söykü dergisi sayı 7 deri

entry59 galeri0
    51.
  1. pürüzsüz tenli kız ... (rotundjere)

    -katil kim?
    -bu sefer uşak değil.

    bir sosyapatın gözünden neden cinayet işlediğini ve savunmasını ayrıntılı şekilde anlatan güzel hikayelerden biri.

    cinayetlerin sebebi kıskançlık ya da aşk değil kahramanın ruh hastası olması.

    bu insanlar kadınları döven, aşağılayan, taciz eden psikopatlar ve ne kadar da tehlikeli olabildiklerini herhangi bir gün her hangi bir gazetenin üçüncü sayfasında bulabilirsiniz.

    hikayenin sorunu şu ki kahramanımız hikayede ne kadar çok sevdiğinden ne kadar çok haklı olduğundan bahsederken birilerine sempatik gelebilir. öyle olmadığını bilsek bile hikaye suçluyu övme şeklinde.

    edebiyatta genel de soyguncular, mafya babaları, seçkin hırsızlar ve dolandırıcılar için suçluyu övme eserlerine rastlarız. bazen zekaları bazen de karizmaları övülür.

    ama bazı suçlar övülmemeli. burda kastetiğim cinayet değil kadına karşı şiddet suçu. bunun herhangi bir haklı nedeni ya da öykünecek bir tarafı yok.
    3 ...
  2. 52.
  3. mevsimlik ampül ... (sallapati)

    -ben bir kızım ve burda durmuş bir erkeğin bana çıkma teklif etmesini bekliyorum.
    anna scot- nothinghill.

    kızları etkilemek için neler yapmadık ki hepimiz. bunun ne kadarı masum ve hangi noktadan sonra artık masum değil.

    hangimiz hep olduğumuz gibiyiz ilk tanıştığımız, flört ettiğimiz kıza karşı.

    kahraman bu başka birisi olma olayını biraz abartıyor, ama zaten kıza gönlünü kaptıracağını bilmeden ve muhtemelen bir daha görmem diyerek.

    işlerin sarpa sarmasının sebebi ilişkinin uzaması.

    aslından tüm ilişkilerde olayın sarpa sarması ilişkinin uzaması ile doğru orantılı bir artış gösterir.

    hikayede bir arabesk öykünme var bu negatif.
    2 ...
  4. 53.
  5. derin derim | feza pilotu

    öyle öyküler vardır ki okunulan her cümlesi bir kıssadır ve o kıssalardan birer, belki de birden de çok hisseler çıkararak okumaya devam etmek gerekir.

    misal, la fontaine masalları gibi.

    ve ben, eğer şu öykünün altında la fontaine imzasını görmüş olsaydım; inanın hiç şaşırmaz ve şöyle derdim;

    - tüm öykülerini ezbere bildiğimi zannederdim, oysa bilmediklerim de varmış.

    büyüklere masallar adlı bir kitabın baş köşesine yerleştirilmeye layık bir eser bu. eser diyorum çünkü her anlamda profesyonelce kaleme alınmış.

    şu ifadenin güzelliğine bakar mısınız;

    "...Bir yılan, kendinden katbekat büyük bir eşref-i mahlukatla, çalı çırpıya uzak bir beton zeminde baş başaydı. Sığınılacak bir limanın kalmadığının farkında, çaresizlik halindeydi ve işin kötüsü, böyle zamanlarda, sürüngenliğin doğal soğukkanlılığı fayda etmiyordu..."

    ve şu;

    "...Aslında biz insana en yakın canlılarız. Görünüşümüz benzemese de, kalp yapımız hemen hemen aynıdır, bu yüzden onlara zarar vermemeye çalış.

    Merak edip sormuştu:

    "Üzerime basmak isterlerse? Bana tuzak kurarlarsa?"
    "O zaman al canını evladım. Bu yüzden ölmüşlerimizin derileri kıymetlidir."

    - evet! kısa... ve tadını okuyanın beyin kıvrımlarında bırakır cinsten.

    bu tür öykülerin kısa olması da gerekir zaten. zira, okurken o kadar çok düşünmeniz, cümleleri tek tek tahlil etmeniz gerekir ki, çok uzadıkları taktirde dimağınız yorulur ve sıkılmaya başlarsınız.

    bildiğim kadarıyla feza pilotu'nun ilk öyküsü bu söykü'de yayınlanan. ben o'na derim ki; sen yazmalısın güzel kardeşim! çünkü sende yazar kumaşı var. hem de öyle basma ya da pazen değil düpedüz; efil-efil saf bir ipekli.
    3 ...
  6. 54.
  7. kara yazgı | forrest

    önemli bir konuya parmak basıyor yazar. kömür madeni işçilerinin zor ve ürkütücü ekmek parası kazanma gayretlerine. belki de dünyanın en zor mesleğine dikkatleri çekmek istiyor. öyküsünü okuyanları; kendilerini o işçilerin yerine koymaya, çilelerini yaşamaya zorluyor, kaleminin gücü yettiğince.

    düşünün bir kez, yerin yedi kat altında ve karadeniz tabanı'nın onlarca metre derinlerinde ilerleyerek açılan tunellerden kömür çıkarmaktasınız. kelimenin tam anlamıyla tırnaklarınızla kazıya-kazıya. karadeniz'in altında ve ondan daha kara tunellerde.

    kömür karası öylesine bir karadır ki, yalnız bedenlerin dışını değil içini de siyaha boyar. kömürün o yağlı karası; önce nefes yollarında sonra ciğerlerinizin içlerinde ve nihayet bronşlarda siyah bir tabaka oluşturur zamanla. yüzlerce paket sigara içmiş bir insan gibi tıknefes olursunuz.

    bununla da kalmaz elbet maden işçisinin derdi, çilesi; kara elmasın ağırlığını çekemez kimi zaman tunellerin tavanına dayanan direkler. çöküverir üzerine onlarca işçinin ve mezarları olur; yerin yedi kat dibinde. orada mikroorganizma bile yoktur ki, çürütüp doğal çevrime soksun bedenlerini; öylece kalırlar, belki de dünya durdukça.

    bir de grizu var elbet! patlamak için fırsat kollayan. velhasıl, 'zor iştir' deyimi tarif etmeye yetmez zorluğunu. ekmek aslanın ağzında değil boğazındadır kömür madenlerinde ve o ekmeği oradan çekip almak gerçekten cesaret işidir.

    aslında yazarın şu güzel söylemi, yukarıdaki zorlukları içeriyor kömür madeni işçiliğine dair;

    "...Bu insanların umutları yer altındaydı, bakışları kara ve solgun. Ben ülkenin başkentinden gelmiştim, o ise emeğin başkentinde yüreğine denizi sığdırıp iniyordu madene, diğer maden emekçileri gibi..."

    eline, diline ve yüreğine sağlık forrest.
    3 ...
  8. 55.
  9. siyahın içindeki beyaz | f628

    öykülerde, din gibi dogmatik olanlar da dahil olmak üzere herhangi bir ideolojiyi övme girişiminde bulunmadan önce, övgünün asgari şartlarını sağlayabilecek, okuyucuyu doyurucu bir donanım ve olgunluğa ulaşıp-ulaşmadığını kontrol etmek zorundadır yazar.

    onlar, kaleme aldıkları öykülerinde; gerek kahramanlarınca ve gerekse kendileri tarafından yapılan yaşama dair genel tespitlerde çok dikkatli ve özenli olmalıdırlar.

    bu tür tespitlerin yapıldığı bölümler okuyucularda büyük ilgi uyandırır. bunun en önemli nedeni ise okuyucunun; yazarın ya da kahramanın hayat görüşü ve düşünceleri ile kendisininkiler arasında ne gibi paralellikler ya da zıtlaşmaların olduğunu öğrenme isteğidir.

    yakalanan paralellikler okuyucuya haz verirken, oluşan zıt fikirlerin kaynağına inmeye, gerekçeleri bulmaya ve kendince analizler yapmaya çalışarak bir anlamda kendisini de sorgular. zıtlaşmalarda karşı tarafın gerekçelerini kuvvetli görürse, kendisini evirmekten de çekinmez. aslında, bilinçli ve beklenen bir okuyucu tavrıdır bu. iyi öyküler insanları yalnızca düşündürmekle kalmaz, eylemde bulunmalarını ve nitelikleri açısından gelişmelerini de sağlar.

    bir yazar, ele alacağı konunun ağırlığı altında ezilebileceğini düşünüyor ise buna hiç kalkışmamalıdır. zira, çok önemli bir görevi icra ediyormuş zannederken kendisini; hiç de arzu edilmeyen durumlara düşürebilir.

    bu bağlamda, aşağıdaki tespitin yorumunu sizlere bırakıyorum;

    "...belki de hastalık şu dünyada insanın başına gelebilecek iyi şeylerdendi ve aslında bir hastalık varsa oda güzellikti, güzel insanlar daha yüzeysel olurdu..."

    bir dil içerisindeki kimi sözcükler o dilde kurallı bir biçimde var olmalarına rağmen yazım dilinde değil çoğunlukla konuşma dilinde kullanılabilirler. türkçe yazım dilinde kullanılmasına çok da alışık olunmayan; birisi, ötekisi, berikisi, seninkisi, benimkisi gibi sözcükler de bu gruba girerler ve yazım dilinde kullanılacaklarsa da sıkça, hele ki aynı cümle içerisinde kullanılmamalarına özen gösterilmelidir.

    bu tür sözcüklerin kullanılmaları, kurgu açısından yanlış olmayan ancak, kulağa hoş gelmeyen cümleler oluşmasına neden olur.

    "...bu sebeple eksiğimizi diğer yönlerden tamamlamak ister, kendimizi geliştirir daha olgun birisi olurduk..."

    veya aynı cümle içerisinde iki kullanım örneği olması açısından şu şekilde;

    "...aslında aile içinde konuşkan ve hareketli birisi olmasına karşın evden çıkmayan, içine kapanık birisi olmaya başlamıştı frederick..."

    farkı daha iyi görebilmek için yukarıdaki cümlede kullanılan iki adet 'birisi' yerine ifadenin genel seyrini hiç bozmadan bir değişiklik yapmayı deneyelim;

    "...aslında, aile içerisinde konuşkan ve hareketli bir izlenim vermesine karşın evden çıkmayan, içine kapanık bir insan haline dönüşmeye başlamıştı frederick..."

    bir dil içerisinde kimi sıfat sözcükler vardır ki bunlar, ifade ettiği anlam itibarı ile her yerde kullanılabilirmiş gibi görünseler de ancak, belirli sözcükleri veya canlı ve cansız varlıklar olarak belli bir grubu nitelemek için kullanılabilirler.

    realist çizgide kaleme alınmış öykülerde; ihtiyar bir bebek, yürüyen bir balık, minimini bir gökdelen nasıl olmaz ise konuşan bir kaya, taze bir viski veya körpe bir ev de olmaz.

    "...zorlu bir doğumun ardından ailenin altıncı çocuğu olarak ufak, körpe hatta bir derece izbe bir evde dünyaya gelmişti frederick..."

    üstelik, körpenin insan zihninde betimlediği; 'körpe salatalık' ifadesinde olduğu gibi 'dalından yeni kopmuşçasına bir tazelik' ya da 'körpe kuzu' ifadesindeki haliyle 'erken gençlik dönemini yaşayan bir canlı' olduğundan, diğer bir deyimle bünyesinde cıvıl cıvıl bir yaşam ve tazelik barındırdığından, cansız varlıklar için kullanılması doğru değildir.

    öykülerde, okuyuculara yapılan dönem ve yer hatırlatmalarında, tarih değişmiyor buna karşın olay ya da kahramanlar değişiyor ise aynı tarihi iki kere yazmak gibi bir alışkanlık veya teamül yoktur.

    'kenya 1862'

    " etrafta kulaksız insanların sayısının arttığı yıllardı..."

    'kenya 1862'

    " yirmi yaşında bir genç yetişkin olmuştu frederick..."

    doğru da değildir esasen çünkü yeni bir tarih veya yer verilmemiş ise okuyucu aynı yerde ve tarihte farklı bir olaya geçildiğini yeni bir paragrafla rahatlıkla anlayacaktır. yazar, kimi karmaşık durumlarda bu ayrımı özellikle vurgulamak da isteyebilir ki o durumda; ya üç yıldızla veya 'aynı yer aynı zaman...' türünden bir ifade içeren başlı-başına bir paragrafla yapılır.

    f628 iyi niyetli bir yazar kuşkusuz. kendince güzel ve doğru olandan yana bir tavır sergileme çabasında. ancak, bazı mesajları vermeye çalışmadan önce mevcut donanımının bunun için yeterli olup-olmadığını tahkik etmesi ve kaş yapayım derken göz çıkarabilecek davranışlardan kaçınması gerekiyor.
    3 ...
  10. 56.
  11. pudra keçi sakal ve striptizci | experimental

    uzaktan davulun sesi kulaklara hep hoş gelir. oysa, uzun süre yurtdışında çalışmaya, dolayısı ile yaşamaya mecbur kalmış ya da tercihlerini o yönde kullanmış olan insanların, özellikle de yanlız erkeklerin ruhsal durumlarını ve yaşadıkları gel-git hallerini anlayabilmek çok da kolay bir iş değildir.

    uzun bir ayrılıktan sonra ülkeye dönüşünüzde ya da geçici gelişlerinizde, sokaktaki simitçiye sarılıp öpesinizin geldiği olur. inanmıyor olsanız dahi, saba makamında okunan o sabah ezanının gönül telini titreten sesini bile arar, duymaktan büyük bir keyif alırsınız. buna sebep, bulunduğunuz o ülkedeki insan yokluğu değildir, teknoloji ise hiç değil, insanların sevecen olmayışlarıyla da alakalı değildir bu durum; tamamen kültürle ilgilidir.

    konuşulan dili ile, yemeği ile, müziği ile, değer yargıları ve yaşam anlayışı ile yetiştiğiniz, içinde yoğrulup şekillendiğiniz kültürün, o kültürle uyuşmuyor olmasıdır sebep. ahlaki anlayış farklılıklarıdır. cebinizde tomarla paranız, master-gold-platinium dizi-dizi kredi kartlarınız olabilir, tuzunuz kuru-yüreğiniz ferah olabilir lakin bu, sizin bir yabancı olduğunuz gerçeğini asla değiştirmez.

    kaldı ki,

    çocukluktan beri, gücü-kuvvetiyle yedi düvele nam salmış türk erkeği imajının etkisi altında büyüyüp serpilmiş, baltacı-katerina hikayeleri eşliğinde cinsel manada kahramanlığın tavanını zorlamış türk erkeği, aslına bakarsanız; bu durumun da bir nevi düşünsel mastürbasyondan öte olmadığını yurt dışına çıktığı vakit acı bir tecrübe eşliğinde anlayıp-öğrenecektir.

    neredeyse kükreyen bu ruh haliyle kendini dünyanın muhtelif kadın sofralarına servis eden türk erkeği, yabancı kadınlar tarafından; normal ve sıradan bir erkek gibi değerlendirildiğini görerek ilk ve büyük şokunu yaşayacaktır. bu şokun etkileri ve bünyedeki yansımaları kolay sönümlenmez elbet! geçtiğinde de ikinci ve yorucu aşamaya yani, 'kendini yeniden kabul ettirme süreci'ne girilir. ancak, şunu belirtmekte büyük yarar var ki bir çoğu, buna yeltenmeden ya oyundan çekilir ya da tomarla parası ve dizi dizi kredi kartları ile durumu kendince idare etmeye, bünyesini profesyonel ellere terk ederek olabildiğince haz almaya çalışır.

    işte! bu öyküde bahsi geçen erkek kahraman; muhtemeldir ki, cebinde parası ya da çeşitli kredi kartları bulunan, bu havlu atmışlar gurubunun bir üyesidir.

    öykümüzde, işinin ehli bir cinsilatife ile girilen cinsel ilişkinin/ilişkilerin, ön sevişme ya da argo tabiri ile peşrev geçme safhasına varıncaya kadar detaylandırılarak ve büyük bir açık yüreklilikle anlatılan olayların, realiteye ters düşen bir tarafı yoktur. bu olay, üç aşağı-beş yukarı her türk erkeği için de benzer şekillerde gerçekleşir. ancak, bu öyküdeki dikkat çekici husus, yazarın, öykü kahramanına toz kondurmak istemez tavrıdır ki cinsilatifenin; onu para karşılığı değil de değerli bulduğu için birlikte olmak istediği, okuyucuya özellikle hissettirilmeye çalışılmıştır. bu durum makul karşılanmalıdır. sükut-u hayale uğramış, ülkesinde o yaşına kadar aldığı ezberi bozulmuş ve dibe vurmuş bir erkeğin, derlenip-toparlanmak için kendini motive etme çabası olarak görülmelidir.

    yazar, tüm boyutları ile ele alındığı ve anlatıldığında okuyucuya trajikomik bir durum sergileyecek olan kahramanının ahvalini, işin ortasından giriş yaparak dramatik bir biçimde yansıtmış ve başarılı da olmuştur.

    öykünün, anlatım dili, mekan ve durum tasvirleri, yazarın, özellikle son bölümdeki cüretkar ifadelerle dile getirdiği yatak sahneleri ile vasatın oldukça üzerinde bir başarı çizgisi yakaladığı rahatlıkla söylenebilir.
    4 ...
  12. 57.
  13. sözde saftirik | esesdopiyespiyes

    yazar, büyük bölümü diyaloglar içeren bu öyküyü kaleme alırken, kahramanlarının tiplediği esnafların, günlük hayatta kullandıkları dili kullanmayı tercih etmiş. bunun, okuyucu açısından önemli bir avantajı var kuşkusuz. çoğu okuyucu, her zaman günlük yaşamdan kesitler beklentisi içindedir ve kendini oralarda bir yere oturtmaktan büyük keyif alır. kah hasan'ın yeri olur bu, kah bekir'in veya hasan'ın oğlu olmayı yeğler. bu durum öykü kahramanlarını içimizden biri olmaya götürür ki bu noktadan sonra satırlar akar gider.

    kurgusu itibarı basit gibi gözükmekle birlikte bu tespitin yapılmasında, yazar tarafından sağlanan okuma kolaylığının da büyük etkisi vardır. dili ve anlatım tekniği olarak ben başarılı buldum. karşılıklı diyalogları bazı bölümlerde tırnak içerisinde bazı bölümlerde paragrafta vermeyip tek bir sistemde gitse sanki daha iyi olurmuş.

    insanlar, kendilerini modern zamana ve onun gereklerine ne denli yakın görseler de yetiştikleri toplum ve o topluma ait kültürün oluşturduğu ahlaki değerlerin etkisinden tam anlamı ile kurtulabilmiş değillerdir.

    bu gerçeği tam olarak görmek, yaşanılan ülke dışına çıkılıp bizzat farklı bir kültürle yetişmiş toplumların içerisinde yaşam sürdürmekle mümkün olabilir. unutulmamalıdır ki hurafeler, gerçeklerden tez yayılır. zira onlar, olanlar değil olması beklenen ya da istenenlere yönelik uydurmacalardır ki bu özelliklerinden dolayı insanlar tarafından kolayca kanılır ve kabul görürler.

    dağılan sovyet bloğu ve bu gerçekleşme sonucu ortaya çıkan onlarca devlet içerisinde sovyetler birliği kültürünün şu an yaşayan ve uzun bir zaman süresince de yaşayacak olan etkileri hüküm sürmektedir. bu kültür ile bizim kültürümüz arasındaki temel farklılıklardan biri, kadın ve erkek arası cinselliğin; bizde bir tabu olarak görülmekteyten onlarda yaşamsal bir gereksinim olarak değerlendirilmesidir.

    bu ülkelere kısa süreliğine gidiş-gelişler yapan ve ne için gidip-geldiği de az çok belli olan kitlenin, pireyi-deve yapan kimi gözlem ve çıkarımları sonucu oluşan hurafeler, ülkemiz içerisinde dilden dile dolaşırken, destanları aratmayacak bir boyuta ulaşırlar ki topyekun toplumu etkilemeye ve o ülke insanlarına karşı bir karşı duruş ya da daha doğrucası; karşı duruyormuş izlenimi verirken durumdan nemalanma gayretine sevk eder.

    tam da öykü kahramanlarımızdan ağzı sulu bekir'in dediği gibi;

    "...-yok valla hasan abi, böylelerini görmüşken nasiplenmeden dönmeyeyim köye..."

    o bölgelerde, mesleki yaşamının uzunca bir bölümünü geçirmiş olan ben, derim ki; bahse konu coğrafya üzerinde beş-on gün değil en azından üç-beş ay yaşamış olanların gözlemlerine itibar ediniz. zira, beş-on günlüğüne orayı ziyaret edenlerin görüp-görecekleri; cinselliklerini meslek olarak kullanan ve bu işten ciddi paralar kazanan profesyonellerin şehvetli kucaklarından başka bir yer değildir.

    bakınız! aralarında neler konuşuyorlar öykü kahramanlarımız;

    "...-abi şimdi bu kadınlar nataşa değil mi?

    - hayda! oğlum sana ne anlatıyorum ben. kafan karılarda değil mi?" bastı kahkahayı: "her sakallıyı deden mi sanıyorsun sen? her rus orospu mu olacak oğlum, tövbe tövbe"..."

    hasan doğru söylüyor. evli veya sevgilisi olan bir kadının, başka bir erkeğe yan gözle baktığını göremezsiniz. anaerkil bir aile düzeni vardır sovyet kültüründe. neden böyledir? çünkü ikinci dünya savaşı, ülkede erkek neslini neredeyse yok etmiştir. kadın/erkek nüfus oranı, aradan geçen bunca yıla rağmen eşitlenememiştir. erkek değerlidir ancak, bizdeki gibi pipisi olduğu için değil, pipi sayısı az olduğu için. sovyet kadını, ailesi için tahayyül edilemeyecek düzeyde fedakarane çalışır, didinir. erkeklerin çoğu hamilelik döneminde terk edip gittiğinden çocuklarına hem analık hem de babalık eder. marketten bir torba yiyecek getiren adamın kulu-kölesi olur. zira, sovyet erkeğinden görmemiştir böyle bir destek. o nedenledir ki o coğrafyada yaşayan türk erkekleri birlikte yaşadıkları sovyet kadınlarına tutulurlar. güzellikleri bir yere kadardır, önce insandırlar. kadir-kıymet bilirler ve çok iyi eş olurlar; bilen-bilir.

    şöyle diyor hasan;

    "...nataşa da var aralarında tabi, ama bunların nataşaları bizim nataşalar gibi değil, okumuş nataşa. geçen bizim kamil bunlardan biriyle sohbet etmiş, kadın memleketinde diş doktoruymuş ama burada daha iyi para kazanıyormuş..."

    okumuşturlar, kültürlüdürler. bir kamyon şoförünün öğle tatilinde balzac okuduğunu görmüşlüğüm vardır. bizde hayali dahi inandırıcı gelmeyecek durumdur.

    bu öyküyü, uzun zamandır hakkında bildiklerimi yazabilme imkanı verdiği için sevdim öncelikle ve alıntıladığım bölümler çok vurucu gerçekleri ifade ediyordu. bu manada güzel bir çalışma.

    edit: yazım hatası düzeltilmiştir.
    2 ...
  14. 58.
  15. yaşamın kokusu | biradetbeyfendi

    kimi yazarlar, okuyucuları ile uğraşmaktan, onları dürtmekten, çekiştirmekten, bilerek kurguladıkları girift cümlelerin anlamını çözmeye çalışırken takındıkları aptalca yüz ifadelerini düşlemekten, kısacası öyküleri süresince onlarla didişip-durmaktan büyük keyif alırlar.

    öykülerinin geneline baktığınızda ortalık yerde kayda değer bir şey göremezsiniz. zira, görülmesi gereken şeyler hep detaylara gizlenmiştir. sindirerek okuyup detaycı bir gözle değerlendirme yapmaz iseniz öyküden de gereken tadı alamaz, ya sıkılıp bırakır ya da şöylece bir okuyup geçersiniz.

    işte size çarpıcı bir örnek; hızlıca okumayı deneyin lütfen!

    "...aylarca boş vermişliğin dehlizinde yaşadıktan sonra, kulağımda hani o işte bu şarkı beni deli ediyor diye sana her dinleyişimde söylediğim şarkıyla köklemiştim gazı bileğim kırılana kadar..."

    şu an bir kamera olsaydı da kendinizi görüntüleseydiniz. kendi halinize bakıp gülümserdiniz. yazar, okuyucunun işini kolaylaştırmak istese kullanacağı birkaç virgül ile bu işi halledebilirdi ama hayır! çünkü niyet başka. o okuyucunun alacağı yüz ifadesini çoktan resmedip hafızasına kaydetmiş. şimdi sadece, kulağındaki çınlama seslerini dinleyip hınzırca gülümsemekle meşgul. yazım hatası mı dediniz hayır! defalarca okunmuştur tarafımdan. evet! karmaşık fakat yanlış yok!

    şu güzel tespitlerin altına hangi tecrübeli erkek imza atmaz ki;

    "...bir insanın hayatında yapabileceği en güzel eylem, kadınına havlusunu giydirmesidir. bir kadının en güzel hali, banyodan çıktığındaki halidir..."

    belki şöylesi küçük bir ilaveyle dört-dörtlük olabilirdi; "buharın verdiği sıcaklıkla teninde gözelenen taze ter kokusu ile"

    sizlere, bir öyküde eşine az rastlayabileceğiniz türden bir detaycılık örneği daha. bir mekan tasviri bu kez;

    "...öncelikle yatağımın yerini değiştirmek istiyorum. uzunlamasına bu odada; içeri girince tam karşıda ve ve odanın sağında pencere var. yatak solunda kalıyor. gardırop sol köşede. masa sağdaki pencerenin önünde. kitaplık da karşıdaki pencerenin sol tarafından başlayıp köşedeki gardıroba kadar olan boşlukta. öyle çok eşya yok. posterler, postijler, notlar, sağa sola asılmış kitap defterler, model arabalarım, etkinlik afişleri, çantalar, üç ayaklı askılık köşesinde her zamanki gibi. fotoğraflarımız var bir sütunda. çapraz, düz hatta ters olarak yapıştırılmış birbirinden şebek hallerimizin fotoğrafları. görenin gülmeden edemediği fotoğraflarımız..."

    isterseniz şimdi elinize bir kağıt-kalem alın ve yukarıda anlatılanları resmedin. yazarın, öyküsünde şekillendirdiği oda her detayı ile karşınızda şimdi. onun istediği de budur zaten.

    biradetbeyfendi tarzındaki yazarların okuyucu kitleleri maalesef çok dar. hele ki okuma alışkanlığının yeni yeni yerleşmekte olduğu ülkemizde. ancak, tanıdığım bu tür yazarlar çok da önemsemiyorlar bu durumu. "ben, bence olması gerekeni yapıyorum. beni anlayan veya anlamaya çalışacak olanlar okusun" söylemi onlar için nerede ise ortak bir kanaat.

    bu yazarın öykülerinde, sanat ve zekanın bir potada eritilip harç edildiği çok açık. gözle görünür bir zaman takıntısı var bu da çok açık. zannediyorum, bunu kamufle etmek için öykülerini imleme şekli olarak gösterme gayreti var fakat pek de örtülesi cinsten değil sanki. yoğun tahliller de içerse muadillerine kıyasla insanı daha fazla yoruyor lakin, vermek istediklerini aldığınızda tatlı yorgunluklara dönüşüyor o anlar.

    eleştirimin fazlaca uzadığının farkındayım ama şu güzel çaresizlik betimlemesini de almazsam haksızlık etmiş olacağım;

    "...insanlarla dertleşiyorum, insanlarla konuşuyorum. bazen ağlıyorum. bazen sırf güldürmek için hastaları gidiyorum. yüzlerce bazen yazdım, okudum. 'bazen' isimli bir şiir türetip, yazdığım kağıdın üstünde şehirleri, ülkeleri dolaştım. bazen..."

    edit: yazım hatası düzeltilmiştir.
    3 ...
  16. 59.
  17. deri döngüsü | alpi

    bu öyküyü, türü itibarı ile belli bir kapsama sokmak pek kolay değil açıkcası. zira, en yakın tür olarak görülebilecek polisiye bir öykü olabilmesi için gereken boyutlu bir polisiye faaliyet, öykü içerisinde yaşanmamış, yaşatılmamış. misalen, kahramanımıza şantaj yapan polisin anlatımıyla öğrenme fırsatı bulduğumuz parmak izi çalışmaları ve şantajcı polisin ölen yaşlı adama ait cüzdanı alıkoyma mücadelesi anlatılarak daha heyecanlı bir hale dönüşmesi sağlanabilirmiş.

    "...adam derin bir nefes alıp, bilgiç bir edayla konuştu: "bendeki parmak izinle emniyetin elindekini karşılaştırma fırsatım oldu diyelim! ama, sana güzel bir haberim var.

    elini arka cebine götürüp bir şey çıkardı. bu, ona ulaşmalarına engel olacak tek nesneydi: camdan giren güneş ışığıyla parlayan, sarı deriden bir cüzdan!.."

    yukarıdaki metinde yazım kuralları anlamında değinilmesi gereken detay bir hata da var. 'ama','fakat','çünkü','ve','ki','veya','ya da' gibi bağlaçlardan sonra ','(virgül) konulmaz. bu kural, 'ancak','zira','lakin','binanaleyh' gibi cümlelerde bağlayıcı görev üstlenen sözcükler ile 'bu bağlamda','buna mukabil'gibi aynı görevi üstlenen klişe kurgular için geçerli değildir.

    içerisindeki ufak tesadüfler ile okuyucusunun dikkatini çekme ve onu kendisine bağlama başarısı göstermiş ancak, benzerlerine göre gereken heyecanı, okuyucusuna beklenen ölçüde yansıtamamış gibi. son bölümdeki, şantajcı polisin kadına sarılması, onu kendisine çekip öpmesi, kahramanımızın onu maket bıçağı ile ağır yaralaması, bilemiyoruz! belki de öldürmesi sahnelerinde de aynı soğukkanlı anlatım ve heyecan eksikliğini görmekteyiz.

    macera olsun polisiye olsun, bu tip öyküler; okuyucusunu şartlandırma eğilimindedirler ve istemeyerek de olsa sebep olunan bir ölüm, işlenen bir cinayet, okuyucuda ciddi miktarda heyecan beklentisi yaratır. bu beklentiye yanıt tam anlamıyla verilmezse, o okuyucu hayal kırıklığına uğrar ve bu durum öyküden soğumasına neden olur.

    aşağıdaki bölümde anlatım biçimi olarak sıkıntılı bir hal var;

    "...kolundaki saate baktığında henüz yedi olmadığını görünce hayıflandı. zaman çabuk geçiyordu, şehrin boş halini çok seviyordu..."

    yazar, anlaşıldığı kadarıyla 'normalde, zamanın hızlı akıp-gittiğini fakat nedense bugün zor geçmekte olduğunu görüp hayıflandığını' ifade etmeye çalışmış. ancak, bu cümleyi okuduğunuzda bu anlamı çıkarabilmek oldukça zor. birinci ve ikinci cümle birbiriyle çelişir görünüyor.

    tüm bunları söyledikten sonra gelelim en başarılı olduğu kısma; özellikle inceledim ve gördüm ki yanlış ya da yazım kurallarına aykırı yazılmış sözcük hemen hiç yok. ifadeler, çok düzgün. bu, öyküyü okumada büyük kolaylık sağlıyor şüphesiz. gerek yapısal gerek tematik kurgulaması güzel ve olaylar arasındaki bağlantılar başarıyla sağlanmış. farklı zamanlarda ele alınmış olsalar bile olay geçişlerinde sırıtan bir hal yok!

    şu ifadelerin berraklığına bakar mısınız! kısacık bir paragrafta ne çok şeyin anlatıldığına. denile-bilir ki sırf şu paragrafı okusak hikayenin yarısını okumuş gibi olacağız;

    "...cüzdanı çekip alan, nispeten zayıf bir kadındı. kendi aracında fazla hasar yoktu ama çarptığı arabanın neredeyse tamamen içine göçmüş olması ilk bakışta korkunçtu! neticede, o aracın içinde o da olabilirdi! cüzdana, arabasına dönerken baktı; içi boştu. şaşırdı. paraları olmamasını anlardı da, öyle lüks bir araca binen birisinin kimlik veya ehliyetini taşımaması?.."

    ah!diyorum... ah!keşke biraz daha samimiyet ve heyecan olsaymış ne güzel olacakmış.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük