90 sene önce bugün doğmuş olan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını. bahsettiğim yazar "yolda" kitabıyla, aynı zamanda isim babalığını da yaptığı "beat kuşağı"'nın bir nevi manifestosunu yazmış olan jack kerouac.
1950'lerin amerika'sında gelişen konformist hayata bir tepki olarak doğan ve etkileri tüm sanat alanlarında görülen beat akımının kerouac dışındaki diğer 3 önemli yazarı/şairi allen ginsberg, neal cassady ve william burroughs'un o dönem yaşadıkları, hem "yolda" hem de "zen kaçıkları" kitabında, akıcı bir üslup ile anlatılmış, bu kitaplar günümüz edebiyatına etkileri yadsınamaz olan bu akımın bir nevi belgeselini çekmiştir.
otostop ile bir eyaletten diğerine yolculuk eden ve çadırlarda yaşayan bu yazarların ortak özelliği gittikleri her yere belki yedek bir gömlekleri olmasa da mutlaka portatif daktilolarını götürmeleri. işte bu sayının teması da, bu yüzden daktilo.
bu sayının bir özelliği de, ilk 2 sayıda tek başıma üstlendiğim, öykü seçimi işini, kurulan 6 kişilik bir ekip ile paylaştığım ilk sayı olması. konformist bir şekilde çıkardığım ilk 2 sayıdan sonra, "ya bu öykü olmamış, nasıl seçilir? bu öykü nasıl giremez?" şeklinde serzenişlere yöneldiğim sayının, beat kuşağı ile alakalı olması da, sanıyorum tesadüf değildir.
iyi okumalar." (experimental)
@______________________________________________________________@
_________________________söykü dergisi____________________________
____________________________sayı 3_______________________________
__________________________konu: daktilo_____________________________
@______________________________________________________________@
__________________anneler yalan söylemez(avea11)_______________
@______________________________________________________________@
_____________bu daha önce yapıldı abi(efervesantadem)____________________
@_____________________________*________________________________@
___________________bir harfte ölmek(eksipozitif)______________
@_____________________________*________________________________@
______________gerçeğin pespayeliği(esesdopiyespiyes)___________________
@_____________________________*________________________________@
_____________sakalları pipo kokan adam(experimental)________________
@_____________________________*________________________________@
_____________kör sevdadan topal mektuplar(gicir bey)______________
@_____________________________*________________________________@
_________umut ya da diğer deyişle umutsuzluk(ignorabimus)______________
@_____________________________*________________________________@
______________________son teslimat(ischam)______________________
@_____________________________*________________________________@
__________mustafa nın hazin öyküsü(liberalisticcommunist) _____________
@_____________________________*________________________________@
_____________________gri günlerdi (mbaran)______________________
@_____________________________*________________________________@
__________________mutlu sonbahar(ruya avcisi)___________________
@_____________________________*________________________________@
_________________vasi yolculuğu(seyyar motto) ________________
@_____________________________*________________________________@
__________osman bey ve daktiloları (sirkecidentrengider)________________
@_____________________________*________________________________@
_______________kırmızı kelimeler(siyahgiyenadam)_________________
@_____________________________*________________________________@
__________________deniz ile yolculuk(turkuaz)___________________________
@_____________________________*________________________________@
_________şairin hayatı öyküye dahil(yirmi besinci kisim)__________________
@_____________________________*________________________________@
*öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.
3. sayı öykü seçim ekibi: bandini, biradetbeyfendi, esesdopiyes, experimental, mbaran, sirkecidentrengider
pdf versiyonu tasarım: experimental
arayüz hazırlık: uludağ sözlük
***
bu sayıyı jack kerouac ve şahsında tüm beat kuşağı sanatçılarına adadığımız için;
öykü gönderen, okuyan, yorumlayan, destekleyen ve uludağ sözlük'ün güzel yüzünü görmemizi sağlayan tüm yazarlar için tom waits'den gelsin;
***
duyuru 1: dergiye giremeyen yazılar ile ilgili yorumları derleyip, yazarlara iletme işini mbaran üstlendi, bundan sonra bu mesajları kendisinden alacaksınız.
duyuru 2: ilk iki sayıda 19 adet öykü yeralmıştı, ekip içinde yapılan tartışma sonucu, öykü sayısının, bundan sonra sirkecidentrengider'in de önerisiyle, uludağ'ın yeraldığı bursa'nın da plakası olan, 16 olmasına karar verildi.
duyuru 3: bundan sonraki sayılar için öykü yayınlama zamanı pazar gecesi 01:00'den, cuma gecesi 00:00'a alınmıştır. böylece daha sağlıklı bir seçme prosedürü olacaktır. örneğin 4. sayı için 23 mart 00:00.
duyuru 4: moderasyon, söykü için girilmiş öykülere anlayış göstermektedir, lakin yazarların yine de iyi niyeti suistimal etmemek için; başlık açarken, türkçe kurallarına uymaları, soru ve anket içeren başlıklar açmamaları önemle rica olunur.
duyuru 5: dergi yayını öncesi, ben de dahil olmak üzere ekipten kimseye öykünüz hakkında yorumda bulunmasını talep etmeyiniz, tarafsızlık ve eşitsizlik konusunda hassas davranmamız geektiğinden, tarafınıza yorum iletilmeyecektir. dergi yayını sonrası herkes istediği yorumu yapabilir, ekibin resmi ve ortak yorumu ise mbaran tarafından size atılacak olandır.
duyuru 6: kurulan ekip henüz kemik kadro olarak görülmemelidir, bir kaç sayı yapılan gözlemler sonucu, gelenler, gidenler olacaktır. unutmamalıyız ki, seçim yapan ekip de henüz dergimiz gibi emekleme dönemindedir.
uludağ sözlük yazarları için fırsattan öte bir çağrı. yazmayı sadece; kız kaldırmak, ün kazanmak, egosunu okşatmak gibi sebeplerle sevmeyenler için bir yol. eleştiriler, hele de olumsuz eleştiriler; olmazsa olmaz. şunu unutmayın, "eğer gün gelip, size yanlış yolda olduğunuzu söyleyen kalmadıysa; gerçekten yanlış yoldasınızdır."
eleştirilerin belki de en büyük payını, bu oluşumun -aralarında experimental ın da bulunduğu-seçici kurulu alıyor. geçtiğimiz akşam, bir yazarın bana sorduğu ve çekindiği şuydu: "siz, bu seçenlerden biri olsaydınız, öykünüzü dergiye yollar mıydınız?" üzerine çokça düşünülmesi gereken bir konu mu? hayır. kişiye kalmıştır, her halükarda memnun olmayacak bir çok kişi mevcut. ister istemez, o yazı mı benim yazı mı? seçimini, artık bıkkınlık veren bir eski sevgili tadında sunmakta insanlar. tavsiyem ve o soruya yanıtım şudur:
bu yolculuğa çıkmayı göze alan ve tüm sorumluluğun kaynağında olan insansam, kendi dışımdaki değerlendirenlere; herkes gibi sunar ve sonucu beklerim. hatta o öykü hakkındaki kararı da yayınlandığı tarihte görürüm.
vasi yolculuğu, içerisinde bulunduğum sayının; daktilo çağrışım noktasına yakından temas ediyor. ölen bir yazarın çocuğunun çevresinde geçiyor. yazarken, dergi için özellikle bir yarım kalmışlık tadı bıraktım ve bu alternatif bir sona sahip.
konu daktilo değil. ama daktilo figürünü kullanabileceği en güzel sahnelerden birinde kullanmış. yani neredeyse daktilo sesini bizzat duydum desem yeridir. hikayede ki dram finalde abartılmış bence.
--spoiler--
sanırım beş yaşında bir çocuğun bir mahkemede dikkatini çekebilcek tek şey bir daktilodur. abinin ölmesi hem de tam çıkacakken biraz ajite geldi bana. bir de babanın kendi yerine oğlunu hapse göndermesi ve annenin buna itiraz etmiyor olması. yani baba mafya babası da değil ki. bir an ben olsaydım ne olurdu dedim. sanırım gider yatardım cezamı. oğluma bunu yapmazdım.
--spoiler--
Mükemmel değil... Öyle olması da beklenmez zaten.
Bazı betimlemeler öylesine etkileyici... Ama ardından gelen cümleler ile kaynaşamıyor...
Yazar sanki yazarken kalkıp bir sigara içmiş sonra devam etmiş gibi.
Oysa tanıyorum da adamı sigara da içmez...
Ben böylesi dahiyane bir fikrin konu kısıtlaması olmadan, zihinleri özgürlüğüne bırakılmasını tercih ederdim açıkçası.
Belki de konu kısıtlaması yazarı kasıyor, ilhamını söndürüyor.
erkek çocuğu babasına aşık olur mu.? babası hayatta geçmesi gereken ilk rakibimidir yoksa onun can yoldaşı mı? peki bunu kim belirler oğul mu yoksa baba mı? enteresan bir baba özlemi anlatılmış. kurguda bir sıkıntı mı var ? şöyle ki;
--spoiler--
çocuk ve baba neden aynı ortamada bulunamıyorlar ben anlayamadım. yani öyküde genç bir arkadaşımız baba özlemi ile çocukluğuna dönüyor ama şu anda bir yetişkin ya da artık o kadar da çocuk değil. nedir yani atla uçağa-trene-otobüse git gör babanı evlat. bir ay kalmış ölmesine.
--spoiler--
(bkz: gerçeğin pespayeliği)
bir hikayenin başlığı ile kendisi arasında en azından biraz bağlantı olsa iyi olur kanaatindeyim. sanırım yazar pespaye kelimesini seviyor.
gerçekten güzel kelime.
öykü son derece akıcı bence bir çırpıda gidiveriyor. iddialı laflar var. fakat;
--spoiler--
bu iddialı lafları aslında geçmişte çok zengin sonra dan düşkün olmuş ve üstelik kör olmuş ve üstelik adliyenin devamlı dilenci kadrosuna yerleşmiş birinin söylüyor olması -ki bu adamın adını da bilmiyoruz her nedense- kilişe mi acaba ? ya da biraz arabesk. buna okuyucu karar verecek sanırım. ama ben pek çok mahalle dedikodusun da, küçük hikayeler de tv dizilerinde kemalettin tuğcu da filan bu adama çok rastladım.( en son bu hafta uykusuz dergisin de faik in de eskiden milli body buildingci yakışıklı bir doktor olduğunu öğrendik.) gerçek hayatta ise hiç böyle birini tanımadım. bildiğim tüm dilenciler hep fakirmiş veya bu onların mesleği. bildiğim hiç bir deli de eskiden kaymakam filan değilmiş.
bir de reşat ve daktilo ilişkisi tüm öykü boyunca bir iş ilişkisi. ama daktilo gidderken bir anda duygusal bir ilişkiye dönüyor. reşat daktilosunu ne kadar sevdiğini daha önce bize anlatmamıştı.
--spoiler--
pek sevgili dergimizin 3.sayısı. emeği geçen herkese teşekkürleri borç bilirim. dergi de yayınlanan/yayınlanamayan yazıları kaleme alan, bize aktaran tüm yazarlara teşekkür ederim. usanmadan hikayeleri okuyup yorum yazan tüm okurlara da teşekkür ederim.
sol frame am-göt-meme üçlüsüyle devam ederken, burada güzel şeyler oluyor...
güzel, akıcı bir öykü. zaman geçişleri, paragraflar insanı yormuyor. okurken mekanlarda kısa seyahatler yapıyorsunuz. hikayenin sonu pek sürpriz olmasa da dramatik olmuş. okunası bir yazı. yazarın ellerine sağlık...
--
hikayeyi açar açmaz sizi şaşırtıyor. hem de daha okumadan. yazım kısmı için emek verilmiş. kullanılan argo gözünüze takılsa da okuması çok keyifli ve eğlenceli bir yazı olmuş. yazarın ellerine sağlık.
--
hikaye gerçekten güzel. biraz savruk olan konusu sonunda toparlanıyor. ancak anlayamadığım tek nokta; neden jack? saçma ama buna takıldım işte... yine de yazarın emeği göz ardı edilemez. yazarın ellerine sağlık.
--
--spoiler--
ölmeyi bile beceremedim reşat memur. bu ne demek bilir misin? bunları sen hakettin, öyle kolay kolay ölmek yok, yaşayacaksın demek. her gün biraz daha öle öle yaşayacaksın. bazı adamlar, ölmeyi bile beceremezler reşat memur.
--spoiler--
hikayenin vurucu cümlesiydi benim için. reşat bey'i kafamda ali rıza bey silüetinde canlandırmam tamamen benim suçumdur ayrıca*.
anlatım tarzı her zamanki experimental. fakat bu sefer daha sade sanki. akıcı, okuması yormuyor. uzun uzun yorumlamaya gerek yok. biraz tarz değişikliği vakti gelmiş yazar için. okuduğum tüm hikayeleri aynı tarzda. bu hem iyi hem de kötü olmuş. yeni şeyler denemiyor sanki. yine de okunması gereken bir hikaye. yazarın ellerine sağlık.
--
çok değişik bir şekilde ele almış konuyu. bu da hikayeyi ilgi çekici kılıyor. yazının uzun olması gözünüzü korkutmasın. akıcı bir anlatıma sahip. bir kitabın içinden seçilmiş bir bölüm gibi sanki. yazarın ellerine sağlık.
--
derin anlatımlar ve duygu aktarımları var hikayede. normalde olsa bu hoşuma gider ancak sözlükte uzun paragraflar okumak zor oluyor. eminim pdf versiyonda okuması on kat daha güzel olacaktır. yazarın ellerine sağlık.
--
bir dönem yazısı yazmak zor iştir. ancak yazar bu zorluğu bilgisi ve birikimiyle -sanırım ufak bir de araştırmayla- alt etmiş. tam olgunlaşmış bir öykü. yazarın ellerine sağlık.
--
paragrafları kısa tutarak okuyucu sıkılmamaya çalışılmış. bir diğer dönem yazısı daha /kısmen de denebilir. eklenilen görseller olayı tahayyül etmekte okuyucuya yine yardım ediyor -ki buradan mbaran'ın okuyucuyu ne kadar düşündüğünü çıkarabiliyoruz... akıcı bir hikaye. yazarın ellerine sağlık.
--
kafa sesiyle hikaye yazmak biraz cesaret ister. yazar burada bir tebrik hak ediyor çünkü kafa sesiyle yazılan hikayeler genelde -sıkıcı- olarak isimlendirilirler. hikaye tam aksine -akıcı-. yazarın ellerine sağlık.
--
--spoiler--
ve kalbi durdu. kalbim durdu. gözlerine baktım, yeşilin her tonunda ağladım.
--spoiler--
sonu insanın tüylerini diken diken yapıyor. okuması keyifli bir hikaye. yine diğer uzun hikayeler gibi paragraflarının uzun olması sözlükte okumasını zorlaştırıyor. eminim pdf formatı bu hikayeyi daha da okunur hale getirecektir. yazarın ellerine sağlık.
--
kuşak çatışması anlatıyor desem pek yalan olmaz sanırım. eğlenceli bir anlatımla sıkılmadan okunabilen bir yazı. "yok artık" diyeceksiniz ama bana gogol'u anımsattı içerik ve anlatım olarak -tat olarak-. yazarın ellerine sağlık.
--
yazarın bir star wars izleyicisi olduğunu anlamak için dahi olamaya gerek yok sanırım*. bu ve bunun gibi süpriz isimlerle hikayenin son satırına kadar 'taze' kalmasını sağlamış. fantastik yazmak zor olmamış yazar için. başını okuduğumda biraz da benim hikayemi anımsatmadı değil *. gerçekten uzun bir hikaye. ama sıkılmayın. okuduğunuza değecek. yazarın ellerine sağlık.
--
yazıyı tesadüfen zeki müren'in gitme sana muhtacım adlı parçasıyla dinledim. birebir oturmasa da güzel ahengi oldu yazı ve şarkının. başarılı bir yazı. ustaları anması ayrı bir güzellik katmış. yazarın ellerine sağlık.
Gerçekten de hikayenin içeriği, akıcılığı, okuyucuda bir anda okuyayım hevesini bırakması harika olmuş.
Bir çırpıda okuyacak, bittiğinde ise, hikayedeki çocuk olduğunuzu farkedeceksiniz.
Yazan arkadaşımın emeğine sağlık.
Çok yalın, anlaşılır bir dil kullanmış, üslubu güzel ancak dram içerikli olduğu için, araya bir kaç süslü cümle yerleştirse, daha güzel olurdu diye düşünüyorum.
"erken ve de zamansız gidişine vesile olan kamyon şoförünün eskimiş ayakkabılarını fren pedalına geç götürüşünden on gün sonra evine uğradım"
başlarda aradığım ince betimlemeri bu cümlede, ortalarda bulunca pek bir sevindim. durum öyküsü manyağı birisi olarak sonu gelmeyecek gibi görünen, bir cümle ile bir maddeyi, cismi ya da olayı, en küçük bir el hareketini anlatan cümleler aradı gözlerim.
öykünün malzemeleri oldukça güncel. pink floyd lar nejat uygurlar vs...
hani hep deriz ya yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar örgüsüdür öykü. eski dönem edebiyatçılarımız ne kadar dönemlerinin koşullarını anlatımlarına serpiştirerek, çoğu zaman isim, yer, tarih vermeden anlatmış olsalar da; biz neden olduğu gibi isimler, yerler, tarihler kullanmayalım mantığı var experimental'in yazısında.
ne kadar sembolizm-gotik-gerilim-korku-bilim/kurgu edebiyatı seven biri olsam da bu yazıdaki tiyatral anlatım, duyulara seslenen betimlemeler (ki kokuyu çok aradım. ne kadar başlık buram buram "kokuyor" olsa da * çocuğun amcasının odasına girdiğindeki tasvirleri kafamda canlandı. çok güzel bir oda tasviri yapılmış. ah bir de kitap kokusu, ahşap kokusu ve pipo dumanının birleşip yarattığı o kokunun altını çizseydi) hoşuma gitti.
türk milleti olarak benimsediğimiz dram edebiyatı bu yazının sonlarına doğru ağır bastığı için olsa gerek, yazıya tahammül edebildim * yanlış anlaşılmsın, dram edebiyatını fazla abartıyor olmamızdan şikayetçiyim. yoksa her öyküde insanın bam teline vuracak illaki trajik bir sahne vardır. benim gibi kalpsizlere bakmayın siz *
yazının dili sade, yabancı kelimelerden uzak. anlatım akıcı, öyküleyici (yoh yav)...
durum öyküsü ile olay örgüsü arasında kalmış, ne tam durum öyküsü ne tam olay öyküsü diyebileceğim bir yazı. yarısı güzel betimlemelerle, az dialoglarla geçiyor, yarısı bir olayın çevresinde ve ara ara yerleştirilmiş dialoglarla. hemingway in novella'sı gibi *. ne roman, ne öykü, ama novella *
parçadaki amca karakteri de, amcası pezevenk olanlar için bir hayal kapısı. benim niye böyle amcam yoh anne bana niye..dedirtiyor insana *
tabi uzatılabilir bir içerik. betimlemelerle belki, olay örgüsünü uzatmakla değil de. ancak gayet yerinde bitirişler, geçişler olmuş. eline sağlık.
kimi hikayelerde o derece büyük bir samimiyet vardır ki sizi daha ilk paragrafta, peluj bir battaniye gibi sıcacık sarıp sarmalayı-verir. yazarın yüreğinden kopup-gelen hissiyatı, mantık süzgecinden dahi geçmeden kaleminden kağıda dökülür. bir yazar; çocukla-çocuk, büyükle-büyük, cahille-cahil, aydınla-aydın olmayı başarabildiği sürece objektif bir yazar değil midir zaten.
işte! bu hikaye, yazarın oldukça gelişkin bu özelliğini bana tam anlamıyla yansıttı diyebilirim. bir çocuğun ifadeleri eşliğinde, çocuksu ama asla çocukça değil. 'ben artık büyüdüm' demek ile 'yaşım kocaman oldu' demek arasındaki fark gibi bir fark bu fark.
bu elbette ki yazarın üslubudur ama ben olsaydım; paragraf aralarındaki duruşma gözlemleri ya da söylemlerini biraz daha belirgin hale getirirdim. zira, nerede başlayıp nerede bittiği tam olarak ifade edilmediğinden, çocuğun düşünceleri ya da anlatımlarına karışıyor ve bir an için de olsa ne denmek istendiğini çözmekte güçlük çekiyorsunuz.
hikayelerde, beklentinin dışındaki sonlar ve özellikle de acı olanları okuyucuyu çok etkiler. son bölümdeki beklenmedik gelişme bu manada beni çok etkiledi. etkileme derken biraz da irite oldum açıkcası. yani, okuyucu oturmuş, yazdığın hikayeyi güzel güzel okuyor, ne anlatsan dinliyor, üslubunla çekmiş almışsın da adamı hikayenin içine, sen tut son paragrafta öyle bir tokat aşk-et ki adam neye uğradığını şaşırsın, hikayenin geçmişine yönelik bir hafıza kaybı yaşasın ve o andan itibaren sadece o anı hatırlasın.
sonlarıyla hatırlanan hikayeler, çoğu kez planlanmış bir son üzerinde kurgulanmış olanlardır. oysa, sizi çok etkileyen bir hikayeyi arkadaşınıza tavsiye ederken; onu tanımlayacak spontane bir olay, etkileyici bir son ya da her hangi bir röper noktası bulamıyorsanız bu, yazılan hikayenin kurgulama başarısını gösterir.
yakın dönem türk edebiyatında, hikaye dalının büyük üstatları; sait faik abasıyanık ve aziz nesin'in hikayelerini bu bağlamda incelediğinizde, hikaye kahramanları vasıtası ile okuyucuya yaşatılan olayların, hikayenin neredeyse tümüne ne denli başarıyla serpiştirildiğini görebilirsiniz.
(bkz: bu daha önce yapıldı abi.)
Daktilo içerikli bir konuda, isminin söylenmemesi, sadece ima edilmesi dikkatimi çekti öncelikle. Farkında olmadan bazen sıkıldığımı hissettim. Fazla detay gözlerimi yordu.
Ancak hikayedeki güldüren etkenler çok iyiydi, bir de konu kesinlikle özgündü.
Yazar arkadaşımın imla hataarı gözümden kaçmadı.
Kısa zamanda ayrı ve bitişik yazılan-de, ' ile ayrılan pınar' ı, araştırır ve de bu konuda dikkatli olursa, memnun olurum.
Emeğine sağlık.
Sonunu çok sevdim, ancak sanki acele ile yazılmış bir hali vardı.
Geçişlerdeki kopukluklar gözümden kaçmadı, daha fazla detay verse daha da güzel olurdu sanki.
Yine de okumaktan zevk aldım, emeğine sağlık.
Çok beğenerek okuduğum, iki dakikada içime çektiğim hikaye. Bazen okurken kopukluklar yaşasam da, hikayenin sonundaki azim, ilgimi çekti.
Yazar sanırım kendinden bir şeyler katmış, kimbilir belki hikayedeki yeğen, gerçekte de odur, yazarı tanımadığım için bilemiyorum bunu.
Hikayesi çok akıcı ve de okunası. Tavsiye ederim.
baba figürü, öykülerde, romanlarda çok güçlü bir figürdür.
aslında baba karakteri, babanın varlığı, her toplumda çok güçlü bir konuma sahip. baba = kontrol dediğimizde, toplumun her kesiminde yer aldığını görürüz bu karakterin. müdürler babadır, öğretmenler babadır, patron babadır vs.
baba = şefkat dediğimizde ise, pergel çok daralır. babanın kontrolcü yapısı, koruyucu yapısı, şefkati değil gücü gerektirir. baba öncelikle güçlü olmalıdır. kontrol sahibi baba çoğu zaman kontrol odaklı, başarısız babalık yapan bir adam ise şefkat dolu olabilir. demek istediğim babalık yapmak ile baba olmak farklı şeyler.
bu yazıda yazar babanın hem babalık görevinden hem de baba olmasından dem vurmuş. hikaye çok cici, çok şeker. yalnız ilk okuyuşta hemen göze çarpan şey olayların zamandan ve mekandan yoksun geçmesidir. ben eksik mi okudum ya da yanlış mı okudum emin olmasam da, baba ile çocuk arasındaki ilişkiye, dialoglara önem verildiği için, mekan ile zaman unutulmuş gibi * unutulmuş diyorum, en kibar tahmin bu olsa gerek. yoksa yazar elbette olayları bir mekana (mekandan kastım yer istanbul kadıköy meselesi değil malumunuz. en azından bir oda, bir ev, ne bileyim bir bahçe, bir yazlık gibi) ve zamana sığdırabilirdi.
öykü ne kadar olay öyküsü niteliğinde de olsa baba ile çocuk arasındaki dialoglar bir zamana ve mekana yerleştirilebilirdi. çünkü güzel dialogları okurken birden bir mektupta "yıllar" kelimesinin geçmesi, ister istemez öyküde bir kopukluk yaratıyor.
bir de bir öyküde bir aile ilişkisinden ya da birbirine yakın iki insan ilişkisinden bahsediliyorsa ya tamamen hayal ürünü olarak yaratılmış karakterler vardır ya da yazarın kendisinden bir şeyler kullanılarak yaratılmış karakterler vardır. yazarın burada özeli bizi ilgilendirmese de, tavsiye edeceğim şey; eğer ki bir ilişkiden bahsedilecekse, betimlemeler ve duygular çok güçlü bir şekilde okuyuca yansıtılmalıdır olacaktır. o yüzden dedim hani yazar eğer kendinden bir şey katmış ise, bunu çok daha güçlü bir anlatımla gerçekleştirmeli. yok hayal ürünü karakterler ise, yine nitelikli bir betimleme oluşturulmalı * çok şey istiyorum evet * insan yapamadığını başkasında görmek ister derler ya hani :( (aslında demez de ben sallıyorum şuan) benimkisi de o hesap.
yine de eklemeden geçemeyeceğim, babalı öykülere çok çekimser yaklaşıyorum. hem baba karakterinin öneminin büyüklüğünden olan çekincem hem de kendimden birtakım "şeylerin" izlerinden ötürü. bundan sonra baba figürü kullanacak arkadaşlara sesleniyorum, o noktada ince eleyip sık dokuyabilecek okuyucular olabilir, gardınızı alarak yazın gayrı *
arka fonda manticora - creator of failure çalarken okuduğumdan olsa gerek, bir solukta bitiverdi öykü *
çok ciddi bir içeriğe sahip bu öykü. öykü mü desem, didaktik bir yazı mı desem karar veremedim.
şaryo kelimesiyle daktilonun bir parçası olduğunu okuyucuya öğretmesi güzeldi.
mahkemede sanığın suçunun okunduğu yerdeki hukuki terimler aslında akıcılık açısından okuyucunun işini kolaylaştırıyor. mesela terimlerle dolu bir kitap okursun, bir cümle gelir ve içindeki terimler cümlenin ana manasını teşkil etmez, o yüzden atlayarak da okuyabilirsin ya. yazarın burada yaptığını da o açıdan değerlendirip olumlu eleştirimi getirdim kafamda.
parça darbe dönemini anlattığı için, o zamanın türkçe'sinden kelimeler aramadım değil. tamamen eski türkçe olmasa da arada eski kelimeler kullanılsaydı, o dönemden bir şey okuduğumuzu daha bariz hissederdik.
yazıda sonradan karşımıza çıkan gerçek hayattan isim(ler) de öykünün ta başından beri giydiği o "ciddiyet ve politik" elbisesinin süsleri veya yamaları olmuş.
hocaefendi karakteri yazıya dahil olduğunda biraz heyecanlandım. çünkü misyon sahibi bir karakter konuşturulacaktı. daha öncesinde yer alan dini terimlerden sonr hocaefendinin öğütünde de ağır bir dil bekliyordum, yine sade ve anlaşılır bir dille karşılaştım. hocaefendinin sosyal-din çerçevesinde öğüt vermesi de yine yazının içeriğine hafif kaçmış. kötü mü değil. ama hafif. yani hoca bu, konuştur gitsin, saydırsın ayetten girsin hadisten çıksın vs anlatabiliyor muyum *
hocanın idam sırasında tasvir edilirken kullanılan "heyecan" kelimesi aslında yabancı bir dildeki "heyecan" olarak algılandığında gayet açık. ancak türkçemiz'de öyle bir anda heyecan yerine başka birçok kelime kullanılabilirdi. ben yine de heyecan kelimesini okuyunca biraz saksıyı çalıştırıp, o anı kafamda canlandırmaya çalıştım. bu da hoş bir ayrıntıydı, bilerek mi yapıldı bilmiyorum ama *
dil bilgisi eleştirisi yapacak bir adam değilim çünkü benim de dil bilgim zayıftır. arada birkaç tane yanlış olarak yoroumladığım kelime geçti, imla hatası oldu vs ama çok önemli değiller hani.
gerçek hayattan bir kesit, hayali öğelere yer vermeksizin ele alınmış. daktilo zor bir konuydu, gelecek konular az çok tahmin ediliyordu. bu arkadaş da onların arasında en keskin olanını seçmiş gibime geliyor. eline sağlık.
ayın 12'sinde yayınlanan derginin, ayın 12'sinde yayınlanan öykülerinin bulunduğu dergidir.
şöyle ki derginin agası olan experimental hikayesine bakılırsa eğer, ayın 12'sinde yayınlamış. agam şahin k. dan farkın yok yemin ederim. bir şey soracağım senin yazdığının yayınlanmama ihtimali olmadığı için mi hikayeyi yazdığın gibi dergiye ekledin. hangi ara okudunuz lan? ya da bir şey merak ediyorum son güne kadar beklettiğin bu hikaye için, taa 1 hafta öncesinden öykü yazan kaç kişinin hikayesinin yayınlanmamasını sağladın? 1 kişilik kontenjan şart çünkü senin için. son gün öykü yazıyorsun boru mu?
anladığım kadarıyla bu dergide okunmaya değer öyküleri seçmenin tek kolay yolu var. öykülerin girildiği entry tarihlerine bakmak. ayın 1-2-3 ünde entry girenlere rağmen, ayın 10-11-12 inde entry girip, o entryleri öyküye dahil ettirmekte büyük başarı ama daha önceden yazılmışları okumak daha mantıklı sanırım.
evet kardeşlerim, daha önceden söylediğim gibi tekrar söylüyorum. siz asla bu dergiyi bir yere getiremeyeceksiniz bu kafayla giderseniz. evet yapıcı değil yıkıcı olmayı tercih ediyorum çünkü sizin adaletsizliğinize ayar oldum.
şimdi kalkıp kimse bana laga luga yapmasın, experimental öyküsünü 1 hafta önce yazdı. sadece son gün ekledi diye. yemezler. gargara yapabiliriz ama isterseniz.
eğer hakikaten böyle bir durum söz konusuysa, yine adaletsizlik var demektir. diğer 1 hafta öncesinden entryi giren yazar arkadaşlar salak mı bir hafta öncesinden giriyorlar?
ayrıca okuduğum iki entry, experimental ve liberisticcommunist'in entryleridir. hani kıl kaptığım için söylemiyorum ama harbiden bok gibi. birisi kendi hayatından kesitler sunar, diğeri yaşanmış siyasi olaylardan.
sahi öykü ne demekti? yaşanmış veya yaşanması muhtemel olayları hayal gücünüzle süsleyip yazmaktı. anı anlatmak değildi yani.
edit:
ha bu arada madem nickleri dökmeye başladık tüm söyleyeceklerimizi söyleyelim tam olsun. biradetbeyfendi şimdiye kadar okuduğum 10-15 öykü içerisinde en başarılı olanı yazmıştı fare bölümünde.
ayrıca eksipozitif adlı yazarın, fare konulu bölümde yazdığı o boktan öyküye ve fare temasının olduğu öyküde sadece bir arkadan bakan bir fareyi betimlemeyle anlatmaya çalışmış olmasına rağmen o hikayenin nasıl yayınlandığı beni bir hayli şaşırtmıştır. açıkcası eksipozitif adlı yazarın bu bölümdeki öyküsünü de okuyacağım ve daha sonrasında karar vereceğim ne kadar objektif olunduğuna.
bide şey dicem ya. bende bir öykü yazsam, öyküyü experimental ve diğer söykü ağalarının nick altında paylaşsam, acaba onuda bir sonraki bölüme dahil ederler mi? sistem böyle ilerliyor sanırım.
söykü oluşumunu özetlemek gerekirse muhtemelen "anan zaaaa xd" dememiz gerekir.
ruhumuz liseli gardaş...
edit2:
fareli bölümde mo ni fe nickli yazarın yazdığı pop kek seven fare gibi bir öykü vardı. o öyküde bence bu dergide bulunması gereken tarzda öykülerden. her tarafından acemilik akarken öykünün, ben deniyorum ve başaracağım diyor adeta. hee birde en azından öykünün temasına sadık kalıyor. içerisinde fare kelimesinin bir kere geçtiği bir öykü yazıp bakın temaya uydurdum demiyor.
bu arada fareli öyküler arasında hakikaten yayınlanmayı gerektiren bir öykü vardı. sağolsun ağalarımızın kontenjanlarından ona sıra gelmedi. eğer kontenjanlar kalkarsa belki bu tür yazarların yazıları da yayınlanır, tema ve öykü arasında ilişkinin olduğu öyküleri okumaya başlarız. zira o yayınlanmamış olan adını vermeyeceğim öykü, hala aklımda belli başlı kesitlerle yer almakta. aradan 1 aya yakın süre geçmesine rağmen. sokakta yalnız yürüyen kadından, pas novemu fare diye bağıran adamdan, hitlerin kemelerinden daha anlamlıydı bence.
hikaye çok eğlenceli. çok hoşuma gitti. çok iyi başladı. ilk başlarda "aha tamam psikopat bir öykü geliyor. böyle delili melili, şizofrenili mizofrenili diye *
kendiliğinden yazan bir daktilo, deli bir adam. bunlar ilk başta düşündüklerimdi. sonradan neler olduğuna gelmeden önce birkaç başka noktaya değineyim.
böylesi uçuk bir konuda tabiki de en önemli şey karakter tahlilleridir. durum öyküsünün (ki bu yazı bir durum öyküsü) en önemli damarıdır betimlemeler. mesela elemanın tipi, teri falan kaleme alınmış. ancak sanki arkasından atlı kovalıyormuşcasına yazılmış * yani demek istedim acele edilmiş. çok daha detaylı tasvirler yapılabilirdi. bir terin oluşması, damlayacağı ana kadar geçen süreç vs aheste ahest anlatılabilird. çünkü bu bir durum öyküsü. olması gereken şey yani karakter tahlili olmak zorunda. ancak yazarın acele etmesinin sebebi (ki benim de çoğu zaman muzdarip olduğum bir derttir) anlatacağı şeye bir an önce kavuşma hırsı.
bu her yazmaya çalışan insanda var gibi. çünkü bizler heyecanlı kitaplar okurken climax dediğimiz o orgazm edici noktaya bir an önce varmak isteriz; "n'olacak acaba" diyerek. yazarken de o psikoloji üzerimizde geziniyor olsa gerek, acele ediyor, önemli betimlemeleri baştan sağma yapıyoruz.
daktilo hayali ile gerçek olaylar arasındaki geçişler de hızlı mesela. yani ben o kendi kendine yazan daktilonun keyfini çıkaramadan, deli adamın (ki sonradan vicdanıyla muhasebe eden adam olduğunu anlıyoruz) keyfini çıkarmadan karakter hemen anılara geçiyor. ve çok basit, sade bir dil, anlatım çıkıyor karşımıza. dialoglar eğlenceli, bizden dialoglar ancak bu kadar da rahat yazılmamalı bence * konu şahane, çok daha iyi bir üslupla daha şahane olabilirdi. benim aklıma gelseydi böyle psikopat bir konu, o daktilonun verdiği korkuyu yazmak yerine bizzat yaşardım herhalde ofisimde *
korku unsurları ile anılar arasındaki geçişler dediğim gibi aceleye gelmiş. bir de anılara daha çok yüklenilmiş. sonradan anlıyoruz tabi bunu da, adam meğer vicdanıyla cebelleşiyormuş. ona da o yüzden eyvallah dedik, tebessüm ettik *
sonra birkaç kısıma denk geliyorum ki; resmen sigara yakasım geliyor * ancak winston'da kaybetti beni yazar. (malboş rulez)
yine okuyucunun hayal gücünü çalıştırma noktasında şu kısım: "koşarak mahalleden tüm arkadaşlarını topladı. sıcak bir yaz akşamı yapılabilecek en harika şeyi yapmaya, komşularının meyve bahçesine dalmaya gidiyorlardı." tam güzel bir görev üstlenecekken, ürünün içeriği ters tepti. benim için sıcak bir yaz akşamı (çocukken) yapılacak en zevkli şey mesela top oynamaktı. orada meyve çalmaktan, bahçeye dalmaktan bahsedince, ulan dedim biz öyle yapmıyorduk * yani o tür bir faaliyet bahçe kültürü ile yetişmiş bir çevrede ancak yaşanır. biraz kısıtlı yani. çocuklara daha bir genel manada misyon yüklenebilirmiş orada: top oynamak, birbirine bel altı fıkra anlatmak gibi. bu noktada yazar acaba kendi yaşanntısından mı yola çıkmış dedim sonra. hani kendisi çocukken onu mu yapıyormuş gibisine...
sözün özü eğlenceli başladı, durağan devam etti, sonra yine eğlenceli oldu ve sonunda ana fikre bağlandı. eksiklerine, fazlalıklarına rağmen zevk alarak okudum, eline sağlık.
hikaye çok güzel başlıyor. bir hikaye nasıl başlar sorularından birine "bir dialog ile başlar, sonra karakter çözümlemerine geçer" diye verilen yanıt ile başlıyor.
hikaye kısa, sanki bu konudan bu kadar çıkar aga denmiş gibi. uzatılabilirdi ancak konunun belki de sade olmasından yakındı yazar, kısa keseyim, mesajımı vereyim demiş gibi.
felç bir adamla yaşayan kızı, iki karakterimiz. babasına sarma dolması yapan bir karakterin, babasının senelerce belki de sakladığı ve kendisine bir şeyler katmış bir daktiloyu pervasızca ortadan kaldırması, felçli adama biçilecek dramın alt yapısı olma pahasına heba edilişine tanıklık ediyoruz yazıda. babasına bakıyor, sarma dolması yapıyor, oturup konuşuyor babası konuşamıyor da olsa. tüm bunlardan sonra o hareketi karakterle uyumsuz olmuş. ha hiç mi kusuru olmamalı bu insanın, en azından bu kadar acemice yansıtılmamalı. mesela düşürüp kırsa, babası da ona içerlese, gözyaşı dökse ve kızı bunu görüp beraberce göz yaşı dökseler daha farklı olurdu sanki. benim beklediğim bu idi en azından, yazarın bunu yapmak zorunda olması gibi bir durum söz konusu değil elbette. ancak dediğim gibi felçli adama biçilen dram sahnesi bu kadar amatörbir alt yapıya sahip olmamalıydı.
geçişler çok ustaca olmuş, özellikle bu çok hoşuma gitti. senelerdir öykü yazıyormuş da artık teknik kısımları aşmış bir adamın yazısını okur gibi keyif aldım. ben pek beceremem bu geçişleri, kafayı yerim çoğu zaman *
kısa olsun, mesaj kaygısı gütsün diyerek yazılmış diye itham etmek istemiyorum ama, sonu da biraz hani bu kapıya çıkacak şekilde yazılmış. hani bir sosyal mesaj vereyim havası, dilencinin ağzından söylenen bir cümle, öğüt. her ne kadar bir rüya repliği de olsa, yine bir dialog şeklinde ele alınsa bundan önceki paragrafların samimiyetiyle uygunluk sağlardı. ben de itlik yapıp mesaj vermeye çalışıyo burda ya beğenmedim demezdim *
hikayelerin kurgulanmasında alışılagelmiş tarzın dışına çıkmak; okuyucunun, hikayenin içeriğine değil karşılaşılan yeni ve ilginç yapısal kurgunun çözümüne odaklanmasını sağlayacağından çoğunlukla tehlikeli bir girişim olarak değerlendirilir. ancak bu örnekte yazarın, karşılıklı diyaloglarla okuyucuyu hikayesinin içerisinde tutmayı başarıyla sağlayabildiğini görüyoruz.
hikayede, verilmek istenen anafikri oldukça net alabiliyorsunuz. kapitalizm ve onun güdümündeki kitle iletişim araçlarında teknolojik anlamda yaşanan hızlı gelişimin globalleşme sürecini olabildiğince hızlandırdığı bir dünyada, bu mekanizmadan beslenen ticari unsurların, yeni fikirleri neredeyse insanın beyninde oluştuğu anda kaparak bundan ticari anlamda kazanımlar sağlayabildiği gerçeği çok çarpıcı bir biçimde dile getirilmiş. bu denli çok yaşanmışlığın ya da yaşanmışlıkların etkisindeki yeni fikirlerin, teknoloji sayesinde belli merkezlerde toplanıyor olması da bir süre sonra engellenemez fikirsel benzeşmeleri mümkün kılıyor, doğal olarak.
kendine has kurgusu ve vermek istediklerini başarıyla verebilmesi açısından denilecek bir şey yok! ancak, biçimsel anlamda ve yazım kuralları yönünden de aynı başarıyı görmek istiyor insan. yani, bir taraftan çok başarılı bir hikaye iken, diğer taraftan bakıldığında bu başarıyı gölgeleyen basit yazım hataları ve özensizlik okuyucunun canını sıkmıyor değil.