söykü dergisi sayı 5 oda

entry60 galeri4 video1
    60.
  1. -oda ve çocuk;

    toplumun kanayan yarası durumundaki dramatik konular, hafife almayı asla kaldırmaz. normal bir hikayenin de ötesinde, bu tip konuları ele alan öykülere daha bir özen göstermek ve okuyucunun, kurgusal çelişkilerle motivasyon kaybetmesine olabildiğince engel olmak gerekir.

    hikayelerin okuyucuya sunumundan önce dikkatli gözlerle okunması, eğer sürrealist değil realist bir nitelik taşıyor ise mantık hatalarının ve kendi iç çelişkilerinin tümüyle giderilmesi gerekir.

    bu açıdan bakıldığında;

    "...üstelik annesini, kardeşlerini ve çok yakın üç arkad(a)şını vurmuş..."

    ile

    "...çocuk cinnet geçirip hepsini doğruyor..."

    arasında öldürme şekli açısından ciddi bir çelişki var. bir diğer husus, çocuğun küçüklüğüne yönelik.

    yani,

    "...ilk bir saatten sonra aklına annesi geldi, sonra kardeşleri, sonra ilkokulu,ortayı ve liseyi beraber okuduğu arkadaşları mesut, ali ve hasan geldi..."

    anlatılan doğru ise kahramanımız, en az 17-18 yaşlarında bir genç olmalı ve hiç de çocuk sayılmaz. ancak, öykünün anlatımına bakıldığında o'nun en fazla 13-14 yaşlarında bir çocuk olduğu hissine kapılıyor insan. hakkında bildiklerimiz ise şunlar;

    "...bir ilkokul çocuğu gibi duruyordu. yüzü hastalıklıydı, saçları 3 numaraydı..."

    sonra şu cümledeki, göze batan ciddi anlatım hataları;

    "...cebinden hücrenin anahtarlarını çıkardı, kapıya soktu ve hücreyi açtı..."

    anahtar kapıya değil kilide sokulur ve hücre değil kapı açılır. bunlar ufak detaylar gibi görünür ama okuyucuyu ciddi bir biçimde irite ederler.
    4 ...
  2. 59.
  3. -geçmişten gelen;

    neredeyse roman boyutlarında bir hikayenin, bir solukta okunabilecek kadar yüksek dozda heyecan enjekte edilerek sunulması ve en önemlisi, okuyucunun konsantrasyonu hiç düşürülmeksizin öyküye bağlanabilmesi oldukça güç bir iştir.

    - yazar, bu hikayede bunu başarmıştır.

    yani düşünün! bir bardak su içmeye ya da tuvalete gidip çişini yapmaya dahi ara verdirmeden okuyucuyu öyküsüne bağlayabilmek, bir yazar için ne büyük bir zevktir.

    bunu başarırken, onbeş bölümden oluşan bu uzun hikayenin hiçbir bölümünde yazım kurallarından ödün vermeden, ipin ucunu boşlamadan, başlangıçtaki ciddiyet ve titizlikle bir öyküyü bitirmek, yapılan işe verilen önemin bir ifadesi olduğu gibi yazarın, okuyucusuna olan saygısının da bir delilidir.

    - bir okuyucu için ne büyük bir mutluluktur bu! ne kadar yaşanılası bir andır.

    arapça ve kürtçe söylemlerin karşılıkları araştırılmış ve bulunmuştur. olayların geçtiği yerlerin gerçeğine bire-bir eşleşmesi için 'google map' taranmış, yerleşim bölgeleri tespit edilmiş, türkiye sınırına uzaklıkları ölçülmüştür. haritayı önünüze açtığınızda, tutsaklığın yaşandığı, kaçışın gerçekleştiği güzergahları elinizle koymuş gibi bulabileceğiniz bir hale getirilmiştir.

    sonuç olarak,

    mevcut bilgi dağarcığından esinlemeyle gelmiş bir öykü değildir bu. araştırma, kurgulama, yorumlama ve sunum şeklinde geliştirilen, sistematik ve emek yoğun bir çalışmanın ürünüdür.

    - yazar, açık ve net bir ifadeyle; " ben, okuyucumu önemsiyorum! " demiştir.

    bunu hissettiği an okuyucunun gardı düşer, yelkenleri suya iner, ciğerinin yağları erir. bu andan sonra kendisini, hikayenin seyrine öylesine kaptırır ki sonu gelene kadar eleştirel değil hayran gözlerle bakar öyküye.

    - bir yazar için ne büyük bir mutluluktur bu! ne kadar yaşanılası bir andır.

    siyahgiyenadam'ı içtenlikle kutlayarak bitirmek istiyorum sözlerimi. birçok yönden, çok başarılı bir çalışma olmuş geçmişten gelen.
    5 ...
  4. 58.
  5. -kısa metrajlı ölüm;

    okuyucuyu, hikayenin sonuna kadar sürdürülen;

    - gerçek mi?
    - yapay bir kurgu mu?
    - yoksa, bir düş mü?

    üçleminde bırakarak kendisine bağlayan ve sonunda dahi durumun tam olarak netleşmediği, istenilen sonun, okuyucunun hayal gücüne ve tercihine bırakıldığı, sağlam yapılı, detaylarına büyük özen gösterilmiş hatta, şansın biraz fazla zorlanarak kimi zaman okuyucunun bunaltıldığı, teknik puanı oldukça yüksek fakat artistik puanlarda vasatı çok aşmayan bir öykü olmuş.

    - 'artistik puan da ne ola ki' demeyin, çok önemlidir.

    iki küçük kız çocuğu getirin, gözlerinizin önüne. ilki, eski türk filmlerinden çıkıp-gelmiş izlenimi veren; yaşının gerektirdiği düzeyin en az beş katı bilgi donanımına sahip, beyaz yakalı gömleği, mavi kurdelesi, pileli gri eteği ile felsefi söylemlerde bulunan cinsten olsun. ikincisi ise cıvıl-cıvıl, gözlerinin içi gülen, girişken, oyun düşkünü, çocuk gibi kızan, çocuk gibi sevinen, çocuk gibi konuşup onun gibi zor dinleyen cinsten.

    - bir büyük olarak hangisi çekici gelir sizlere?

    öykülerde böyledir bence. yelpazenin bu iki ucu arasına serpiştirilmiştir tüm öyküler. kimisine daha ilk cümlelerde, başlar-başlamaz ısını-verirsiniz. sevgi, hoşgörüyü doğurur ve ufak-tefek yazılım hatalarını, ifade bozukluklarını görmezlikten gelmeye başlarsınız. sevmişsinizdir bir kez, toz kondurmak istemezsiniz artık ona.

    bizler de öyle değil miyiz aslında? yaptığımız iş ne denli bilimsel ve teknik olursa olsun toplumdaki konumumuzu belirleyen beşeri ilişkilerimiz değil midir?

    saygı duyulan bir insan olmak ya da sevilen bir insan olmak. ikisi birden en ideali elbet! ama illaki biri olacaksa ben 'sevilen insan' olmayı yeğlerim doğrusu.

    öykülerin iskeleti elbet sağlam olmalı. ifadeler düzgün, tasvirler; mekanı, kişiyi, olayları betimler nitelikte olmalı. diyaloglar seçilebilir ve anlaşılır olmalı. hepsine eyvallah! lakin, okuyucuyu peluş bir battaniye gibi sıcacık da sarsa daha iyi olmaz mı?

    - sadece teknik puan alma çabasında olup bu önemli detayı atlamamak gerek.

    okşanası gelmiş bir kedi gibi sürünün okuyucunun bacaklarına, kucusuna yayılıp kuyruğunuzla tahrik edin onu, için için ve uzun uzun mırıldayın, kıçınızı değil gıdınızı kaldırın ki okşayabilsin.

    - sevsin sizi! çünkü bir yazarı sevmekle başlar her şey*.
    7 ...
  6. 57.
  7. Sadece okuduklarım üzerine yorum yapacağım. Her ne kadar edebiyat eleştirmeni olmasam da, kendi göz zevkime beğenime göre yorumladığımı belirtmek isterim. Her yazarın ellerine sağlık. Emek var her bir cümlede. Nice söykü' lere...

    (bkz: Hastane kalabalığı;)

    Çok güzel bir hikaye olmuş, okuyucu kendini kolayca suzan' ın yerine koyabiliyor, kişi tahlilleri, hastanenin önündeki kalabalığı hemen gözler önüne seriyor. Dikkatli imlası ve de bir kalemde okunabilirliği ile takdir edilesi. Tek sorun, son bölümde ciddi anlamda acele edilmiş. Onca anlatılan giriş ve gelişmeden sonra, sonucun bu kadar hızlı olması, hayal kırıklığı yaratıyor okuyucuda.Çok beğendim. * Emeğine sağlık.

    - (bkz: Kırık toprak kokusu;)

    Basit anlaşılabilir, herkesin kolayca sindirebileceği bir hikaye. Özellikle diyalogları beğendim. Çok doğal geldi.Kalemine sağlık.

    (bkz: Katlime bir bahaneydi sevgin;)

    Üslup, bağlantılar, kurgu harika. Erkeklerin içindeki kıskanç katili çok güzel açıklamış yazar. Kendimden çok şey buldum, belki de bundan etkilendim ama, 10 numara. Çok sağlam kanıtlarım var benim; Bu hikayeyi yaşadım belki de ondandır.Ellerine sağlık.
    Çok beğendim.

    (bkz: Gözleri karanlık adam;)
    Kurgu, benzetmeler, süslü bir dil, mükemmel imla. Söylenecek söz yok.Çok beğendim. Kalemin kırılmasın.

    (bkz: Bu aşkın hırsızı sensin)
    Kesinlikle kopukluklar var, çok keskin ayrılan bölümlerle, okuyucuyu kendine çekmeye en yapısı var, imla hataları yok ancak ilk bölümdeki odanın tarihi ile bölüm zorlanmama sebep oldu. Düşünce farklı kesinlikle ama gidişatı sıkıcı buldum.Emeğine sağlık.

    (bkz: Kalbimin odalarında yalnızlıkla tango yapmak;)

    Hikaye farklı, kurgu güzel ancak uzun cümleler, ve de kahramanların birinde yazarın nickini kullanması beni itti. Okurken ister istemez, normal entry okuyormuşum gibi hissettim. imla hataları az da olsa, okunabilirliği uzun cümlelerde boğulmuş, yorucu.Kalemine sağlık.

    (bkz: Oda ve çocuk;)
    Güzel bir hikaye, sürükleyici, etkili cümleleri Var ancak sanki diziden etkilenmiş gibi bir hali var, hikaye içinde tutarsızlık dikkati çekiyor, mesela çocuk diyerek başladığında ve yansıttığı çocuk yaşı okuyucuda küçük izlenimi bırakıyor, ancak anılar bölümünde liseyi okuduğu arkadaşlarını hatırlaması tuhaf ve gözden kaçmıyor.Ellerine sağlık.

    (bkz: Düş odada bir salon)
    Hikaye hoş, maksat öykü yazmak gibi bir gayesi var sanırım, zoraki cümleler, yakınlık ve de samimiyetten uzak. Soğuk nedense ve de çoook uzun cümleler okuyucuyu yoruyor. Daha kısa, net ve de ilgi çekici cümleler kurabilirdi.Emeğine sağlık.

    (bkz: Sarhoşlar yalnızlar ve duvarlar;)

    Çok uzun bir hikaye öncelikle, kopukluklar gözüme battı, ve nedense o kadar çok bakınız vermiş ki, bakmaktan yorgun düştüm. Okunası gelmedi ilk satırda, daha sonra açıldı ancak, nedense geç kalınmış bir açılmaydı.
    Emeğine sağlık.

    (bkz: Gayyadan gelen)

    Amaç öykü yazmak değil, içini dökmekmiş zaten okuyunca da, hikayeyi 2002 de yazdığı belli oluyor. Kısacası bir askerin anıları gibi geldi nedense bana. * okunulası bulmadım Az diyalog, çok cümle, sıktı tam anlamıyla.Ellerine sağlık.

    (bkz: Okyanus mavi;)
    imla hatası yok, çok beğendim, cemal süreyya dan biraz torpilli olsa da, hoş bir hikaye. ilk girişte o kadar açıklama yapması beni huzursuz etti. Ama okumamı engelleyemedi. * Kalemine sağlık.

    Nice güzel öyküler yazmanız dileğiyle...
    6 ...
  8. 56.
  9. -gayya dan gelen;

    korkmuş bir insanın yutkunuşunu, okuyucuya anlatırken ne kadar gerçekçi olabilirsiniz;

    "...ağzında yuvarladığı tükrüğünü, kupkuru boğazından aşağı salıp yutkunurken, duyulur bir sesle yukarı aşağı gidip geldi adem elması..."

    ve korku dolu bir kaçışın öyküsünü yazarken okuyucuyu ne denli etkileyebilirsiniz;

    "...karanlıkta tir tir titreyen mansur, ne ağlayabiliyor, ne haykırabiliyor, ne de takır takır birbirine vuran dişlerini durdurabiliyordu. hiçbir şey göremediği, gömülüp kaldığı karanlığın ortasında, yapayalnız ve çaresizdi. sağ elini göğsünden ayırmaksızın, sol elini karanlığa uzatıp önünü yoklamak isterken, kıllı, sıcak bir şeye dokunduğunu fark etmeye kalmadan, yüzünde hırıltılı bir nefes duydu. o dakikada hiç düşünmeden arkasını dönüp, titreyen bacaklarına aniden yüklenen bir heyecanla koşmaya başladı mansur.

    nereye gittiğini bilmeden, bastığı yerleri hiç görmeden, tamamen hislerine ve ezberine güvenerek, o ana kadarki ömrünü geçirdiği yolların zifiri karanlığında, ensesinde sıcak bir nefes, ve kulaklarının içinde giderek artan, hırıltıya benzer yankı yankı bir uğultuyla, akıp gidiyordu..."

    amatörlüğü aşıp profesyonelliğe adım atıldığını kanıtlayan çok başarılı tasvirler. hatta, denilebilir ki kusursuza yakın tasvirlerin şekillendirdiği bir kır efsanesi. insan beyninin, korkunun etkisiyle yarattığı ve derinleştirdiği hayal dünyasında hortlaklar ve umacıların insanlarla dansı.

    bir an için, karikatürist galip tekin'in resimli hikayelerine yazılmış bir senaryo izlenimi veren gayya dan gelen aynı zamanda, bir hikayede, kişi, mekan ve olay tasvirlerinin nasıl olması gerektiği konusunda da önemli ipuçları veriyor.

    bir önemli detay da kentli dilinde sıkça kullanılmayan ancak, anadolu insanı'nın günlük konuşma dilinde sürekli kullandığı sözcük ve deyimlere yer vererek, kullanımlarını teşvik etmesi ki;

    - belertmek, sezmek, köhnemek, hallenmek, uçkura düşmek, kolaçan etmek vs.

    bunlara güzel örnekler.
    6 ...
  10. 55.
  11. -hastane kalabalığı;

    kimi zaman, bildiğimiz şeylerin bizlere anlatılması, bilmediklerimizden daha büyük zevk verir. kendimizi, yakın hissettiğimiz kahramanın yerine koyar ve bir anda, okuduğumuz hikayenin kahramanı olu-veririz.

    trt'de bir zamanlar yayınlanan yedi numara adında bir dizi vardı. bilmem hatırlar mısınız? hani üniversitede okuyan kızlı-erkekli bir gurup gencin evlerinde kaldıkları, çocuğu olmayan bir karı-koca ile olan serüvenlerini anlatan tv dizisi. yanlış hatırlamıyorsam, trt'nin ana haber bülteni'nden sonra reyting alan tek programıydı.

    yıllarca süren; kimilerimizin sinirlendiği ve 'insanımızın komedi anlayışı' olarak yerdiği çiçek taksi, akasya durağı gibi dizilerdeki, kemal sunal filmleri'nin halen büyük seyirci kitlesine sahip olmasındaki temel neden de bu değil mi zaten? adeta onları, yaşadığımız mahallenin hatta evimizin birer ferdi olarak kabul etmemiz değil mi?

    hastane kalabalığı, çok başarılı bir durum hikayesi olmuş. tam anlamıyla aziz nesin hikayeleri tadında.

    yer seçimi; tam isabet. bu ülkede, eylemlerden karakter tahlili için bir hastane polikliniğinin önünden daha güzel bir mekan seçilemezdi doğrusu.

    hiçbir sanatsal katkıya gerek yok! insanları olduğu gibi anlatsan da bir mizah eseri kendiliğinden çıkıyor ortaya. yer yer çekici, komik ve kimi zaman da hafiften kara mizaha kaçar cinsten. yazar da sade bir dil kullanımı ile bunu tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş zaten.

    hikayenin, hastaneye her ne sebeple gelmiş olursa-olsun, sonuçta hasta olan bir türk erkeğinin, güzel bir kadın bacağını, hatta çirkin bile olabilir, asla görmezlikten gelemeyeceğini vurgulaması örneğin. göz-göze gelmekten utanmasına rağmen eskilerin deyimi ile gayri ihtiyari bundan vazgeçmemesi. dahası, nasıl olsa gidiyor, son bir kez alıcı gözle bakayım diye düşünmesi,

    - ne kadar bildik ve ne kadar bizden.

    hiç abartısız;

    "(...)
    - seninde mi şiş? ay valla benim de.. 2 ay oldu inmedi meret.
    - eniştemde vardı benim böyle bir şiş. sonradan tümör çıkmasın mı?
    - ay allah korusun oğlum ne diyon sen öyle?
    - kişniş otu iyi gelir diyorlar ya deneyen var mı acep yavrum?
    - seni kandırmışlar teyze ineklere veriyoz onu biz, mideleri bozulduğunda.
    - kişniş bağırsakları kurutur yeğenim vermeyin yazıktır hayvanlara.
    - hayvan be ya noolcak?.."

    olduğu gibi;

    "(...)
    - bayanmış doktor hadi gene şanslıyız..
    - genç doktorlar da iyi olmaz ya hadi bakalım..
    - hıyar bile 3 ayda yetişmiyor be ya..
    - çok da genç değil canım tecrübesi var.. üçüncü gelişim benim..
    - verdiği ilaçlar çok iyi geliyormuş..
    - hem erkek doktorlar çok kötü davranıyor zaten.
    - geçen bi kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değilmi nolucak.
    - bayan iyidir bayan.
    - her bi tarafımıza bakar*..."

    ben çok tat aldım bu hikayeden. kurgu güzel, tema güzel, karakterler güzel. ee! anlatım da güzel olunca tadından yenmiyor haliyle.

    mamafih, bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. sözcükler yerel bir özellik taşımıyor ise diğer bir deyimle, söyleniş biçiminin öznelliği hikayeye artı bir takım şeyler katmayacaksa o vakit, yazımı kurallı yapmakta her zaman fayda vardır.

    şöyle bir örnek verelim;

    "...sooma gareee! öskürü-öskürü bitmedi. soonuda, hurama hööle bi ağrı girdi. kıpırdeyemeyyon. baktın ki olcek değil tokturu geedin ben hindi..."

    bir de yukarıdaki diyalog örneklerine bakalım;

    "...hayvan be ya noolcak?.."
    "...geçen bi kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değilmi nolucak..."

    hiç olmazsa iki n'olacak aynı olsaydı ya da şöyle olsaydı keşke;

    "...hayvan be ya! n'olacak..."
    "...geçenlerde, bir kovmadığı kaldı beni odadan. erkek değil mi? n'olacak..."
    6 ...
  12. 54.
  13. -yıldızlar da çığlık atar;

    diyorum ki şöyle olacağına;
    "…hayrettin abi içeri girdiğinde: "neredesiniz ulan emre" diye bağırdı. "havalandır ulan şurayı yavşak, göz gözü görmüyor" diye seslendi selami'ye. hayrettin abi 180 boylarında, cüsseli, kirli sakallı ve esmerdi. elinden tespihini düşürmez; onu gözü gibi kollardı. biri istediği zaman "delikanlı adam tespihini vermez ulan" der, "tespih adamın ikinci karısıdır" diye devam ederdi. hapse birkaç kez girip çıkmışlığı vardı ve mahallenin raconunu o belirlerdi. mahalle sakinleri kendisinden korkmaz ancak ona saygı duyardı…"

    Şöyle olsa;

    "… hayrettin abi bir hışımla içeri girdi;

    -emre! neredesiniz ulan! selami! havalandır ulan şurayı yavşak! göz-gözü görmüyor.

    Hayrettin abi; bir-seksen boylarında, cüsseli, kirli sakallı ve esmerdi. Elinden tespihini düşürmez; onu gözü gibi kollardı. Biri istediği zaman,

    -delikanlı adam tespihini vermez ulan! tespih adamın ikinci karısıdır.

    derdi. Hapse birkaç kez girip çıkmışlığı vardı ve mahallenin raconunu o keserdi. Mahalle sakinleri, kendisinden korkmaz ancak, o’na saygı duyarlardı…"

    ya da şöyle olacağına;

    "…hayrettin abi, emre ile doğan'ın yanlarına oturdu.
    "kap gel ulan bana bir demli çay" dedi çırak ahmet'e.
    ahmet: "hemen ağabey" dedi ve selami abisinin yanına koşar ayak gitti…"

    şöyle olsa;

    "…Hayrettin abi, emre ile doğan’ın yanlarına oturdu. Çırak ahmet’ e dönerek seslendi;

    -kap-gel ulan! bana bir demli çay.
    -hemen ağabey.

    dedi Ahmet ve Selami abisi’nin yanına koşar-adım gitti…"

    sanki, daha rahat okunuyor ve kimin ne dediği daha kolay anlaşılıyor gibi sizce de öyle değil mi?

    Hikayelerdeki küfürlü ve argo ifadeleri yemeğin salçasına benzetirim ben hep. Yani, yerinde ve karınca-kararınca kullanıldığı vakit okuyucuya büyük lezzet verir ancak, gereğinden fazla veya yerli-yersiz kullanıldığında ise ağzının tadını kaçırır. Bu nedenle, özellikle küfürlü ifadeler kullanırken on kere düşünüp bir kere kullanmakta büyük yarar vardır ki bu, aynı zamanda, okuyucu üzerindeki etkiyi de artırır.

    Bir örnekle açık edelim;

    "… bacak kadar boyuna bakmadan amcasına akıl veriyor teres! benim yerimde olsaymış, şöyle yaparmış da böyle edermiş, itin dölüne bak sen! …"

    En ağır küfürleri içeriyor olsa da hiç rahatsız edici gelmiyor değil mi? Bu iş gerçekten ustalık gerektirir ve yapılamıyor ise hiç denenmemesi daha yararlıdır. Zira, okuyucu gözünde bir çuval inciri berbat etmek an meselesidir.

    Mo ni fe' nin kendine özgü ve fütursuz bir yazım tekniği var. Bunun dezavantajları olsa da o’na büyük bir avantaj da sağlıyor; içten yazıyor, duyduğu-hissettiği, aklına geldiği gibi. Hiçbir iddiası yok! Harikalar yaratma derdinde değil. Yazarken, 'ben amatörüm!' diyor, 'adım hıdır, elimden gelen budur' diyor. Bu inanılmaz içtenliği nedeniyle, o'nun hikayelerini okumak bana büyük zevk veriyor.

    -Dilerim, kendisini geliştirdikçe, o'nu farklılaştıran bu içtenliğini kaybetmez.

    Okuyucuya karşı böbürlenmek, bunu hikaye ve romanlarda okuyucuya hissettirmek ve okuyucu gözünde gıpta edilecek bir yazar konumunu almak; uzun soluklu, meşakkatli bir süreçtir ve kolay gerçekleşmez. 'Henüz hamken, olgunu oynamak', eğreti bir davranıştır ve sırıtır. Biraz popüler olmuş kimi yazarlar, 'ne oldum delisi' hallerinde,

    -okuyucuyu; yazdıklarıyla beslenen varlıklar olarak görmeye başlarlar.

    Özellikle belli bir okuyucu kitlesine sahip yazarlarda, bu çarpık düşünce daha belirgin gözlenir. 'Ne yazsam okunuyor!' rahatlığına, dahası kibrine kapıldıkları anda da aynı kitleden dirsek görürler. Zira, yazar ile okuyucu arasında tek taraflı değil simbiyoz bir ilişki vardır. Kaldı ki bu ilişkide okuyucu, yazara göre çok daha rahat ve bağımsızdır.

    yıldızlar da çığlık atar Akıcı ve hoş bir hikaye olmuş. Yapısal düzenlemelerle daha akıcı hale de getirilebilir.

    Memur çocuğu olmanın, toplum içerisinde bu denli belirgin bir kategori olarak vurgulanması gereği neden duyuldu, anlamadım doğrusu. Verilmek istenen, 'memur çocuğu; doğrudur-dürüsttür' imajı mı yoksa, 'hanım evladı' oldukları mı? eğer doğruluk ve dürüstlük ise en yetenekli düzenbazların memurlar içerisinden çıktığı herkesin malumudur zira, bürokrasinin inceliklerini iyi bilirler. 'Karda yürür izlerini belli etmezler'. her iki durumda da memurlar üzerinden bir genelleme yapmanın doğru olduğu inancında değilim.
    4 ...
  14. 53.
  15. -sarhoşlar yalnızlar ve duvarlar;

    Yazar, kurguladığı hikayesi ile sizi bir yolculuğa çıkarır. bilmediğiniz, görmediğiniz, belki de hayal dahi etmediğiniz şeyleri görme, öğrenme ve yaşama imkanları sunar. Hep derler ya, 'öyküler çocukların hayal dünyasını geliştirir' diye, asıl büyüklerin, hem de çoğunun hiç olmayan hayal dünyasını yaratmakta ve geliştirmekte etkilidir.

    Yazarlar, hikayelerini çoğu kez, belli bir konuya odaklanarak ve o konu etrafında dalgalar halinde genişleterek sürdürürler. Belli bir süre sonra, genişleyen bu dalgalar, yazar tarafından çizilen sınırlara çarparak geri döner ve merkezde elde edilen bir sonuçla sönümlenirler. Kimi zaman da yazarlar, dalgalara engel koymamayı yeğlerler, işte! O vakit ne olacağına ya da neler olabileceğine karar vermek okuyucuya kalır.

    'mbaran' gerçekten enteresan bir yazar profili. ilk bakışta, aklına ne gelmişse yazmış izlenimi veriyor. Neden mi böyle düşünüyorum?

    -Göz alabildiğine derin tasvirler ve mantıksal savların da ötesinde felsefi yorumlar var;

    "… anlayacak zor bir şey yok, sabahtan beri kıskanç bir kadın gibi yağan yağmur, şimdi aldatıldığını düşünen bir kadın kadar öfkeli ve ya şehri boğacak ya da kendini…"

    Veya,

    "...dans eden kadın: "yaşamak, kosmosta dans etmektir..." diyerek dans etmeye başladı odanın içinde. adeta, samanyolu kadar ihtişamlıydı. o, kendi etrafında dönerken kollarından yıldızlar savruluyordu.

    tedirgin kız: "her şey korkunç bir kaos içinde dönüyor. ve evrenin tek düzeni bu savrulma." "

    -Siyaset var;

    "...başbakan sürekli televizyonda duble yollardan şundan bundan bahsediyor. kilometrelerce yol yaptılar ama şu istanbul'a adam gibi bir kanal yapmadılar..."

    -Din var;

    "...çok bilen adam: "birisi bir realite tasarlamış ve milyonlarca insan da bunu doğru kabul edip inanmış"..."

    Kısacası, bir hikaye içerisinde ne ararsanız var. 'şu konuya da yeri gelmişken bir değineyim.' hatta, 'şuracıkta bir yer hazırlayayım da şunu da sıkıştırayım' dercesine...

    Hikaye'nin ortamı bu çeşitliliği kaldırabilecek bir yapıda. Böylesi bir ortamda, her kafadan bir ses çıkması mümkün olabilir elbet. Konular-konuları açabilir ve hiç de umulmadık yerlere varılabilir. Ancak, burada önemli olan; yazarın konuyu nereye bağlamak istediğini okuyucuya ifade edebilmesidir. Bu sağlanamaz ise okuyucu, elinden tutulup gezdirilip-dolaştırılmış, çoğunluğu, günlük yaşamında zaten karşılaştığı sıradan tartışma konularına muhatap edilmiş, bir anlamda beyhude meşgul edilmiş olur. Bu durum, yazarın hoşuna gidebilir ama okuyucunun çok da zevk alabileceğini düşünmüyorum.

    Sonuç bölümüne geldiğimizde, bu yöndeki kuşkularımızın yersiz olduğunu görüyoruz.

    'Çok bilen adam' nezdinde, tüm karakterlerin tek tek ve ayrıntılı tahlilleri verilmiş. Bu kez de o kadar detay verilmiş ki, adeta okuyucuya yan etki yapan uyarıcı bir ilaç kapsülüne dönmüş bu bölüm.

    - Yani, bu denli detaylı bir anlatım; insanı irite etmiyor değil. bunun amaçlanmadığından kesinlikle eminim ama okuyucuya "- senin anlayacağın!" tavrı koyan bir sonuç bölümü olmuş bence. Bir okuyucu olarak da bizlere, yapacak pek bir şey kalmamış.

    Yazar, adeta kendi çalmış-kendi oynamış. Ha! Kötü mü çalmış; kesinlikle güzel, kötü mü oynamış; asla! Hatta, denebilir ki; döktürmüş ama öyle işte!
    8 ...
  16. 52.
  17. oda ve çocuk ... (van golu cannavaro)

    sanırım şurdan başlamak lazım;

    sayının başarılı hikayelerinden biri. mükemmel bir giriş ile hemen okuyucuyu kucağına alıyor. daha sonra da akıp gidiyor.

    fakat bazı kurgusal yanlışlar var. yani aslında ya hikaye oması gerektiği gibi başlamamış ya da bitmesi gerektiği gibi bitmemiş. şöyle ki ;

    --spoiler--
    - bu dünyada ki hiç kimse isterse baş gardiyan isterse baş nazi subayı olsun, 9 kişiyi bıçakla doğramış birine pislikmiş muamelesi yapamaz. yemez çünkü.
    - çocuk. evet bu bir çocuk ama liseye beraber gittiği arkadaşları olan bir çocuk. 16-17 yaşındaki insanlar sadece resmi olarak çocukdur. bir hikayede onlara çocuk diyemeyiz. çocuk dersek eğer okuyucunun gözünde bir çocuk canlanır. burada ise bayağı bildiğin sakalının bıyığının olması gereken biri var. adam en az liseli *
    - hapishane memuru, hapishane müdürü. ve kendi hapishanelerine gelen bir hükümlü. bunları geçtim. eğer bir genç dokuz insanı bıçakla doğrarsa onu hem bütün türkiye tanır. hem de reuters olsun BBC olsun haber olur.

    bunlardan dolayı kahramanımız hapishaneye ilk geldiğinde çok daha fazla saygı görmesi gerekirdi. ya da işlediği suçun hafifletilmesi mümkündü.
    aynı hikaye ve kahramanımız annesini yaralamaktan girseydi hapishaneye nasıl olurdu acaba?
    --spoiler--
    2 ...
  18. 51.
  19. merhaba, öncelikle bütün yazanların eline sağlık.
    dergiye son 3 sayıdır öykü gönderemiyorum ama öyküleri okuyor kah "allah belanı versin bunalttın be hacı" diyor yüzümü buruşturuyorum kah "adam yazmış" deyip kendimce takdir ve tebrik ediyorum.

    pek çok kez dergideki hikayelerle ilgili eleştiri ve görüşlerimi yazma fırsatım oldu. hatta birinci sayıda tek eleştiri yazan da bendim çünkü * bence en az yazmayı sevmek kadar okunma isteğidir yazarı sürükleyen; sonra arkası gelir, okunduğunu bilince de başka beyinlerdeki etkisini merak eder yazar.

    ben her öyküye bir eleştiri yazmayacağım. elbette hepsi bir fikir ürünü ve emek içeriyor; tavrım bu anlamda yok saymak anlamında değil, daha çok rutine bağlanmış "güzel sıcak bir öykü" gibi, yüzeysel bir yorum yapacağıma hiç yapmamayı sadece öykü eleştirileriyle ilgili değil; sözlükte yazarken de, sevişirken de *, hayatımda da seçmiş olmamdan.

    doğal olarak yorumlarım sadece beni bağlar ama kendime saklamazsam belki de iyi olur diye düşündüğüm konular var.

    şimdi biraz nezaketsizlik etmek istiyorum.
    eleştirileri okuyorum bi abartma illa ki sonuçta beğenme durumu var. ben de öyle yapıcam yalan yok ama bu yavşaklık farkediliyor beyler. evet emeğe saygı ama iyi öyküyü vasattan ayırmak lazım yoksa iyi öykünün belki daha çok özenilmiş olanın hakkını vermemiş oluruz.

    bir başka eleştirilere eleştirim ise "öykünün kahramanını beğenmedim" ya da "kurguda hatalar var" ya da "sonu farlı olsaydı" gibi ne biliyim bi sürü farklı adı konmuş ama açıklanmamış eleştiri var. doğal olarak hiçbirinin de bi anlamı yok. yok çünkü durum ortaya konmamış. kurgu da hata mı var? eee o zaman söyleyecen o hatayı. sonu iyi olmamışmı neden? önerin ne? yok. sadece adını koymuş gitmiş paşam ama olmaz öyle laf olsun torba dolsun hiç sevmem.
    aksine övgü dolu sözler kadar belki daha da fazla hakkı verilmiş eleştirilere ihtiyacımız var.

    -----bu aşkın hırsızı sensin ... (571 1071 1453 1881 1905 1923)-----

    bazen bir işe bi amaçla başlarsınız ama sonra o alır başını gider. yazarken kendinden emin oturup ilk cümleyi yazan adam yazının ortasında öyküye doğru esner. bu her zaman olabilir ama öykü bitince okunur ve okuyan kişi yazma süreci dışında olduğundan "lan bunun başı sonu ayrı oynuyo" diyebilir.

    yazarın öyküyü tekrar okuyup giriş kısmı ile sonuç kısmının kopukluğunu -birinci sınıf hırsızlık ve kendi mesleğini açıklama gibi asıl öyküye göndermeler tamamen kopmasını engellemiş- görmesi gerekirdi.

    giriş bölümü neden sorunlu? bir pramid hem de beş basamaklı ve her basamağı neredeyse belgesel tadında anlatan bir aşık... neredeyse derdi aşık olduğu kızdan ayrı olmak değil de hırsızlığın dünya konjonktüründeki yeri ve önemi olan bir karakter gibi.

    peki ne demek istiyorum?
    hikaye bittikten sonra tekrar okunmalı ve okurken: öykü ne ile ilgili? ben ne anlatmak istiyorum? bu hikayede parazit olan ve beni yolumdan çeviren, okuyucunun odağını dağıtan bölümler var mı? sorularına cevap aranmalıdır.

    bu hikaye özelinde geçerli değil ama bu sorulardan en önemli ikisi ise bence: okuyanı sıkacak bölümler nereleri olabilir? ve cümleler gerçekte ne anlatıyor? anlatmak istediğimi yazmış mıyım? -çünkü yazar yazdıklarının kafasındaki resmin aynısı olduğunu sanır ama çoğu zaman durum öyle değildir.- neticede okur kafanızdaki resmi göremez.

    hikayenin fikri güzel ancak işleniş kopukluğu saymasak da sade olmuş. boşuna girişte enerji harcanmış. açıkçası o enerjinin hikayenin zenginleştirilmesi için -babasının uyanmasıyla ya da kızın uyanmasıyla ya da o sırada eve giren ikinci gerçek bi hırsızla ya da hikayenin duygusal yönünün ve atmosferinin içinin doldurulmasıyla- harcanmasını tercih ederdim.
    bi arkadaşımız değinmiş reina da tanışma ve polis memurunun evindeki çok pahalı tablo gibi detaylar da dikkat çekiyor.
    yazarın eline sağlık.
    5 ...
  20. 50.
  21. gayya dan gelen ... (saipsiz)

    kaç kişi buna cesaret edebilir ya da kaç kişi cesaret etmeli ? türk korku kültürü malum, yerlerde. tamam bize şeytanlar girmiyor ama kültürümüz de cin var büyü var lanet var. neden bu konuda hem edebi hemde sinema konusun da çok ama çok gerilerdeyiz bilmiyorum.
    yazar buna cesaret etmiş, sadece bu bile yeterli kocaman bir aferin için.
    bunun üstüne bir de yazar bunu kotarmış. yani ben bir hikaye okurken gerçek anlamda ürperdiğimi pek hatırlamıyorum.
    şahsi fikrim bu sayının en iyi hikayelerinden biri olduğu. mutlaka okunmalı.
    yazarını tekrar kutluyorum.
    5 ...
  22. 49.
  23. hastane kalabalığı ... (nickingham)

    --spoiler--

    yazarın yakaladığı detay harika. doktor odalarının önünde bekleşen insanları tek tek inceleyip suzan karakterinin gözünden bize anlatışı da harika. şimdi gitsen herhangi bir devlet hastanesine o karakterleri orada bulursun. yazar aralarından birini seçmiş sadece. bu hikaye orada bulunan her bir karakterin gözünden ayrı ayrı bile yazılabilir. karakterlerin ayrıntıları yazar tarafından çok iyi verilmiş ve onların orada o anda ne düşündüklerini bile görebiliyorsun. ben tasvirlerini ve anlatımını çok hoş buldum. güzel, temiz ve özenli bir türkçe.
    --spoiler--
    5 ...
  24. 48.
  25. bir otel odasında bıraktım sensizliği;

    soluksuz okunabilecek kol kadar yazılardan biri daha. 2 evli çiftin birbirini aldatması anlatılıyor. kurgu muazzam. betimlemeler, cümleler, her biri itinayla seçilmiş. büyük emek var.

    yalnız yazarımız sevişmelere pek önem vermemiş. mesala leyla'yı otel odasına götürdüğü zaman hemen sırtını soğuk duvara yapıştırıp cebinden mandal falan çıkarabilirdi. meme uçlarını mandallayıp iki eliyle yatağa itekleyebilirdi. sonuçta pişti oynamak için kimse otel odası kiralamaz. insan götüne cimdik atardı yine bişeyler yapardı yani. sarılıp uyuması çok saçma.

    ve hikayenin finali ; ( leyla'nın kocasının otel'e gelip bastığı sahne, onları yatak da yakaladığı sahne )

    --spoiler--
    leylanın kocası kapıyı kırıp içeri girdi

    tek bir cümle kurdu, sorulması gereken tek bir soru ?

    " her şeyi yakıp, yıkmana değecek mi ? "

    leyla hiç düşünmeden cevap verdi.

    " ölmeye bile değer "
    --spoiler--

    bu böyle olmalıyıdı. yani leyla '' ölmeye bile değer '' cevabı vermemeliydi.

    hikayeye farklı bir boyut kazandırmak, okurların yüzünde az da olsa tebessüm oluşturmak, aynı zaman da söykü ye renk katmak için leyla şunu diyebilirdi mesela;

    tek bir cümle kurdu, sorulması gereken tek bir soru ?

    " her şeyi yakıp, yıkmana değecek mi ? "

    leyla hiç düşünmeden cevap verdi.

    '' ne sandın yarram ''

    işte bu şekil de final olmalıydı. yine de yazarı tebrik etmek gerek. güzel hikaye.
    9 ...
  26. 47.
  27. yıldızlar da çığlık atar ... (mo ni fe)

    hoş anlatımı bir hırsız hikayesi. didaktik bir mesaj ile bitmesi biraz sırıtmış. buna rağmen oldukça iyi sayılabilecek ve gerçeğe yakın dialoglar, basit ve kolay olay örgüsü ile başarılı bir hikaye.
    bu dergi ile içli dışlı olunca yazarların usublarını da tanımaya başlıyorsun. bu hikaye tipik bir mo ni fe hikayesi.
    5 ...
  28. 46.
  29. sarhoşlar yalnızlar ve duvarlar ... (mbaran)

    birbirini tanımayan ama herkesin birbirini aslında tanıdığı gerçeküstü bir ortam.
    harika edebi bir metin. göndermeler. tespitler. çok başarılı buldum.
    negatif yan olarak da uzun ve bazen sıkıcı olabiliyor. tıkanıyor gibi.

    sayının başarılı hikayelerinden biri.
    4 ...
  30. 45.
  31. kırık toprak kokusu ... (little finger)

    bu hikayeyi okuyacak olan önce şunu okusun :

    gök nerede... (ecak)

    sonra ;

    --spoiler--
    önceki hikayenin diğer yarısı. birbirini sadece seven değil de mutlak aşık olmuş iki insan bir müddet sonra aynı kişi olan aynı bedene hapsolan iki insan. buradaki kurgu da başarılı, anlatım da çok başarılı. vermek istediği hali verebilmesi de çok başarılı.
    başarısız olunan tek konu bu iki aşığın neden ayrılma durumunda kaldıklarını anlatamaması. (anlatmaması)
    --spoiler--
    3 ...
  32. 44.
  33. bir otel odasında bıraktım sensizliği ... (kaideyi taciz eden istisna)

    çok iyi kotarılmış. hiç bir söz ve durum ayrıntısı eğreti durmuyor. çok ama çok başarılı.
    bu hikaye bazı yazarların zaman zaman yaptığı,
    -bir sürü güzel söz söyleyeyim, hepsini arka arkaya yazayım ,harika bir öykü olsun
    denemeleri gibi değil.
    burda şiirsel konuşmalar tam dozunda ve yeteri kadar. çok beğendim.
    4 ...
  34. 43.
  35. yalanlardan doğan güzel gerçekler ... (inanna salome)

    bir kaç klişe ve kurgusal yanlışlıklara rağmen, sağlam metinlerden oluşan iki mektup, hikayeyi kafamızda canlandırıyor.
    bu tema, daha önce bir başka hikayede denenmişti. bir avuç çamurda kirlettim ben hayallerimizi ... (kaideyi taciz eden istisna) ama sanırım bu çok daha başarılı olmuş. okuyanlar sevecektir.

    --spoiler--
    avukat, hayat sigortası, krematoryumda yakılıp küllerin denize atılması, çatıkatı odası, ünlü bir klinikte yatmak gibi amerikan film klişeleri hikayede göze batsa da, kurgu ve hikaye çok özgün olmasa da ben hikayeyi de yazarın anlatım tarzını da çok başarılı buldum.
    --spoiler--
    5 ...
  36. 42.
  37. düş oda bir salon ... (hanna)

    hoş ve sıcak anlatımı ile beğeni toplayacağını düşündüğüm hikayelerden biri.
    negatif yanları ise kısa olmuş bence ve çok bildik bir konu üstüne yazılmış ama üstüne bir şeyler koymamış.
    daha önce bu konuda anlatılanlar gibi.
    yazarın çok sıcak bir uslubu var. bunu değerlendirebilmesi gerekir.
    3 ...
  38. 41.
  39. -kırık toprak kokusu;

    ilkin ve bir çocuk sabırsızlığıyla şunu söylemek istiyorum;

    bu hikaye, gerek yazım kurallarına uyum ve noktalama işaretlerinin yerinde, eksiksiz kullanımı, gerekse cümle kurgulamalarındaki sözcük seçimlerine gösterilen özenle, dilbilgisi açısından tam not alacak bir çalışma.

    - little finger seni yürekten kutlarım!

    "...odanın ahşabıyla yıpratmıştık tenimizi. gözyaşlarımızı hediye ettiğimiz havaydı bizi bu kadar solgunlaştıran, yok eden. birbirimize ettiğimiz tehditlerdi biraz da bizi bu kadar yıldıran, yaşam enerjimizi çalan..."

    - lütfen! bir kez daha okuyun.

    işte! sizlere 'devrik' fakat okurken üzerinize-üzerinize devrilmeyecek biçimde kurgulanmış ard-arda üç güzel cümle kurgusu.

    - bir tesadüf eseri mi denk gelmiş diyorsun? al sana!

    "...çıldırmaya birkaç kala başladı bu panik ataklar. eskiden kahkahalarıyla çınlattığı bu oda, artık bir ölü kadar sessiz. oysa ne çok severdi yağmur sonrasını, tıpkı bir âmânın* renklere olan tutkusu gibi..."

    - al sana!

    "...kendime ait birçok iz gördüğüm bu yüzü seyretmek güzeldi. o kadar derin uyuyordu ki, kalkıp gitsem şimdi, hiçbir şey demeden.

    bunca yol gidilmişken, bunca emek ve bunca sevgi varken, hangi insan çekip gidebilirdi bu güzellikten?.."

    - al sana!

    "...yanına gidiyorum. o çok sevdiğim saçlarını okşarken mırıldanıyor rüyasında. anlamıyorum söylediklerini, anlamak da istemiyorum aslında. düzenli nefes alışlarını seyretmek, bana inanılmaz büyük bir güç veriyor..."

    - senin dilbilgisine bağlılığın da bana inanılmaz büyük bir haz veriyor little finger. nerede ise bütün hikayeyi paragraf-paragraf bir daha yazmış olduk, sayende. büyük zevkti benim için.

    okuyuculuk da bir gönül işidir dostlar! en azından yazmak kadar. hatta, onun için bir gerek şarttır; iyi bir okuyucu olmak. aynı cümleyi defalarca okumak gerekir bazen. bir limon gibi sıkıp aklın süzgecinden geçirmek, sözcükler tek tek filtre edilirken üzerlerine yüklenen anlamları bir bir yakalamak ve sentezlemek gerekir.

    yazar;

    - ne düşünmüş?
    - neler hissetmiş?
    - ne vermek istemiş?
    - neleri verebilmiş?

    bu sorular, okuyucunun kafasında, okuma sürecinde ve sonrasında belirdiği ve yanıtları bulunabildiği sürece, hikaye ve romanları okumak bir zevk halini alır.
    5 ...
  40. 40.
  41. - bir otel odasında bıraktım sensizliği;

    öylesine dokunaklı bir hikaye ki okuyanı etkilememesi mümkün değil.

    içerik;

    - duygu dolu,
    - arzu dolu,
    - heyecan dolu,
    - aşkla dopdolu sahneler.

    iskelet;

    - güçlü tema,
    - çok iyi bir kurgulama,
    - akıcı bir yazım tekniği,
    - başarılı durum ve mekan tasvirleri,
    - zengin içerikli, okyanus misali derin cümleler,
    - zekice seçilmiş ve konuşlandırılmış, sırıtmayan karakterler.

    ve hoş diyaloglar:

    sevilmenin gücüne dayanılarak yapılmış samimi bir itiraf;

    "...bazen kalmak daha zordur, gitmekten. Ben kalamam artık seni sevmeden. Dokunamam, pürüzsüz tenine. Bakamam ela gözlerine. Utanırım. Utangaçlığım sevgimden değil, terbiyesizliğimden ileri gelir. Beni azad et. Bırak gideyim kollarından uçup. Bırak yaşarken ölmeyeyim yanı başında. Bir ölüyü sevmek istemezsin..."

    sevmenin verdiği güçle kabullenilmiş gerçek;

    "...gidene dur demem ben. Üstelik Sevmediğini bilirim beni. Oysa ne çok istemiştim Gece yatağıma aldığım adam beni sevsin diye ? içimde gidip gelen bedenin içinin boş olması ne demektir bilir misin ? Çok şey mi istedim tanrıdan ege ? Git ! benden götürdüklerini Bana bırakarak git ve sakın geri dönme. çok mutlu ol ki beni düşünme..."

    yalnızca bu sayının değil, söykü'nün bu güne değin yayınlanmış en başarılı hikayelerinden biri.

    kaideyi taciz eden istisna bu huyundan vaz geçmiş anlaşılan. ne de güzel olmuş!

    - ellerine sağlık, büyük zevk aldım okumaktan, hem de defalarca.
    5 ...
  42. 39.
  43. -yalanlardan doğan güzel gerçekler;

    bir kadının, türlü aldatılmışlıkları, uzun soluklu psikolojik tedavi süreçleri, yaşamıyla ilgili önemli gerçekleri; yıllar sonra kötü bir tesadüf eseri öğrenebilmiş olmanın birikimlerini, yaşamına son vererek boşalttığı dramatik bir öykü.

    insan beyni, her hangi bir metin okuması gerçekleştirilirken; okuyan kişiden bağımsız olarak yani, istem dışı bazı kodlamalar gerçekleştiriyor ve bunlar sayesinde de okuyucu, masadaki çaya ya da kahveye uzanmak, akan burnunu silmek için kağıt mendil almak gibi bir nedenle metinden uzaklaşırsa, döndüğü vakit kaldığı yere hemen ulaşması mümkün oluyor. bir nevi koordinatları tespit yeteneği diyelim.

    tam da bu noktada, o kendimize malettiğimiz sayısız yeteneklerimizin gerçek mimarı, af buyrun! kıçımızda pireler uçuşur da horul-horul uyurken dahi back-up faaliyetleri ile meşgul olan, ağır işçi statüsündeki beynimize, karınca-kararınca bir yardımda bulunmak ve her biri neredeyse bir dosya sayfası büyüklüğündeki paragraflar yerine, satır araları açılmış, iki-üç cümleden oluşan paragraflar kullanmayı denesek, daha iyi olmaz mı?

    üstelik bu sayede, okuyucunun önünde de sözcüklerden bir berlin duvarı örmemiş, ilk bakışta psikolojisini bozmamış, gözünü korkutmamış oluruz.

    tema güzel, dil desen hem yalın ve hem de etkileyici biçimde akıcı, yapısal kurgu, olması gerektiği gibi. genel durumu özetleyen, tüm taşları yerli-yerine oturtan kısa bir başlangıç bölümünden sonra, ard-arda iki mektupla oluşturulmuş iki gelişme ve iki sonuç bölümüne sahip değişik formatlı bir hikaye.

    bu hikayede aklımda yer edenler:

    - hikaye özetinin giriş bölümünde olması;

    "...ardında bıraktığı iki mektup, ona yazılan bir not, iki ölüm sonunda yeniden doğan iki hayat, bu kadının tek tesellisi ve büyük mirası..."

    - içinden bir roman çıkarılabilecek cümle;

    "...sana kızım demek ne kadar güzel..."
    3 ...
  44. 38.
  45. okyanus mavi ... (forrest)

    iyi bir hikaye daha. sanırım söykü nü yaptığı en iyi şey hikaye yazabilecekken bunu denemeyen pek çok yazarı
    yüreklendirmesi oldu.

    şiirler ile süslenmiş bir aşk hikayesi. ama kahramanı öğrenci olunca sanırım bu tip hikayelerin adı "hoşlanma" hikayesi oluyor. *
    okurların hoşuna gidecektir, okunması kolay, akan giden bir kurgu. yazar iyi kotarmış.
    2 ...
  46. 37.
  47. kalbimin odalarında yalnızlıkla tango yapmak ... (f628)

    bir düş. bir temenni, yalnızlık gibi soyut kavramları kişileştirme
    ve onunla yapılan can sıkıcı edebi konuşmalar.

    okurken yordu. tembel okuyuculara göre değil.
    3 ...
  48. 36.
  49. -düş oda bir salon;

    insan denen varlık, kimi durumlara karşı verdiği tepkilerle ne kadar ilginç özelliklere sahip olduğunu gözler önüne serer. örneğin, şu tip bir hikayeyi ufak-tefek değişikliklerle milyon kez okusa, yine tat alır. kimi nihal'in, kimi aysel'in, kimisi de seyit'in yerine koyarak kendisini, o ortamı, o şartları ve o duyguları yaşamaya çalışır.

    nasıl bir duygu hali olduğunu anlatması zor tabii! sevdiği erkekle evlilik hayalleri kuran kızın elinden tutup onu, taze badana kokulu yatak odasının duvarında gelinliği asılı olan gelecekteki evine götürmenin, o kız üzerinde yaratacağı duygu halinden bahsediyorum;

    "...gözleri doldu; seyit'e sımsıkı sarıldı..."

    - kanımca, bir çeşit orgazm yaşandı o an!

    sevdiğiniz kızın, size sımsıkı sarılmış olduğunu düşleyin. hayranlıkla bakan, yaşlarla dolu bir çift gözle birlikte. bu anın değeri neyle ölçülür dersiniz? ya da hangi kredi kartının limiti yetebilir karşılığını vermeye.

    - işte! yaşam bu yüzden güzeldir bence.

    en az ismi kadar hoş bir hikaye. evet! kabul ediyorum, bildik bir fakir kız-fakir erkek aşkı kurgusu ama klişe değil her şeyiyle özel.

    diyebilirsiniz ki;

    - anne aynı,
    - tembihler aynı,
    - yaşanılan ev aynı,
    - kız aynı, dik kafalılığı aynı,
    - evlenesiye kadar çalışıp-didinen motorcu seyit aynı*,
    - tas aynı, hamam aynı,

    pekiyi! farklı olan ne;

    - kişiler elbet! kerem ile aslı'nın sevgisi ya da tahir ile zühre'nin, nihal ile seyit'in sevgisiyle bir olur mu hiç? benzerdir evet! ama aynı değildir hiç bir zaman.

    her şeyiyle gerçek ve her şeyiyle bizden bir hikaye. dup-duru bir anlatım, senin-benim gibi sıradan kahramanlarla yaratılmış gösterişsiz fakat duygu dolu bir hikaye.

    - ellerine sağlık hanna, yüreğine sağlık!
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük