söykü dergisi sayı 8 ateş

entry45 galeri0
    25.
  1. tutuşamayanlar | experimental

    Acıttı bu yazı beni. Canım öyle bi' yandı ki ağlamamak için zor tuttum kendimi. Evet, aldatılan ve çekip gidenlerin hikayesi... Sonra da ölüme koşanların... Alabildiğine klişe yani. Ama birinci kişinin ağzından verilen o çocuk masumiyetindeki ilk kısım yok mu... işte asıl acıma sebebim tam olarak orası. Karakter, canının acısını öyle tane tane anlatmış ki insan onunla birlikte yaşıyor resmen. Ağırlaştırıyor yüreği. Nefessiz bırakıyor sadeliği.

    Fakat -belki de yazının akılda kalmasını ve sıradan olmamasını sağlamak için yapılmış bilinçli bir tekniktir bu- paragrafların bol virgüllü tek cümleler halinde yazılmasına takıldım ben. Hiç nokta yok, soru işareti yok, noktalı virgül, iki nokta üst üste, vs. yok. Sanki bu hikayede virgülün üstünlüğüne parmak basılıyor, diğer tüm işaretlere kafa tutuluyor. Normalde çok fazla eleştireceğim bir durum ama öyle yoğun ki yazıda, yazarın bilinçli yaptığına neredeyse eminim. Yeni bir tarz oluşturmak istemiş gibi.

    Birkaç da imla hatası var, bahsetmezsem olmaz tabii. * *

    "buda o değil mi" ---> bu da o değil mi

    "kapakcıklarına" ---> kapakçıklarına (bkz: fıstıkçı şahap)

    "o karaltımı teselli edecek seni" ---> o karaltı teselli edecek seni

    "hiç bir" ---> hiçbir

    Ayrıca sondaki ölüm sahnelerini fazla buldum ben. Misal sadece ilk ölüm sahnesi olsaydı da ikinci kişi başka bir ateşte yansaydı... Filmin sonunda aşıkların ikisi de ölünce çarpılmıyorum ben. Ama biri ölüp diğeri kaldığında daha beter acıyor insan. Belki sondaki vuruculuk bu şekilde desteklenebilirdi. Naçizane görüşüm tabii.

    Acıtan, yakan, kavuran bir anlatımı var experimental'ın.

    Kalemin hiç durmasın.
    3 ...
  2. 26.
  3. ateşi tanımak için yanmak lazım | gece uykusu

    Çok beğendim. Leziz cümleler var yazıda. insan okumaya doyamıyor, dönüyor tekrar okuyor. Ustaca kaleme alınmış kelimeler. Hiçbir acemilik kırıntısı barındırmıyor. Okuyucu olarak şanslı hissediyorsunuz kendinizi, 'iyi ki okudum bu cümleleri.' diyorsunuz. Ben öyle oldum. Tebrik ederim gece uykusu.

    "uzun ilişkilere gıpta ettiğim de oluyordu benden uzak olsun dediğimde." cümlesi 'uzun ilişkilere gıpta ettiğim de oluyordu benden uzak olsun dediğim de.' şeklinde yazılsaydı bir de, kusursuza yakın bir çalışma diyebilirdim bu yazıya. Olsun, o kadar kusur kadı kızında da bulunur.

    Kaleminize sağlık gece uykusu.
    3 ...
  4. 27.
  5. ateşi tanımak için yanmak lazım | gece uykusu

    böyle aşk hikayelerini okuduğum zaman aklıma ilk gelen "acaba bu adam/kadın kendini mi anlatmış yazıda?" sorusu oluyor. bir de eğer gerçekten sizi alıp götüren, kendinizden bir şeyler bulduğunuz bir hikaye ise daha bir merak ediyorsunuz bunu. mamafih aşkın bizi ne zaman bulacağı değil de doğru aşkın bizi ne zaman bulacağı çok önemli. zira doğru aşkı bulduğumuzda öyle sanıyorum ki ateş olup yakmayacak ışık olup aydınlatacaktır şu fakir dünyamızı.
    3 ...
  6. 28.
  7. iki özelliğiyle dikkat çeken sayı. ilki, yazarların öykülerinde genellikle yabancı karakterler kullanmaları ki bu türk edebiyatı adına pek tasvip edilecek bir tutum değil. ikincisi ise öykülere yapılan yorumların fazla olmaması. diğer sayılara göre bu sayının öyküleri tabiri caizse öksüz kaldı. okuyanların yorum ve eleştiri yapması yazarlar için oldukça faydalı. buna özen gösterilse söykünün sonraki sayıları daha lezzetli olacaktır.
    7 ...
  8. 29.
  9. hannanın eleştirisini ben de düşünmüştüm yazmak benden önce kendisine nasip olmuş. neden yabancı karakterler sorusu benim de aklıma geldi -ki bundan önceki sayılarda da bu şekilde yazan dostları okudum. neden jacob? neden inna? yazar çevresini ve gözlemlerini kaleme alıyorsa eğer çevremizde merve'ler, ahmet'ler, okan'lar, nuri'ler yok mu bizim? acaba sebebi sıklıkla yabancı hikayeler okumamızdan mı kaynaklanıyor? daha mı karizmatik oluyor ya da çözemiyorum? bu sorunun cevabını vermeleri ile birlikte aydınlanmış olacağımı düşünüyorum.
    5 ...
  10. 30.
  11. yazarlar tarafından seçilen öykünün tarzı bu topraklarda pek olmadığı için yabancı karakterler kullanılıyor olabilir. var mı bizim edebiyat dünyamızda bir kelt ya da okült hikayeci? ya da gotik? ya da bilim-kurgu? illaki birkaç isim çıkar. ancak bahsi geçen bu türler batıda oldukça fazla. eh sen şimdi okült ya da fantastik bir hikayeye ahmet, osman karakterini katarsan sanki garip olur. ama mesela bandini gibi usta bir yazarsındır, doğu-batı sentezini alt metinlere ustaca yerleştirebiliyorsundur, o zaman o'nun gibi de hasan, dadaruh karakterlerini rahatça anabilirsin.
    6 ...
  12. 31.
  13. iftira yahut pastoral kakofoni | bandini

    Ustaca bir anlatım. Güçlü bir kalem. bandini bu işin hakkını vermiş bir yazar. yazdıkları yormuyor, uyuşturmuyor, sersemletmiyor. Aksine, bitmesin istiyor insan. Sonsuza dek okuyabilirmişim gibi geldi.

    Lakin ateş teması yazıda eksik kalmış gibi. Anlatımın muazzamlığının gölgesine saklanmış bir konu eksiği var. Konuyu özenli bulmadım, yazıda bir yere varamadım sanki. Oysa başlarken çok şey vaad ediyor gibiydi. Beklentilerimi mi büyük tuttum acaba?

    imla ise neredeyse sorunsuz. Birkaç minik şey dışında. Şöyle ki;

    Yazar yazmış: oysa ki
    Doğrusu: oysaki (bkz: tdk)

    yazar yazmış: tabi
    doğrusu: tabii (bkz: tdk)

    Öte yandan yazı içinde 'kampusa' diye bir tabir geçiyor. 'kampüse' diye düzeltilmeli.

    "artık bende okul çevresinde ve bizim cemiyet içerisinde nüfuzlu hale gelmiştim." cümlesinin doğrusu ise şöyle: artık ben de okul çevresinde ve bizim cemiyet içerisinde nüfuzlu hale gelmiştim.

    Son olarak da 'abbas efendiye' kullanımı da hatalı. abbas efendi'ye şeklinde rötuşlanmalı.

    Daha sıkı bir konu, daha sıkı bir planla nefis anlatımınızı harmanladığınız yazılar görmek isteğindeyim bandini.

    Kaleminiz dert görmesin.
    6 ...
  14. 32.
  15. olağanüstü hayatlar, muhteşem hikayeler.. kesinlikle okumanız tavsiye edilir.
    5 ...
  16. 33.
  17. amerika dan urfa ya ... (dede korkutma sal cocuklari)

    bu hikaye ile ilgili yaptığım ilk tespit bir hisseli kıssalar şöleni olduğu şeklindeydi.

    normalde amerikalıların doğu dünyasına yaptığı yolculuklar ile ilgili hikayeleri hep onlar yazmıştır. bazen "tanrı" yı ararlar bazen "hayatın anlamı"nı. yazarımızın hikayesi doğuya giden amerikalıdan daha çok, doğuya gelen amerikalıyı konu alıyor. bu olay döngüsü aslında üstünde çok uzun konuşulabilecek bir konu. yani bir amerikalıyı gerçekten de kültürümüze ve dinimize hayran bıraktırıp da dönüştürebilirmiyiz.? son samuray da japon samurayları bunu becermişti. ama sanırım bizim diyarları gezen bir amerikalı için sabah ezanının ruhani çağrısı, kısmeti abd den gelen fakir çocuğun verdiği ders ya da kutsallığına inanılan balıkların yenmemesi haricinde başka şeylere de ihtiyacımız var.

    hikayenin temayı kullanış şeklini çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. yazar hikayesinde sanırım tarihteki en meşhur ateşlerden ikisini kullanmış. bu noktada yaratıclığını kutlarım. kendisinden sonraki hikayelerinde karakterlerini biraz daha canlandırmasını dilerim.
    1 ...
  18. 34.
  19. ateş çemberinde uyuyan su damlası ... (eksipozitif)
    kurgusu,anlatımı, tasvirler, türkçesi.
    her şeyi ile dört dörtlük mükemmel bir hikaye.
    yazara teşekkür ediyorum.

    yazar on sekiz yıl öncesini, on sekiz yıl boyunca yaşananları, bu günü ve yarını aynı anda bize yaşatıyor. o kısa anda, hikayeyi baştan sona okurken geçen sürede tüm olaylar gözünüzün önünde aynı anda canlanıyor. çok başarılı.

    anlatım sadece yeteri kadar süslü. yazar dile olan hakimiyetini bize verdiği küçük hediyelerle gözler önüne seriyor.

    kahramanların hepsi yerli yerinde ve bir sinema sahnesinde ki etli derili halleri ile karşımızdalar.

    tema kullanımı çok başarılı.
    3 ...
  20. 35.
  21. ateşi tanımak için yanmak lazım ... (gece uykusu)

    temayı çok güzel kullanan yazar ayrıca hikaye için de alıntılar, anılar, diyaloglar,iç ses ile konuşmalar, mektup ve email gibi çeşitli anlatım tarzlarının hepsini büyük bir başarı ile kullanmış.

    yazar, sütten ağzı yanan kahramanın yoğurda fazlaca üflemesini konu alan hikayede, kahramanın içine düştüğü çelişkileri ve aşk ı tamamen yanlış anlamasından dolayı içine girdiği çıkmazları, çok düzgün bir türkçe ile zaman zaman alıntılar yaparak ama çoklukla kendi kurduğu şairane cümlelerle çok iyi anlatmış.

    aşkı anlatmaya ve anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışan başarılı bir hikaye, çok beğendim.
    2 ...
  22. 36.
  23. ateş falı ... (alpi)
    senin olmayan bir çocuğa bakmak, onu sevmek ve büyütmek, her hatasında arkasında durmak ve her koşulda onun yanında olabilmek.
    bu hikaye bana kendi özel hayatımla ilgili bazı şeyleri de sorgulattı, muhtemelen yazarının bundan haberi yok.
    fantastik hikayeler eski mitlerin yerine geçen yeni edebiyat ürünleri ise eğer ve eski mitlerin de gerçek hayatla ilgisi varsa ve bu bağıntı sembollerin altında gizlenmişse, ben kendimde bu cadılı, büyücülü, şeytanlı, ateşli hikayeden kendi adıma özel hayatımda bazı çıkarımlar elde etme hakkı görürüm.

    hikaye kendi kapalı formunda oldukça tutarlı bir kurguya sahip ve yazarın tasvirlerini de başarılı buldum.
    1 ...
  24. 37.
  25. ateşten yaratılmış kadın ... (mbaran)

    hayatı işi okulu olan sıradan "geek" ya da türkçe ismi ile inek tabir ettiğimiz bir gencin ( bu tamamı ile bana ait bir tespit zira aslında hikayedeki kahramanımız hayat ile ilgili daha donanımlı olduğunu sanıyor.) kendisine biraz iyi davranan ve kendisi ile sadece kaliteli seks yapan bir hatuna nasıl da anlamsızca bağlanabileceğini çok iyi anlatan bir hikaye. ama aslında klasik anlamda bir hikayeden daha çok yarım kalan bir hikayenin giriş bölümünün uzun uzadıya yazılmış hali. hikaye sonunda insan ister istemez
    -ee daha sonra ne oldu?
    diyor ama hikaye bu gün bitiyor. gelecekte yaşananlarla ilgili bir fikrimiz yok.

    olayda erkek kahramanımız hikayeyi kendi gözünden anlatırken kız kahramanla ilgili yeterli veri vermiyor. kızın davranışlarını anlayamayan kahraman bir teşhiste de bulunamıyor. daha doğrusu sorunun kendinde olduğunun farkında değil.

    olaylar özenle seçilmiş şarkıların etrafın da dolanırken yazar sadece şarkı ezgilerinden değil güftelerinden de yararlanmış.müzikal gibi.
    1 ...
  26. 38.
  27. amerika dan urfa ya ... (dede korkutma sal cocuklari)

    bir kaç noktalama işareti haricinde hiç bir kusuru olmayan öykü.

    rehberin amerikan turiste 'beyim' demesine ben pek takılmadım. çünkü aralarında hangi dili konuştuklarına dair bir bilgi yok. belki de bu turist türkçe bilen birisi; kim bilebilir.

    yazar, vermek istediği mesajı lafı fazla dolandırmadan ve net bir şekilde vermiş. umarım yeni sayılarda da öyküleriyle tat verir.
    2 ...
  28. 39.
  29. ay partisi ... (ruya avcisi)

    bu sayıda çok beğendiğim hikayelerden biri oldu. yazarın hikayeyi kurgulama biçimi de bence tam olarak olması gerektiği gibi.
    batı ve doğu arasında ki iyiliğe ulaşma rekabeti kelt mitolojisinin sevimli kahramanları da kullanılarak anlatılmış. bir "galata"saraylı olarak kelt kültürü her zaman ilginç gelmiştir bana. bu kadim ve geniş halk bu gün sadece britanya adaları ve doğu abd de bulunsa da bir zamanlar hem doğu hem de batı avrupa'da çok sayıda şehir ve medeniyet kurmuştur. mitleri hem yunan hem roma hem de ( hatta) mısır mitlerini etkilemiştir. tuttuğum takıma kurulduğu yerden dolayı ismini veren bu kadim halka buradan selamlar.

    hikaye'ye gelince, ikinci bölümünü merakla bekliyorum. yazar kurduğu düşsel dünyada fazlaca insanlara has olan "kandırma, aldatma" davranışlarını bir takım ruhani varlıkların davranış şekli olarak kurgulamış. ikinci hikayede asıl kandırılanın umay olduğunu görürsek çok şaşırmayacağım.
    3 ...
  30. 40.
  31. iftira yahut pastoral kakofoni - bandini

    Çok iyi bir hikaye, hakkında konuşulmaya değer, eleştrilmesi tartışılması gerekiyor; çünkü bunu hakediyor.

    cehennemden yazılmış bir hikaye için pek harlı sayılmaz ama bittiğinde yine de susadığımı hatırlıyorum.

    hikayenin girişinde hasan öldükten sonra şu kadar daha yaşadım dediğinde "aha" dedim "bomba" geliyor. ama "bomba" değil "kaşağı" geldi.
    Neden geldi? hikaye bitince bunu düşündüm: kaşağı hikayeye ne kattı, ya da nesini eleştiriyor yazar kaşağının?
    eğer pişmanlığı çocuksu bir duygu olarak tescil etmekse amaç...
    bütün bir romantizm akımını, yaşamak tecrübesiyle edinilmiş iflah olmaz acılarla taşlaşmış bir yüreğe gömmekse hatta...
    neyse bir dakika daha düşüneyim.

    hayır, olmuyor. zorladıkça başka göndermeler çarpıyor zihnime ve düşünceme katışıyor.
    Selim ismi bile dikkat çekiyor. Çok sevilen ama erken kaybedilmiş, unutulamayan, hayali kurulan hayatın birlikte yaşanacağı sanılan selim. selim ışık adındaki başka bir kahramanı hatırlatıyor.

    birinci gönderme kesin ve üzerinden bir fikir ve ya duyguyu eleştirmek, hikayeyi buraya dayamak değilse amaç adını anmaya değmez bir şey.

    Daha açık dille söylemek gerekirse kaşağı göndermesi iki bakımdan yersiz. senin hikayen daha güçlü duracakken çürük bir kolona yaslamış oluyorsun. çünkü senin hikayen ve onun savundukları daha güçlü ve ağır, dayayacaksan illaki bir yere git victor hugo ya daya.
    ikincisi bu yaptığın şeyden elde edeceğin faydadan çok zarar görür hikaye bak kaç satırdır kaşağı bilmem ne diyorum. şimdi diyebilirsin ki oraya niye takılıyosun hikayeye bak. yo yo ben diyorum ki sen niye oraya takılıyosun hikayene bak. çünkü hiç ihtiyacın yokmuş.
    ya da bilmiyorum belki bu konuya biraz daha bakmam gerekli.

    bilmiyorum dikkatini çektimi ama anlatıcı bazen dil ve kullandığı kelimeler bakımından bandini'ye dönüşüyor.

    ama dil nasıl akıyor sevgili okuyucu?
    bu hikayede akan şey hikaye değil. olaylar ya da diyaloglar değil. hikayenin dili akıyor. bazı hikayeler vardır niagara gibi güldür güldür akar debisi sizi soluksuz bırakır, neye dikkat edeceğinizi üzerinize her yönden gelen saldırıdan anlayamazsınız, yorulursunuz, seversiniz. kimisi vardır incecik akan pırıltılı bir dere gibidir. yumuşak yanlarınıza dokunur hep. kıyamazsınız seversiniz. bazısı da vardır nil gibi dicle gibi akar güçlü, geniş, sakin. işte böyle akıyor hikayenin dili: güçlü geniş sakin.

    yazar besbelli toplumun hatta insanlığın değerleriyle sorun yaşıyor. aslında gerçek şu ki bunu iddia etmeyen bir tane bile insan bulmak artık çok zor.
    malum, bu sene de yalnızlık ve aykırılık moda.

    hikayede kendileri için kullandığı "kinik köpek" yakıştırması kinik olma durumunu iyice pekiştirmek için sanırım. neyse ne derdim o değil, google dan ayrıntılı bilgi alabiliriz zaten. derdim kendine kinik köpek yakıştırması yapan karakterin de tıpkı bizim gibi olması, evet bizim gibi iki yüzlü olması hoşuma gitti. kinik köpek olduğunu iddia ederken iki kez evlenmesi,(boşanması sorun değil önemli olan çabası), selim'de hayranlık duyduğu yönler, o yaşarken yaşadıkları hayat...
    bu karakter aynı bizim gibi çünkü istediği şeyi gerçekten elde ettiği an ilk kaçacak yine o olurdu. aynı bizim gibi, aslında istediklerimizle, gönlümüzden geçenle ağzımızdan çıkanların arasındaki sorun...

    hepimizin içinde yaşayan, yazma sebebimiz; olmak istediğimiz bizin, hayalimizdeki dünyanın oksijensiz bir gök olduğunu görmek istemeyen gözlerimiz...

    hikayeden bir alıntı ve kendimce bir cevap:

    --spoiler--
    acıyla anlamsızlığın harmanladığın, acının kökenini bulamadıkça çerçeveyi genişlettiğin, genişlettikte ortaya çıkan görüntüde aksini gördüğün, kördüğüm olmuş zihnini çözdüğünde tek kalan görüntünün kendi çirkinliğin olduğu günlere. acının kökeni?
    --spoiler--

    Bunu daha önce düşünmüştüm. bizi gerçekten umutsuzluğa, acıya ve onulmaz dertlere yol açan soru işaretlerine yollayan asıl şey nedir?

    farkında olmak.
    şimdi böyle yazınca genel bir ifade gibi görünüyor ancak demek istediğim ilk akla gelen, farkında olanlar acı çeker gibi bir beylik laf etmek değil.

    demek istediğim daha özel bir şeylerin farkında olmak. kendinle ilgili basit bir şeyin, yaşamla ilgili çözümsüz bir sorunun, hayatınla ilgili mutlak bir sonun, kimsenin dert etmediği zalim bir gerçeğin sadece senin farkına varmandır acının kökeni.
    etrafına binler toplasan anlatsan farkında olduğun şeyi herkes "evet artık ben de farkındayım" dediği anda bile sadece senin farkında olduğunu anlayacağın şey. budur acının kökeni ama malesef bunun da yalnızlık mevzusuna koşut kullanılmaya müsait bir yönü var.

    yalnızlıktan sıkıldım bu arada. hayır hayır yalnız falan değilim ya da önemli değil facebookdaki durumum. sadece "yalnızlık"tan sıkıldım.
    artık bana üzerinde "kadınları sevelim" yazan tişört giymiş porno film karakterinin kurabileceği cümleler gibi geliyor yalnızlık cümleleri.

    ve tebrikler bandini.
    4 ...
  32. 41.
  33. uyuşturucu kafası ... (efervesantadem)

    bazı kelimelerin yanlış yazılması ve olaylar arasındaki kopukluk dikkat çekiyor. bir de son bölüme geldiğinizde rowan'dan bahsedilirken 'yirmidört yaşında bir vucuda hapsolmuş beş yaşında ki otistik bir oğlan çocuğu' denmiş. rowan kız değil miydi diye düşünüp o bölüme dönme ve tekrar okuma gereği duydum. bu durum hala kafamda netleşmedi. kızsa neden oğlan çocuğu dendi? değilse rowan önceki bölümde neden kız gibi anlatıldı?

    şu var ki, yazar öyküyü, sonu merak edilecek bir şekilde yazmış. olayları anlatış tarzı gayet güzel. bu tarz uyuşturucu maddelerle ilgisi olmayanlar dahi kullanmışcasına olayın içine giriyor, hissediyor.

    yazarın kalemi daha iyilerini yazmaya müsait. emeğine sağlık.
    1 ...
  34. 42.
  35. ön not: bu giri; ateş sayısında kendi başlığı altında yorumladığım öykülerin toplu gösterimidir.
    söykü'den haberi olmayanların da kendi başlığı altında öyküyü er geç okuması amacıyla bu yol tercih edilmiştir. tabii diğer yorumlarla beraber topluca, öykülerin arz-ı endam etmesi de pratik ve güzel olacağından, her yol öyküye çıkmaktadır.*

    ay partisi - ruya avcisi

    öykünün, fantastik, masalsı ama bir o kadar da bize çok tanıdık çıkmazlara belki de en temel insanlık sorununa büyülü bir dokunuşla bilgece parmak basan yönünü, felsefik alt metnini çok beğendim.

    tabii yazarımızın hayal gücü, günlük ve de doğa ruhları arasındaki özel diyalogları ustaca kullanışı, araya da bir tutam baharat gibi cinselliği ve aile özlemini koyması ile yakaladığı; serin ticknock ormanından okuyucuya ısınarak gelen; atmosfer başımızı döndürmekte.

    batı ve doğu bekçiliğini anlatırken; ekvator çizgisini kastederek yaptığı kuzey ve güney ayrımını; tam algılayamadım en başta; o paragrafta bir karışıklık hissettim ta ki sonlara doğru güney'i kötü bekçilerin sahte dinlerle ele geçirdiğini algılayana dek.

    şu cümlelere ve günümüze de bilgece selamlar gönderen felsefik durum tespitine bayıldım:

    --spoiler--
    bunca zaman doğu ve batı olarak birbirimizi sadece bildik ama tanımadık. Ortak olmalıyız sizin ve bizim bekçilikten ayrılan hain bekçiler bile birleşmeyi düşünürken bizim ortak olmamamız aptalca değil mi?
    --spoiler--

    güney ve kuzey bence iki anlamda da kullanılmış; hem bağnazlıktan uzak kuzey olarak hem de kuzey ve güney yarımküre olarak düşünürsek zıt anlamda; tüm dünyaya hükmeden kuzey...

    --spoiler--
    iki temsilde kendi yerinde pineklediği için güney'de canımıza okuyan yapay dinlerin oluşmasına engel olamadık ve şuan tüm çabamız dünyayı saf haline getirmek ve arındırmak. Aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Ama ayrı hareket ediyoruz.
    --spoiler--

    ve tabii ki egzotik çiftin gelecek maceralarını hem merak etmekteyiz hem de içimizden, hem onlar hem kendimiz için güzel yaşantılar dilemekteyiz; belki de öyle bir zaman gelir ki bekçiye gerek kalmadan doğa ruhları tüm insanların bilinçaltını güzelleştirir ve kızılderili bilgeliğinde yaşanılası bir dünya mümkün olur... heyecanla beklemedeyiz...

    yemyeşil ormanlar üstünden okyanuslara doğru sonsuz uçuşa geçen ilham perisi; hayatın temeli olan su gibi hem hayat hem de güzellik kaynağı olarak ruya avcısının tüm ruhunu kanatlandırmaya ve bizi de büyülemeye devam etsin...

    gönülden teşekkürler ruya avcisi.

    özel not: müziğe de bayıldım.

    zamansız giden- funkymonarch

    bana ömer hayyam'ın bir sözünü hatırlatan aslında derinden hissettiren gerçek, cesur ve bilge bir aşığın, aşkı yaşayışını anlatan bir öykü.

    ''Zamanın iki yüzü, iki boyutu var. Uzunluğu güneşe genişliği tutkulara uyarlanmış. ''
    evet öyküdeki kadın için de öyle:

    --spoiler--
    Zamanı ne kadar kısa olursa olsun, harekete geçmek için diyalog kurup derdini anlatmaya ihtiyacı yoktu. Kaldı ki bakışlarıyla uzun uzun cümleler kurduğunda, onu anlamayacak bir erkek asla hikayesinin başrolüne yakışmayacaktı.

    Ama o yine yanılmadı. iki çift göz, birkaç güne sığdırılmış sayılı dakikada, yazıya döküldüğünde tüm derinliğini kaybedecek bir roman yazmaya başladı.

    --spoiler--

    bence yazarımızın kaleme aldığı, belki de ruhunu kelime kelime akıttığı öykü de aynı hayyam'ın dediği gibi; tutkularla, aşık bir kadının hem de yanmaktan korkmayan aşka hakkını veren aşık bir kadının tutkusuyla genişlemiş, özel bir öykü.

    sonundaki cümleler de aşkı taçlandıran bizleri keşke ya da acaba girdaplarında her dokunuşta yaralanmaktansa; korkusuzca tutkunun ve aşkın ateşinden yanmaya çağıran bir davet:

    --spoiler--
    Ama o, yine, yaşadığı onca şeye rağmen kaybetmediği umuduyla; dışardan bakıldığında 'imkansız' gibi görünen zor ve tehlikeli yolu tercih etti

    Çünkü ona göre zaman hiçbir şeyin ilacı değil, kendi ilacını bulana kadar geçen süreydi ve aşırı dozdan ölse de bu içinde bir ukdeyle yaşamasından iyiydi. Ve ateş, havayla buluşup ikisinin benliğini kızıl bir tutkuya meyletmeden önce asla küle dönüşmemeliydi.
    --spoiler--

    turgut uyar'ın çok güzel söylediği gibi ; ''çünkü aşk bir suçlamadır/sonuna kadar yaşanmamışsa''.

    ilham melekleri aşkla yazarımızın kaleminden bizim gönüllerimize süzülmeye devam etsin...

    gönülden teşekkürler funkymonarch.

    aynı ateşin çocukları- pinkwaterdrop

    ''Aynı topraklarda yetişmiş, aynı ateşte yanmışlardı her defasında'' bu vicdana ve ana yüreğinin bitmez evlat acısına derinden dokunan öykünün temel cümlesi bence.

    yazarımızın dili, kullandığı bazı tasvirler oldukça etkili, derinlikli ve yer yer şiirsel:

    --spoiler--
    Adam bir duayı paramparça edişini düşünüyordu. Kadın kabul edilmeyen duasına bir suçlu arıyordu.

    Adam nasıl bir katildi ki bir annenin duasıyla savaşıyor ve o duayı haklıyordu? Kadın nasıl beceriksizce bir dua etmişti ki elin vicdansızına karşı oğlunu koruyamıyordu?

    iç savaş, şimdi iki ayrı yürekteydi. insanın kendiyle verdiği savaş, en kanlısı idi.

    --spoiler--

    kadının yürek yangını ve adamın pişmanlığı okuyucuya direk geçmekte.

    öyküyle ilgili bir teknik bir de anlamsal derinlik açısından iki pürüz var ya da başka bir deyişle boşlukta kalmış iki nokta var.

    ilki olayın, yani ana ile adamın diyaloğunun başladığı mekan verilmemiş. eğer yazarın bu mekanı belirtmemesinin özel bir nedeni yoksa özellikle o mekan tarifsiz, o diyalog mekansız bırakılmamışsa; bu teknik bir noksan. çünkü bu konuşma neticesinde adam teslim oluyor yani aklımıza jandarmada geçen bir diyalog olduğu da bu yüzden gelemiyor malesef.
    ama tabi bu noksan es geçilebilir cinsten, öykünün ruhunu zedelemiyor.

    ancak asıl noksan, böyle etkli cümleler kurabilen bir yazarın; hele şu cümlesinden sonra:

    --spoiler--
    Aynı toprakların insanı olduğumuzu unutup aldandın. Uğruna savaştığın hakların sandın, yanıldın. Kardeşi kardeşe kırdıranların maşası oldun, oğlumu harcadın. Oysa şimdi size, bizi düşman gösterenlere karşı yıllar önce sırt sırta savaşmadık mı?
    --spoiler--
    dedikten sonra; terörün emperyalistlerce desteklendiğini, kürtçe bile konuşamayan ele başlarını, koynunda haçla vurulan ak sakallı ama adı samuel, paul olan provakatör ajanları hiç olmadı öykünün en temel cümlesinde anlattığı; ''aynı ateşte yanmanın'' yani yoksulluk, cehalet ve hor görülmüşlük ateşinde yanmanın ortak kader olmasının asıl nedeni olan tüm dünyada hakim olan ve bu ülkede de tezahür eden sömürü düzenini; açların, yoksulların ölümle bile eşitlenemeyen toplumsal sınıfsızlığını anlatsa, veya bir iki cümle ile okuyucuda yarattığı bu yürek yangınını maşadan sonra asıl büyük hedefe yöneltse, toplumsal anlamda çok ama çok başarılı olacak bir ses olabilirdi.

    ve teslim olan adamın vicdanı pişmanlığı büyük bir aydınlanma ile bilince dönüşebilirdi.

    yazarımızın etkli ve yüreğe dokunan kaleminin hep coşkuyla yazması dileğiyle...

    teşekkürler pinkwaterdrop

    ateş çemberinde uyuyan su damlası- eksipozitif

    annesini, babasını, kan bağı olan hiçkimseyi, hayatı boyunca tanımamış; bir yaprak misali, george'un sirkine ve büyüdükçe bir su damlası güzelliğinde ateşe savrulmuş bir kız çocuğu. ebeveyinleri george ve ateş olan, terk edilişine dair büyük sırrı bilmeyen biçare bir çocuk.

    dil akıcı, mekan ve konu oldukça ilgi çekici ve bazı cümleler yüreğe işleyen cinsten:

    --spoiler--
    Binlerce defa sessizce okuduğu bu kağıt, ayaklarının altında eziyordu onu. Laura... Gözlerine baktıkça her gün daha çok sevdiği, hayatını mahvettiği için her gün yeniden kahrolduğu Laura.

    --spoiler--

    ancak hikayedeki temel iki duygunun dayandığı noktalarla ilgili bazı pürüzler var, aslında dayanaklar biraz sallantılı gibi.

    şöyle ki; ateş çemberi numarasında moore'un yanma nedeni, george'un bir dikkatsizliği değil. yani george'un bir dahli yok. aksine moore'un antreman eksikliği ya da çevik olamaması sonucu gerçekleşen bir ölüm. yani böylesi bir ölüm için moore'un karısının george'u katil ilan etmesi çok anlamlı değil. belki george'un aşırı ısrarı sonucu, istemeye istemeye bu gösteriye moore'un ikna olduğunu söylese ya da george'un teçhizat ya da teknikle ilgili bir kusurundan bahsedilse, moore'un karısının suçlaması daha sağlam bir temele otururdu.

    diğer yandan; eşini kaybeden bir anne açısından; yeni doğan bebeğini kendi deyimiyle eşinin katilinden öç almak için terk etmesi de bir anne için hele ki çok sevdiği eşini kaybeden bir anne için pek de olası değil. aksine tüm sevgisini kocasının yadigarı bu bebeğe vermesi beklenir. bir anne kolay kolay evladını terk etmez. çünkü bu evladını da cezalandırmaktır. burada da annenin bu davranışına neden olabilecek başka detaylar verilse, terk edilişi de sağlam bir dayanak bulabilirdi.

    ama her şekilde güzel, akıcı, okuyucuyu içine alan bir öykü.

    özellikle son cümlesi muhteşem:

    --spoiler--
    -Su damlasını ateş çemberinde uyutmadığın için binlerce teşekkürler!
    --spoiler--

    ilhamınız ateş çemberinde uyumayan su damlaları misali hep gürül gürül aksın...

    teşekkürler eksipozitif.

    ateşten yaratılmış kadın- mbaran

    şarkılarla tutkulu bir aşk geçidi. baştaki ve finalindeki nazım mısralarına bayıldım.
    kadın ateşli ve ilgi çekici ama etkileyici olan adamın aşkı. ben hikayede kadının ateşinden çok adamın aşkını hissettim.

    okurken, sevdiğim her karakterin ruhuyla bütünleşen bir edebiyat sevdalısı olarak; o aşık adamın ruhunun derinliklerini açarak aşkın en mavi halini anlattığı bir hikayeyi de yazarımızdan özel istemekteyim.
    çok özel bir eser olacağına eminim.

    öyküdeki aşık adama gönülden selamlar.

    yazarımıza da; yüreğinden kelimelere doğru uçuşa geçen, nice sevi ilhamları diliyorum.

    ilk okuduğumda da beğenmiştim ve malina'yı okurken tekrar okuyunca çok ama çok iyi geldi. teşekkürler mbaran.

    --spoiler--
    bizi insan yapan şey içimizdeki bu kusursuz çelişki değil mi zaten?
    kendi içimizdeki, imkansızlığa olan tutkumuz ile imkanlıya olan sığıntılığımız.
    eğer kolay olsaydı...
    onu sevmezdim.
    ümitsiz olsaydım da onu sevmezdim.

    nazım hikmet'in de dediği gibi;

    "ben sende imkansızlığı seviyorum.
    ama asla,
    ümitsizliği değil."
    --spoiler--
    2 ...
  36. 43.
  37. ateş falı | alpi

    fantastik öykülerde olağanüstülükler ya da olağandışılıklar, işin özü buna dayandığından normal karşılanırlarken bu tip durumların veya olayların arasındaki mantıksal dengeler ilginç bir biçimde daha çok aranır olurlar. bu durum, fantastik hikayelerin olay kurgulamalarını zor ve çetrefilli bir hale sokar ki işin içerisinden başarıyla çıkılabildiği taktirde okuyucuyu diğer türlere nazaran çok etkileyen bir hal alırlar.

    başarıyla kurgulanmış fantastik bir öyküye kendini kaptıran bir okuyucu, öykü bitip de normal hayatına dönüş yaptığında ortama adapte olmakta bir süreliğine zorluk çeker. bu durum, fantastik öykü ya da romanların sinema uyarlamalarında kendisini daha net bir biçimde gösterir ki sinema salonundan çıkan bir izleyici günlük yaşama dahil olduğunda ilk dakikalar ona, kendisini farklı bir dünyadan gelmiş gibi hissettirir.

    ateş falı bu anlamda başarılı bir öykü olmuş. fantastik kurgularda mantık süzgecinde fazlaca bir şey kalmıyor. hatta, falcı kadının duvardaki delikle olan ilişkisi göz doldurucu bile denilebilir.
    1 ...
  38. 44.
  39. typhon ile nü peri nin büyük buluşması | inanna salome

    öykünün bitiminde okuyucu, o büyük buluşmayı ve detaylarını yaşamak istiyor doğrusu. belirtileri var elbet! yani, o taksi illaki öndeki taksiyi yakalayacak ve şehvetli buluşma gerçekleşecek, orası kesin ama nasıl olacak ve neler yaşanacak konularının, kişi bu denli hazırlandıktan sonra muğlak bırakılması okuyucuyu üzmüyor da değil hani. üstelik yazar, böylesine ateşli aşk sahnelerini çok iyi tasvir edecek bir yeteneğe de sahipken.

    bakar mısınız;

    "(ateşli) dilber-typhon fırtına yaklaşıyor; geliyor hissediyorum; devam et lütfen! ahhh!
    (kundakçı) tayfun-demek hissediyorsun; daha derinden hisset o zaman! alll, all bakalım! bu anı unutma, sakla hatıra sandığının en güzel köşesinde..."

    üslup gerçekten etkileyici! hatta, okuyucuyu ciddi ciddi tahrik edici unsurlar da içeriyor. sizce de öyle değil mi? ve devamında;

    "tayfun; kopmak üzereyken yok olmuş fırtınanın, kadın bedeni üzerindeki izlerine zevkle bakar; pantolununu giyer; terden ıslanmış sırtına gömleğini geçirir; fetihi dorukta bırakan, postmodern ruh fatihi, don juan sırıtışıyla, sigarasını tellendirir. ardında şaşkın ve kızgın bir dilber bırakarak şehvet gecelerinin asil mekanı otelden, gecenin karanlığına karışır..."

    tayfun... o öylesine aşağılık bir adam ki, tam da zevkin doruklarındayken sevgiliyi terk ediyor. anın tadını onun beyin kıvrımlarında bırakırken kadına kademeli düşen bir orgazmı yaşama şansı vermiyor. yazarın çok güzel ifadesiyle "fetihi dorukta bırakan" bir tavır sergiliyor.

    inanna salome'nin öykülerinde dikkatimi çeken bir detay var. onu takip edenler bilirler; öykülerinin kıyısında köşesinde de olsa ya deniz ya da bir denizci, basit de olsa öykü içi bir öykü ile mutlaka vardır. bu öyküsünde ise deniz ve kaptan figürü daha bir belirgin ortaya çıkmış sanki.

    yazarın, macera ve polisiye öykülere yakınlığı biliniyor ve öyküye etkisine bakıldığında pek önemi olmayan planlı bir cinayet olayı yine var ancak, bu kez biraz farklı; bir aşk cinayeti.

    doğrusu büyük keyif alarak okuduğum bir öykü oldu bu zira, bu tür öyküler fazlaca kaleme alınmıyorlar bu dergide. ancak, başa dönecek ve tekrarlamadan edemeyeceğim; o büyük buluşmaya dair güzel bir anlatım, hoş tasvirler eşleğinde bu öykü uçabilirmiş. onca hazırlıktan sonra, okuyucusunu insafsızca yüzüstü bırakan bir tavır var ki kabul edilesi değil.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük