bu hafta öykülerle ilgili değil de ilk sayıdan bu yana dile getirilen eleştirilerle ilgili dolayısıyla söykü olayını da kapsayan genel fikirlerimi, eleştirilerimi yazmaya karar verdim.
baştan şunu söyliyim bu sözlükte kimseyi tanımıyorum. her gün mesaj attığım, düzenli seviştiğim kimse yok. haftaya sözlük kapansa "keşke yazdıklarımı alsaydım" dışında aklıma bişey gelmez.
basit bi siyasi tartışmaya bile girmedim burlarda eğer sözlük selebritilerinin tepişmesiyse bu, ona da salça olacak değilim.
kendi meşrebimce yazılmış nalına mıhına bir yazıdır ve muhtemelen hoşa gitmeyecek veya sallamaya değmeyecek fikirler içerir.
yazının dili biraz savruk gelebilir kimseyi üzmemelidir. bu dil sadece benim kabalığımın ifadesidir.
öncelikle söykünün hayata geçmiş olması iyi olmuştur.(nokta)
yok efendim aslında başkasının fikriydi de, yok efendim böyle mi olurmuşda falan. geçiniz. iyi olmuştur.
dünyada milyarlarca hayata geçmeyen, hatta bi çoğu o fikri taşıyan beyinlerle birlikte mezara girmiş süper fikir var/vardı. düşünceyi küçümsemiyorum ama önemli olan icraattır.
bu sebeple experimental'in hakkını teslim etmek gerekiyor. eline sağlık.
bazı eleştiriler var; eleştiri mi yoksa merd-i kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler hesabı komplekslerin dışa vurumu mu pek bilemedim. bilemediğimden onları da geçiyorum.
ve bence asıl konuşulması gereken, iyi niyetle kompleksiz konuşulması gereken konu; söykü daha iyi olabilir mi ve bu anlamda yapılan eleştirilerde haklılık payı var mı?
tabi ki var.
öncelikle bence de bir yada iki kişinin yönetemeyeceği yada yönetmemesi gereken bi oluşum bu.
en basitinden konuyu ele alsak bile 50 60 öykü gelecek ve salim kafayla bunları experimental okuyup iyi olmuş, daha iyi olabilir vs diye kendince tasnif edecek. bu maddi olarak çok mümkün değil.
ben bu tip yazıları okumayı seven biri olduğum halde iki tane "bence kötü" öykü okuyunca üçüncüyü okumak beni kasıyor. 60 öyküyü iyi bi performansla okumak mümkün değil. bu işin maddi yanı. beyin fosfat korelasyonu.
eleştirilere katıldığım bir diğer nokta da şu. bir kişinin beğenisi objektif olmayı ne kadar zorlarsa zorlasın her öyküye eşit şans tanımaz.
neticede bu ülkede esra erol un romanı 15 baskı yapıyor yada elif şafak ın demek ki onu okuyan birileri var ve o dili, o hikaye tarzını vs vs seviyor.
ayrıca bu ülkede yaşar kemal okuyan adam da var. william faulkner okuyan da. bu insanlar bu sözlükteler.
örneğin benim beğenime kalsa dört bilemedin beş öykü anca girer bu dergiye ama benim beğendiklerime de "bunlar ne amk dalga mı geçiyon" diyenler olabilir. bu sebeple öykü seçiminde adil olunması için 5 kişilik seçici grubu bence de doğru olan.
bu seçici grubunun olması dergiye alınmamış öykülerin yazarlarını da küstürmez ayrıca experimental ve dergi "haklı" bir eleştiriden de kurtulmuş olur.
kukla'nın yazdığı eleştiri içerisinde uygulaması imkansız gibi de olsa yazarlara yazdıklarıyla ilgili geri dönüşlerin yapılması fikri bence harika. ben kasan bi tipim, öyle bi saatte yazamam hiçbir şeyi. iki hafta düşünüp bişi yazıyosun ama bi iki kişi okuyo yada okumuyo ve hakkında hiç bişi duymadan yazdıklarını sözlüğe gömüyosun. keşke olabilse ama inanılmaz zor bence.
bunların dışında,
19 öykü yayınlanıyor. iki öykü okuyorum kötüyse devam edemiyorum. kafadan bir gün ara veriyorum. aa ertesi gün bi de bakıyorum bi başkası süper yazmış. öyküler arasındaki kalibre farkı o kadar yüksek ki kötüsüne denk gelen "abi dergi mergi değil tırt" der okuyamaz daha fazla.
bence 10 öykü ile sınırlı olmalı ve katılanlar kasmalılar. o 10 öykü içine girebilmek için daha iyi yazmak için kasmalılar.
böylece söykü yazmayı sevenler için daha iyi yazabilmek adına bi itici güç oluşturabilir.
içinizde bir kişi bile ben kasmadan hepsini okuyorum diyorsa böyle kalsın. ama beni kasıyo.
5-6 kişilik seçici grubu olmadan 10 öykü seçersek yeminle bu söykü olayı karakolda biter.
experimental i facebooktan bıçaklarlar. bak dürtmek demiyorum.
eğer illa 15-20 öykü alınacaksa söyküye ki bununda gerekliliğine katılıyorum. daha çok yazarın öyküsü yayınlanır güzel olur. o zamanda seçici kurul kendince ilk 5 öyküyü önerir ki daha keyifli bi okuma sağlanabilsin.
konu seçimi. ilk hafta çocuk parkıydı neticede bi mekan, çok sorun olmadı. kimisi yaşlı oldu kimi çocuk gözüyle baktı kıvırdı öyküyü.
sonra fare. abi fare için ne yazcam diye duvarlara öyle bi bakıyodum ki gören herif yan dairedeki kızları şifresiz izliyo sanır.
neticede fare de bi canlıdır. bi şekilde hayata dahil ediliyo işte bazı yazarlarımız bu yaştan sonra fare falan oluyo. bi empati bi duygu durum muhasebesi.
son olarak da daktilo. eyvallah. bi şey demiyorum yazan her türlü yazar.
ama yazarlarımız da dergi de başlangıç aşamasında gibi. daha geniş meydanlarda, daha serin düzlüklerde sekmeleri gerekir ki daha güzel işler çıkabilsin. kendi ayağına ateş etmesin dergi.
ben hayatımda daktilo tuşuna dokunmadım mesela.
ee evet, fareye de dokunmadım tamam.
hatta eşek de .ikmedim ama neye benzediğini biliyorum.
bence kolaydan başlanmalı biraz.
14 gün sonra bak gör önümüzdeki sayı öykülerde hep bi ihtiyar adam daktilosu, anılarda daktilolar. daktilosuyla yola çıkmış manyak manyak tipler ne ararsan olacak. daktilo olan adam olacak. üzülüyorum tabi.
ben yazarların "benim öyküm bundan iyi" tesbitlerine de katılıyorum. ilk sayıda da aslında bu tepkiler bence vardı ama ilk diye kimse üstüne gitmedi. bi iki öykü vardı 60 öykü içinden çıka çıka bu mu çıkmış dedim kendimce. ama şunu da unutmayalım sadece sizin değil herkesin öyküsü kendine göre bu dergiye girer.
bu sorun gün geçtikçe büyür ve belki çok iyi yazarlar bu olaya küsebilir.
benim fikrim 3. sayıda experimental başlangıçta bahsedilen o 9 10 yazardan 5 6 tanesiyle seçici kurul uygulamasına başlamalıdır.
bir arkadaş da yazmış hep aynı yazarların öyküleri yayınlanıyo, kankaları falan heralde diye.
kimler için diyosun bilmiyorum. her iki sayıda da hikayem yayınlandığı için o sözlerin muhatabı oldum malesef ama tanımam etmem experimental nickli arkadaşı.
experimental'in öyküsü iyi mi değil mi tartışması saçma. indirgemeciliğe gerek yok.
haydi bismillah dedim, oturdum okuyorum tüm öyküleri.
naçizane fikirlerimi yazayım o halde.
chua: bu öyküyü okuduktan sonra, google'da "chua" kelimesini tarattım. hakikaten değişik olmuş, en az bir "chua" kadar ilginç ve hüzünlü.
kaos ve mutluluk: okuduktan sonra "hayat böylee b'ooğlummm! napalım yani!" dedirten ve buram buram doğallık akan öykü, okuması keyifliydi gerçekten.
fare ve çocuk: betimlemelerine bayıldığım öykü. kadının platin saçından tutun da ayakkabıya bulaşan çamur kadar, tüm öğeler bir bir canlandı gözümde, yaşadım.
7 yaşındaki fare: bana çocukluğumu hatırlatan, samimi öykü.
* uyumuştu çünkü uyuyunca her şey geçerdi...
kısa boylu maceralar: eğlendiren öykü.
* fare mi! yüce kaşar adına! uçan sincap aşkına! bir fare!
ayrıca yazar, sonunu da gayet güzel bağlamış bence.
hayatımız fare kapanı : öyle bir öykü düşünün ki, teması "fare" olsun ve sevgiliye ithaf edilmiş olsun. çok zor değil mi? ama yazar bunu başarmış, hakkını vermiş.
feridun abi : utanmadan bu klişeyi kullanacağım: "güldürürken düşündüren öykü."
*okurken çok eğlendim.
adolf ve melez kemeler : national geographic dergisinde soyu tükenmek üzere olan hayvanların yaşamları ya da onun gibi şeyler, hafif öyküleştirilerek kaleme alınır ya hani. tıpkı ona benzettim ve cidden çok beğendim.
bir şehir ters döndü: geçen sayıdaki yazısından da yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki tam bir "bandini" öyküsü. yazar, tarzını belli etmiş, "ben buyum" diyor.
* evet farklı, azıcık karmaşık belki. ama okuduktan sonra damakta bıraktığı bir tat var, kesinlikle.
su alan dünyayı terk eden fare : bir solukta okudum, içimi sızlattı. öyle acıtan, öyle gerçekçi, öyle de "bize bizi anlatan."
"batan gemiyi ilk terk eden bizler oluruz.
her tarafından su alan bu dünyadan artık gidiyorum! ''
korku ve farenin hikayesi : aşık atışması tadında, eğlenceli ve azıcık da hüzünlü; tam kıvamında öykü.
* yazarın tarzını sevdim.
mr jingle : okunurken sonunu merak ettiren, ya da lafı uzatmayayım işte; "sürükleyici" bir öykü olmuş bu. bu fareyi sevdim ben resmen.
köşede bekleyen yalnızlık : öyküde hiç diyalog olmamasına rağmen, yazar tasvir yeteneğini öyle bir kullanmış ki, öykü kahramanları konuşuyorlar, sevişiyorlar adeta.
*çok beğendim.
tokluğu unutan yaban : kalbimi kıran öykü. nedendir bilinmez, garip bir hisse sürükledi beni, okudukça içime bir sıkıntı oturdu. evet, gerçekçi çünkü. belki de bizzat gerçeğin ta kendisidir, bilinmez.
*meyveli yoğurt dolu bir şehrin, şekerli yoğurt seven tarla faresiydim.
ne kadar yesem de, sevmediğim, alışık olmadığım doyurmuyordu beni.
düşleri kemiren gerçeklikler : masal okur gibi, keyifle okudum bu öyküyü. kıssadan hissesi bile vardı hatta.
"geçmişinden kaçma. bugün ile dün arasında ne varsa, olduğu kadarını tamamıyla sahiplen. o sensin. hepsi senin. çünkü geçmiş seni 'sen' yapan şeydir. düşle gerçeği, gerçekle yalanı ayırandır geçmiş." bu, bilge büyücünün söylediği son sözlerdi."
geçmişin kemirgenliği : geçmiş, gelecekte böyle güzel öyküler yazdıracaksa, varsın kemirsin dediğim öyküdür.
*keyifle okudum.
asla bitmeyen kabus : o kadar normal bir durumu, öyle güzel yansıtmış ki yazar, keşke hemen bitmeseydi rüya dedim.
*sonu da güzel bağlanmış.
"seni rüyamda gördüm, merak ettim." mi diyecekti? zaten klişelerden nefret ederdi kadın. hiçbir zaman aramadı adam, arayamadı. kabuslar her gece devam etti, hiç uyuyamadı.
aidiyetsiz sahipsizlik ve hüseyin : naçizane öykümle ilgili kendim yorum yapmayayım tabi, gülünç olur. "hüseyin'i öldürdüm, pişman değilim, yine olsa yine yaparım." diyeyim bari.ehe.
şöyle toparlayayım; bir uludağ sözlük yazarı olarak söykü için kafa patlatmaktan; ve bir okur olarak da uğruna bunca emek verilen bu oluşumu okumaktan keyif alıyorum. umarım daha da güzelleşerek, gelişerek daim olur.
1-değerlendirmelerin subjektif olduğunu düşünüyorum. Öykümün yayınlanmamasından dolayı subjektif olarak algılanmak durumuna düşeceğimi de biliyorum.
2-Dergiyi okudum. Güzel öyküler var. öyküm yayınlansın yayınlanmasın, benim de her yazar gibi eleştiri hakkım olduğumu düşünerek yazıyorum... öncelikle, ilk sayıda öyküsü yayınlanan 4-5 kişinin aynı şekilde 2. dergide de yazılarının yayınlanması dikkatimi çekti.Lakin; dünya kupasını düzenleyen ülke/ülkelerin direkt kupaya katılması gibi birşey... Sanki 3- 5 kişi kendi aralarında ; 'hoca, bir öykü dergisi çıkaralım. ama bunu biz yaparsak daha az ilgi çeker. Ortama açık(mış) gibi yapalım, öyleymiş gibi sürdürelim. Bak bende şu kadar öykü var, sende de var vs vs vs...Toplu bir faaliyet olarak lanse olursa sonuçları da daha doğal(mış) gibi olur...' demişler ve aslında hiç de bahsedildiği gibi bir eleme konseptinde ve amacında olmayan bir faaliyet olmuş gibi..
3- madem, bu iş gerektiği gibi yapılıyor; seçilen öykülerin dergi başlığında yayınlandığı gibi; ayrı bir başlıkta, gelen tüm öyküleri de yayınlayın, 'bakın, hiç bok atmayın, aha da bu kadar tırt öyküden, bunları bunları seçtik ey halkım, siz de görün.alnımız ak, başımız dik' diyin ve böylece kendini yazar sanıp öyküsü yayınlanmadı diye çemkiren, bok atan kişilerin ipliğini pazara çıkarın..ya da iplik pazar ilişkisinden ziyade, ne kadar abuk sabuk şeyler okuyup içlerinden ayıklanmış bu öyküler için herkes esaslı bir teşekkür etsin size böylece.
4- maalesef, öyküsü yayınlanmayan herkese, büyük bir incelikle eleştiri yollayan experimental arkadaşımızın öyküsü hakkında, ilk entry de yazıldığı gibi bana burada verilen eleştirme hakkımı kullanarak birşeyler yazmak istiyorum. Çünkü; ilk eleştirilmesi gereken onunkidir. Çünkü; bu işe soyunmuştur, çünkü buna rağman ve/veya bu durumda bile her iki dergide de öyküsü yayınlanmıştır. Madem, o kadar kısıtlı bir yer var, madem bu işte iyi ve objektif bir niyetiniz var, neden bu yazarın iki dergide de öyküsü yayınlanır? topu olan takımı kurar mı? demek ki, o, kendi öyküsünü yayınlıyorsa, aptal değil ya bu eleştirinin geleceğini biliyor, o halde buna rağmen yayınlıyorsa demek ki; onun öyküsü değerinde başka öykü gelmemiştir ve herşeye rağmen bile bile lades deyip öyküsünü yayınlamak zorunda kalmıştır. o halde , insanların da algıda seçicilik yapıp onun öyküsünü ayrı bir gözle okuyacağını da biliyordur. Ama demek ki, öyküsüne o kadar güveniyordur ki; herşeye rağmen; spikerin, ' işte buz gibi gol...ne offsayt, ne faul, ne penaltı.' dediği gibi 'işte öykü, herşeye rağmen bütün bu risklere girilebilecek kadar da sağlam'' diye düşünmüş olmalı...kendisinin tokluğu unutan yaban öyküsüne olan eleştirim şöyledir;
-nedir bu şekerli yoğurt olayı...iyi tamam, şekerli yoğurt ile ilgili güzel metaforlar kurmuşsun. Muhtemelen bu öykü için özel olarak değil, bir yerde bir şekilde bu aklına gelmiş bunu biryerde kullanmalıyım demişsin de, bu şekerli yoğurt metaforu ve ard anlamları, bu kadar mı eğreti ve yapıştırma durur yahu bu öyküde.hani; ' ne alaka' dersiniz ama modern ve sürrealist tarzda bir bağlantı vardır yine; bence kumaş pantolan altına parmak arası terlik gibi olmuş...'fare' kelimesinin bu kadar alakasız ve yüzeysel kullanıldığı bir öykü, bu dergi işinin içindeki kişiye de yakışmamış..
adolf ve melez kemeler - liberalisticcommunist; bu öykü de buram buram 'boksör böcek' kokuyor.
bandini'nin öyküsü sınıf üstü.bu, bu dergi için iyi mi kötü mü? bilemem, ama gerçekten sınıflar üstü, o kadar üstü ki, ingiltere' de bir şatoda, konyaklarını içen birkaç aristokratın akşam yemeğinden önceki sohbetleri sırasında ezbere okunsa alkış alacak cümleler dizisi. Ben de alkışlıyorum, biramdan bir yudum alıyorum.
düşleri kemiren gerçeklikler-- çok hoşuma gitti. Ama anlatım tarzı ile hikaye biraz daha güzel sevişebilirdi.(özeleştiri:bu öyküyü ben de kelimesi kelimesine aynı şekilde yazsam, bu eleştirinin anlamını anlayamazdım.kendimin şu anda eleştirimde anlatmak istediğim şeyi,bu öyküyü yine aynı ben olarak yazsaydım anlamazdım. Yazmak, insana böyle bir körlük de verir. Çok az insan kendi yazdıklarını bir başkası okur gibi okuyabilir.
isteyen de, benim aşağıda vereceğim öykümü, aynı bu şekilde eleştirebilir, canıma minnet...yada mihnet.)
5- herşeye rağman objektif bakıyorum da, 'fare' konseptli bir dergide, bu kadar konsepte aykırı ve ''aha da benim şöyle bir öyküm vardı, modifiye edeyim de , bu konsepte girsin' denilip konuyla alakasız o kadar öykü varken, ben de bir daha davos' a gelmem...yazan kşi kaprisli de olur,emeğin özünü yazarak verir çünkü... ben değilimdir. emek , harcanmak içindir, harcandıkca kıymetlenir ve bunun sonu yoktur...
Kapris ile 'kaprisin eleştirme güdüsüne karışması' yaftasından korkup eleştiriden kaçacak biri değilim. Bu kadar eleştiri ile de bunu ispatlamışımdır herhalde.
6- uzun lafın kısası beyler ve bayanlar; gördüğüm şudur; 3-5 kişi bir dergi kararı almışlardır, sözde mevzubahis konsept altında (minareden at beni, in aşağı tut beni),amaçlarına yönelik kendi reklam ve yayınlarını yapıyorlar. herşey bir yana, ekşi ile başlayan malım yere ' söykü' yazın ; görün, entry yazan
iki kişiyi. Malum yerde, neden reklam yapılır. nedenbaşlık açılır??????
üç-beş kişi dergi yapalım deseler; güya bu görünen doğallığındaki gibi etkili olmazdı, güya?
6- bütün bu eleştirilerimi , 3. sayı çıkınca yapsam belki daha etkili olurdu ama görünen köy klavuz istemez. bari, ben böyle acı acı yazarsam, su testisi 3. seferine çıkmadan bir işe yarar.
7- işte bu da benim yayınlanmayan öyküm... okuyun, iyi, kötü eleştirin...bu dergideki birkaç öyküden kötü ama en az birkacından çok daha iyi..saygılarımla...
(#14698363)
edit: bu başlıkta , 'her türlü eleştiri ve yorumlarınızı aşağıya yazabilirsiniz' denmişken ve bu durmda zaten sözlük formatının dışına çıkmak( - bence- denilen,şahsi fikir içeren vs vs. cümleler kurmak) serbest edilmişken ve bu başlık altında da bir çok entryde de bu durum varken;
ben bu entry altında başka bir entry yi bknz yaptığımda,sözlük formatına aykırı yazmış bulunuyormuşum,böyle bir uyarı alıyorum... eyvallah...
eleştiri yapın deyip küfür hakaret ve kabalık vs vs içermediği halde eleştirimi eleştiren bir
durum beni daha da üzmüştür... bilginize..
tarihsel süreçte insan yaşamının, bir romanın tiyatroya uyarlaması gibi sahnelenmekte olan çok perdeli bir oyundan farksız olduğu ve o sahne sınırlarının yaşam sınırlarını belirlediği gerçeği.
oyuncular, ussal yeteneklerini, senaryodan uzaklaşıp sergilemekte oldukları bu oyunu bir orta oyununa dönüştürmeye ne denli yeterli görseler de bu mümkün olamıyor ve yaşamlar; o sahnenin sınırları içinde yazılı senaryoya bağlı olarak sürüp gidiyor. özenle seçilmiş sözcüklerin aynı özenle tümceler içerisine dizildiği başarılı bir kısır döngü tasviri.
kimi okurlar için, satır aralarındaki detaylara takılıp işin özünü kaybetmeye müsait bir çalışma olsa da bu tuzağa düşmeyecek belli bir okuyucu kitlesine hitap ettiği yadsınamaz bir gerçek. burada, " sanat-sanat için mi, toplum için mi? " tartışmasına girmenin elbette ki ne yeri, ne de zamanı lakin ben, bir yazarın sanat icra etme uğraşı içerisinde kendisini helak ederek asıl vermek isteği şeyi veremeyip anlaşılamamasından daima korkmuşumdur.
ikinci sayısı çıkan söykü dergisini, ilk sayısı da dahil olmak üzere, adeta uludağ sözlüğün bir prototipi olarak görüyorum. yani o derece renkli, o derece farklı ve aslında o derece başka dünyaların insanları yazıyor ki bir hikayeden diğerine geçişiniz sanki bir zaman tunelinden başka bir zaman ve düşünce boyutuna geçer gibi. kötü yönü, bir süreliğine adaptasyon güçlüğü çekmeniz ama bu durum, sıkılmadan bir çırpıda okuyup bitirmenize de olanak sağlıyor.
başta anadolu insanı olmak üzere bir tasvir üstadı olan kemal tahir'in önemli bir gözlemi vardır;
" yazarları şahsen tanıyıp insani ilişkileri konusunda fikir sahibi olabilirsiniz. ancak, eserlerini okuduğunuzda; onların iç dünyalarını keşfetmeye başlarsınız ki kendilerini tümüyle özgür hissettikleri bu ortam, onlar hakkında daha doğru bilgiler verir. bu noktadan hareketle, günlük yaşamları ile tanıdığım birçoğu hakkında beslediğim önyargılarımın bir-bir çöküşüne şahit olmuşluğum vardır."
bu bağlamda, sözlüğe entry girerken ciddi olayları ve hatta hayatı dahi ti'ye alan kimi yazarların, klavyenin başına oturup bir hikaye yazarken gösterdikleri özen, bir şeyler yaratma ve bir takım mesajlar verme çabaları övgüye değerdi bence.
canını kurtarmak için bin türlü maskaralıklar yapan, gereğinde yaltaklanan, olmadı; aman! dileyen bir karakterin, düşmanının elinden canını kurtarma mücadelesi, hissiyatı ne denli içtenlikle işlenmiş ve okuyucuya yansıtılmış. diyalog hikayeler, bana çoğu kez sıkıcı gelmiştir ama bunu keyifle, bir çırpıda okudum ve bitti.
-okuduklarım arasında vişneli pop kek seven fare konu fare olunca şöyle bir şey olmuş. hani bir filmde silah görünce o silah bir sahnede mutlaka patlar klişesi vardır ya, hikayede fare olunca da onun mutlaka ölmesi gerekirmiş gibi. işte bu onlardan biri.
-okuduklarım arasında chua ajite, ajitasyon. bunu gerçekten çok iyi yapamıyorsan bence yapmamalısın. çünkü ajitasyon aslında klişeye kaçmaya çok yakındır. bir bakmışsın ajitasyon yapacam derken klişeye düşmüşsün haberin olmamış.
-okuduklarım arasında fare ve çocuk ya güzel hikaye de hani bir hafiften ötekileştirme olmasa daha mı iyi olurdu. anne annedir. yani paristen ruj alan kadınlar neden kötü anne olsun ki?
-okuduklarım arasında asla bitmeyen kabus içinde fare olan bir kabus ve nedenini bilemediğimiz bir ayrılık hikayesi. güzel kurgulu kısa hikaye. ama gerçekten kısa.
-okuduklarım arasında bir şehir ters döndü ben denemeleri anlayamıyorum. edebiyat bilgim zayıf. bunu ise anlamaya çalıştım ama anlayamadım. iyidir yada kötüdür bilemem.
-okuduklarım arasında su alan dünyayı terk eden fare sade. bence bir numara olmuş. sade bir dil ile tamamen iddiasız ve fare ile ilgili akla gelebilecek ilk konu ile bir hikaye yazılmış ve çok güzel olmuş.
önce, ilk defa bir öyküm bir yerler de yayınlanıyor. gerçi ortaokul kompozisyon derslerini saymazsak ilk defa bir öykü yazıyorum o da ayrı bir konu. dergi ile ilgili olarak, sözlükte enteresan yetenekli yazarlar var. bu dergi en azından bunları ortaya çıkardığı için bile başarılı bir girişim.
-okuduklarım arasında feridun abi kurgusu güzel, ama didaktik olma pahasına kurgunun çok daha komik bir hikayeye dönmesi engellenmiş.
öyküyü tamamlamak için zamanımın yetmediği ikinci sayı olmuştur. gotik-fantastik-bilimkurgu tadında bir öyküye başlamıştım. böylesi bir içerik malum kısa ve boş olamaz. sağlam bir temele oturtmayı yeni bitirmiş ve gelişme kısmına geçecektim ki tarih geldi çattı. haliyle yetiştiremedim. güzel olacaktı, ziyan oldu.
ha üçüncü sayının konusunu da beğenmediğimi belirtmek istiyorum. üçüncüsü de güzel olsaydı üçte iki olacaktı fare ile birlikte (çocuk parkı da fena değildi ama iyi de değildi bana göre, yazmış olmama rağmen).
bir de yazıların analizi için seçilecek insanlar ya da şuan görevde olanlar ve konu belirleme gibi soru işaretleri hala giderilmemiş sanırsam. insanlar cevap bekliyor. özelden mi cevap veriliyor bilmiyorum ama halka açık bir açıklama yapılsa iyi olur gibi. benim için sorun yok her türlü yazar bürokrasiye ya da hiyerarşiye de karışmam ama bunlar giderilse, mesela kurul yeniden belirlense daha iyi olur gibi. şuan bu projenin eksikleri bunlar.
öykülere de zamanım oldukça bakıyorum. ama ne yazıkki henüz ilgimi çeken tarzda öyküler gelmedi. genelde fabl tarzı öykülerin çıkacağını tahmin etmiştim. ya da dram edebiyatını seven türk milleti olarak yine dramatik öyküler geleceğini de tahmin etmiştim. türk edebiyatına, melankoliye kotarılmış öyküler olacağını. keşke arada benim sevdiğim durum öyküsü tarzında, biraz bilimkurgu biraz da trajik (uçuk ya da olağan dışı) nitelikte öyküler yazan arkadaşlar da olsaydı da yazma sürecinde kendileriyle fikir alışverişi yapabilseydim. böyle cicili bicili öyküleri pek sevemiyorum *
herkesin eline sağlık.
not: soru işaretlerinin giderilmesi taraftarıyım ben de. sırf onlar yüzünden katılım yapmayan kaliteli arkadaşlar var.
tüm hikayeleri bir solukta okuduğum dergi. (evet yaklaşık bir buçuk saattir aralıksız okuyorum...)
--
öncelikle;
herkes dersine çok iyi çalışmış... tüm yazarların emeğine sağlık. üşenmeyip okuyanların da gözlerine.
derginin çıkış günü -yani bu gün- çok güzel bir tesadüf eseri, istanbul'da yağmur yağıyor. bir şeyler okumak için çok harika bir hava. okumamış olanlara tavsiyem; bir fincan nescafe-çay alın yanınıza, tiryaki iseniz (sağlığa zararlıdır.) sigaranızı da alın yanınıza, okuyun...
kendini tekrar eden yorumlar yapmak istemezdim ama bir önceki sayı için yaptığım yorumdan pek uzak değil bu dergi -lezzetli- .
bonus: dergide yazısı yayınlanmayan arkadaşların bunu sinir meselesi yapmaları gerekmez... emek göz ardı edilmez. proje için klavyeye değen parmaklarına sağlık onların da... bu defa olmadı diye bir daha olmayacak anlamına gelmez... denemekten zarar gelmez.
gönderdiğim hikayeyi yayınlamadıklarından umrumda olmayan derginin ikinci sayısıdır.
okumam bile.
hadi diğerleri güzel felan olsa, seçilmemişim felan derim ama arkadaş tırt çoğu.
ek: çok hikaye gönderilmiş diye yayınlamamışlar. istedikleri zaten bu değil miydi?
yayınlarken de hep aynı kişiler yazıyor diye yakınıyorlar. hikaye sayısı sınırı mı var? anlamadım...
ek 2: kendi hikayemi, kendim yayınlıyorum.
adı "fare ve intikam", kendisi ise şurada. (#14690609)