söykü dergisi sayı 2 fare

entry52 galeri0 video1
    26.
  1. haydi bismillah dedim, oturdum okuyorum tüm öyküleri.
    naçizane fikirlerimi yazayım o halde.

    chua: bu öyküyü okuduktan sonra, google'da "chua" kelimesini tarattım. hakikaten değişik olmuş, en az bir "chua" kadar ilginç ve hüzünlü.

    kaos ve mutluluk: okuduktan sonra "hayat böylee b'ooğlummm! napalım yani!" dedirten ve buram buram doğallık akan öykü, okuması keyifliydi gerçekten.

    fare ve çocuk: betimlemelerine bayıldığım öykü. kadının platin saçından tutun da ayakkabıya bulaşan çamur kadar, tüm öğeler bir bir canlandı gözümde, yaşadım.

    7 yaşındaki fare: bana çocukluğumu hatırlatan, samimi öykü.
    * uyumuştu çünkü uyuyunca her şey geçerdi...

    kısa boylu maceralar: eğlendiren öykü.
    * fare mi! yüce kaşar adına! uçan sincap aşkına! bir fare!
    ayrıca yazar, sonunu da gayet güzel bağlamış bence.

    hayatımız fare kapanı : öyle bir öykü düşünün ki, teması "fare" olsun ve sevgiliye ithaf edilmiş olsun. çok zor değil mi? ama yazar bunu başarmış, hakkını vermiş.

    feridun abi : utanmadan bu klişeyi kullanacağım: "güldürürken düşündüren öykü."
    *okurken çok eğlendim.

    adolf ve melez kemeler : national geographic dergisinde soyu tükenmek üzere olan hayvanların yaşamları ya da onun gibi şeyler, hafif öyküleştirilerek kaleme alınır ya hani. tıpkı ona benzettim ve cidden çok beğendim.

    bir şehir ters döndü: geçen sayıdaki yazısından da yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki tam bir "bandini" öyküsü. yazar, tarzını belli etmiş, "ben buyum" diyor.
    * evet farklı, azıcık karmaşık belki. ama okuduktan sonra damakta bıraktığı bir tat var, kesinlikle.

    su alan dünyayı terk eden fare : bir solukta okudum, içimi sızlattı. öyle acıtan, öyle gerçekçi, öyle de "bize bizi anlatan."
    "batan gemiyi ilk terk eden bizler oluruz.
    her tarafından su alan bu dünyadan artık gidiyorum! ''

    korku ve farenin hikayesi : aşık atışması tadında, eğlenceli ve azıcık da hüzünlü; tam kıvamında öykü.
    * yazarın tarzını sevdim.

    mr jingle : okunurken sonunu merak ettiren, ya da lafı uzatmayayım işte; "sürükleyici" bir öykü olmuş bu. bu fareyi sevdim ben resmen.

    köşede bekleyen yalnızlık : öyküde hiç diyalog olmamasına rağmen, yazar tasvir yeteneğini öyle bir kullanmış ki, öykü kahramanları konuşuyorlar, sevişiyorlar adeta.
    *çok beğendim.

    tokluğu unutan yaban : kalbimi kıran öykü. nedendir bilinmez, garip bir hisse sürükledi beni, okudukça içime bir sıkıntı oturdu. evet, gerçekçi çünkü. belki de bizzat gerçeğin ta kendisidir, bilinmez.
    *meyveli yoğurt dolu bir şehrin, şekerli yoğurt seven tarla faresiydim.
    ne kadar yesem de, sevmediğim, alışık olmadığım doyurmuyordu beni.

    düşleri kemiren gerçeklikler : masal okur gibi, keyifle okudum bu öyküyü. kıssadan hissesi bile vardı hatta.
    "geçmişinden kaçma. bugün ile dün arasında ne varsa, olduğu kadarını tamamıyla sahiplen. o sensin. hepsi senin. çünkü geçmiş seni 'sen' yapan şeydir. düşle gerçeği, gerçekle yalanı ayırandır geçmiş." bu, bilge büyücünün söylediği son sözlerdi."

    geçmişin kemirgenliği : geçmiş, gelecekte böyle güzel öyküler yazdıracaksa, varsın kemirsin dediğim öyküdür.
    *keyifle okudum.

    asla bitmeyen kabus : o kadar normal bir durumu, öyle güzel yansıtmış ki yazar, keşke hemen bitmeseydi rüya dedim.
    *sonu da güzel bağlanmış.
    "seni rüyamda gördüm, merak ettim." mi diyecekti? zaten klişelerden nefret ederdi kadın. hiçbir zaman aramadı adam, arayamadı. kabuslar her gece devam etti, hiç uyuyamadı.

    aidiyetsiz sahipsizlik ve hüseyin : naçizane öykümle ilgili kendim yorum yapmayayım tabi, gülünç olur. "hüseyin'i öldürdüm, pişman değilim, yine olsa yine yaparım." diyeyim bari.ehe.

    şöyle toparlayayım; bir uludağ sözlük yazarı olarak söykü için kafa patlatmaktan; ve bir okur olarak da uğruna bunca emek verilen bu oluşumu okumaktan keyif alıyorum. umarım daha da güzelleşerek, gelişerek daim olur.
    9 ...
  2. 27.
  3. bu hafta öykülerle ilgili değil de ilk sayıdan bu yana dile getirilen eleştirilerle ilgili dolayısıyla söykü olayını da kapsayan genel fikirlerimi, eleştirilerimi yazmaya karar verdim.

    baştan şunu söyliyim bu sözlükte kimseyi tanımıyorum. her gün mesaj attığım, düzenli seviştiğim kimse yok. haftaya sözlük kapansa "keşke yazdıklarımı alsaydım" dışında aklıma bişey gelmez.
    basit bi siyasi tartışmaya bile girmedim burlarda eğer sözlük selebritilerinin tepişmesiyse bu, ona da salça olacak değilim.

    kendi meşrebimce yazılmış nalına mıhına bir yazıdır ve muhtemelen hoşa gitmeyecek veya sallamaya değmeyecek fikirler içerir.
    yazının dili biraz savruk gelebilir kimseyi üzmemelidir. bu dil sadece benim kabalığımın ifadesidir.

    öncelikle söykünün hayata geçmiş olması iyi olmuştur.(nokta)

    yok efendim aslında başkasının fikriydi de, yok efendim böyle mi olurmuşda falan. geçiniz. iyi olmuştur.
    dünyada milyarlarca hayata geçmeyen, hatta bi çoğu o fikri taşıyan beyinlerle birlikte mezara girmiş süper fikir var/vardı. düşünceyi küçümsemiyorum ama önemli olan icraattır.
    bu sebeple experimental'in hakkını teslim etmek gerekiyor. eline sağlık.

    bazı eleştiriler var; eleştiri mi yoksa merd-i kıpti şecaat arzederken sirkatin söyler hesabı komplekslerin dışa vurumu mu pek bilemedim. bilemediğimden onları da geçiyorum.

    ve bence asıl konuşulması gereken, iyi niyetle kompleksiz konuşulması gereken konu; söykü daha iyi olabilir mi ve bu anlamda yapılan eleştirilerde haklılık payı var mı?
    tabi ki var.

    öncelikle bence de bir yada iki kişinin yönetemeyeceği yada yönetmemesi gereken bi oluşum bu.
    en basitinden konuyu ele alsak bile 50 60 öykü gelecek ve salim kafayla bunları experimental okuyup iyi olmuş, daha iyi olabilir vs diye kendince tasnif edecek. bu maddi olarak çok mümkün değil.
    ben bu tip yazıları okumayı seven biri olduğum halde iki tane "bence kötü" öykü okuyunca üçüncüyü okumak beni kasıyor. 60 öyküyü iyi bi performansla okumak mümkün değil. bu işin maddi yanı. beyin fosfat korelasyonu.

    eleştirilere katıldığım bir diğer nokta da şu. bir kişinin beğenisi objektif olmayı ne kadar zorlarsa zorlasın her öyküye eşit şans tanımaz.

    neticede bu ülkede esra erol un romanı 15 baskı yapıyor yada elif şafak ın demek ki onu okuyan birileri var ve o dili, o hikaye tarzını vs vs seviyor.
    ayrıca bu ülkede yaşar kemal okuyan adam da var. william faulkner okuyan da. bu insanlar bu sözlükteler.

    örneğin benim beğenime kalsa dört bilemedin beş öykü anca girer bu dergiye ama benim beğendiklerime de "bunlar ne amk dalga mı geçiyon" diyenler olabilir. bu sebeple öykü seçiminde adil olunması için 5 kişilik seçici grubu bence de doğru olan.

    bu seçici grubunun olması dergiye alınmamış öykülerin yazarlarını da küstürmez ayrıca experimental ve dergi "haklı" bir eleştiriden de kurtulmuş olur.

    kukla'nın yazdığı eleştiri içerisinde uygulaması imkansız gibi de olsa yazarlara yazdıklarıyla ilgili geri dönüşlerin yapılması fikri bence harika. ben kasan bi tipim, öyle bi saatte yazamam hiçbir şeyi. iki hafta düşünüp bişi yazıyosun ama bi iki kişi okuyo yada okumuyo ve hakkında hiç bişi duymadan yazdıklarını sözlüğe gömüyosun. keşke olabilse ama inanılmaz zor bence.

    bunların dışında,

    19 öykü yayınlanıyor. iki öykü okuyorum kötüyse devam edemiyorum. kafadan bir gün ara veriyorum. aa ertesi gün bi de bakıyorum bi başkası süper yazmış. öyküler arasındaki kalibre farkı o kadar yüksek ki kötüsüne denk gelen "abi dergi mergi değil tırt" der okuyamaz daha fazla.
    bence 10 öykü ile sınırlı olmalı ve katılanlar kasmalılar. o 10 öykü içine girebilmek için daha iyi yazmak için kasmalılar.
    böylece söykü yazmayı sevenler için daha iyi yazabilmek adına bi itici güç oluşturabilir.
    içinizde bir kişi bile ben kasmadan hepsini okuyorum diyorsa böyle kalsın. ama beni kasıyo.
    5-6 kişilik seçici grubu olmadan 10 öykü seçersek yeminle bu söykü olayı karakolda biter.
    experimental i facebooktan bıçaklarlar. bak dürtmek demiyorum.

    eğer illa 15-20 öykü alınacaksa söyküye ki bununda gerekliliğine katılıyorum. daha çok yazarın öyküsü yayınlanır güzel olur. o zamanda seçici kurul kendince ilk 5 öyküyü önerir ki daha keyifli bi okuma sağlanabilsin.

    konu seçimi. ilk hafta çocuk parkıydı neticede bi mekan, çok sorun olmadı. kimisi yaşlı oldu kimi çocuk gözüyle baktı kıvırdı öyküyü.

    sonra fare. abi fare için ne yazcam diye duvarlara öyle bi bakıyodum ki gören herif yan dairedeki kızları şifresiz izliyo sanır.
    neticede fare de bi canlıdır. bi şekilde hayata dahil ediliyo işte bazı yazarlarımız bu yaştan sonra fare falan oluyo. bi empati bi duygu durum muhasebesi.

    son olarak da daktilo. eyvallah. bi şey demiyorum yazan her türlü yazar.
    ama yazarlarımız da dergi de başlangıç aşamasında gibi. daha geniş meydanlarda, daha serin düzlüklerde sekmeleri gerekir ki daha güzel işler çıkabilsin. kendi ayağına ateş etmesin dergi.
    ben hayatımda daktilo tuşuna dokunmadım mesela.
    ee evet, fareye de dokunmadım tamam.
    hatta eşek de .ikmedim ama neye benzediğini biliyorum.
    bence kolaydan başlanmalı biraz.
    14 gün sonra bak gör önümüzdeki sayı öykülerde hep bi ihtiyar adam daktilosu, anılarda daktilolar. daktilosuyla yola çıkmış manyak manyak tipler ne ararsan olacak. daktilo olan adam olacak. üzülüyorum tabi.

    ben yazarların "benim öyküm bundan iyi" tesbitlerine de katılıyorum. ilk sayıda da aslında bu tepkiler bence vardı ama ilk diye kimse üstüne gitmedi. bi iki öykü vardı 60 öykü içinden çıka çıka bu mu çıkmış dedim kendimce. ama şunu da unutmayalım sadece sizin değil herkesin öyküsü kendine göre bu dergiye girer.
    bu sorun gün geçtikçe büyür ve belki çok iyi yazarlar bu olaya küsebilir.

    benim fikrim 3. sayıda experimental başlangıçta bahsedilen o 9 10 yazardan 5 6 tanesiyle seçici kurul uygulamasına başlamalıdır.

    bir arkadaş da yazmış hep aynı yazarların öyküleri yayınlanıyo, kankaları falan heralde diye.
    kimler için diyosun bilmiyorum. her iki sayıda da hikayem yayınlandığı için o sözlerin muhatabı oldum malesef ama tanımam etmem experimental nickli arkadaşı.

    experimental'in öyküsü iyi mi değil mi tartışması saçma. indirgemeciliğe gerek yok.
    7 ...
  4. 28.
  5. su alan dünyayı terk eden fare;

    içtenlikle söylemek gerekirse, sonunun; "kahrolsun kapitalist düzen ve onun iş birlikçileri - tek yol devrim" gibisinden bir slogan ile geleceğini düşündüğüm, bünyesinde, oldukça kalabalık bir 'mevcut düzeni protesto yürüyüşü'ne nicelik itibarı ile yeter sayıda pankart hazırlayacak ve nitelik olarak; özgün tümceler barından, aynı düzenin dişlileri arasında fareleştirilmiş bir insanın; bırakınız! araç kullanan bir insan vicdanını, o insana ait refleksin dahi fren pedalına basmaya gerek görmeyeceği kadar küçültülüp-değersizleştirildiği ya da kendisini öyle gören-hisseden bir insanın hikayesi.

    hoş, akıcı, açık-net tavrı ile okuyan kişiyi zorlamayan, belki de onu, alma kapasitesinin çok çok üzerinde mesajla adeta bombardımana tutan, allak-bullak eden bir hikaye.
    2 ...
  6. 29.
  7. - mr jingle;

    tür olarak farklılaşsalar da biçimsel anlamda hikayeler romanların daha dar alana sıkıştırılmış halleri gibidir. hatta, şiirler de hikayelerin. dolayısı ile hikaye yazarken size ayrılan sahayı daha özenle kullanmanız gerekir.

    okuyucu, bir paragraf içerisinde dizgilenen cümlelerin her birinden, işin özüne yönelik ve onu betimleyen anlamlar çıkarabilme isteği duyar ki yazarın bunun aksine yönelen tavırları, okuyucuyu aslında var olmayan ya da yazılan bir tümcede zaten verilmemiş bir mesajı algılamaya çalışma açmazına sürükler. yazarın bu tür davranışları, okuyucunun hikayeden kopmasına neden teşkil ettiğinden hiç istenmeyen eylemleridir.

    yazarının, çok okuyan ve donanımlı bir kişi olduğu kurduğu cümlelerin zarafetinden hemen belli oluyor ama yazılanın bir hikaye olabilmesi için içerisinde okuyucuyu kendisine bağlayan, kimi zaman şaşırtan, kimi zaman endişelendiren, kah heyecanlandırıp kah hüzünlendiren bir hikaye olması gerekiyor. her şey var bir o yok malesef ama olabilir de... zira, yazardaki o kapasite fazlasıyla seziliyor.
    3 ...
  8. 30.
  9. - köşede bekleyen yalnızlık;

    adamın geçmişteki hatası neydi bilmiyoruz ama yazar tarafından ortaya konan ağır ayrılık tablosu ve hikaye kahramanlarının o an için tariflenen güçlü hissiyatları, okuyucuda ister-istemez; sanki ayrılamazlarmış, en azından ayrılmamalıymışlar düşüncesini çok güçlü bir biçimde oluşturuyor. okuyucunun, adamın köşeyi dönüp yalnızlığı ile kucaklaşma anına kadar geri dönüp koşarak kadına sarılacak ve barışacaklar beklentisi sürüyor. hatta, çizilen tabloya göre adamın iki sokak ilerden gelerek bunu yapması bile mümkün. hikayede yok! ama bundan sonrası okuyucunun hayal gücüne bırakılmış. şahsi kanaatim de dönerek kucaklaşacakları ve barışacakları şeklinde zaten.

    bir ayrılık anında, ayrılığa sebep olan unsurlara yüzeysel anlatımlarla, üstünkörü değinip geçer, okuyucuyu o ayrılıktan doğan travma halinin üzerine gereğinden fazla odaklayıp mevcut durumu kahramanların yaşamaları gerekenden daha abartılı, hatta mubalağaya kaçan bir üslupla kaleme almaya kalkarsanız, o okuyucu sizi sorgulamaya başlar ve hikaye üzerindeki etkinizi kaybedersiniz.

    o andan itibaren hikaye, sizin yönetiminizden çıkıp hayallerde de olsa artık yaşayan kahramanlarının okuyucu tarafından istenen ve beklenen biçimdeki eylemleriyle sürüp-gitmeye başlar. acıdır! ama sizin yarattığınız, var ettiğiniz o hikaye kahramanları artık okuyucuya tabi oluvermişlerdir. bu bakımdan, kaleme alınan hikayelerde sebep-sonuç ilişkisini belli bir dengede kurmak büyük önem taşır.
    2 ...
  10. 31.
  11. - aidiyetsiz sahipsizlik ve hüseyin;

    hafif bir esinti geldi anadolu'dan ve eşliğinde keskin bir fakir baykurt kokusu, ürperdim ister-istemez.

    öyle bir anlatım gücü hissedin ki okuduğunuz hikaye, sizi sarıp sarmalamakla kalmasın, yaşandığı yerde görünmez bir adam olup bizzat yaşamanızı, kişileri gözlerinizle görmenizi sağlasın.

    lakin,

    - neden bu kadar kısa?
    - ve neden oldu-bittiye getirilmiş* bir sona sahip?
    2 ...
  12. 32.
  13. eleştirilerin insanlara yol gösterdiğini düşünüyorum.

    başarılı bir çalışma ve okuyup, üşenmeden yorum yazanlara ise öncelikle minnet.
    2 ...
  14. 33.
  15. - tokluğu unutan yaban;

    serde anadolu kültürü ile yoğrulmuş bir bünye var. ne denli modern bir hayat görüşüne sahip olursa olsun ve hangi iyi niyetlerle konulmuş olursa olsun, yarin ellerinin üzerinde el-oğlunun ellerini gördüğünde, sigortaları atar, vücut kimyası değişi-verir. o bünye ki kasiyerin elinin para üstü verirken bir erkeğin eline değmesini günlerce konu eder.

    kültür farklılıklarının ve bunun doğal yansıması olarak, farklı kültürlerle yoğrulmuş insanların değer yargılarındaki farklılaşmaların sosyal yaşama etkilerine vurgu yapılan, belli bir yaşanmışlığa ait olmasının yarattığı merak dışında iddiasız fakat hoş bir çalışma olarak gördüm.

    gördüğüm bir şey daha var ki benim de bir türlü gideremediğim zafiyetlerimden biridir malesef; hikaye içerisinde geçen her varlığı, her olayı okuyucuya en ince ayrıntısına kadar anlatma-açıklama gereği duymak. okuyucuyu detaylarda boğuyoruz, göz göre-göre üstelik.
    3 ...
  16. 34.
  17. köşede bekleyen yalnızlık:

    adam faver'in olasılıksız'ında nava'nın hikayesinin başladığı gibi, bu hikayenin kadın karakterinin hikayesinin de sigarayla başlamasıyla küçük çapta bir pişti gerçekleşmiş.

    eksipozitif buna rağmen köşede bekleyen yalnızlık ile kişileştirme sanatında, çok usta olduğunu kanıtlamıştır. rüzgarın kırbacı, sigaranın sömürülmesi, bal rengi gözler... çok ustaca seçilmiş kelimeler var bu hikayede.

    köşede bekleyen yalnızlık yalın ama vurucu... kadın ve aşk kokan... esaslı bir hikaye.

    bir de bana "köşede bekleyen yalnızlık nedir?" diye sorsalar... onlara "sokaklara çıkın. orada o yalnızlıkla yaşayan milyonlarca insan var." derim.

    bir şehir ters döndü:

    bandini, experimental'in yalnız sallanmayı öğrenmek'de yaptığı gibi konuyu ele alırken zaman tüneli yöntemini başarıyla kullanmış.

    bandini kaliteli bir yazar. fakat hikayelerinde, ben dahil çoğumuzun anlamını bilmediği terimler kullanması, çalışmalarının entellektüel kesime hitap etmesine neden oluyor.

    sanatına saygım sonsuz. fakat kendisine tavsiyem o çok sevdiği sanat sanat içindir felsefesinden bir nebze sıyrılıp, sanat halk içindir felsefesinin çizgisine yaklaşmasıdır. ama bir nebze! çünkü daha fazlası bandini'nin tarzıyla çelişebilir.

    hikayeye dönersek... bir şehir ters döndü sağlam bir kalemle yazılmış bir hikaye. teb, nişabur, venice, nekropolis, napoli ve istanbul'un hikayede yer alması gerçekten çok güzel.

    su alan dünyayı terk eden fare:

    biradetbeyfendi kendini intiharını gerçekleştiren bir farenin yerine koyarak, konuyu başarılı bir şekilde ele almış.

    hikayeyi okurken farenin güzel çıkışlarına sopalı adam bir kaç cevap daha verse... fare ve adamın diyalogları biraz daha uzun olsa diye düşündüm.

    yine de çöp kutusunun yanında geçen sahneler, kediden, kapandan, zehirli ekmekten bahsedilen yerler, farelerin bizim israflarımızı yiyerek günahlarımızı kapatmasından bahsedilmesi yazıyı kaliteli kılan detaylar.
    2 ...
  18. 35.
  19. vişneli pop kek seven fare : çok doğal olmuş bu öykü, hiçbir zorlama yok. sanırım bu yüzden sıcak geldi bana da, sevdim.
    2 ...
  20. 36.
  21. - düşleri kemiren gerçeklikler;

    olayların yaşandığı ortamı nerede ise tiksindirici bir görüntüye bürüyüp iyi ve güzel olmakla birlikte vasatı geçmeyen kahramanları olduğundan daha iyi ve güzel bir halde okuyucuya sunma, özellikle rus kökenli tanınmış yazarlar tarafından sıkça uygulanmış bir kurgulama tekniğidir.

    bu teknik, başarılı bir biçimde uygulandığında okuyucunun hikaye ya da roman kahramanına olan bağlılığı daha da artar. bu son derece de doğal bir sonuçtur zira, bir melanet yuvasında, parasız-pulsuz, aç-bilaç, cehalet içerisinde yaşam sürdürürken genel değer yargıları bağlamında iyi olmayı başarabilmiş bir insan ile iyi bir semtte oturup, yüksek gelir, yüksek tahsil, yüksek yaşam standardı sahibi bir insanın iyiliği nasıl bir tutulabilir. birincisi için iyi kalabilmek; okuyucu gözünde gerçek bir zafer iken ikincisi için beklenenden öte bir durum değildir.

    bununla birlikte, bu tür hikayelerin en büyük talihsizliği okuyucu kitlesinin azlığıdır. bu da doğal karşılanmalıdır çünkü kimilerinin içi; bu tiksidirici durum, olay ve eylemleri kaldırmaya el-vermez ve daha ilk paragrafta havlu atmalarına sebep olur.

    yazar, hikayesinde bu zor ve gerçekten profesyonellik gerektiren tekniği uygulamaya çalışmış ama okuyucuyu kolundan tutup hikayesinin içerisine çekecek, türlü ortam iğrençliklerine göğüs germesini sağlayacak vurucu girişi yapma gereğini göz ardı etmiş. satır aralarına gizlediği;

    " kendisi de bir türlü inanamadı ama, nasıl olduysa bunca yıldan sonra ilk defa sevildiğini hissetti. kahkahalarla izledi eksilişini. sevgi bedenini acıtırken, acı ruhunu arındırmıştı. "

    türünden, güzel, anlamlı ve yer yer ustaca mesajları verebilme şansını da yazık ki zora sokmuş.
    3 ...
  22. 37.
  23. - geçmişin kemirgenliği;

    biten bir ilişkinin türlü yaşanmışlıklarını tahlil eden, her birinden geleceğe yönelik dersler çıkarma çabasındaki bir erkeğin tek başına hikayesi. belki biraz bitirdiğine pişman ve o'nun tekrar döneceğine yönelik umutlar içerisindeki yalnız bir erkeğin.

    yaşamı boyunca etkileri sürecek, her geçen gün kötü yönlerinin bir bir unutulup iyi yönlerinin ise yeni ilişkilerinde birer beklenti halini alacağı eski sevgilisinin gelecekteki yaşamından, beyhude sökülüp atılma çabası.

    duru, anlaşır, okuyucuyu yormayan bir anlatım tekniğiyle kaleme alınmış, heyecan vermeksizin, okuyanı kendi yerine koyup düşünmeye sevk eden hoş bir hikaye.

    keşke! dedim kendi kendime; hikayeye sonradan dahil edildiği gün be gün aşikar o fareciğin ciyk'lemeleri, sahnelenen bir tiyatro oyununun bölümleri arasındaki zil sesine benzemese de hikayenin içerisine daha bir özenle yerleştirilebilse ve sırıtıp o huzur verici ortamın doğallığını bozmasaymış.
    4 ...
  24. 38.
  25. - asla bitmeyen kabus;

    yazarların, gerçek-dışılıklarla dolu hikayelerini bir rüya klişesi içerisinde okuyucuya sunma zorunluluğu hissetmelerine doğrusu pek sıcak bakmıyorum. yani, insanın uyanıkken kabuslar görmesi mümkün değil midir? hele ki bu insan, psikolojik sıkıntı ve bunalımlar sonucu zaten yaşamdan kopmuş ve kendi iç dünyasında bizzat kendisi ile amansız bir savaşa tutuşmuşken.

    okuyucuyu şaşırtmak, heyecanlandırmak, üzmek, sevindirmek, ağlatmak, güldürmek yazara inanılmaz bir haz verir-vermelidir. düşünsenize, sizin gibi etten-kemikten, düşünen-hisseden bir varlığı, kaleminizin gücü sayesinde kolundan tutmuş hikayeniz içerisine hapsetmişsiniz. kurguladığınız ortam içerisinde yaşıyor, nefes alıyor ve tümüyle sizin yarattığınız hikaye kahramanlarınızla tanışmayı, onlar etrafında gelişecek olayları takip etmeyi sabırsızlık ve heyecanla bekliyor.

    bu durumda yapmanız gereken tek şey var; tüm birikimiz ve yeteneğinizi kullanıp onu o ortamda tutmayı ve geldiğine pişman etmeden vermek istediklerinizi vermeyi başarmaktır.

    bunun için ilk kural ise hikayenizin iyi bir omurgaya sahip olması. yani okuyucuyu, yapısal kurgunuzu çözme zahmetine sokmadan bizzat hikayenin kendisine ve kahramanlarına odaklamayı başarmanızdır.

    okuyucu, az önce yarattığınız ortama neden getirilmiş olduğunu henüz çözme çabasında iken aniden bam-başka bir ortama sürüklenmeye çalışılırsa hikayenin gerisinde kalır. yani o, yeni bir paragrafı okurken aklı bir önceki paragrafta verilmek isteneni alma çabasını sürdürmektedir. bu hiç de istenmeyen bir durum olup okuyucuyu, okuduğu paragrafları tekrar tekrar okuma zahmetine sokar ki hikayenizin aynı mihvalde devam etmesi durumunda kendisini bir salak gibi hissetmeye başlayıp ortamı terk etmesiyle sonuçlanır. siz de kahramanlarınız ve vermek istediklerinizi verememiş olmanın hayal kırıklığı ile baş-başa kalıverirsiniz.

    'kül tablasındaki fare', 'iyilik yaptığım için beni değil sevgilimi yiyen fare', 'denizdeki fare', sahi, nerede ki bu fare? hikaye bitti ama benim aklım hala o farede! çünkü hikayenin en güçlü ve ilk kahramanı olarak tanıtılmıştı o fare.

    bu kalemden çok güzel hikayeler çıkacak eminim! kim bilir, belki de bunun için bu kadar uzun durdum üzerinde. tadına doyulmaz helvaları yemek için aşçı var, yağ var, şeker var, irmik var. şimdi bir tencere bir de ocak lazım pişirmeye.
    3 ...
  26. 39.
  27. fare ve çocuk

    sevgi üzerine yazılan başarılı bir hikaye.

    romanlarda, filmlerde, hikayelerde, dizilerde genel olarak başroller erkeklere verilir. buna inat xcapegoat gerçek ve hayal'de olduğu gibi fare ve çocuk ta da hikayenin ana karakterini bir kadının üzerinden kurmuş. bu yüzden kendisini ayrıca tebrik ediyorum.

    gerçek ve hayal'deki kadın karakter ıssız adam'ın ada'sına ne kadar benziyorsa... fare ve çocuk'taki kadın karakter yumurcak veda'daki hülya koçyiğit'in canlandırdığı karaktere o kadar benziyor. bu da bu iki filmin xcapegoat'ın bilinç altında ne kadar güçlü bir etki bıraktığının kanıtı.

    fare ve çocuk'ta çocuğuna zaman ayıramayan çalışan anne ile yumurcak veda'da oğluna zaman ayıramayan kadın birbirine çok benziyor.

    bir de küçük bir imla hatası: 3.paragrafın 5.cümlesinde önüne, önünde olmalı. böyle detaylar anlam bütünlüğü açısından önemlidir!

    bir de kim söylemiş hayvanların konuşamadığını, bizi izlemediğini? onlar bizi görürler ve kurallar çerçevesinde, olumlu veya olumsuz bize müdahele ederler.

    bakalım xcapegoat'ın daktilo ile ilgili yazacağı, başlığında "ve" geçen, ana karakterin kadın olduğu, hikaye nasıl olacak? ve yine bakalım xcapegoat, bu hikayeyi yazarken bilinçaltındaki hangi filmden yardım alacak?

    bekliyoruz.
    1 ...
  28. 40.
  29. tokluğu unutan yaban

    *

    kadir abi? experimental sen misin?

    *

    bu hikayeyle ilgili düşündüklerimi yazmadan önce experimental'i, başlık seçiminden dolayı tebrik ediyorum. hikayenin son cümlesini okuduktan sonra dönüp bir daha başlığa bakınca, usta bir mizah çıkıyor insanın karşısına. tokluğu unutan yaban'ın başrolündeki erkek karakter, yeşilçamın yaban filmindeki kadınların en sevdiği erkek profili olan başrol oyuncusunun türevlerinden biri aslında.

    bu hikayedekine benzer bir olay interrail ile avruapa'ya okumaya giden, bir arkadaşımın başına da gelmişti. o yüzden ayrıca tebessüm ettim. yeri gelmişken buna benzer medeniyet çatışmalarında, türklerin zekalarıyla daima bir adım önde ve baskın olduklarını belirtmeliyim. ayrıca experimental yalnız sallanmayı öğrenmek'teki gibi bu hikayede de zaman tüneli yöntemini başarıyla kullanmış.

    *

    experimental'in hikayeleri gurbet ve özlem kokuyor. insanın içini yakan bir duyguyu bağırıyor: anne sevgisi. hepimiz annemizi çok severiz. ama experimental gibi bu sevgiyi hikayelerde, bu kadar güzel şekilde ele almak kolay değil. yalnız sallanmayı öğrenmek'te "terleme" diyen anneyle, tokluğu unutturan yaban'daki şekerli yoğurt yapan anne o kadar yalın bir şekilde aktarılmış ki... eve gidence o meleğe sarıltacak kadar samimi.

    yine de bu yaştan sonra yoğurda, şeker katmamasını experimental'e nacizane tavsiye ederim. malum kalp, damar... bir de he-man izleyemeyince ağlayan, yemek yemeyen, konuşmayan çocukluk geçirmiş biri olarak, buradan kendisine ayrıca selam çakıyorum. ve klavyenin başında içimden avazım çıktığı kadar bağırıyorum:

    gölgelerin gücü adına

    *

    küçük bir imla hatası: birinci üç yıldızdan sonraki, ikinci paragrafta kattıklar'a ı eklenmeli. bir de tokluğunu unutan yaban, yalnız sallanmayı öğrenmek'le karşılaştırıldığı zaman çok çok başarılı bir hikaye. demek istediğim experimental, yazarken kendi içinde belli bir istikrarı yakalamalı. bu yüzden daktilo ile ilgili hikayesinde beklentimin yüksek olduğunu belirtmek isterim.

    bir de avrupalılar yoğurdu yunanlılarla özdeşleştirmelerini, şuna dayandırıyor olabilirler: #11025989
    3 ...
  30. 41.
  31. ilk sayıya göre öykülerle ilgili oldukça çok eleştiriler alan söykü'nün 2.sayısı. bu çok sevindirici bir gelişme. umarım vakit bulup ben de naçizane görüşlerimi belirtebilirim umarım. malasef okul açısından zor bir sene geçirdiğim için nette fazla kalamıyorum. sadece öykü yazmaya vakit ayırıyorum ve oldukça güzel oluyor bu. bol bol eleştiri alırsam çok mutlu olurum, oluruz, olurlar. hehe teşekkürler.
    2 ...
  32. 42.
  33. - hayatımız fare kapanı;

    " - seni özledim

    dedin.. ilk defa.. belki de hep söyledin ama dillendiremedin bunu.. bana duyuramadın.."

    " hep söylemek (kendi kendine) ama dillendirememek, o'na duyuramamak"

    ne denli sık yaşanan bir durumdur bu. zayıflık gibi görürüz her nedense. adeta, bir acizlik göstergesidir bu çoğumuz için.

    anlamlı bir ifade biçimi ile güçlendirilmiş çok doğru bir tespit, tebrik edilesi türden.

    vermek istedikleri okuyucu tarafından kolaylıkla alınabilen, yormayan, iyi kurgulanmış ve sade bir anlatımla sunulmuş hoş bir hikaye.

    akıcılığı engelleyen ve gereğinden fazla kullanılan 'dur işareti' kılıklı o iki noktalar da olmasaymış çok daha güzel olabilirmiş dedim, kendi-kendime.
    1 ...
  34. 43.
  35. objektif olabilmek adına tam 10 dakikamı ayırarak 2 tane gereksiz öyküyü okuduğum bölüm.

    allah yolunuzu açık etsin hocular. ümit ediyorum bir sonraki bölümde okuduğum öykülerden dolayı aynı şeyi söyleme gereği duymam.

    bölümün konusu: fare.
    öykünün konusu: milliyetçi kıskanç fare.

    edit: toplam 5 tane öykü okudum. 1'i mükemmel. 1 tanesinde amatörlüğün verdiği bir soğukluk var normaldir istediğimizde bu zaten bu olmalı. 1 tanesi fazla bilimsel takılmış, national geographic izliyorum sandım. diğer 2sinde konuyla alakalı hiç bir şey bulamadım.
    2 ...
  36. 44.
  37. - korku ve farenin hikayesi;

    yazarın heyecan dolu anlatımı okuyucuyu okuduğu metne kilitler. Okuyucu, doldukça- dolar ve bir duygusal patlama anı beklemeye koyulur. Hiç beklemediği bir söz, bir davranış ya da gerçekleşen hayret verici bir olay onun duygusal boşalımına neden olur. Bu, kimi zaman tatlı bir gülümseme, kimi zaman patlayan bir kahkaha, kimi zaman ya hüzün veya gözlerinden süzülen iki damla gözyaşı olarak kendini gösterir.

    Her yavaş dolumun ardından sakin bir boşalım, güçlü dolumların ardından ise etkili boşalımlarla bu süreç, hikayenin sonuna değin sürer-gider. yazarın dikkatini gerektiren konu, okuyucunun 'dolum-boşalım' periyotlarını iyi ayarlamaktır ki okuyucu gereken anlarda gerekli tatmini sağlayabilsin ve hikayenin içerisinde kalsın. Bu ayarlama iyi yapılamaz ve dolumun dozu kaçarsa, okuyucu gereksiz bir biçimde gerilmeye, " hadi artık! Ne olacaksa olsun." demeye başlar ki aynı minvalde devam okuyucuyu hikayeden koparır.

    Bu hikaye için, bu doz ayarlamalarında ciddi problemler gördüm ben. Okuyucu üzerinde yaratılan büyük beklentiler sonucu kurgulanan olaylar incir çekirdeğini doldurmayacak kadar önemsiz kalmış kimi zaman.

    " ölüm deniz suyu gibi soğuk bir şekilde tüm gemiye doldu. adam, adeta su alır gibi ölüm aldığını hissetti geminin. "

    Türünden ustaca tanımlamaların yanında;

    " bu fareler insan da yer diyorlar. olamaz. bacaklarımı zaten hissetmiyorum. uyumayım. belki yer. dedi ve bağırmaya başladı "defol, defol" sesinin çıktığını zannediyordu."

    Şeklinde acemice ve doğrusu insanın, aynı kalemden çıktığına inanasının gelmediği ifadelerde var.

    önemli bir detay da şu; bir hikaye, okuyucuya üçüncü bir şahıs tarafından anlatılıyorsa öyle de devam etmeli, şahsın kendisini anlattığı bir hikaye, o şahıs bayıldı veya fenalık geçirdi diye bir emanetçi tarafından anlatılmaz. Bu durum, televizyondan bir futbol müsabakası naklen yayınında bir kameranın şeref tribününden çekim yaparken diğerinin karşı tribünden çekim yapmasına benzer ki seyircinin nasıl allak-bullak olacağını gözünüzde canlandırın. hikayede de okuyucu aynı durumu yaşar.

    Buna benzer şekilde, hikayelerde kullanılan zamanlardaki devamlılık da önemlidir. ' -di-li geçmiş zaman' bir hikaye anlatımının aniden '-miş-li geçmiş zaman'a dönmesi hoş bir durum değildir. çok gerekli ise dahi mutlaka yeni bir paragrafta yapılmalıdır.
    4 ...
  38. 45.
  39. - vişneli pop kek seven fare;

    " O sırada tv dolabının altından ağır aksak bir fare farımış bir halde yürüyor. Hani bir kedi kovalasa kaçmayacak, gel ulan kapışalım diyecek bir ağırlıkta ilerliyor. "

    - ne kadar başarılı bir tasvir, sizce de öyle değil mi?

    bu fare, gözlerinizin önündedir artık! işin güzel yanı, bu iddiasız fakat ustaca üslup hiç bozulmaksızın, anlamlı bir bütünlük içerisinde hikayenin sonun kadar da devam ediyor.

    diyebilirim ki, ikinci sayının beni en çok etkileyen hikayelerinden biri hatta, ta kendisi. omurga çok sağlam, kalem çok sağlam, dilbilgisi çok sağlam. bir de heyecan yaratacak konu bulabilseymiş kendisine tadından yenmez olurdu, eminim.

    - ne yapalım! bir dahakine kısmetse...
    2 ...
  40. 46.
  41. - chua;

    yazarların, kahramanlarına, kendilerine soru soruyormuş gibi yaparak okuyucuyu bir taraftan düşünmeye yöneltme ama diğer taraftan da hikayelerine dahil etme çabaları, sıklıkla denenen ve çoğunlukla da başarıya ulaşılan bir yöntemdir. ancak bu hikayede ciddi bir doz aşımı var.

    öncelikle, seçilen ve sorun olarak ele alınan konu oldukça girift. içinden çıkılabilmesi, sorulan sorulara kolaylıkla 'doğrusu şudur-yanlışı budur' denilebilmesi mümkün değil. bu bağlamda, okuyucunun okuma hızıyla, ardı-arkası kesilmeyen bu tür güç sorulara yanıtlar üretip hikayeye dahil olabilmesi pek mümkün olmaz.

    daha önce yaptığım başka bir eleştirimde de değindiğim gibi bu tür durumlarda okuyucu, hikayenin gerisinde kalır. okur fakat aklı bir önceki cümlede kaldığından sonrakini algılayamaz ve tekrar okumak zorunda kalır. bu tekrarlar, haddinden fazla tekrarlanırsa da canı sıkılıp hikayeden kopu-verir. yapılan basit bir kurgulama hatası yüzünden güzelim hikaye heder olur-gider.

    konusunun değişik ve pek de alışılmadık türden olması ona ilgiyi artırıyor.chua, genel itibarı ile çok başarılı bir hikaye olmuş ve üzerinde biraz daha titizlikle çalışılsa, bu tür hikayeler yazan profesyonel bir yazarın kitabında eminim hiç de sırıtmayacak genel niteliklere sahip.
    2 ...
  42. 47.
  43. emeği geçen herkese teşekkür edilecek bir sayı olmuştur yine. konu evet zordu. farklı öyküleri bu başlıkta toplayabilmek bize düşen görevdi. hepimizin tek istediği buralarda vakit geçirirken güzel birşeyler de ortaya çıkarabilmek. başarabiliyorsak ne mutlu. pdf formatı ise tamamen yazılardan sonra ki en çok emek isteyen, öykülere uygun fotoğrafları seçebilmek en çok özveri isteyen iş. kendi öykümde dahil diğer öykü sahiplerinin ve gelecek öykülere ait yazarların kalemlerine kuvvet diyorum. *
    3 ...
  44. 48.
  45. - kısa boylu maceralar;

    kimi yazarlar için 'belirgin açıklayıcılık' ya da 'aşırı detaycılık' bir üsluptur. ancak, bunun da bir haddi-hududu, belli bir sınırı olmalıdır.

    bir okur, bir çok şeye tahammül edebilir ama aptal yerine konulmaya asla!

    " Efendim, bendeniz kulağı yarımların elli üçüncü oğlu Fikret; Fikret kulağıyarım. Ailemiz tam on üç nesildir bu evde yaşıyor. Ve takdir edersiniz ki çoğunu; neredeyse hepsini demek daha doğru olur-kaybettim. Yok yok! Öyle kaybetmedim! Yanımda dolaştırdığım şeyi kaybetmem! -tabi onların hepsini de yanımda dolaştıramazdım o ayrı bir mesele- mecazen söyledim. kelime oyunu yaptım yani. "

    hikayelerin okuyucu ile ilk tanışma anları çok zaman sonuç bölümlerinden daha önemlidir. zira bu bölümde okuyucu, hele ki o yazarın bir hikayesini ilk kez okuyorsa, okunmaya değer olup-olmadığı konusundaki izlenimlerini bu bölümde edinir. yukarıdaki gibi bir bölümle karşılaşıyorsa da çoğu kez okumaktan vaz geçer.

    aslında, bu hikayenin tümü okunabildiğinde; kahramanı olan fare'nin çizdiği karakterin bu tip söylemleri fazlası ile yapan, samimi, hatta argoda ' harbi ' şeklinde tanımlanan delikanlı bir yapısının olduğunu anlayacak ve belki de çok sevecektir ama başlangıçta tahammül edebilmesi koşuluyla.

    bunun dışında, paragraflar çok uzun tutulmuş. akıllıca bölünerek çoğaltılması, okuyucunun gözünün korkmasını önleyeceği gibi yazara da farklı bir hareket alanı kazandırması açısından yerinde olur.
    3 ...
  46. 49.
  47. okumaktan zevk aldığım derginin 2. sayısıdır. uludağ sözlük farkını ortaya koymuştur. sonraki sayıları dört gözle beklemekteyiz.
    8 ...
  48. 50.
  49. - kaos ve mutluluk;

    bir yazarın hayal dünyası geniş olmaya-görsün; sizi öylesine bir yolculuğa çıkarır ve öylesine maceralara sürükler ki onunla birlikte olmanın tadına kesinlikle doyamazsınız. hele bir de zeki ve donanımlı ise kelimenin tam anlamıyla mest olur kalırsınız.

    bu tip bir yazar;

    - bir türlü kabul edemediğimiz ve aslında gerçeklerin ta kendileri olan durum ve eylemleri, vicdansızca atılmış birer tokat gibi yüzlerimize çarpar. hem de aksini iddia edemeyeceğimiz, günlük yaşamlarımızdaki bariz örnekleriyle. hayvanseverlerin idolü 'panter hülya'nın, tuvalet kabininde bir çanta dolusu fareyle yüz-yüze geldiğinde yaşananlar gibi.

    - ilk bakışta, bu böyledir! şu şöyledir! türünden kesin yargılarla bilgiçlik taslamakta olduğu izlenimi verir. yazdıklarını okumaya devam ettikçe, bunun neden böyle, şunun ise neden şöyle olduğu konusunda sizleri ikna ettiğine şahit olur ve haksızlık ettiğinizi düşünmeye başlarsınız. bir yanınız yenilgiyi kabul ederken diğer yanınız, o bir yanınıza isyan etmeye başlar. bir de bakarsınız ki hikayeyi okurken kendinizle amansız bir şavaşa tutuşmuşsunuz.

    - artık sizi avuçlarının içine almıştır o yazar. kedinin fareyle oynadığı gibi sizinle oynamaya başlar. öyle bir an gelir ki düpedüz filozofi yapmaya kalkışır, bir yanınızla bir olup diğer yanınıza salvo atışlara başlar.

    - dur-durak bilmeyecek kadar tatminsizdir!

    - bir okuyucu olarak düştüğünüz kötü durumdan zevk alacak kadar zalimdir!

    hikaye bittiğinde bir yanınız, onun önünde saygıyla eğilirken diğer yanınız mazoşistliğin ne menem bir şey olduğunu yaşayarak öğrenmiştir.

    hayal gücü, zeka ve bilgi bir bünyede birleştiğinde birçok şey olunabileceği gibi biraz çabayla yazar da olunur.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük