söykü dergisi sayı 19 çiçek

entry36 galeri5
    1.
  1. "herkese merhaba,

    43 haziran önce kaybettiğimiz bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar ülkemizde toplumsal gerçeklik denince ilk akla gelen, hepimizin "almışım amirlerimden sıkı disıplın" ile tanıdığı "bekçi murtaza" karakterini yaratan, edebiyatımızın "3 kemaller"'inden biri olan "orhan kemal".

    "açlığın olduğu yerde zalim, zalimin olduğu yerde açlık vardır." diyen kemal, hem öykü hem de romanlarında, kendisinin de içinde bulunduğu yokluk ve fakirliği anlatmış, bunu yaparken her ne kadar mutlu sonlar yazmasa da, insanlara karşı iyimserliğini daima korumuştur. insanların içinde hep bir iyi olduğuna inanan orhan kemal, ne yazık ki hayatı boyunca, özellikle "istanbul sanat camiası" tarafından - ki bildiğiniz gibi yayın evlerinin yazarlara karşı tasvip edilemeyecek kadar olumsuz tavrı halen sürmektedir - sömürülmüş, ciddiye alınmamış bu nedenle de başyapıtlarını yazarken bile yoklukla mücadeleye devam etmiştir.

    sade, yalın ve yapay süslemelerden uzak diline rağmen, okura karakterlerini hemen yanıbaşlarındaymış gibi hissettirebilmesi ve anlatıcının dilini karakterleri ile aynı tutması eserlerini farklı ve büyük kılan etmenlerdir. orhan kemal kitapları için rahatlıkla okunulması kolay, bırakılması zor denilebilir.

    bereketli topraklar üzerinde açmış bir çiçek olan orhan kemal'i, bir anlıkta olsa hatırlatması umuduyla sunuyoruz "çiçek" sayısını.

    hepinize iyi okumalar."(experimental)

    @______________________________________@
    _____________söykü dergisi_________________
    ________________sayı 19___________________
    _______________konu: çiçek________________
    @______________________________________@

    sardunya solduğunda ... ahlaksiz ve sorumsuz
    http://www.uludagsozluk.com/e/19792568/

    şarab ı harir ... akilluslu
    http://www.uludagsozluk.com/e/19775353/

    borudan geçen hayaller ... hipnozcu
    http://www.uludagsozluk.com/e/19850993/

    kökünden koparılmış mutluluklar ... hunharca
    http://www.uludagsozluk.com/e/19697158/

    babil in külleri ... kaideyi taciz eden istisna
    http://www.uludagsozluk.com/e/19768356/

    ve damlar gözyaşı bir demet güle ... kuba gibiyim kendi kendime yet
    http://www.uludagsozluk.com/e/19791244/

    gülnihal ... liberalisticcommunist
    http://www.uludagsozluk.com/e/19774747/

    umut tüccarları ... tanzamanitanyeri
    http://www.uludagsozluk.com/e/19786146/

    kleptoman bir atletin rüyası ... vauvenargues
    http://www.uludagsozluk.com/e/19749549/

    veda çiçeği ... yakbisigara
    http://www.uludagsozluk.com/e/19702717/

    @_________________________________________@
    *öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.

    web sayfamız üzerinden yayını 21 haziran'da yapılacaktır.

    tüm sayılar için:
    http://www.soykudergi.com/

    ***

    duyuru: önümüzdeki sayının belirli bir konusu yok, 10. sayımızın olduğu gibi 20. sayımızda temasız olacak. öykülerinizi, 18 temmuz çarşamba akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 20 temasız)
    7 ...
  2. 2.
  3. öykü yazıp insanların beğenisine sunmak isteyenler için iyi bir fırsat olan sayıdır.

    biz okuyanlar da beğeniriz.
    3 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. bu çiçek senin için

    Doruktan senin için kopardım bu çiçeği
    O sarp bayırdan hani, suya iner eteği
    Kartalın bildiği yalnız ve yaklaşabildiği
    Sessizce serpilmişti kayanın çatlağında.

    Gölgeler yıkıyordu burnun sağrılarını
    Açıkça görüyordum: bir yengi alanında
    Nasıl kızıl ve parlak bir utku anıtı
    Olanca görkemiyle bir anda kurulursa
    işte tıpkı öylece.

    Güneşin gömülüp gittiği yerde gece
    Bulutlardan bir tak yapıyordu kendine.

    Yelkenliler bir bir erirken uzakta
    Birkaç çatı eğimli bir vadinin dibinde
    Parlayıp görünmekten ürker gibiydi sanki.

    Sevdiğim, senin için kopardım bu çiçeği!
    Evet, rengi uçuk ve koku yok tacında
    Çünkü kökü dağların bu çetin yamacında
    Yalnız su yosununun acı tuzunu içmiş.

    Dedim ki: garip çiçek, şu tepenin üstünden
    Bulutların, yosunun ve teknenin gittiği
    Uçsuz bucaksızlığa yolcu olmalıydın sen.

    Git öyleyse bir kalbin,
    Her şeyden daha derin uçurumunda dağıl
    Başka bir acun olan o göğüste sol artık
    Göğün seni sular için yarttığı besbelli
    Ben'se Sevda'ya adadım işte seni!

    Rüzgar birbirine katıyordu suları;
    Yavaş yavaş silinen
    Belirsiz bir ışık kalmıştı yalnız günden
    Ah! nasıl acılıydım ve nasıl da derinden!

    Düşler içindeydim ve kapkaranlık Gece
    Sonsuz titreyişlerle doluyordu içime.

    victor hugo
    1 ...
  7. 5.
  8. seviyor, sevmiyor.. sevse de sevmese de koparma çiçekleri.
    5 ...
  9. 6.
  10. çok farklı öykülere gebe olabilecek sayıdır.
    kimisi papatyaları yazacak kimisi aşkı olan çiçek i yazacak;
    ancak ben yazsam çiçek abbas ı yazardım.
    4 ...
  11. 7.
  12. geceleri elbisesiyle uyuyan bir hayaletti. evinde kaldığı adam manyağın tekiydi. bütün hayatını kapsıyordu bu manyak herif. sanki hayaleti taklit ediyor gibiydi. o gece o da elbiseleriyle yatmıştı. yeleğini dahi çıkarmamıştı. kalktı ve arandı. çiçek, sehpanın üzerindeydi. yerdeki eski çaydanlığa su doldurdu ve ocagı yaktı. çiçeği çaydanlığın alt kısmına tıkıştırırcasına koydu..hayalet öylece olanları seyrediyordu. bir çay bardağı çıkarttı. beklerken bir sigara gebertti. hayalet kendi kendine mirıldandı; ''ne içiyor lan bu..? ne çiçeğiydi çaydanlığa attığı..? derken çaydanlık kaynadı. çay bardağının beline kadar doldurdu. kapı çaldı; + kim o..? - aç macit ben + erken geldin - kaçtım. boru otu pişti mi? + hele gel içeri bakacaz pişti mi pişmedi mi. ---sayı 19 çiçek mini antrenmanlar---
    3 ...
  13. 8.
  14. çiçek

    bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde,
    bir yanlışı düzeltircesine açmış;
    gelmiş ta ağzımın kenarında
    konuşur durur.

    bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda,
    güverteleri uçtan uca orman;
    aldım çiçeğimi şurama bastım,
    bastım ki yalnızlığımmış.

    bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    cemal süreya
    5 ...
  15. 9.
  16. sımsıcak bir nisan pazarı, penceremdeki beyaz tülün ince deliklerinden süzülüp giren sabah güneşi, göz kapaklarımı adeta tırmalayarak bana "uyan artık!" dedi. o sabah, güneşe karşı açtım gözlerimi. üstelik, uyku mahmurluğuyla iyiden iyiye kamaşmalarına hiç de aldırmayarak. beyaz mermer denizliğin üzerindeki porselen saksıda dün açan kaktüs çiçeğimin taç yapraklarını, kırmızının hiç görmediğim bir tonuna boyadı ışıkları. uzun uzun seyrettim. sonra, tüm eklemlerimi kütürdeterek tadına vara vara gerindim. yataktan bir türlü çıkmak istemeyen keyif müptelası bedenim, aniden dönüp yüzükoyun yapıştırdı kendini yatağa. sol elim bir süre gezinerek yastığın altında serin ve huzurlu bir yer aradı. dalmışım...

    tekrar uyandığımda, saat 10:15'di ve saat 14:00'de önemli bir randevum vardı. hazırlanmalıydım.

    **söykü dergisi sayı 19 çiçek (taslak metinden).
    3 ...
  17. 10.
  18. çiçek hastalığına yakalanmıştı abbas.
    yüzünde oluşan çukurlar ilk aşkı annesinden yadigar kalan göbek deliğini anımsattı ona.
    gülümsedi.
    bir ömür boyu birlikteyiz desene anne dedi.
    kaşındı.

    - akla gelenlerden,bir kısım.
    3 ...
  19. 11.
  20. "Suya versin bâğbân gülzârı zahmet çekmesin
    Bir gül açılmaz yüzün teg verse bin gülzâre su"

    fuzuli

    'gül bahçesine su vererek beyhude zahmet çekmesin bahçıvan, fidanlarını sele versin!
    değil bir gül, bin gül bahçesine de su verse senin yüzün gibi açan bir gül yetiştiremez.'
    1 ...
  21. 12.
  22. "Ârızın yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n'ola
    Zâyi' olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su"

    fuzuli

    'nasıl ki gül yetiştirmek için dikene su vermek boşa değil,
    sevgiliyi görmek arzusuyla gözlerden yaş akıtmak da öyle.'
    1 ...
  23. 13.
  24. çiçekli şiirler yazmak istiyorum bayım!

    "Zenciler prensesi olacağım.
    Hayat işte asıl o zaman başlayacak"

    - Pippi Uzunçorap -

    Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
    Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
    Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
    Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
    Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
    Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
    Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
    Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
    Bir yağsam pahalıya malolacağım.
    Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
    Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
    Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
    Fakat korkuyorum. Birazdan da
    Kırk üç numara ayakkabılarınızla
    Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
    Bu iyi olmaz bayım!

    "Gün akşam oldu" diyorum
    Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
    Cam kırıkları yiyorlar
    Rüyamda; bir kâse dolusu suyun içinde
    Rengârenk yap-boz parçacıkları
    Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
    Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
    Bilmiyorum.
    insanlar rüyalarını acilen anlatmalı.

    On dört yaşındaydı ruhum bayım
    Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
    Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
    Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
    Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
    O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
    bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
    Sinemalarda da "organzm gıcırtıları" oynuyordu.
    Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
    Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
    Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
    Neyse işte
    Ben her filmi hatırlarım
    Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
    "Sofi'nin tercihini" seyrederken çok ağlamıştım.
    Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
    Onu da mutlaka hatırlardım.
    insan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
    Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
    Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.

    Büyük gemiler de yok artık bayım
    Büyük yelkenler de
    Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
    işte az önce bir karabatak daldı suya
    Bir süredir kayıp
    Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
    Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
    Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
    Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
    Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
    Bir gül, bir güle derdi ki görse
    Yalan söylüyorum
    Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.

    didem madak
    4 ...
  25. 14.
  26. hüzün sarısı,
    ümit beyazı,
    hayal pembesi,
    sevda kırmızısı.

    aşkın,
    sessiz haykırışlarla ilanıdır çiçekler;
    henüz kurgulanamamış o mükemmel tümce yerine...
    0 ...
  27. 15.
  28. "bu masalar boş kalmaz, gidenin yeri dolar.
    vazolar değişmez hiç, yalnız çiçekler solar."

    adnan şenses
    2 ...
  29. 16.
  30. "Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım*
    Seni seven var mı benden ziyâde
    Rûz-u şeb* durmayıp alırsın âhım
    Âşıkım ağlatma bundan ziyâde

    Gece gündüz bir visâle* ermedim
    Bülbül olup gonca gülün dermedim
    Bu cefâlar nedir ben de bilmedim
    Var mı ki bir zâlim senden ziyâde

    Söyle murâdını ben de bileyim
    insaf eyle çok ağlattın güleyim
    Kabul eyle sözüm kurban olayım
    Haddim yoktur sana bundan ziyâde

    Hercâisin* gonca gülüm kokulmaz
    Geçer gider hatırcığım sorulmaz
    Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz
    Yakar hüsnün* beni nârdan* ziyâde"

    gevheri
    2 ...
  31. 17.
  32. Gururla harcadım elimde kalanı,
    Çiçekler aldım sarmadı yaramı,
    Acı bile kendine getiriyor adamı,
    Bir dikili ağacım yok.

    serdar ortaç*
    0 ...
  33. 18.
  34. "karanfil...

    kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
    atlanın gidiyoruz.
    buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
    eski zamanlarda olduğu gibi
    dersimiz tarih. unutmayın kaldığımız yeri
    yenilmedik daha.

    masal alın koynunuza. belki dönmeyiz uzun zaman
    masallar hatırlatır size doğduğunuz yeri
    ilişkiler iklimini
    çocukluk taşınabilir bir şeydir
    alınsa da elinden geçmişi.

    tütün ve tarih koyun torbanıza. kekik ve dağ ateşleri
    şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
    ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
    ten rengi aya bakın son defa
    yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri

    kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
    saklar gibi
    kilitleyin yüreğinizin kalelerini
    anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar
    kaf dağının ardına gitti.

    kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
    toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi
    çığ geliyor. çağ çöküyor.
    gidiyoruz.
    dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
    siyah sünnet çekin gözlerinize
    alıcı kuş telekleriyle
    ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
    farz olan öfke
    çapraz asın tüfeklerinizi
    çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
    eşkiya resimleri gibi
    yurdundan ve yüzyılından
    kovulmuş çocukların tarihinde
    gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...

    teni tarçın kokulu halkımın oğulları
    atlanın. bizi bekliyor ay akşamları
    daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
    aklınızda kalanları
    ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
    yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
    belki görüşemezsiniz bir daha
    yükse kuşlar dorukları sever
    ölümse çıplak kaldığı dağları.

    atlı bozkırların sararmış hülyalarını
    eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
    yanınıza alın.
    sabahı karşılayın her günkü sabahı
    gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
    mayın diye gömün yüreklerinizi
    ölülerinizi verdiğiniz toprağa
    vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
    unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
    geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
    sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
    yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
    gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
    inanmayın beraberliğine
    sonra sabır. mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
    emanetidir,
    her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
    ve her çağın hurafeleri vardır
    kurban alır, kurban verir
    geçer devran, takvimler el değiştirir. gün gelir zulüm de göçer
    Zaman örter her şeyin üstünü
    uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....

    atlı ay akşamları
    sönmüş yanardağlar.Gecenin ormanında
    ilerleyen ölülerin rüzgarı
    yanık fısıltılar...
    gelecek günlerin düşünü kuran
    kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
    yalnızlık kalmış yadigar
    bir de gökyüzü
    gökyüzünün mayınları yıldızlar
    hem saklar, hem açıklar
    çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
    kapı komşumuzdu burada
    gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?

    şimdi menzili yurt tutanlar
    ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
    çiçek atın yenilmiş asilere
    güvenin her çağda ve her yerde
    uzakları iyi bilen çocuklara
    kenar adamlarına, ateş insanlarına
    birliğiniz dağılmaz göç yollarında
    ey gurbete çıkmış halklar.

    atlı ay akşamları
    kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
    gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
    ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
    daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
    gidiyoruz kalın şayak bir gece
    geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
    yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.

    ay vurmuş alnına bütün ölülerin
    yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
    ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
    sanki dokunsalar birinin omuzuna
    hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
    ilerliyor gece, geçiyor ay
    nesnelerin boşalan dünyasında
    yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
    kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay.

    kulağında karanfil
    teninde tarçın
    gözlerinde göç var
    döner bir gün anka
    kilidinde döner anahtar."

    murathan mungan
    0 ...
  35. 19.
  36. uzun uzun yıllar önce roma döneminde iki aşık varmış. bu iki aşık bir çayıra oturup öpüşürken adam birden ellerini kızın memesine doğru götürmüş. kız hemen adamın eline yapışıp ' hayır olmaz, sen beni sevmiyorsun, sen sadece sevişmek istiyorsun ' diye çıkışmış. o zaman da kızlar böyle çok nazlıyımış.

    hülasa adam tüm siniriyle ' ne alakası var tatlım, ben seni cidden çok seviyorum, ileride benim karım olacaksın ' demiş. kadın haa haytt demiş yalan söylüyorsun sen, ispat et demiş.

    adam iyice dellenip ' başlatma şimdi nazından ' diyerek yerdeki otları yolup kıza atmış. atar atmaz bir de ne görsün. otların içinde bembeyaz bir papatya çiçeği gözüne çarpmış. hemen aklına bir cinlik gelmiş,

    bak demiş seni sevip sevmediğimi sana ispat edeyim demiş ve başlamış papatya yapraklarından seviyo sevmiyo yapmaya.. kız sormuş bu ne? sen ne yapıyon diye. adam demiş sus konuşma, bu papatya falıdır, eğer son çiçek seviyor çıkarsa demek ki seni seviyorumdur. çiçekler asla yalan söylemez demiş ve yarada sığınırak yolmaya devam etmiş seviyo sevmiyo seviyo sevmiyo derken son yaprakta seviyor çıkmış. sonra kız oracıkta ona domalmış. müthiş sevişmişler.

    o günden sonra o romalı piç bunu tüm arkadaşlarına anlatmış. '' la olum alın elinize bi papatya seviyo sevmiyo yapın, seviyo çıktığı zaman kızlar boynunuza dolanıyor, hemen veriyo demiş. bunu duyan abaza köylüler ise soluğu hemen dağda bayırda çimende almış. 3 sene içerisinde köyün nüfusu 5 kat artmış ve böyle böyle papatya falı tüm dünyaya yayılmış.

    hülasa işin üzücü tarafı ise halen bu fala inanan kızlarımız mevcut olmasıdır. kezban deniliyor bunlara hep. manyaklar.
    4 ...
  37. 20.
  38. taze taze fırından yeni çıkmış sayıdır.
    1 ...
  39. 21.
  40. konu pek güzelmiş ben yetişemedim. bir sonraki temaya öykü yollayacağım artık. okumaya başlıyorum yazıları.
    2 ...
  41. 22.
  42. yayınlanmasıyla mutlu eden sayı. herkesin emeğine sağlık..
    2 ...
  43. 23.
  44. veda çiçeği | yakbisigara

    "zerrin üç yıldır beraber olduğu, canından çok sevdiği mahir'den ayrılmak için her zaman gittikleri meteoroloji sırtlarındaki parkı seçmişti. telefonda ''parkımıza gel'' demiş lafı fazla uzatmamıştı. sonra hala parkımız dediğini düşünüp ağlamıştı."

    insan, canından çok sevdiği bir insandan ayrılmayı hangi koşullarda seçebilir. bu nasıl bir özveridir ve hangi şekilde, hangi düşüncenin etkisiyle gerçekleşmiştir? doğrusu, bu çok özel durumun ince detaylarını merak ediyor insan ve bir okuyucu olarak öğrenme isteği duyuyor. bunların yeterince detaylandırılmamış olması, okuyucu duygusallığının istenilen düzeye ulaşamamasına da neden oluyor üstelik.

    - kitap aralarında saklanmış çiçekler...

    o çiçekler, küçük ve narin bedenlerinde ne büyük bir yük taşırlar yıllar boyu... belki de taşıdıkları bu yükün ağırlığındandır; yıllar sonra hoyratça tutulup yerlerinden kaldırıldıkları vakit ufalanıp dökülmelerinin nedeni.

    artık nefes almıyorlardır, cansızdırlar fakat onlara baktıkça, makarada dönen eski bir film şeridi gibi geçmişi ve iç sızlatan yaşanmışlıkları gösterir, tadına doyum olmayan o anları bir bir hatırlatır ve büyük hazlar yaşatırlar insana. dikenli saplarında çekilen acıları, solmuş yapraklarında yaşanılan hüznü gizlemişlerdir. yılların kaybettiremediği o renkleriyle; yaşanılan coşkuları, sevgiyi ve aşkı.

    "zerrin ona bir ömür gibi gelen 5 dakikalık sessizlikten sonra "hoşçakal" diyerek onu terketmişti. gitme diyememişti. kokusunu, dokunuşunu ondan alıp gitmişti.

    ta ki yıllar sonra bir kitap arasında sarı güllere rastlayana dek."

    etkileyici bir son ve daha da etkileyici olabilirdi kuşkusuz ama bunun için çok kısa bir öykü bu. okuyucu bu denli kısa bir öyküde etkilenme fırsatı bulamaz. etkileyici unsurlar detaylarda gizlidir çünkü. okuyucunun daha önce yaşamadığı, hatta aklına dahi getiremediği detaylarda. okuduğu vakit kendini öykü kahramanının yerine koyup "ne kadar da etkileyici gerçekten" diyebileceği detaylarda.

    bu kadar kısa bir öyküde ifade hataları olması mazur görülemez. kaldı ki, duygu dolu bir anlatım bu tip hataları da asla affetmez! üstelik, örneğimizde olduğu gibi yazıldıktan sonra en az birkaç kez okunmadan okuyucuya sunulduğunu gösterir nitelikte oldukları vakit;

    "bir anda aklına ablasının eski sevgilisinden alıp kitap aralarında sakladığı çiçekler aklına geldi."

    tıpkı, ikinci |aklına| da olduğu gibi.
    3 ...
  45. 24.
  46. kleptoman bir atletin rüyası | vauvenargues

    - jokeyler, yarışlarda neden kamçı kullanırlar?

    görevi koşmak olan atın, gerektiği ya da ondan beklendiği gibi koşmamasının bedelini ona acı çektirerek ödetmek için mi? yoksa, kamçı darbeleriyle ata yaşatılan acının, ilave adrenaline dönüşerek kanına karışmasını sağlamak ve ona yarışı kazanmak için gerekli azmi vermek için mi? kamçılamak sözcüğü; gerçek anlamını da bastıran mecazi anlamını nasıl kazanmıştır?

    kuşkusuz, tazı yarışlarında, tazıların önünden bir ödül olarak sürüklenen yalancı tavşanlardan çok farklıdır kamçının etkisi. ne bir ödül ne de bir cezadır aslında. belki, yaşanılan acının verdiği ilave bir güç olarak tanımlayabiliriz bunu. tıpkı insan kavgalarında sıkça rastlanan, anaya-bacıya sövmeler gibi bir etki. gücünüzü sınamaya gerek görür müsünüz o an? yoksa, dayak yemek pahasına girişir misiniz kavgaya? bu sövgülerin ata vurulan kamçıdan ne farkı vardır sizce?

    kleptomani, kişinin içerisine düştüğü ve kendisini kurtaramadığı büyük bir anafor olsa gerektir. eylem sonucu verilen cezanın büyüklüğü, bir sonraki çalma eyleminde yaşanacak korkunun ve dolayısı ile heyecanın düzeyini, diğer bir deyişle de kamçı darbesinin etkisini belirleyecektir.

    komşunun bahçesinden çalınan erikler ve elmalarla başlayan, marketten çalınan çiklet ya da çikolatalarla devam eden, zaman içerisinde bir elektronik cihaza, hatta bir cüzdan çalmaya varan bu tutkunun sebebi de budur belki. her defasında duyulan daha büyük korku hissinin vücutta oluşturduğu ilave adrenalin ve gerçekleştirilen eylem sonucunda yaşanan daha büyük tatminler. tıpkı madde bağımlısı olmak gibi bir şey ama tam tersi aslında; her seferinde daha büyük dozlar alarak acılarından kurtulma ve incitici, yaralayıcı yaşamsal gerçeklerden uzaklaşma isteği değil de; kurallara meydan okuma, onlar çiğnendiğinde verilecek cezaları kamçı olarak kullanma ve her başarılı girişimi büyük bir ödül olarak kabul etme mantığı. korku var, heyecan var, azim ve kararlılık var, sonuçta alınacak hazlar, dolayısı ile güçlü bir tatmin hissi var. dahası, egonun yaşadığı ve iliklere kadar işleyen bir orgazm var. pekiyi! bütün bunlar içerisinde insani olmayan ne var?

    - aklı, duygularına gem vuramamış ise bir insan daha ne isteyebilir ki... ve bir ödül niteliğindedir aslında, ilk bakışta sövgü gibi görünen şu sözler;

    "pezevenk! yakalanmadığın için başıma geldi zaten bunlar da. seni bir gün yakalayamadılar ki şöyle bir güzel benim yerime pataklasınlar!"

    - baba tarafından sürekli korunup-kollanmanın, bedelin hep onun tarafından ödeniyor olmasının da yusuf'un umursamaz tavrında etkisi vardır kuşkusuz;

    "yıllardır her şeyi anladık, zaaf dedik hastalık dedik, gıkımızı çıkarmadık. elimizden geleni yaptık. çocukluğundan beri mahallenin milletin her şeyini yürüttün ses çıkarmadık da bu ne lan? paraya el uzatmak ne? lan senin çocukluğun yüzünden mahalleye her gün bir tomar para saydım ben. ahmet abi senin oğlan bahçeden elma çalıp kaçtı. ahmet abi senin oğlan top çalıp kaçtı. ahmet abi senin oğlan bizim kıza pandik atıp kaçtı."

    - lakin, yusuf'un sürekli tekrarladığı şu sözleri;

    "ben bir şey yapmadım baba."

    - yıllardır dolan bardağın nihayetinde taşmasına da neden olmuştur.

    "ikinci inkar ahmet in kayışını koparttı. elini geriye çektiği gibi okkalı bir tokat indirdi yusuf un sağ yanağına. yoldan geçen iki kadın durup baktılar. sadece bir saniyeliğine... ahmet onlara ters bir bakış atınca topuklu ayakkabılarının ritmini artırarak uzaklaştılar."

    - şimdi ne yapacaktır yusuf? belki de ilk kez, yaptığı yanlış hareketin cezasını görmüştür. öyle midir gerçekten? yoksa, bu ceza değil de bir ödül müdür yusuf için? bir sonraki girişiminde onu daha çok heyecanlandırmaya ve daha büyük hazlar almasına neden olacak bir kamçı etkisi mi?

    "benim farkım bu. zaafımın en büyük yeteneğim olması. ben yusuf gerçekoğlu. 2020 olimpiyatları 100 metre altın madalya sahibi rekortmen atlet. kazanacağım, uslanmadığım için. kazanacağım, kaderim olduğu için. düşünmeyi kesti.

    çiçeklere baktı."

    - öyle görülüyor ki ikincisidir.

    vauvenargues'in, o yaratıcı zekasının yeni bir ürünü kleptoman bir atletin rüyası. bizleri, "şu-şudur" şeklinde kesin yargılara varamadığımız zorlu denklemlere sürüklüyor. insan denen o olağanüstü makinenin, varoluş ve gelişme sürecinde ne denli benzer ama sonuçları itibarı ile taban tabana zıt duyguların etkisinde kalabildiğini kanıtlıyor. derin derin düşünmeye ve hissetmeye zorluyor. bunu, başarıyla gerçekleştirdiği de bir gerçek, yürekten kutluyorum.

    ifade anlamında görebildiğim tek kusur, ikinci alıntı metindeki "çocukluğundan beri mahallenin milletin her şeyini yürüttün ses çıkarmadık da bu ne lan?" tümcesinde |mahallenin milletin| ifadesi ki; |mahalleli milletinin| şeklinde yazılmasının hedeflendiğini düşünüyorum. yazımından sonra dikkatli bir okumayla bertaraf edilebilecek küçük bir kusur bu ama aynı nedenle de büyük bir kusur.
    3 ...
  47. 25.
  48. umut tüccarları | tanzamanitanyeri

    ne tuhaf hayvanlardır şu kediler! ve inanın! onları tam olarak da anlayabilmiş değiliz henüz; iç dünyalarını, duygularını, düşüncelerini ve olaylar karşısındaki hislerini. haklarındaki birçok -bilimsel?- söylemin de zayıf dayanaklar üzerinde maval okumadan öteye gitmediğini düşünmekteyim açıkcası. bir şeyden emin olmak mümkündür haklarında ki fayda-zarar ikilemine düştükleri an hiç tereddütsüz kendilerine yönelen davranışı zarar olarak değerlendirip riski sıfırlar ve karşı eyleme, daha doğrusu taarruza geçerler; karşılarındakinin kim olduğunu dahi düşünmeden.

    misalen, köşeye sıkıştırılmış bir kedinin kuyruğunu kısıp af dilediğini gördünüz mü hiç? veya saldırmadan önce karşısındakinin onu bunca zamandır besleyip-büyüten sahibi olduğunu düşünerek ayaklarına süründüğünü? başka bir nedenle kızmış ve ondan öfkesini çıkarmak niyetinde olamaz mı o sahip? veya cinnet geçirmekte olamaz mı mesela? bunun verdiği kontrol edilemez öfkeyle onun canına kastettiği düşünülemez mi? içgüdüleri neyi emrederse onu mu yapmaktadır kediler? yoksa, duygusallıkları yalnızca riskin bittiği yerde mi başlamaktadır? bir kedinin rakibine karşı kendi gücünü sınadığını? ya da karşısındaki gücün sınırlarını yokladığını gördünüz mü? böylesi bir durumda yaptığı; tıslama ile karışık bir miyavlama sayesinde olabildiğince korku yaratmak, kendince en can alıcı tek noktaya hamle yapıp pençelerini geçirmektir. çekilen acıyla bir anlık meşguliyet ise ona kaçış imkanı verir ki sonrasında yakalayabilene aşk olsun!

    "kaleyi ya kuşatacaksın ya da içine sızacaksın. ben ikisini de yaptım. ne dışarı kaçabildi, ne de yardım isteyebildi. bir kadını hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. bana güveniyordu, büyük hata! hatalarından ders almalı insan. ders alması için bir hata yapması gerekiyordu tabi. bu benim suçum mu? zorlamadım ben hiç kimseyi. kendi rızasıyla oldu. bıçakladım ama kendimi savunmak için. üstüme saldırdı, aksini ispatlayamaz; bizden başka kimse yoktu."

    - insanlar içinse durum farklıdır elbet! biri tarafından ve özellikle de karşı cins tarafından beğenilmek, değer verilmek onları yumuşatır. hele ki kadınlar ve özellikle de tecrübesiz kadınlar için; yaşanılacak olası riskleri gözardı etmelerine neden olur, savunma kalkanlarını zayıflatır, gardlarını düşürür ve gözlerinin önüne bir hayal perdesi indirir. değer görme, sevilme ve güven duyma gibi insani duygular, kimi zaman da yaşamlarına mâl olur onların.

    "hazal'ın odasına geçtiler. oturup sohbet etmeye başladılar. gözleri gülüyordu hazal'ın, yeni bir hayata bakıyordu sanki ona bakarken. daha yeni tanışmışlardı ama yanındayken güvende hissediyordu kendini. başına geleceklerden habersizdi. güzel günler yaşayacağını düşünerek gülümsüyordu."

    - bir kedinin yaptığını yapabilseydi hazal; sonuç bu mu olurdu sizce? "olmazdı" ise "kadınların sinsi birer kediye benzedikleri" savı ne derece doğrudur? hele ki güvenir ve ilgi duyarlarken karşılarındaki erkeğe? onların zaman içinde sinsi birer kediye dönüşmelerine neden olanlar; biz erkekler miyiz yoksa? güvenlerini istismar edip tertemiz duygularını hiçe sayarak, onları aldatarak, onlara sahip olduğumuzu zannederek? eğer öyle ise bizleri böyle davranmaya iten sebepler nelerdir? "kadının namusu erkeğin elinin kiri" midir, yıkayınca geçeceği düşünülen? ah! o toplumsal değer yargılarımız, kör olasıcalar, boyu-posu devrilesiceler sizi! bu taşın altından da yine sizler mi çıktınız!

    umut tüccarları ile yine etkileyici bir öykü ortaya çıkarmış tanzamanitanyeri. bir ileri-bir geri giden kurgusu, öyküye olduğundan daha yüksek bir ivme de kazandırmış. polis karakolu diyalogları ise oldukça gerçekçi ifadelerle kaleme alınmış. bir okuyucu olarak bana düşündürebildikleri bunlar, gör ki daha ne çok düşünceye kaynak olabilmiştir yazdıkları.

    - yürekten kutluyorum kendisini.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük