söykü dergisi sayı 18 taş

entry13 galeri0
    1.
  1. "herkese merhaba,

    965 mayıs önce doğan bir şaire, filozofa ve matematikçiye borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar babası çadırcılık yaptığı için çadır soyadını almış, celali takvimini bulmuş, binom açılımını ilk kez kullanmış, pascal üçgeni diye adlandırılan üçgeni gerçekte ilk olarak bulan, yazdığı rubailer ile neredeyse 1000 yıldır var olan ve var olacak olan ömer hayyam'dan başkası değil.

    selçuklu döneminde yaşadığı için, özgürlük konusunda engeller ile karşılaşmadan eserlerini üretebilen, felsefe türetebilen hayyam, bugün yaşasaydı belki de rubaileri hiç bir zaman bilinmeyecekti.

    tezatlarla örülü dünyanın bir şakası olan ömer hayyam oldu mu konu, lafı ona bırakmak sanırım en doğrusu, hele ki tam da şimdi;

    "Şu olan biten var ya boş ver ona
    Taş yağsın isterse çok sürmez
    Dakka şaşma dakka yaşamaya bak
    Ne geçmişi düşün ne gelecekten kork"

    hepinize iyi okumalar."(experimental)

    @______________________________________@
    _____________söykü dergisi_________________
    ________________sayı 18___________________
    _______________konu: taş________________
    @______________________________________@

    anzülha taş ... akilluslu
    http://www.uludagsozluk.com/e/19389945/

    beklentiler yüzünden ... esesdopiyespiyes
    http://www.uludagsozluk.com/e/19434481/

    kırmızı izler ... f628
    http://www.uludagsozluk.com/e/19363709/

    selami bey ... hartigan
    http://www.uludagsozluk.com/e/19286253/

    yalnızlık fırtınası ... tanzamanitanyeri
    http://www.uludagsozluk.com/e/19399900/

    bir turkuaz taşı ... turkuaz
    http://www.uludagsozluk.com/e/19427550/

    ben ezgi ve alexia ... vauvenargues
    http://www.uludagsozluk.com/e/19315003/

    @_________________________________________@
    *öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.

    web sayfamız üzerinden yayını 29 nisan'da yapılacaktır.

    tüm sayılar için:
    http://www.soykudergi.com/

    ***

    duyuru: önümüzdeki sayının konusu "çiçek". öykülerinizi, 22 mayıs çarşamba akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 19 çiçek)
    2 ...
  2. 2.
  3. taş gibi öyküler gelsin bakalım.
    1 ...
  4. 3.
  5. yine çıkması gecikmiş dergi. bu sayıya öykü yollamadım ama okumayı seviyorum söykü'yü, iyi kötü aynı platformda bulunduğun insanların öykülerini okumak güzel bir şey. ilgi az, evet farkındayım ama amaç bir kişiye bile olsa ulaşabilmek değil mi? e ulaşıyorsunuz işte bir kişiye, bu sürekli hale gelen gecikmeler nedendir peki?
    5 ...
  6. 4.
  7. dört aydır takip ettiğim bir oluşumun üçtür planlanan zamanı kaçırması pek de normal bir şey değil sanırım. bu gecikmelere normal bir şeymiş gibi umarsız kalmamak gerek.
    5 ...
  8. 5.
  9. anzülha taş | akilluslu

    anadolu kırsalı'nda, özellikle 'aile içi' olmak üzere cinsellik kavramı bariz bir biçimde baskı altındadır. şüphesiz bunda, dine bağlı gelişen ve toplumu sarıp-sarmalayan ahlaki değer yargılarının etkisi büyüktür ve beklenen sonuç; cinselliğin bir tabu halini almasıdır. öylesine bir tabu düşünün ki; görüş ve düşünceleri itibarı ile yaşadıkları toplumun çok çok ilerisinde, onları her şeyin konuşulup-tartışılabildiği geleceğe yönlendirme misyonu üstlenmiş çoğu yazar ve sanatçı dahi sırf tepki çekmemek, okuyucu veya izleyici kitlelerini kaybetmemek için bu konulara girmekten kaçınırlar.

    "osman'ın malzeme almaya başkente gittiği günün gecesi ali'nin yattığı odaya girdi analık, gitti uzandı döşeğe; arkadan sardı ali'yi, geniş göğüs kafesine doladı kollarını önce sonra göğsünden erkekliğine indirdi elini, sıvazladı, iyice bastırıp sırtına memelerini; 'ali beni etsene' dedi.

    ali'nin uykudan ayılıp olanı anlaması beş saniye sürdü. koynuna yılan dolanmış gibi haykırarak kaçtı yataktan çocuk."

    - akilluslu, kendine has kurgulaması ve yazım tekniği ile yine anadolu'nun güneydoğusu'ndan bizlere, kır çiçeklerinin kokusu eşliğinde farklı insan manzaraları getirdi.

    bu denli kritik bir konuda, üstelik bir anadolu kadını'nda hiç de eğriti durmayan tavır ve davranışlarla, karşılıksız aşka düşmüş bir analığın üvey evladına olan sevdasını resmetmek, ona yanaşmasını, elde edebilmek için varını-yoğunu ortaya koyup sinsice planlarını ifade ve tasvir etmek, bunları yaparken dozu; okuyucuyu irite etmeyecek şekilde ayarlamak ve asla bayağılaşmadan vermek istediklerini bir bir verebilmek, her şeyden önce sağlam bir kalem, güçlü bir analiz yeteneği ve aynı zamanda kendini, okuyucunun yerine koyabilme becerisi gerektirir ki ben bu vasıflarda bir kişiye hiç tereddüt etmeden yazar diyorum. anzülha serisi'nin yeni öyküsü 'taş' bence bir çok bakımdan oldukça başarılı bir öykü örneği.

    "acı ve nefret yokken de nasipsizdi iyilikten analık bu yüzden kötülük yüreğine, aklına yerleşirken hiç yabancılık çekmedi, misafirmiş gibi durmadı; evin sahibiymiş gibi her zerresinde çoğaldı."

    - öykü anlatımında öznel motiflerin güzelliği ve zenginliği bir yazarın kaleminin gücünü ortaya koyan en belirgin unsurdur. bu sayede o yazar, diğerlerinden ayrılır ve aynen yukarıdaki örneğinde olduğu gibi kaleminden süzülüp kağıda dökülen bir tümceyle okuyucusunu mest eder. zira o tümce ya da tümceler diğerlerininkilerden çok farklıdır; kalıplaşmış, alışıla gelmiş değildir. ilk kez duymuşsunuzdur, verdiği anlamın derinliğini idrak etmeye, havsalanızda onu sindirmeye çalışırsınız. bu esnada okumaya devam ediyor olsanız dahi aklınız o tümcede takılı kalır.

    - milyonlarca tarifi yapılabilir 'ilk görüşte aşk'ın lakin, böylesine güzeli, anlamlısı, buram buram anadolu kokulusu; doğrusu sıkça rastlanılan türde değildir:

    "ali zübeyde'yi ilk kez çocuğun taşı verdiği ağacın altında gördü. ne şalvar ne yemeni ne kara çarşaf; uçuşan tülbent gibi bir beyaz kumaştan bir elbise üzerinde ayakları çıplak saçlarında kır çiçeklerinden bir taç;
    çaput bağlıyordu kız ağaca, düğüm atıyor diliyor, düğüm atıyor tekrar diliyordu, kıza bir kol boyu mesafede ayakları toprağa kök salmış gibi çakılı kalan ali'ye dönüp;
    'seni diledim' dedi zübeyde, 'sen şıh ben toprak.'
    ali gördüğüne inanamadı, koyu yeşil gözler, buğday sarısı saçlar, beyaz ten, şaşkınlıktan ağzı açık bakakaldı, nice sonra taş gömlek cebinde kımıldandı da ali bacaklarını söküp kök saldıkları topraktan kıza doğru bir adım attı."

    - öykülerde ortamı tasvir ederken kullanılan gerçekçi ifadeler bulunulan yerin okuyucu gözünde canlandırılabilmesi için gereklidir elbet! ancak bunlar çoğu kez, maddi ortamı ifade edebilirler ki o anda, orada bulunan kişilerin içinde bulundukları ruh halini ya da bizzat ortamdaki pozitif veya negatif enerji dolanımını tarif için kimi zaman masalsı, kimi zaman da şiirsel ifadeler kullanmak gerekir:

    "ali gülümsedi, babasının bembeyaz kesilmiş yüzüne rağmen gülümsedi. güller daha çok koktular, güzel bir mayıs gecesiydi."

    - veya,

    "'ben varım' dedi... 'taşa gerek yok kalbinin atması için'
    ali gülümsedi, ideler salınıp dolunaya karşı geceyi rayihaya boyadılar."

    - ya da,

    "'vermem baba vermem' diye yeri göğü yırttı ali'nin ağlaması feryadı, güller kurudu bahçede, üzümlerin suyu çekildi."

    - her üçü de bu bağlamda ne denli başarılı örnekler, öyle değil mi?

    akilluslu'nun; 'daldingir bir dahreye dönmek','reççi','simora' gibi yerel deyim ve sözcüklere bu öyküsünde de sıkça yer vermesi ve okuyucuyu anlamlarını araştırmaya itmesi, birer kültür mirası olan bu deyim ve sözcüklerin korunması, yaşatılması adına, öykü yazarlarının ne kadar önemli bir misyona sahip olduklarını da vurguluyor.

    - ellerine sağlık akilluslu, her öykünde seni yeniden keşfetmek, kaleminin tadına varmak ne güzel!
    1 ...
  10. 6.
  11. beklentiler yüzünden | esesdopiyespiyes

    ergenliğe yeni adım atan ve karşı cinse karşı biraz çekingen davransa da ziyadesiyle ilgi duyan her iki cins için de başlangıç aşamasında ele-güne karşı bir sevgilinin olması önemlidir. nasıl desek? hiç olmamasından daha iyi bir durum olarak. zira, hem kızlar ve hem de erkekler için arkadaş gruplarının en önemli sohbet konularından birini; karşı cinsin o cinse karşı tavır ve davranışları oluşturur. arkadaşı yoksa, kişi çaresiz anlatılanları dinlemekle yetinecektir ve bu durumu onda haliyle eziklik yaratır.

    aynı çevrede yetişmiş ve doğal olarak birbirlerini tanıyan bir kızla bir erkeğin yaşanılan çevre açısından ortak konu zenginliği bulunması ve birbirleri hakkında öngüven problemi yaşamamaları, onlar için başlangıçta bir avantaj gibi görünse de zaman ilerleyip ilişki geliştikçe, beklentiler çeşitlenip artma eğilimi gösterecek ve ortak yaşam çevresiyle ilgili konuları konuşmak onları sıkmaya, başlangıç aşamasında 'bu erkekle/kızla arkadaşlık edilebilir mi?' noktasındaki güven beklentisi ise sürdürülebilir güvene doğru meyledecektir.

    hangi yaşta yaşanıyor olursa olsun aşk üretkenlik yaratan, insanı, sevdiği kişiye farklı ve öznel sürprizler yaratmaya iten, gündüz yaşadıklarını gece yatağında tekrar tekrar yaşarken tatlı rüyalara sürükleyen, çoğu zaman da uykusuz bırakan bir oluşumdur. aşk yoksa, yani laf ola beri gele bir arkadaşlık durumu varsa kuşkusuz bunları yaşamak mümkün olmaz.

    "- beni anlayamadın ki cansu, hiçbir zaman. belki de anlasan, en başından anlasan yani, benimle olmazdın hiç.

    - neyi anlamamışım ali?

    - ben çok şey bir adamım cansu, nasıl denir, böyle çok düz. acayip düz. hiçbir dalgam yok benim.

    - yok bunu anlamıştım zaten ali."

    oysa aşk, hangi yaşta olursa olsun insanı eğer, büker, halden hale, kılıktan kılığa sokar. yaşını-başını almış çok ciddi erkeklerin dahi kendilerinden hiç de beklenmeyen maskaralıklar yaptıkları görülür. öyle ki, insanın kendini duygusallıktan sıyırıp yaşananları mantığına vurduğu zamanlarda; "bunları yapan ben miyim?" diyesi gelir.

    esesdopiyespiyes, ilk bakışta sıradan gibi görünen karşılıklı diyaloglara dayalı öyküsünde kanımca, aşksız bir birlikteliğin taraflara yaşattığı; üretkenlikten ve karşılıklı etkileyicilikten uzak, iniş-çıkışsız, dalgasız, tek düze başlayan, devam eden ve doğal olarak nihayetlenen süreci tariflemeye çalışmış. aslında şu ifadeler bu durumu açık-seçik ortaya koyar nitelikte:

    "cansu gidiyordu. yavaş yavaş gidiyordu. uzun zamandır, her buluşmamızda, her telefon görüşmemizde aynı bahaneleri aynı sıralamayla aktarıyordu bana. senelerdir her şey aynı imiş, o böyle olacağını tahmin edemezmiş, ona, kendisini özel hissettirmek için hiçbir şey yapmıyormuşum.

    sonumuzu kendi ellerimle hazırlamışım. belki de onu hiç sevmemişim."
    0 ...
  12. 7.
  13. kırmızı izler | f628

    amatör öykü yazımlarında, ikinci bir göz tarafından kontrol ve redaksiyon yapılmadığından harf hatalarına her zaman rastlanabilir. bu durum çoğu zaman teknik ifadelerde kendini göstermekle birlikte kimi zaman da yazarın yaşadığı yörede sözcüklerin farklı veya yanlış telaffuz ediliyor olmasından kaynaklanabilir. yazım dili olarak yöresel lehçe ya da şive kullanılmışsa zaten sorun yoktur fakat değilse de okuyucu açısından hoş bir durum olmamakla birlikte, bu tür hatalar affedilebilir niteliktedir. ancak, tümceleri düşük tümce haline dönüştürecek kurgulama hataları affedilemez. hele ki bu hata, öykünün daha ilk paragrafında, birinci veya ikinci tümcesinde yapılıyorsa...

    ""oğlum hadi gel yemeğe" diye bağırınca annesi "iki dakikaya gelirim" diye cevap verdi atilla. aslında yalandı ne iki ne üç ne beş dakika, yemeğe gitmek istemiyordu. gözlerini bilgisayarına mühürlenmişti..."

    doğrusu;

    "gözlerini bilgisayarına mühürlemişti."

    veya

    "gözleri bilgisayarına mühürlenmişti."

    olmalıydı. böylesi hatalar, okuyucunun öyküden bir anda kopmasına neden olur ve dikkatli bir okuyucu bu aşamadan sonra, adeta bir avcı hissiyatı ile yeni yeni hataların arayışına girer ki bu, bir yazar için en istenmeyen durumdur. zira, okuyucunun odaklanma noktası değişir ve onu oradan alıp tekrar öykünün içerisine çekebilmek oldukça zorlaşır.

    tüm edebi eserlerde, noktalama işaretleri olabildiğince az kullanılmalı, hatta gerekmiyor ise hiç kullanılmamalıdır. gereksiz kullanılan noktalama işaretleri, okunuşta akıcılığı önleyen ve istenmeyen bir etki yaratırlar. yanlış biçimde kullanılmış olanları ise doğal olarak okuyucuyu irite eder. soru ya da ünlem işaretleri birden fazla kullanıldıklarında okuyucu üzerindeki etkileri artmaz, hatta tam tersi azalabilir. bu nedenle,

    - gerçek olan şu ki; sen beni hiç sevmedin ayşe.
    - ??

    veya

    - !!

    ya da

    - !?

    şeklinde karşılıklı diyaloglar dışında ardı ardına birden fazla kullanılmazlar.

    "uzun süredir muhabbeti olan hoşlandığı kız'a yani kendi tabiriyle diyaliz makine'sine "bu hafta sonu sinemaya gidelim mi??" diye sormayı düşünüyor, muhabbeti filmlere çekmeye çalışıyordu. çoğu insan için bu teklif "2 biletim var sinemaya gelir misin???" kolaylığında olmasına karşın atilla için geçerli değildi, nedense eskiden beri zorlanırdı bu konuda."

    topu topu üç satırlık bir paragrafta yedi hata, gerçekten çok fazla. şimdi aynı paragrafı bir de şöyle kaleme alalım;

    "uzun süredir muhabbeti olan hoşlandığı kıza, yani kendi tabiriyle 'diyaliz makinesi'ne "bu hafta sonu sinemaya gidelim mi?" diye sormayı düşünüyor, konuyu filmlere çekmeye çalışıyordu. çoğu insan için bu teklif "iki biletim var sinemaya gelir misin?" kolaylığında olmasına karşın bu durum atilla için geçerli değildi. nedense eskiden beri zorlanırdı bu konuda."

    - öyküyü anlatan ne vakit öyküye katıldı? kim olarak? o eller kimin elleri? aman yarabbi!

    "okuduğunu anlaması biraz uzun sürmüştü, yavaşça elleri|m|i klavyeye götürdü "görüşürüz" yazıp enter'e tıkladığı|m|da ekranda "iletiniz kullanıcı çevirimiçi olunca gönderilecektir" ibaresini fark ettiği anda annesinin cırtlak sesi|ni| tekrar duy|ul|du ''hadi oğlum yemek soğuyor..."

    - f628 bunları yazan sen misin gerçekten? kısacık bir öyküye bunca hata nasıl sığdırılabilir diye düşünmekteyim şu an.

    ortaya konan işi önemsemek ve bunu okuyucuya hissettirmek öykü yazımının birinci kuralıdır. bu, okuyucuya yazar tarafından verilen değerin de bir göstergesidir. hata her zaman yapılabilir ve affı mümkündür, ancak okuyucunun zamanını çalmaya hiçbir yazarın hakkı yoktur. okuyucu, bunu hissettiği andan itibaren o yazarın üzerine sabit kalemle kalın bir çizgi çeker. bu, bir yazar için tahayyül edilebilecek en kötü sondur.
    1 ...
  14. 8.
  15. selami bey | hartigan

    anı güzel tasvir eden öyküler; konuları, kurgulanma biçimleri, yaşanan olayların ve kahramanlarının sevimli ya da sevimsiz olmalarına bağlı kalmaksızın, okuyucularını ciddi biçimde etkileyebilirler. buna neden olan; belki de olayın/olayların sunumunda alışılmışın dışında bir anlatım tekniği kullanılması, buna karşın anlatılanların realist bir çizginin dışına taşmadan, sırıtmadan, esasen trajik bir olayın gülünç eylemlerle bezenerek ustalıkla trajikomik bir havaya büründürülmesidir.

    - şöyle ki;

    "...tozlu kitabı tozlu tezgaha bırakıp ağlamaya başladım. ne ağır bir yüktü omuzlarımdaki hayal kırıklığı. hıçkırdıkça hıçkırdım, yerlere kapaklandım. toz yutup hapşırdım. hırsla mermere tükürdüm, ağladım da ağladım."

    - kahramanın ruh hali, eylemleri ve yazarın olayı tasvir şekline bakıldığında yukarıdaki savı cidden destekliyor, öyle değil mi?

    "...ilk darbeyle kafasını yardım. kan, kapı eşiğinin doksanına fışkırdı. sol kulağından tutup aşağı çektim. yan yatmış kafasına, bu defa sağ kulağının tam ortasına indirdim ikinci darbeyi. bok çuvalı gibi yığıldı orospu çocuğu. şoku ilk atlatan, en küçükleri, altı yaşındaki ayşe’ydi. kendi yüzünü tokatlayıp tepinmeye, ciyak ciyak ağlamaya başladı, kız kardeşlerinin eziyet veren sesiyle kendilerine gelen ağbiler, dokuzunu yeni doldurmuş murat ile on birinden gün alan hasan, üstüme atlamaya yeltendi, birer fiskeyle babalarının üstüne yuvarladım bacaksızları. hasan yattığı yerde sinir krizi geçirmeye başladı, murat’sa ellerine bulaşan kana bakıp babasının hareketsiz kafasına kustu. bu sırada ayşe geri geri kaçarken sendeledi, kafasının arkasını duvara toslayıp sustu. kolay değil tabi, dağ gibi adam, iki erkek için idol, kız için, freud’a göre, ilk aşk, öyle cansız, kan içinde, kafatası çatlak, yırtık derisi, saçları bir acayip, bir kırmızı, bir göz faltaşı gibi, öteki, küçük oğlunun kusmuğundan kapanmış, kolay değil ha..."

    - ikinci alıntıda yazar, savımızı iyiden iyiye destekleyen, dahası birinci alıntıdaki başarısının bir tesadüf olmadığını kanıtlayıp ustalığını pekiştiren çok başarılı bir 'anı tasvir' örneği daha veriyor ve belki de öykünün ana fikrini oluşturan şu tespiti ile hakkındaki kararı vermemizi sağlıyor;

    "...insanın yaşamı, hayatın kendisi gibi çarpık çurpuk olmalı. aksi halde sırıtır, yakışmaz, tam oturmaz, hep biraz eksik, biraz yalan görünür. işin aslı eksik ve yalandır da."

    - 'şu yalan dünyada, ele-güne karşı dosdoğru bir insan portresi çizmeye çalışmak eğreti durur, sırıtır.' demeyi ne de güzel becermiş yazar.

    gerek yazım kurallarına uyumu, gerek öykünün yapısal kurgulaması ve gerekse betimleme yeteneği anlamında kalemi oldukça güçlü bir yazar hartigan. kendine has hoyrat anlatım biçimi beni hayli etkiledi doğrusu.
    4 ...
  16. 9.
  17. insan bi sorar konu ne olsun diye, oylama falan yapar. babanız yazacak sanki.
    2 ...
  18. 10.
  19. yalnızlık fırtınası | tanzamanitanyeri

    öykü yazarlarının, çok bilmiş bir tavır ve geniş zaman kipleri kullanarak yaptıkları tespitler, okuyucu ile yazar arasında soğuk rüzgarların esmesine neden olur. kimi yazarların, kendilerine göre çok doğru ve başarılı gördükleri yaşama dair tespitlerini, okuyucuya bir şekilde ulaştırabilmek ve onların nazarında yükseklerde bir yer edinmek için öykü kurguladıkları bile vak'adır. öykülerle verilmek istenen bir ana düşünce ve sahip çıkılması gereken insani değer ya da değerler olacaktır şüphesiz, ancak bunlar 'kör göze çomak sokarcasına' yapılırlarsa, okuyucu gereksiz yere tedirgin edilmiş ve öyküden düşürülmüş olur.

    - şimdi, tanzamanitanyeri'nin ard arda alıntıladığımız iki önemli tespitini bu bağlamda analiz etmeye çalışalım;

    "...ihtiyar, frank'ın isabetli atışını dikkatle izledikten sonra yanına sokuldu: "iyi de evlat, sen ulaşabileceğin yerleri hedefledikten sonra bu oyunun ne önemi var?" dedi ve bir süre dalga sesleri işgal etti kıyıyı, iki insanın sessizliğini bastırdı. kıyıya vuran dalgalar sessizliği de alıp götürdü denizin en derinlerine bir süre sonra. aynı kıyıya bir daha vurmamak üzere, buharlaşıp yağmur oldu sessizlik..."

    - 'çevredeki çoğu insan için başarılması güç bir iş olsa da zaten başarılmakta olan bir işi tekrar tekrar yapmak, kişiyi itibarlı kılsa dahi kendini tatmin etmeye yetmeyecektir.' tespitinin, yazar tarafından öyküye tam anlamıyla gömüldüğünü, adeta onun bir parçası haline getirildiğini görüyoruz. dahası, bu bölümde tespiti yapan kişi yazar değil bizzat öykü kahramanlarından biri. verilmek istenen mesaj okuyucu tarafından net bir biçimde algılanıyor ama zor yutulan büyücek bir hap gibi değil damara bağlanmış serumun içerisine zerk edilmiş bir eriyik gibi kolayca kana karışıp özümseniyor. anı betimleyen sanatsal ifadeler ise bu sıvı besinin salçası, tuzu ve biberi.

    "...çoğu zaman asıl olayın hayalini kuramadan, detayları düşünürken uykuya boğar kendini insan. hayallerini bile en mükemmel şekilde yaratır, gerçeklik mükemmellikten uzaktır çünkü. ve gariptir ki; hayallerinin detaylarıyla uğraşmaktan asıl olayı unutan insan, sabah uyandığında sadece rüyasında geçen olayın konusunu hatırlar, detayları değil. frank da sıradan insanlardandı zaten. onu diğerlerinden farklı kılacak bir özelliği yoktu, insan böyle bir şeye ihtiyaç da duymazdı kibirli değilse..."

    - bu alıntıda ise tespiti yazar yapıyor. ancak, altını o denli başarıyla doldurmuş, savını o denli başarılı bir biçimde desteklemiş ki okuyucuya doğruluğunu kabul ve teyit etmekten başka bir yol bırakmamış.

    yalnızlık fırtınası, büyük tatlar alarak okuduğum, kurgusu, anlatımı, yazım kurallarına uyumu ile üzerindeki ciddi emeğin, daha da önemlisi; büyük özenin kendini açıkça gösterdiği, kuşkusuz bu sayının en güzel öykülerinden biri olmuş.

    - seni yürekten kutluyorum tanzamanitanyeri, bu öykü bir çok anlamda örnek bir çalışma olmuş gerçekten.
    3 ...
  20. 11.
  21. bir turkuaz taşı | turkuaz

    iyi kurgulanmış fantastik öyküler; çocukluk yaşlarından itibaren insanların hayal dünyaları ile birlikte ufuklarını, yaşama bakış açılarını genişleten, havsala sınırlarını zorlayıp büyüten, azımsanamayacak önemde edebi eserlerdir. kimi fantastik öykü kahramanları, insanların hafızalarında o denli derin izler bırakırlar ki o insanların sonraki yaşamlarının akışını dahi değiştirebilirler. söz gelimi, dünyayı istila etmeye gelen uzaylıların amiral gemisine, atom bombası yüklenmiş pervaneli zirai ilaçlama uçağıyla girip bombayı ateşleyen ve düşman amiral gemisini havaya uçurarak dünyayı istiladan kurtaran yaşlı pilotun yaptıkları, elbette akla-mantığa sığmaz şeylerdir ama bu fantastik film kahramanını izleyen bir nesil, savaş pilotu olabilmek için hava harp okulu giriş sınavı müracaat formundan ard arda üç baskı yapılmasına neden olmuştur.

    ilk bakışta insana kolay gibi görünse de fantastik öykü ya da roman yazımı, girift yapısal dengelerin büyük bir özenle kurulmasını ve korunmasını gerektiren zorlu bir uğraştır. hele ki bu türün hedef kitlesinde çocuklarla birlikte büyükler de varsa, bu dengeleri kurmanın önemi bir kat daha artar. örneğin, harry potter serisinin, gerek roman gerekse film olarak tüm dünyada gördüğü büyük ilgi ve beğeninin temelinde; kahramanlarının, onlara kazandırılan engin hayal gücüne dayalı insanüstü niteliklerle donatılmaları, bu nitelikleri en etkileyici biçimde ortaya koyacakları olayların titizlikle kurgulanması, romanın sözlü tasvirlerindeki doyuruculuk, filmi için hiçbir masraftan kaçınılmaksızın hazırlanan etkileyici dekorlar, ses ve görüntü efektlerinin seyirciyi alıp olayların içerisine sokan üstün başarısı vardır. bu bağlamda, ishak alaton'un "insan eliyle yaratılmış güzide eserler, asla bir tesadüf eseri değildirler" vecizesini de doğrulayan çok başarılı bir örnektir kuşkusuz.

    "firuzenin saçları dalgalardı. denizin köpük köpük dalgaları. firuzenin elleri yapraklardı, rüzgardan etkilenecek kadar narin yeşil yapraklar. firuzenin gülüşü açan güneşti. sıcacık, insanın içini ısıtan güneş. firuzenin utangaçlığı vardı, firuzenin alçakgönlü... firuzenin aşkı vardı, atmak için bekleyen bir kalbi..."

    ilk bakışta okuyucuyu etkileyen, şiirsel bir anlatımla sürükleyip öykünün içerisine çeken bu güzel ifadelere diyecek bir şey yok elbet! ama detaylı analizinde, gözlerimize istemsiz bir anlatım hatası takılıveriyor; "...firuzenin elleri yapraklardı, rüzgardan etkilenecek kadar narin..." tümce buraya kadar çok güzel ama "...yeşil yapraklar." olmuş mu? hayır! "firuze, fantastik bir öykü kahramanı olduğuna göre elleri neden yeşil olamasın?" diyecek oluyoruz fakat bu durumla çelişen bir bölümün de var olduğunu görüyoruz öykünün ilerleyen bölümünde;

    "...firuze, adının rengindeki gözleriyle herkesi büyülemişti bir insan olarak yaşarken. altın sarısı saçlarını örüp turkuaz gözleriyle gülümsediği insanlar ondan deliler gibi etkileniyorlardı..."

    anlaşılıyor ki firuze bir insan ve insanların elleri rüzgardan etkilenecek kadar narin olabilirler ama 'yaprak yeşili' olamazlar. devamındaki ifade de, "...firuzenin aşkı vardı, atmak için bekleyen bir kalbi..." yerine, "...firuzenin aşkı vardı, |coşkuyla| atmak için bekleyen bir kalbi..." şeklinde kurgulansa, anlam bütünlüğü daha iyi sağlanabilirdi kanımca. zira, yaşayan bir insan kalbi, aşık olmasa da atar. dolayısı ile burada vurgu yapılması gereken; firuze'nin 'aşkın verdiği coşkuyla atma isteğindeki bir kalbe' sahip olmasıdır. sonra, yazım kuralları açısından doğru olmakla birlikte 'deliler gibi etkilenmek' ifadesi 'delicesine etkilenmek' biçimde kullanılsa, kanımca daha edebi bir tavır sergilenmiş olurdu.

    "birinci tanrı ilk gün gitti firuze'nin yanına. firuzeyi ilk defa gören bu tanrı ona gerçekten aşık olmuştu..." birinci tümcenin kurgusunda sırıtan bir hal var! buna sebep, 'birinci tanrı' betimlemesi. onun yerine, adlandırma yapılsaymış keşke diye düşünmeden edemiyor insan: "tanrı heraklis, ilk gün gidendi firuze'nin yanına ve onu ilk defa görüp aşık olandı." gibi iki tümceyi birleştirerek örneğin. sonra, birinci tümcede |firuze'nin| olarak yazıyorsak, ikinci tümcede de |firuze'ye| şeklinde yazmalıyız ve bunu, firuze'nin güzelliğinden değil özelliğinden sebep öykünün genelinde tekrarlamalıyız.

    "...o an doğayı yeşile, denizleri maviye, güneşi sarıya boyadı tanrı. kimseye bir daha tek kelime dahi etmedi."

    ilk tümceyle mükemmel bir girişe şahit oluyoruz fakat ikinci tümce... işte! bu tür durumlarda devrik tümceler birer kurtarıcı gibi imdada yetişirler ve anlatıma verdikleri şiirsel havayla okuyucuyu derinden etkilerler.

    şöyle ki;

    "...o an doğayı yeşile, denizleri maviye, güneşi sarıya boyadı tanrı ve kimseye tek kelime dahi etmedi bir daha."

    çoğu okuyucu nezdinde pek de önemsenmeyen bu tip kusurların ortaya konulmasından amaç; hiç de alışık olunmayan bir tarzda; bir şarkı sözünün öyküleştirilmesi şeklinde kaleme alınmış*, fikriyle yaratıcı, kurgusuyla nitelikli bu çalışmanın; 'çok güzel'e, hatta 'mükemmel'e ulaşmasını engelleyen ayrıntıların neler olduğunu göstermek ve örneklemektir kuşkusuz.
    4 ...
  22. 12.
  23. ben ezgi ve alexia | vauvenargues

    vauvenargues, kahramanının ağzından kaleme aldığı bu öyküsünde, salaş anlatım dili desteğini de kullanarak onun hissiyatını olabildiğince gerçeğine uygun biçimde okuyucuya yansıtmak, dahası resmetmek istemiş ve göründüğü kadarıyla başarılı da olmuş.

    "... iyi ama ben korkmuyorsam bu kadın niye benden korkmuyor? yoksa kadın değil mi? saçları peruk olmasın? belki de şu köprü altında her gece tok sesleri ve rengârenk mini etekleri ile bana küfreden o adam-hanımlardan mı? androjendir onlar. farklı bir ırk... ona rağmen de pek muhterem insanlardır onlar. ne zaman yanlarından geçsem bana tatlım bir tanem filan derler. hatırlarım da bunları bana en son münevver demişti. gerçi yiğidim derdi o daha çok bana. la isla bonitada yediğimiz enfes bir akşam yemeğinden sonra özgökçe iş hanının en üst katında karanlıkta yankılanırdı bu ses kulağımda. o tok, sokak karısı sesi o kadar meleksi gelirdi ki o anda kulağıma..."

    yukarıdaki alıntı dikkatli bir gözle incelendiğinde, öyküye ve kahramanına ait o denli dişe dokunur ipuçları içeriyor ki; kısa bir metin içerisinde, donanımlı bir yazarın okuyucusuna neleri verebileceğine güzel bir örnek teşkil ediyor. kahramanın sürdürdüğü avare, salaş yaşama rağmen, onun kültürlü bir insan olduğunu anlayabiliyoruz her şeyden önce. travestilerin, haksız bir genellemeyle toplumda yanlış tanındıklarına vurgu yapılıyor ki her genelleme gibi onlar hakkındaki bu genellemenin de yanlış olduğu açık bir gerçek. içgüdüsel isteklerin tatmini için insan beyninin kural, sınır, ahlaki ölçüt tanımaz direnişi ve bir tek ruh okşayıcı "yiğidim" hitabına teslim edilen kalelerle gelen doğanın zaferi. çok güzel vurgulanmış, gerçekten çok güzel.

    ben, vauvenargues'i söykü'de yayınlanan; contreras ın travmatik sadakati adlı 'muhteşem' öyküsüyle tanıdım ve önüme çıkan her fırsatta, herkese, bu örnek öyküyü mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum. o şüphesiz iyi bir yazar ancak, bu niteliği ona büyük sorumluluklar da yüklüyor ve onun öykülerinin, en azından benim gibi amatör yazarlar ya da eleştirmenler gözünde kusursuz olmasını zorunlu kılıyor. dolayısı ile şu tip yazım bozukluklarını, yazdıklarını farklı zamanlarda birkaç tekrarla okuyarak düzeltmesi gerekiyor;

    "...evet, evet maktul diyeceğim onlara bu beni çok heyecanlandırır bu kelime."

    - ilk |bu| nun gereksizliği açık.

    "...hakiki adıyaman tütünüdür benim cigaralarım. kül tablam da ayda bir değiştirdiğim kavanozlardır. aç karna öyle bir çekerim ki çocukluğumu, ağzımın rögar kapakları kapanır. lağım gibi midem alev alır. doğrulurum sonra. bir sokak köpeği önümden geçer. göz göze geliriz. sefil sokak köpeği derim. biri yardım etmeli sana gidecek bir yerin bile yok! sonra. uzaklaşır benden. bakarım arkasından kuyruğunu kaldırmış havaya. utanırım başımı çeviririm hemen."

    - içten, gerçekçi ve kelimenin tam anlamıyla insanı mest eden anlatımın arasında eğriti duran, sırıtan, "kül tablam da ayda bir değiştirdiğim kavanozlardır." tümcesi hiç yakışmamış. 'kül tablalarım da ayda bir değiştirdiğim kavanozlardır.' ya da 'kül tablam ayda bir temizlediğim kavanozdur.' şeklinde yazılmalıydı.

    bu arada, öykü başlığındaki ezgi'yi ve kendini 'ben' olarak tanımlayan öykü kahramanını tanıdık da 'alexia' kim ola ki? muhtemelen münevver'in esas adı olsa gerek.

    finale ise söylenecek hiçbir şey yok!
    4 ...
  24. 13.
  25. öncelikle öykü yazan tüm arkadaşlara teşekkürler, bu sayıdaki bütün öyküleri biraz gecikmeli de olsa okudum. genel olarak çok güzel bir sayı olduğunu söyleyebilirim. açıkçası liberalisticcommunist, çok doğru değerlendirmelerle bütün öyküleri incelemiş, bu özverisine ve yeteneğine hayranım liberalisticcommunist'in, ben gerçekten eleştiri yazısı yazmakta zorlanıyorum, oysa edebiyat için en az öykü kadar gereklidir. her neyse lafı fazla dolandırmadan kısaca birkaç cümleyle öyküler hakkında yorum yapmak istiyorum;

    anzülha taş; akilluslu'nun diğer öykülerini de okuduysanız daha bir tat alabileceğiniz güzel ve sade bir öykü, bu yazarın öykülerinde -daha önce kendisine de belirttiğim gibi- bir bekir yıldız tadı ve hissiyatı var. gerçi aramızda pek verimli bir konuşma geçmemişti ama akilluslu'nun edebiyat duygusunu seviyorum, en dolambaçsız yoldan öyküdeki hissiyatı karşıya geçirmeyi çok iyi biliyor.

    selami bey; hartigan'ın bu öyküsü bu sayıda açık ara en sevdiğim öykü oldu, öykünün kurgulanış biçimi gerçekten mükemmele yakın. nereye gittiğini bilemediğiniz öykü son kısımda birden bire yükseliyor ve pik noktasındaki olay gerçekten vurucu bir etki yapıyor.

    yalnızlık fırtınası; tanzamanitanyeri'nden(çok güzel bir rumuz) ilk cümlesinden son cümlesine kadar insanı içine çeken hüzünlü bir şarkı gibi güzel bir öykü. gerek ihtiyarın ağzından gerek yazarın ta kendisinin yaptığı tespitler öykünün gidişatıyla müthiş bir uyum içerisinde ve bu öyküden aldığınız tadı daha da arttırıyor.

    ben, ezgi ve alexia; vauvenargues'ın öyküsünün tek kötü yanı bütün öykünün tek paragraf halinde yazılmış olması. onun dışında üslubunu, kullandığı dili gerçekten çok beğendim, özellikle final kısmı çok hoştu, bütünlüklü, iyi bir dil kullanılmış iyi bir öykü.

    bir turkuaz taşı; turkuaz'ın yazdığı bu kısacık öykü, sezen aksu'nun güzel şarkısının dizeleriyle ahenk içerisinde, kıs ama doyurucu bir mitolojik anlatıya dönüşüyor. fakat bu denli kısa olması ağzımıza bir parmak bal çalıp bırakıyor, daha ayrıntılı bir anlatım olsa tadından yenmezdi.

    beklentiler yüzünden; esesdopiyespiyes'in bu öyküsünün bitiş cümlesi öykünün genelinin vasatlığını gölgeliyor. fena bir öykü değil fakat sadece "fena değil", daha iyisi yazılabilirdi.

    kırmızı izler; f628'in bu öyküsünde, yazım hataları, anlatıcının aynı cümle içerisinde değiştiği birkaç cümle ne yazık ki öykünün kurgusunun ve anlatımının önüne geçiyor. daha sık ve daha çok yazarak ama en önemlisi daha çok okuyarak bu hatalar düzeltilebilir.
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük