma ise, yönetildiği hissettirilmemelidir. kendilerinin özgür hissetmeleri sağlanmalıdır. bu şekilde emirlere itaat etmeleri kolay olur. ve bir amaç uğruna birleşebilirler. başıboş toplum, hiçbir zaman belirli amaçlar uğruna ortak bir çalışma yürütemez. insanları özgür iradeleriyle baş başa bırakırsanız, kimse kontrolünü elinde tutamaz. zaten düşünmeye müsait olmayan beyinler bir şekilde örgütlenir ve kontrolsüz bir güç elde eder. bu güç, maganda kurşunu gibidir. herkes için tehlikelidir.
günümüzde avrupa'da ve amerika'da toplum yavaş yavaş bir tehlike oluşturmaktadır. bu toplumlarda teknoloji üst düzeyde ve bilgi ulaşımı çok kolay. içlerinden belirli kesimler, rahatsız oldukları bir durumda örgütlenip haksız bir hak arayışına girecekler. ve bu, muhtemelen halkı düşünsel olarak başıboş bırakan devletlerin sonunu hazırlayacak. yunanistan'da olduğu gibi. halk, ekonomik durumdan memnun olmadığı zaman, yine bu durumu telafi edebilecek olan kuruma, devlete saldırıyor. eylem yapıyor, zarar veriyor. eğer kontrol edilemezse libya'da olduğu gibi halk kendi bileklerini kesecek. kendileri için düşünüp karar veren kişiyi kendileri öldürdüler. eğer kaddafi gibi birisi çıkıp libya halkını kontrol altına almazsa, ideolojik olarak bütünleşemeyen halk kısa süre içinde sömürgeye dönüşecek. önümüzdeki günler libya için hiç umut vaat etmiyor. nasıl olacağını şu anda kestirmek zor ama öncesinden çok daha kötü olacağı kesin.
ideal topluma ulaşmak için, insanlar fikirlerden uzak tutulmalı. bunu çocukları ilaçlardan uzak tutmaya benzetebiliriz. fikirler de ilaçlar da faydalıdır ancak nasıl kullanacağını bilmeyenler için ölümcül sonuçlar doğurur. toplum, kesin ve kati kurallarla yönetilmelidir. bu kuralların dışına çıkan ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. düşünen kesim de üretken olmalı ve topluma yön vermelidir. ancak bu şekilde güçlü bir devlet kurulabilir. diğerleri kısa süre içinde yıkılmaya mahkumdur.
bu sözleri söylerken çekilen acının katsayısı ne kadar fazla olabilir? gerçek sevgi var mı yok mu veya aşk yalan mı yoksa gerçek mi tartışmaları süre dursun, aslında bir insan ne kadar çok sevebilir onu görelim.evet bu hikaye gerçek olması yanında son derece saçmadır, gereksizdir ve aptalcadır. ama masumdur. sonuna kadar masumdur.
çevremizde o kadar çok sevgili var ki. aşıklar değil mi birbirlerine? hep sevecekler birbirilerine. oysa sevmek nedir ? sevmek fedakarlık değil midir? ama yitirmek değil midir her şeyini? her şeyini bazen aklını, bazen canını bazen hiç ummadığın şeyleri. bazen hayallerini. en önemlisi hayallerini. asla gerçek olmayacaklarını bildiğin halde ne kadar acı verir sana değil mi? bilirsin aslında bir umut vardır içinde. diplerde sonsuza kadar yanacak gibi durur. ama biri gelir onu söndürür ya? işte yaşamak istemezsin. ama durun ben böyle değilim. hikayem böyle değil.
durmalısınız bence, acıyı kesmelisiniz. ama nasıl? nasıl durdurabileceğini bilmiyor musunuz? inanın bende. nasıl bilebilirim? hayatımda biri varken ve onu severken. ama çok kaptırmıştım yine kendimi. baksana her gece onu düşünürsün. çok düşünürsün.uykusuz kalırsın. bir yandan sürekli acılar içinde kıvranırsın. duygular, sanabaskı yapar! göğsünü delip geçerler işte. dayanamazsın, gözlerin. gözlerinden yaşlar akar. yavaşca veya hızlı. hiçbir önemi yok niteliklerin. önemli olan hiçbir şey? hayır değil önemli olan o. zaten her şey onunla gelişmiyor mu? aynen onunla gelişiyor. her gece en çok sevdiğiniz yerde, yatağınızda yorganınızın altında havasız ve sıcakta üşürsünüz ya? neden? sıcak değil mi yeteri kadar? yeteri kadar terlemiyor musun? ama üşüyorsun işte. derinlerde, onsuzluk. o kadar derinlerde değil. ama üşütüyor işte seni. kutuplarda çıplaksın sanki. acımasız rüzgarlar suratına tokatlar savururken sen tir tir titriyorsun ve ve gözlerin yine dolmuş. tek sebep yine onsuzluk. aslında ondan sana kalmışlar var. ufak şeyler ufak hatıralar. ama yetmiyor onlar. onun saçları var ken 2 teli ile neden yetinesin ki? veya onun o saçlarının ıslaklığı tenine temas edecekken neden kendi terinle boğulasın ki?
gelmiyor hikayemizin kahramanından daha fazlası. sanırım yine yetmiyor kelimeler. bazen tek seçeneğin uyku oldugunu düşünüyorum. uyumak ve unutma. ama peki ya rüyalar? bilinmez.
benim için hayat bir oyundu bizler büyük bir santranç tahsasına koyulmuş ve vadesini elbet dolduracak piyonlar vezirler ve şahlardık
yaratıcının zaman geçirebilmesi için vardık ve her sıkıldığında bizle ilgilenmeyi bırakıyordu o zaman ne yaptığımız ise umrunda değildi.
her zaman bizimle ilgilenmek zorunda değildi elbette ama taşları çok yanlış oynuyordu.
belki oyun değilde testtik onun için herkesin dediği gibi bizi sınıyordu ama anladığımızın aksine.
bizi daha iyiye mi daha kötüye mi yoksa yok oluşamı sürüklediği bilinmezdi.
bence yok oluşa sürüklüyordu.
amacımız yoktu ve insanlar hayatı çok ciddiye alıyordu.
eğer benim ölümüm birilerinin hayatını mahfetmeyecek olmasaydı çoktan ölürdüm.
o bizim üstümüze oynuyordu ve biz yaşamak zorundaydık.
oyunundan çıkamazdık ama ben insanlara göre zavallıca olan bir yolu seçtim.
o yolda bağlanmak yoktu sevebilirdim herkes gibi ama sevilmek yoktu. hayata kapılıp gitmek yoktu.
şuanda yanında olmam gereken bir tek annem var benden başka kimsesi yok ve onu ayakta tutan benim varlığım
bu benim yeterince huzurumu kaçıran bir sorumluluk olmasaydı ben de çoktan ölmüştüm.
yaratıcının toplumun bana yüklediği tüm gerekliliklerden bence gereksizliklerden kurtulmuş ve huzura kavuşmuştum.
kendime bir tarih belirliyip bunu omzuma dövme yaptırmaya karar verdim herkes kararlılığımı anlayacak zamanı geldiğinde
kaderine göre yaşayanlardan değil kaderini kendi yazmayaçalışanlardanım.
sorun şu bağlılık bu işe taş koyan bir zulüm başkalarına ve yaşantılarına dahil olmak.
gerçekleri gerçeklikleri görmemizi engelliyor.
ben hiç bir zaman kariyer evlilik para aşk hayalleri kuran biri değildim
ölümlere ağlamanın acizliğini her zaman bildim.
eğer biri ölüme ağlıyorsa bence körün tekidir.
zaten olacak bir şey için bir insan ağlayabiliyorsa ölümü herkes gibi biliyor ama kabullenememiştir.
bu dünyada tek gerçek olan ölüm benim için gerçek huzur.
bu dünyanın yalan olduğunu biteceğini bile bile nasıl ağlayabilecek kadar kendimi kaptırabilirim.
insanlar nasıl ölümden korkabilir tek gerçek olanı nasıl reddedebilir.
ve birgün öleceklerini bile bile cinayet işleyecek kadar nasıl kin dolu olabilir.
hiç ölmeyecekmiş gibi nasıl kendilerini işe adayıp rahat bırakmazlar.
işte bunlar benim hiç anlamadığım saçmalıklar.
okadar gerçekçiyim ki saçmalığın teki benmişim gibi algılanıyorum.
ölümüm benim elimden olacak bunu biliyorum her zaman bildim.
sadece arkamda ağlayacak darmadağın olacak birini bırakmak istemiyorum.
bu dünyada benim yüzümden kimsenin dünyavi saçma acılarla yüzleşmesini istemiyorum.
bununla birtek yüzleşecek olan annem.
o öldüğünde onun yapacaklarını yapmayacağımı biliyorum.
bu yüzden huzurla ölebilmek için annemin ölmesine ihtiyacım var.
o ölene kadar tek gerçekliğe kavuşamayacağım.
insanları mutlu etmek umrumda değil ama annem ölene kadar onu idare edebilirim eziyet çektiren evlat olmaktan daha iyi.
huzurlu bir ölüm yaşamasını saçlayabilirim onu mutlu etmeye çalışarak.
onu mutlu etmeye çalışmakta bu gereksizliğe ayak uydurmak demek oluyor. en azından ayak uyduruyormuş gibi gözükmek.
ama annem beni herzaman farketti ne kadar gizlensem de her zaman gördü
ve bu ona hem işkence ediyor hem de gurur veriyor.
her anne gibi oda evliliğimi iyi bir kariyer sahibi olduğumu çocuklarımın oluşunu görmek istiyor.
ama bunların olmayacağını da adı gibi biliyor.
ikimizin de mutlu olabileceği bir yol bulmak zamanımı aldı. bu yüzden iyiki annem beeni geç doğurmuş.
ölümü okadarda sabır gerektirmeyecek şuanda 52 yaşında ben 20 en fazla 30 yıl biçiyorum ona.
ozamana kadar onun istediği gibi üniversiteye gideceğim belki işe gireceğim bunlara katlanabilirim.
ama çocuk yapmak yuva kurmak evlenmek ve diğerleri gibi korkacak kadar çok sevmek işte bunları asla yapmam.
bu başkalarının karalarına göre değil benim kararlarıma göre gerçekleşecek bir durum.
ozamana kadar tek korkum sakatlanmak ve birilerine muhtaç olarak yaşamak.
parasızlık yalnızlık benim gözümü korkutmuyor.
benim gözümü korkutan zorundalıklar.
yaşama zorunluluğu sevdiklerinin beklentilerini karşılama onları mutlu etme zorunluluğu.
bende yalnış bir şey olduğunu düşünüp piskoloğa da gittim
başkalarının ne istediğini umursama sen ne istiyorsun dedi
isteyebileceğim herşeyi düşündüm.
dünyayı gezmek evlenmek kariyer para aşk anlaşılabilmek.
ve hiç biride benim için yeterli değildi bunlar başkalarının istekleri benim değil bunlar vadeli seçenekler.
aklıma en mantıklı olarak reankarnasyon gelse de başka dünyaların varlığına ya da sonsuz yok oluşa inanmak beni cinnet geçirmekten alı koyan tek şey.
cennet ve cehhennem huriler melekler ve şeytanlar yaşama zorunluluğu adelet ve eşitlik benim inanamayacağım kadar saçmalar.
aşk sa mazoşistlikten yada hayalperestlikten ötesi olmayan bir ütopya sanrılar dünyası evet bu dünya sanrılar dünyası.
insanların bu kadar kapılıp gitmesine kendilerini adamasına şaşmamak gerek.
ama ben umut etmekten ötesine bakabilen biriyim . bu hayatta verecek bir değer yargınız olmamasını sağlasada.
bir yerde tüm acılardan gereksizliklerden saçmalıklardan zorunluluklardan beklentilerden umutlardan sizi arındırıyor.
eskiden ne kadar normal olabileceksem okadar normaldim insanlar için şimdi delinin teki olmaktan bir adım uzağım.
umutsuz vakayım onlar için ve insanların benden uzaklaşmasına yarayacaksa neden olmasın.
17 yaşıma kadar için de umut taşıyan biriydim ne oldu başıma büyük bir talihsizlik mi geldi sizce cevabı hayır.
ergenlik etkileri azaldıkça ve ben mantıklı düşünmeye başladıkça düşündüm.
sevdim seviştim yargılandım sevildim ilgi gördüm çalıştım normal olabilecek hayaller kurdum.
ama düşündükçe bunlar değerini gerçekliğini yitirdi.
şimdi zihnimi kurcalayan yaşayabilmek için herkesleşebilmek için gerçekliğinden kaçamadığım bir ölüm var.
ap açık ve ortada. eskiden pusluydu bulanıktı önemsizdi. düşündükçe aydınlandı.
ve benim istediğim o korkmuyorum. evet yapabilsem normal akışın da normal bir hayat yaşayabilsem normal hedeflerim olsa.
mutlu olabilsem acı çekebilsem bunu yapabilirdim ama bilmediğiniz bir kapıyı açtığınız da ardından ne gerçeklerin çıkacağı belli olmuyor.
pandoranın kutusunu mu açtım yoksa şimdi mi pandorayı kutusuna hapsettim bilmiyorum.
tek istediğim tek beklediğim o artık herşey saçma ve anlamsız. tüm yargılar tüm kurallar tüm değerler.
benim vicdanım var olmasaydı bir seri katile dönüşebilirdim olmasaydı çoktan ölebilirdim.
bu dünyayı terk etmek istememin sebebi belki de o vicdan.
asla kimseye zarar vermek üzmek istemem yalanlara ihtiyacım da yok dürüst olabildiğim için insanların benim için ne düşündüğünü umursamıyorum da kandırmıyorum kullanmıyorum
ve vicdanım olması birileri beni sevsin diyede değil bu yüzden o vicdanı saklama gereğide duyuyorum.
mutlu edebilmeye ise katlanabilirim her ne kadar zarar vermek istemediğim kadar mutlu da etmek istemesem de
ama kendi doğrularımdan şaşmayarak acı çektiklerinde teselli edebilirim mesela yanlarında olmamı istediklerin de olabilirim.
ama gelecek için söz vererek asla kandıramam. çok değer veriyormuş çok seviyormuş gibi davranamam.
ve gerçekleri istediklerinde onlar mutlu olsun diye susamam yalan söyleyemem
etrafımdaki insanlar onlara çok değerlilermiş çok seviliyorlarmış gibi hissettirmemi istiyorlar ama yapamam.
bu yüzden benden beklentileri olsun istemiyorum.
bir gün öleceğim ve o günü benim belirleyebilecek olmam bile ağır geliyor onlara.
sabırsız biriyim. yaratıcı eğer bizi duyuyorsa ona seslenebileceğim kadar seslendim.
bir trafik kazasından can çekişerek yanarak yaşlanıp kalp krizinden suda boğularak kolestrol yada şekerden.
ölümün gelmesini bekleyemeyecek kadar sabırsızım nasıl öleceğim konusun da bir kaç fikir buldum.
tüm planlarım hazır tarihi ise annemi bekliyor.
insanlar ya sevilmek için yada korktukları için iyi olmak zorundaymış gibi davranıyorlar.
cehhenemden korktukları için kendilerini durduruyorlar yada sevilmek için olmadıkları biriymiş gibi gösteriyorlar.
sınırlamalar bu değerler olmasa insanlar herşeyi umursamasa birilerinin kendilerini sevmesini bu kadar umursuyor olmasalar mesela yalanlara
ihtiyaçları kalmayacak. birilerinden nefret edecek kadar umursamasalar hayatı cinayetler kavgalar olmayacak.
geleceğe takıntılı olmasa bu kadar umursamasa insanlar daha fazlası için savaşlar çıkmayacak.
ne yedikleri umurlarında olmasa bu insanların gereksizce hayvanları katletmeyecekler.
herşey ego ve güç için gerçekten bir gün öleceklerini kabullenmiş olabilseler bu saçmalıklar önemliliğini yitirecek.
çok zengin olsam çok sevilsem çok iyi olsam ya da çok kötü olsam ne farkedecek. birileri beni unutmasa ne farkedecek.
kötülükle önümde duran sadece vicdanım ve bu vicdan birileri beni sevsin yada birilerinin idda ettiği cehenneme girmeyeyim diye var değil.
ve bu vicdan birilerini mutlu etmek zorunda da değil. başkalarının düşüncelerine isteklerine saygım var ama çoğu saçma ve uyduruk
cennet cehennem din mezhep örf adet gelenek dil din ırk gibi sınırlar ülkeler gibi savaşlar gibi evlilik gibi aşk gibi.
balık tutumak gibi en basidinden bu dünya çok eksik ve yetersiz benim için burda olmaktansa ölmeyi tercih ediyorum.
ve bu benim tercihim ve bu gerçekleştiğinde çoğunuz bana acıyacak vah zavallı diyeceksiniz. bu benim zavallı olduğum demek değil ama.
sadece istemediğim yetersiz geldiği için gidiyorum. geri dönmemek üzere bu kadar horlanacak büyütecek korkulacak birşey değil.
elinde sonun da olacak birşeyi hızlandırıyorum çünkü sabırsızım.
bu sabırsızlığım yüzünden yıllar boyu yaşayabileceğim bana bir ömür yetebilecek bir yaşantıyı bu yaşıma kadar hızla tükettim zaten.
çokça kötülük gördüm insanların içlerin de gülüşlerin de bu benim canımı yakmıyor
evliliğin tek eşliliğin sadece adı var bunu ben biliyorum insanlar kandırmakta değil kanmakta usta bunu da gördüm.
insanlık kanmak sanmak üstüne kurulu kandırmak ve yalanların üstüne değil görmek isteyen insan zaten görüyor gerçekleri
ama bunun bilinmesini istemiyorlar ozaman hayat katlanamayacak kadar ağır gelecek diye korkuyorlar.
gerçekleri göz ardı ederek susarak bilmiyormuş gibi yaparak yaşayabilirler ancak.
ve ben bunu yapmam isteseydim yapardım ama yapmıyorum.
kendimi kandırmak istemiyorum. çünkü zaten öleceğim ve uzatmanın anlamıyok.
hayatla ben birbirlerini aldatmış yalanlar atmış eziyet etmiş bir küsüp bir barışmış bir çift gibi sonu mutlu değil ve sonu var.
bunu uzatmakta yeter demekte benim elimde ben o yeteri çoktan çektim. ama elin de ki koz benim gitmeme en gel oluyor.
ve eline başka bir koz daha vermeyeceğim.
kendi kurallarımla kendi karalarımla kendi doğrularımla bu dünyadan gideceğim.
seviştim mesela ismini bile bilmediğim insanlarla açık seçik giyindim her zaman kendi doğrularımı belirttim
bunlar beim için yanlış değildi üzmedim kimseyi kırmadım.
kimine göre orospuydum kimine göre deliydim. sevdim mesela ama böyle olduğum için böyle düşündüğüm için yetersiz geldim.
daha fazlasını beklediler ve veremediğim için acı çektiler. işte o zaman sevgimi belli etmemeyi öğrendim.
çünkü ne verirsen fazlasını ister insanlar.
kendimi kitaplara filmlere adadım ve her zaman gördüğüm dünyavi isteklerdi.
işte bu yüzden ben bir fantastik bilim kurgu hayranıyım. benim de hayal ettiğim bir dünya var am bu dünya ile alakası yok
ve ben orda olmaktan mutluyum. burdakinin aksine en büyük mutluluk gösteriş aşk para ün değil. bunlar saçma orda. herkesin uzak durduğu gereksizlikler.
sevgi varmı yine var ama beklentisiz karşılıkız sevebiliyorlar ve çıplaklar bir şey giyme zorundalıkları yok herkes ve herşey aynı.
gösteriş yok güzel ve çirkin yok kötü ve iyi yok kimsenin kendisinden başkalarına zararı yok buna ihtiyaçları yok
yalan yok para yok film yok özendirme yok herkes kendi filmini kendi aklında çeviriyor zaten herkes kendi kitabını yazıyor.
ve bu ünlenmek bilinmek için değil hepsi isimsiz bir fikir olabilmek için artıya artı katabilmek için
ve ordakilerin isimleri yok kimsenin ismi yok bu gün kiminle yarın kimin le yattığının bir önemi yok tek eşliklik yok
ve huzur mutluluk var. ordakilerin konuşmaya ihtiyacı yok kendini açıklamaya anlatmaya.
gitmek isteyen yine gidiyor kendi kararıyla buna karar veren biri yok. evleri de yok onların doğada yatıp kalkıyorlar.
herkesin ortasındada sevişiyorlar ve kimseyi ilgilendirdiği yok
işte bu benim hayal dünyam ve bu dünyadakinden çok daha mantıklı geliyor bana
bu dünyada çok eksiklik çok terslik var yada yaratıcı bizi yok oluşa sürüklüyor
durdurmak istemiyor. iyi olmasını isteseydi olabilirdi. taşlarını çok yalnış oynuyor.
cebimdeki parayı nereye harcasam diye düşünenlerin karşısına çıkması gereken kişiydi o. elleri mosmordu soğuktan. sakalları saçlarından daha uzundu,yağlıydı. kafasında hiç yıkanmamış gibi duran boktan bir bere ve aynı kepazelikte bir mont. başka birileri vermişti belli ki. ama o montu veren o başka birileri bir çorap vermeyi unutuvermişti. topuklarına bastığı o yirmi yıllık gibi görünen ayakkabılarının içinden ayaklarının görünen yerleri yine mosmordu. aslında ayaklarının kirinden seçilemiyordu o morluklar. daha pek yaşlı da değildi. göz kenarlarındaki çizgiler onu 50-55 yaşlarında gösteriyordu. belli ki daha gençti. hayat onu biranda onca yıl ileri götürmüş, ona zor anlar yaşatmıştı. gözleri masmaviydi. anlaşılmıyordu aslında ilk bakışta. öyle yorgundu ki o gözler... bakmaya korkarcasına kısılmış etrafı yavaş yavaş süzüyordu. belki kaybettiği karısı, belki terkeden çocuklarına benzetiyordu o öylece gelip geçen insanları. belki de kıyaslıyordu o insanların yaptıklarıyla kendi geçmişte yaptıklarını. çok büyük hatalar bu durumlara getiriyor insanları aslında. kimse durduk yere böyle olmuyor, kimse hayatı boyunca aç kalmıyor. karşısına çıkan fırsatları değerlendirmeyenler de var, çalışmaktan nefret edenler de... hatta bulundukları bakımevlerinden kaçan onlarca insan. hayat aslında bu onlar için. sokakta yatmak geceleri. otobüslerin egzoslarından ısınmak, bir çocuğun dayanamayıp verdiği 2 parça bisküviyle karınlarını doyurmak onların hayat dedikleri. dedim ya; geçmişte yaptıklarından dolayı kendilerini cezalandırıyor onlar...
Dün, hayatımızın bildiğimiz bir sayfası. Öyle bir sayfa ki bazen boş sayfalarımıza izi geçer. Karbon kağıdı kadar net bir şekilde yazılmasa da, mürekkebi arka sayfaya işler ve asla çıkartamayız. Silgiler silmez, üzerinden yazarken ne kadar kalın bir kalem ucu kullansakta fayda etmez. Yazılan yazılmıştır, söylenen söylenmiştir den farklı bir sözdür. Yazılanı değiştirmek için yırtıp atmanız gereken o sayfayı ve ondan sonra gelen cümleleri, günleri. Söylendiği zaman ise, her kulak farklı algılar her ağız farklı söyler. Sözler dudaklarınızdan uçup giderken siz söylemediğinize dair düşüncelere kapılmaya başlarsınız dahi Birkaç dakika sonra da söylemediğinize o kadar kolay ikna olursunuz ki o söz asla size ait olamaz. Oysa güzel olan her şey gibi o da sizin kalır istediğinizde. Önemli olan istemektir, neyi değiştirip değiştirmek istemediğimizi. Öyle ki, hayatımızın en önemli anlarını yaşarken istediğimiz kararları veremediğimiz, anların ne kadar önemli olduğunu göremediğimiz çok olur. Ancak düne yazılmaya başlayan cümleleri, tekrar okuyorsak bunları da değiştirebiliriz. Ya okuyamıyorsak? O sayfalar bir kez yazıldıktan sonra bir daha bakmıyorsak, bugünümüze ne kadar işlerse işlesin mürekkebi, anlayamayız neyi ima ettiğini. Yaşarken yeniden dünü yaşarız farkına varamadan. Tekrar, tekrar ve tekrar yaşarız ta ki geçmişi anlayana kadar bize verdiği mesajı çözene kadar. Buna deneyim diyoruz, yaşanmışlık, kazançlar ne diyorsak diyoruz işte. Önemli olan bugün ne yaptığımız