öykülerin, özellikle giriş bölümlerinde kurulan tümceler, gerek yapıları, gerekse verdikleri anlam itibarı ile yazım kurallarına uygun, kolay okunur ve anlaşılır olmalıdırlar. zira, okuyucunun, öykü yazarı hakkındaki ilk izlenimleri, kurulan bu tümceler sayesinde oluşur ki bunlar eğer duygu dolu iseler, aralarına serpiştirilen teknik ya da avantür sözcükler okuyucunun tepkisini çeker.
"...işte o koskoca ulusta, çölde kum tanesi bir soba zanaatkarı; her gün var gücüyle, insanüstü, on efsanevi thor kuvvetiyle ve az maliyetle kaliteli sobalar üretmeye çalışıyordu o yıllardır ekin biçmiş misali nasırlanmış elleriyle..."
edebi eserlerde devrik tümcelerin kullanımı eserlere şiirsel bir hava verir. ancak, yerinde ve gerektiği biçimde kullanılıyor ve eseri okumayı zorlaştırmıyor ise. devrik tümcelerin 'devrilen' bölümleri çok uzatıldığında, eserin okumasındaki akıcılık kaybolduğu gibi tümceyi de 'düşük tümce' haline dönüştürür ki bu tehlikeli bir durumdur.
bu bağlamda, yukarıdaki tümceyi, ifade ettiği anlamı hiç bozmadan bir de şöyle kurgulayalım;
"...işte o koskoca ulusta, çölde kum tanesi bir soba zanaatkarı; yıllardır ekin biçmiş misali nasırlanmış elleri, insanüstü gayreti ve var gücüyle, az maliyetli kaliteli sobalar üretmeye çalışıyordu ..."
emek usta ile karısı züleyha'nın diyaloğu, emek ustanın gururlu bir insan olduğunu, açık-seçik gözler önüne seriyor zaten. bunun üzerine, emek ustanın gururlu bir insan olduğunun yazar kaleminden bir kez daha ifade edilmesi, diğer bir deyimle durumunun pekiştirilmek istenmesi, okuyucuyu biraz hafife almak olmuş sanki. bununla birlikte, realist bir öykü kaleme alınıyorsa ki öyle, emek usta'nın;
"...şu anki hissiyatımın ne kadar güneş tutulması karanlığı misali olduğunu bilseniz bana hak verir miydiniz bilemiyorum..."
şeklinde bir cümle kurmasını da beklemeyiz. buna mukabil, aynı metindeki diğer ifadelerin, züleyha'nın-züheyla'ya dönüşmesi dışında başarılı olduğunu da belirtmek isterim;
"... ben büyük bir kusur işledim size karşı, size layıkıyla bakamadım, geçiminizi doğru düzgün sağlayamadığım gibi, soğukta etleriniz epil epil erimesin diye de yaptığım sobalardan bir tanesini dahi eve getiremedim...
ben seni aldattım züheyla'm. güzeller güzeli züheyla'm, gözleri şafak aydınlığı, dipsiz kuyu, bakışı beni benden alan züheyla'm. çocuklarım, kıymetlilerim, evet, annenizi hem de hiç değmeyecek aşağılık bir sokak serserisiyle aldattım, rızkınızı o pespayeye yedirdim. artık bunun utancıyla sizin yüzünüze bakamadığım için evi, yuvamı, eve zar zor getirdiğim rızkla yapılan sıcak çorbamı terk edip gidiyorum..."
o denli güzel ve iğne oyası misali işlenecek bir konu yakalamış ki yazar, keşke! ah keşke kahramanlarının yaşadığı olaylara, diyaloglara bıraksaymış öyküyü de onlar kendileri anlatsalarmış bizlere kendilerini. çocukları örneğin... sadece varlıklarından haberdarız ama kaç yaşındadırlar, saçları, kaşları-gözleri, boyları-posları, kime benzedikleri bir muamma bizler için. onların, 'soğukta etlerinin epil-epil erimesi'ni bizlere gösterebilse, o anları bizlere yaşatabilseymiş mesela.
"hangi açıdan" dendiğinde, tereddüt dahi etmeden her açıdan diyebilirim. ben bu öyküyü okurken, bir ispanyol yazarın kaleme aldığı güzel bir öyküyü, aynı güzellikteki çevirisinden okuyormuşcasına tat aldım.
yazım tekniği, tümcelerin kurulumundaki zarafet, olay-mekan ve kişi tasvirlerindeki üstün başarı, kararını asla zorlamayan, yerinde ve isabetli tespitlerle profesyonellere taş çıkartacak derecede bir çalışma olmuş bu gerçekten. vauvenargues'i yürekten kutluyorum.
aşağıdaki tümcenin uzunluğuna dikkat çekmek istiyorum. bir paragraf uzunluğunda olmasına ve yalnızca bir virgül kullanılmasına rağmen ne denli akıcı ve anlaşılır.
"...ne zaman dersin orta yerinde sıkılıp etrafıma bakınsam onu mutlaka yanımda ya küçük küçük kâğıtları ağzında çiğneyip bembeyaz birer hamur parçası haline getirdikten sonra önümüzde oturan kızlara tükürürken ya da kalemi silgisi defteri meyve suyu paketi, sahip olduğu tüm eşyaları ile devasa bir kule yapmaya çalışırken görürdüm..."
kimselerin hoşlanmadığı, sevmediği, buna karşın kimi zaman korktukları kimi zaman da özürlü olmasından dolayı anlayış gösterdikleri arsız bir gençle neden birlikte olmak ister diğer bir genç. bakınız! delikanlılığın verdiği deli cesareti, ne derece tatmin edici bir anlatımla işlenmiş aşağıdaki metinde.
"...contreras'ın yanında kalıyordum çünkü bana kendimi hiç olmadığım ve bir daha da olamayacağım kadar özgür hissettiriyordu. sanki o genç yaşımızda tanrı tarafından kuralsızlık ile lanetlenmiş de tüm bu durumdan kendimize pay çıkarır gibiydik. korkusuzduk, içgüdülerine göre hareket eden birer hayvan gibiydik..."
bir mekan ve hemen ardından bağlantılı durum tasviri. her ikisi de kusursuz;
"...odada hemen hiç eşya yoktu, sadece bir köşeye tepe gibi yığılmış çakıl taşları, ne olduğuna karar veremediğim mavi bir sıvı ve boş şarap ve efiesta bira şişeleri vardı. tüm bunların önünde de sessizce bekleyip önlerinde konuşan adama benliklerini kaptıran çakıl taşından farksız dekor niteliğinde çocuklar. contreras kalabalık çocuk grubunun arasına karışmadı, hatta onların hep bir ağızdan verdikleri selama karşılık bile vermedi. kapı eşiğinde bekleyip izledi. ona saygı duyuyorlardı..."
başarılı tespitlerle güçlendirilmiş bir kişi tasviri. lider tasviri mi demeliydim yoksa! her ne şekilde adlandırırsanız adlandırın harika!
"...o yüzüne bağladığı siyah beyaz bez parçasının, başını ve saçlarını tamamen örten kapüşonunun altında çirkin yanıklar ile kaplanmış pembe bir surat olduğunu bilmesem onun hayatımda gördüğüm en karizmatik ve en güçlü insan olduğunu söyleyebilirdim. yaşına göre baya iri gelişmiş omuzları ve deli cesareti ile bu savaş alanında her şeyi yapabilecek bir kahraman gibi davranıyordu. bir aşağı bir yukarı yürüyor, yorulan çocukları önlere sürüyor, taş atıyor arkalardan ispirto dolu efiesta şişelerin kapıp askerlere sallıyor, kaldırımdan söktüğü taşları attığı zaman da mutlaka bizden daha uzağa yetiştiriyordu. asker barikatının arkasındaki komutanlar onun bu gücü yüzünden rahatça dolaşamaz olmuşlardı emindim..."
- hoşgeldin vauvenargues. iyi ki geldin! zihinlerimize hareket, yüreğimize heyecan verdin.
bu öykü, söykü'nün soba temalı 15. sayısında yayımlanan bir öykü değil. ancak, yayımlanmak üzere gönderilen öykülerden bir tanesi ve bünyesinde barındırdığı, bence öykü yazımında olmazsa olmaz bir niteliği nedeniyle bu bölüme alma gereği duydum.
- yaşananları, çocuksu bir içtenlikle olduğu gibi aktarabilme yeteneği.
"...Soba, sobayla tanışmam 6 yaşlarımda oldu. Anneanneme gitmiştim daha doğrusu babam ve annem beni birkaç günlük oraya bıraktılar. Ailenin tek çocuğu olduğum için bana gözü gibi bakan ailem bu aralar içinde bulunduğu mali sorunlar yüzünden küçük bir poşete birkaç elbise koyup beni oraya götürdüler. Aslında buraya önceden de gelmiştim ama bu farklıydı bu sefer zorunda olduğum için gidiyordum. Annem, babam ve ben yola koyulduk. Aslında yakındı ama yürüyerek gidiyorduk ve yollar çamurdu. Yaklaşık 3 km yürüdükten sonra anaannemin küçük, soğuk ve küf kokan evine geldik..."
- sözcüklerde hatalar yok mu? evet var! cümle kurgularında yanlışlar? doğru, var! lakin, anlatımın genelindeki saflığa, içtenliğe bakar mısınız!
"...Annem ve babam içeri girmek istemiyordu. Annem bana:
- anaanneni üzme evde kalın giy hasta olma tamam mı benim biricik oğlum. Dedi ve alnıma bir öpücük kondurup beni içeri yolladı. Annem anaannemle konuşurken ağlamaklı konuşuyordu. Evet bu sefer iş ciddiydi. Babam bi on metre ilerde, elinde şemsiyesiyle sigarasını içiyordu. Üstümü giyip onun yanına koştum pantolonum çamur olmuştu..."
- o bir çocuk ve dilinin döndüğünce anlatıyor bize olanları, olduğu gibi, boyamadan, süslemeden, en arı haliyle.
"...Babamın pantolonunu çekiştirerek:
- baba! Neden ağlıyorsun erkekler ağlamazdı hani? Dedim. Babam bana döndü elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve eğildi. iki eliyle omuzlarımı sıkıca tutarak:
- bak, burda uzunca bir süre kalabilirsin ama seni geri alıcaz tamam mı? Söz veriyorum geri gelicez. dedi ve bana uzunca sarıldı. Daha sonra ellerini yanaklarımın üzerine koyarak:
- sen, sen güçlü bir erkeksin ve de yakışıklı oku ve doktor ol tamam mı? dedi. Ve bana tekrar uzunca sarılarak dönüp gitti. Annem gözyaşlarını saklayarak hızlı adımlarla babamın yanına gitti..."
bir yazarda, duygu ve ifade yeteneği olduktan sonra kalan eksik ve hatalar çok çabuk düzeltilip-giderilebilir zira, bilgi ve tecrübeye dayalıdır kalanlar.
dikkatli ve tecrübeli bir okuyucu, 'edebi yazar' kumaşı olanları diğerlerinden rahatlıkla ayırt edebilir. bunun için konu, kapsam, tema, hatta tür ne olursa olsun ilk bakılacak husus 'yazarın içtenliği', ikincisi ise 'ifade yeteneği'dir.
bu bağlamda depresif cocuk, ileride ciddi bir edebi yazar adayıdır ve ben, onun göndereceği duygu yüklü yeni öyküleri de okumaktan büyük keyif alacağımı bilmesini isterim.
bu öykü de 15. sayıda yayımlanmayan öykülerden. gerekçesi çok kuvvetli ve müsebbipi sondan bir önceki paragraf. bunu yazar da biliyor, ben de seçici kurulda yeralan arkadaşlar da. lakin, kurtarılması yönünde her iki tarafın da bir çaba sarfetmemiş olması üzücü.
öykünün ön değerlendirmesini hangi arkadaş yaptı bilemiyorum ancak, böyle bir öykü geldiğinde prensip olarak derhal yazarını arayıp;
"bu öykünüz 11. paragrafta kullandığınız şu-şu-şu ifadeler nedeniyle söykü dergisinde yayımlanamaz! ayrıca, bahsi dahi edilmeyen soba unsurunu, bunun tematik bir öykü olma gereğinden ötürü öykünüzde mutlak surette kullanmanız gerekir."
ikazı yapılmalıydı. anlaşılıyor ki bu uyarı yapılmamış ve malesef, canım öykü heba olup-gitmiş.
öyküden sadece iki pasaj vereceğim sizlere;
"...Sonra trenden bir kadın iniyor. Eteği uçuk pembe ve şiddetli bir rüzgarda baldırlarını tümüyle ortaya koyabilecek denli davetkar. Aşağılık orospu diyorum ona. Sokak orospusu! Bir rüzgarla tüm hazinesini erkeklerin gözlerinden kasıklarına akıtmaya dünden razı bir kevaşesin sen! Aylardan Ocak değil mi? Bu mevsim burada sık sık fırtına olur hem. Üstelik giydiğin incecik çorap seni üşütür. Ama sen, ama rezil sen, pislik yaratık, üşümek pahasına erkeklerin uçkuruna ateşler salmayı göze alan sen! 400 yıllık soneleri kirlettin bencil aymazlığınla ve tüm soyumuzu şehvetin kucağına atmaktan arsız bir haz duyuyorsun. isterik davranışın, hanımefendi görünüşün altında gizlenirken, kim bilir sen kaç erkeğin gece otuzbirlerine meze olacağını hayal edip müstehzi bakışlar atıyorsun etrafa? Kaç kişi gördü acaba? Hangisinin önü kabardı? Kim en önce eve gidip patlatacak? Spermleri ılık mıdır? Ya da belki gar tuvaletinde bir kondüktör? Ahahaha! Seni rezil maymun! Seni pislik oyunbaz! Seni sokak orospusu! Kocasının trenden inip 2 küçük çocuktan birini annesinin kucağına vermesiyle iç çektim..."
...ve ikincisi şu;
"...Yok, yok, hayır. Bak şöyle olabilir; tam karşımda mükemmel bir kadın fotoğrafı var. Hüzünlü bir yüz. Hafif bir damla gözlerinden süzülmek üzere ve fotoğrafçı, sanatçı, bu anı öylesine yakalamış ki kadının duygu durumunun değişmeye başladığı anda yüzünde beliren karmaşanın göstergesi olan çizgilerin devinimleri sanki fotoğrafın hareketli bir canlı olduğu hissini uyandırıyor. Kontrastı yüksek bu siyah beyaz fotoğrafta sanki kadının çizgileri onu ağlatan olaya veya kişiye karşı savaş açmışçasına hafifçe kayıyor ve biz o kadının içsel karmaşasındaki salt ağlama güdüsü ile güçlü görünme, vakur duruş ile ayaklara kapanma arasında gidip gelmesini arıyoruz. Güçlü bir arya gibi gözlerimizden girip vücudumuza yayılan bu duygu sanatın gerçeği arayışında ulaştığı güçlü bir durak ve belki bizi işte tam da bu sebeple etkiliyor. Peki, o kadın şu anda ne yapıyor? Hep bu fotoğraftaki gibi ağlıyor mu yoksa hayatı düzene girmiş, yeni bir erkekle tanışmış, arada arkadaşlarıyla kahve içip dedikodu yaparken, önünden geçen yakışıklı erkeklerin siklerinin boyunu tahmin etmeye çalışıyor ve aşığı ile sevişirken geliyorum! diye haykırıyor mu? Hangisi gerçek?.."
böylesi öyküler ve onları kaleme alan yetenekli yazarlar ne yazık ki pek sık çıkmıyorlar karşımıza.
tam da bu noktada bizlerin üzerine düşen önemli bir sorumluluk var; kadifeden bir gül goncası taşıyormuşcasına özenli ve nazik olmalıyız onlara karşı. zira, onlar yazıyorlar, bizler okuyup dilimizin döndüğünce eleştiriler getiriyor, yeri geldiğinde takdirlerimizi bildiriyoruz. sonuçta, bu işe ilgi duyanlar eleştirileri okuyup yeni yeni şeyler öğreniyorlar. gün be gün kendilerini aşıp-geliştiriyorlar ve her gün biraz daha iyi öyküler çıkarıyorlar ortaya. kendi adıma, bunun böyle olduğunu gördüğüm an tüm yorgunluğum gidiyor ve yüzümü hoş bir tebessüm kaplayıveriyor. öylesine mutlu oluyorum ki anlatılır gibi değil.
insanlara acı çektirmeyi seviyordu, hatta çoğu zaman dünya üzerinde merhamet diye bir duygu olduğundan kimse onu haberdar etmemiş gibi davranıyordu.
insan doğasının çoğu filozofun iddialarının aksine doğuştan gelen özelliklerden değil çevreden etkilenerek de şekillendiğinin; öyküde işlenen zorbalık-merhamet olgularının biçimlenmesinde insanların önemli rol oynadıklarının belirterek insan tutum ve davranışlarının nelere yol açabileceğini anlatan öykünün mesajına ısındırmak hazırlık yapmak için uygun bir ara cümle olmuş.
Katalan Fransa da etnik bir gruptur; isimlerden, sokak isimlerinden de anlaşılacağı üzere yazar yabancı bir kültürün içindeki herhangi bir olayı bize aktarmak istemiş. ilk bakışta çok spesifik gibi aslında aktarılan konu, özü itibariyle oldukça evrensel bir konudur. kendi memleketimizde isimleri değiştirirsek aynı insanlık sorununu görmek muhtemel. Ayrıca öykünün atmosferi yazarın bir çok araştırma yaptığını ya da belli bir birikimi olduğunu hissettiriyor. Çoğu öykü yazarları yazdıkları öykülerde kısmen yabancı öğelere ihtiyaç duyduğu halde bunlara çok fazla yer vermekten korkarlar; özentilik ya da abartı olarak algılanması korkusu ya da bunu başaramama korkusu bunun başlıca nedenleri arasındadır. oysaki yazar herhangi başarılı bir yabancı yazarın kendi çevresini anlattığı rahatlıkla hiç eğreti durmadan bilgisini ve kurgusunu bize başarılı bir şekilde sunabilmiştir. Öykü ve diğer türler kişinin hayal dünyasının birikimiyle yoğrularak ortaya çıkar. nereden hangi dilden olursa olsun müzikte, edebiyatta, sanatta evrenselliği yakalamak her kulağa her akla her kalbe dokunabilmek önemlidir.
benim ise pek siyaset ile işim olmazdı. partiye bugüne kadar sadece iki kez gitmiştim, o da güç bela, bin bir korku ile. zira benim babam franco sempatizanı bir askerdi ve bırakın katalan bir partiye gittiğimi, katalan bir arkadaşım olduğunu duysa yüzümü contrerasınkinden çok daha beter yapardı.
yazarın birikimini- yeteneğini doğru şekilde sentezlemesi, dile hakimiyeti ve akıcılığı dikkat çekici.
contreras gibi bir insanın kendisine tüm korkularını yenme şansı veren bir nesnenin önünde bir köle gibi diz çökmesi; o nesneye karşı duyduğu travmatik bir sadakatten başka bir şey değildi.
Konunun asıl konuşlandığı mesajın, son haline bakarak söyleyebilirim ki soba konusunu en anlamlı işleyen öykülerden biridir.
Öykü arka planını oluşturmak birikime bunu öyküye aktarabilmek ise yeteneğe ihtiyaç duyar bu anlamda başarılı ve konusu itibariyle de farklı buldum. ilginç ve okunması gereken bir öykü. yazarın ellerine sağlık.
Öykülerde benim yakındığım konulardan biri devrik cümlelerdir. Şiirsel anlatımın daha dokunaklı olduğu aşikar ama bu bir öyküde çok sık kullanıldığında konuyu maalesef basit gösterir. Olayları daha duygusal gösterip insanları etkilemesini istemek suç değil. Nitekim öyküler duyguların hangi çeşidi olursa olsun onlara dokunduğu ölçüde başarılıdır. Yalnız sırf daha etkileyici olması için amaçlı girişimler istenilen hedefe yaklaştırmaz okuyucuda zorlama bir duygusallık dayatılıyormuş hissi oluştuğunda okuyucu direnmeye başlar. Bunun yerine etkileyici bir olay seçip onun düz bir tasvirini yapmak daha şık olur. Yazar bunu başarmış, gerçekten Öykü yeterince dokunaklı ve bir Anadolu gerçeğinin zamanın geride kalmış kısmını gayet duygulara dokunarak veriyor. Bu yüzden devrik cümlelere hiç gerek yoktu.
bu öyküden akılda kalanla şunu söylemek mümkün: çoğu insanın benzerini yaşadığı bir yaşam mücadelesi, aileye karşı hükümlülük ve sevdiklerini mutlu edememe korkusu dünyanın her yerinde her cinsiyette farklı zamanlarda dahi bunları önemseyenler için aynı derecede iç yakar.
yazarı seçtiği ve işlediği konu için tebrik ediyorum, ellerine sağlık.
öncelikle bu bir öykü değil, kısa bir denemedir. denedim, %100 çalışıyor.
verdiği mesajlardan, insanı götürdüğü düşünsel boyuttan ayrı değerlendirmek gerekirse yazının Eğlenceli bir tarafı var, bir deneme niteliğinde olup eğlendirmesi ilginç.
"...kabuğumu soydu önce. dilimledi, ince ince. sobanın üstünde kızarttı. yanık izlerimi bıraktı öylece... patates etti bizi, patates! önce kabuk atarlandı tabi "bizi niye yakmıyon da gömüyon." sobanın üstüne dizilen dilimler ayrıldı kuzey-güney diye. güneyliler isyan etti "yanıyoruz lan!" kuzeyliler ağlamaya başladı "biz niye yanmıyoruz!" düzen hep aynıydı aslında, isyanlar boşa..."
Gerçekler öyle güzel yorumlanmış ki her birini hafızada tutmak için bir çabalama söz konusu yalnız bir çok mesajın üst üste olması bir an beni ürkütmüştü çünkü o kadar güzel çıkarımlar var ki hepsini bir anda beyne kaydetmek mümkün değil sanki fikir israfı olacakmış gibi hissettim ki yazar konuya hakimiyetini gösterdi ve yazıyı kısa tutmayı tercih etti. böylesi yazılar için gerekli olan şey tadında bırakmaktır. Bu işin teknik kısmıydı, yazılarda stratejik davranmak da verilen mesajların kalıcılığını etkileyen unsurlar arasında gösterilebilir.
soba borusu
yaktılar, yediler, kül ettiler. sobay olduk resmen! kıvılcım biraz, ateş soğudu buralarda. kabuğumuzu soyup soyup dilimlediler, patates ettiler bizi! öykümüzü yaz. ekle son satırına saygılarımı: şu boruyu görüyor musun?
bu mesajla bütünleşen espri dikkat çekici. Bu öykümsü deneme Cesur bir girişimdi, yazarın ellerine sağlık.
öykü girişinden itibaren kentli burjuvazilerden bahsederek öykünün mevkilendiği alanı ve kişilerin sosyo-ekonomik durumunu belirtmeyi amaçlayan yazar elitist tabakanın dinlediği müziklerden zevkli döşenmiş odalarına kadar farklılığı yakalamış insanların diğerleriyle ortak olan bir sorununu gün yüzüne çıkarmayı amaçladığı ortada. yazar, kadının erkeğin yanındaki yeri ve konumunu irdeleyen içinde derin mesajın bulunduğu, net ifadelerle atmosferi tahmin ettirmede başarılı sayılabilecek betimlemeleriyle bu soruna bir de pek irdelenmeyen yukarı tabaka açısından dikkat çekiyor. toplumda ezberlediğimiz bir şey var; kadının bir birey olduğunu reddedenler onun ancak erkeğinden sonra yeri olduğunu belirtenler genelde alt tabakadan gelenlerdir oysaki bu öyküde de işlendiği gibi erkek hegemonyası hangi statüde olursa olsun kendini hissettirmekte beis görmüyor sadece ifadeler farklı ama algı aynı; kadının sıfatı erkeğine ne kadar uyduğuyla alakalı olarak anlam kazanıyor.
liberalisticcommunisti, başarılı tasvirleri, gerçek bir soruna işaret etmeyi tercih etmesi ve akıcı dilinden dolayı tebrik ediyorum.
Kaideyi taciz eden istisnanın özgün bir tarzı var. Öykülerini kurgulama biçiminde dikkatimi çeken şey kesinlikle şeytan ayrıntıda gizlidir mottosunu takip etmesi. Yazdığı öyküler genelde uzun olduğu halde bu kısma gerek yoktu diyebileceğiniz bir cümle neredeyse imkansız. her cümlenin bir sonraki olay için amaçlandığını görüyorsunuz ve bu yüzden okurken hiçbir detayı atlamamaya dikkat ediyor sonunda şaşıracağınız bir olayın beklentisiyle, olayı tahmin etme girişiminiz arasında öykünün içinde sürükleniyorsunuz.
Yazın türlerinde beklentisi ne olursa olsun her okuyucunun etkilendiği şey okudukları şeye kapılıp gitmektir. Sürükleyici, akıcı bir öykü oluşturmak zannedildiği kadar kolay değildir; Bu konuda kaideyi oldukça başarılı buluyorum. Öyküye gelince kurgu içinde klasik bir detay var; zaman makinesi tarzında bir alet. diğer Öykülerde de en dikkat ettiğim şey yazarların klasik bir imgeyi kendinden bir şeyler ekleyip daha özgün gösterip gösteremedikleridir. yazarın özgünlük katarak oluşturduğu geçmiş ve geleceği birkaç geliştirilmiş özellikli aparatla değiştirebilme bilgisi ve tekniği beklentimi iyi yönde karşıladı.
yazarın öykülerinde takıldığım bir nokta var; seçtiği öykü isimleri. bu konuda ben de çok zorlanırım hatta bir öyküm için tam üç saat isim düşünüp nihayet bir şey bulamadıktan sonra öyküye kahramanımın ismini vermek zorunda kalmıştım. esere isim seçmek gerçekten çok zor ama yazar, uzun ve öykünün bir cümlesiymiş gibi duran başlıkları için kesinlikle bir şeyler yapmalı.
Geniş hayal gücüyle, düzgün ve üstünde düşünülmüş cümlelerle oluşturulmuş bu bilim kurgunun içinde aşkı ve beraberinde şehveti görmek de mümkün. Okuyucuyu kendine hapsedebilecek kadar sürükleyici kesinlikle okunması gereken bir öykü. Yazarı başarısından ve titizliğinden dolayı tebrik ediyorum.
anlatıcının tarzı ve içinde geçen ifadeler sebebiyle bir anının öyküleştirildiği açık olan bu öyküde yazım hatalarından zaman uyumsuzluğuna kadar bir çok hatayı görmek mümkün yalnız öykü içinde samimiyet olduğu aşikar. gerçeklik hissi okuyucuların en değer verdiği şeydir. bu bakımdan kendisini merak ettirmeyi başarmış bir öykü bununla birlikte öykü yazımında önemli kriterler vardır bunun için alttaki linkte bulunan öykü yazarken nelere dikkat edilmeli başlığını okumasını tavsiye ediyor, bir sonraki öyküsünü merak ediyorum, yazarın ellerine sağlık...
Öykülerde okuyucunun öyküyü daha iyi anlayabilmesi ve zihninde daha belirgin bir resim oluşturmak için tasvirler önemlidir; Yazarın detaylı tasvirleri zihnimde net bir resmin oluşmasına yardım etti bu sebeple tasvirlerini yerinde buldum.
dışarıda sıfırın altında beş derece, sıradan bir kış günü. kar, tipi şeklinde yağmakta ve teni kesen bir rüzgar, havaya hakim ve sert bir şekilde esmekte . pencereden uzanan teller yardımıyla asılmış ve donmuş çamaşırlar, yavaşça, ağır ağır tüten bir baca, bacadan çıkan duman rüzgarın etkisiyle karanlık gökyüzüne karışmakta, karın yerden yüksekliği bir metreyi geçmiş
Öykü konusuna gelince içinde yıllanmış ve değerlenmiş bir aşk öyküsüyle karşılaşıyoruz. Ortada bir ayrılık ve bu Ayrılığın sebebi acı bir olay var. Soba imgesinin akla getirdiği ilk fikir genelde bir soba etrafında toplanan ya da aynı ortamda bulunan aile ya da insan topluluğu olur. Bu anlamda sobanın zihinlerde güven veren bir tarafının oluşması mümkün. Sobanın sevimli tarafı olduğu kadar sevimsiz tarafı da var bazen soğuk bir kış gününde tüm aileyi bir arada tutan bu alet bazen de insanları birbirinden ayıran bir düşman olabiliyor. Yazarın Soba konusunu olumsuz yanıyla öyküye oturtması oldukça orijinal. yazarı tebrik ediyorum, ellerine sağlık.
öykü, türü nedeniyle kısa tutulmuş ki bu tarz- kişisel duyguların yoğun bir şekilde ifade edildiği yazıların kısa olması isabetli bir karardır. bununla birlikte öykü kısa olduğu kadar öz olmuş. amaçlanan duygu giriş yazısından bitiş yazısına kadar düzgün bir şekilde ifade edilmiş, sobayla başlayan anılar silsilesinin ve kişinin öz değerlendirmesinin amaçlandığı kadarıyla okuyucuya ulaştığı aşikar çünkü yarım kalmış ya da sürekli üstünde durulan ve karşı tarafın anlaması için bir uğraşma çabalama görmedim bu da yazarın istediğine ulaştığnıı vermek istediği duygunun ölçülü olduğunda kararlı olduğunu kanıtlıyor. içinde herkesin kendinden bir parça bulabileceği samimi ve akıcı bir öykü, yazarın ellerine sağlık.
Öyküdeki anlatım zarafetiyle ön planda. Yazarın yazma konusunda deneyimli olduğunu kurduğu uzun, akıcı, anlaması kolay cümlelerinden fark etmek mümkün. Allahsız kitapsız cahil kadının söyküdeki ikinci öyküsü. ilk öyküsüyle de dikkatimi çekmişti. seçtiği konuları özgürce ve rahatça işlemesi takdire şayan. Teknik bakımdan eleştirecek bir taraf bırakmayan yazara seçtiği konu için şunu diyebilirim ki bu zor kadının/erkeğin aslında çok naif olduğu ama duygularını saklayan aslında içinde bir masumiyet gizlediği gibi klişe ifadeleri ben çok beğenmiyorum. Gerçek hayata baktığımda ben hiç dışı gaddar içi pamuktan insan görmedim zor olduğunu kanıtlamaya çalışanlar hariç tabii. Yani zor insan yoktur, sadece kendisini teslim edeceği ortamı bulmakta zorluk çeken insanlar olabilir.bu olgu öykülerde, romanlarda ve sinema gibi yayın türlerinde malzeme olarak o kadar kullanıldı ki, çoğu insan bunu karizmatik bile bulmaya başladı ve bu sebeple Çoğu kimse kırılması için bir mucizeyi bekleyen kabukları olan gizemli insan rolüne bürünmeye çalıştı. "Peki bu algı nerden geldi o zaman?" diye sorulabilir belki utangaç insan, sinirli insan, ketum insan, sert insan, kötü insan ya da gerçekten iletişim kurulması zor insanların kabul görmeyen özellikleriyle birlikte iyi yönleri de görülmüştür ve bir kılığa sokularak bu şekilde anlamlandırılmıştır. Bu konu üstünde durmamın sebebi hoşlanmadığım şeylerden birinin yapay algılar olması. öyküde görünce de tutamadım kendimi yazarın affına sığınıyorum. Buna benzer bir çok öğretilmiş algı vardır, bir çok yazar bunu kullanır kimisi başarılı olur kimisi olmaz. Yazarımız başaranlardan ama bu ince düşünceye, dil hakimiyetine ve kurgulama yeteneğine sahip yazarın klişelerden korunmasını tavsiye ediyorum. Allahsız kitapsız cahil kadın, geç gelen ama parlayan bir yetenek, bu yüzden ileriki sayılarda bizi şaşırtacak bir öykü bekliyorum kendisinden. Bu güzel öyküsünden dolayı kendisini tebrik ediyorum.
çok hoş bir öykü. olaylar o kadar profesyonelce sıralanmış ki sonuna kadar soluksuz okuyup şimdi ne olacak diye merak içinde kalıyorsunuz ve öykü hiç de beklendiği gibi sıra dışı bir finalle bitmiyor. bu bitirme şeklinin kasıtlı olduğunu düşünüyorum, yazar kendine özgü bir tarz geliştirmiş, cümleler arasında sanki dalgalara kapılmışsınız gibi sürüklenmenizi sağlıyor ve bir anda sizi güvenli bir şekilde karaya atıyor. bazı öyküler için bu öykü bu şekilde bitmemeliydi yazık oldu diye düşündüğüm olmuştu ama olayın başlangıcından itibaren öyküdeki hakimiyeti ve etkileme tarzı sebebiyle bu öyküye böyle bir final lazımdı. bundan başka öyküde en merak ettiğim ve araya sıkıştırılmasından en zevk aldığım kısım büyük abisiyle alakalı bölümlerdi; hinto çok güjel diyordu hacı anlatırken.
ne hacınin sevgilisi olarak anlattığı kız, ne hintolar, ne şintular buralarda yoktu. kaybolduğu dönemlerde artık ucu nerelerde çıkıyorsa orada tanıştığını umuyordu ağa abisinin hintolardan sevgilisi ile.
ara ara sarfettiği anlaşılmaz sözcükleri kağıtlara yazdığı tuhaf sembollerden oluşan notları ise okuyabilen, çözebilen kimse yoktu.
ne yapiyorsun hacı? diye sorardı ağa, o tuhaf sembollerle yazı yazan hacıya;
hintoya mektup yajiyomum derdi hacı bir saniye başını kaldırmadan kağıttan.
ağa mektuplardan birini hacıdan postalatmak bahanesiyle almış, lise mezunu devlet memuru kiracısına göstermişti ki şevket bey hatrı sayılır, sözü geçer, kanun nizam bilir, okur yazar bir adamdı,
hiç görmedim ağa bu ne ola ki demişti şevket bey, ne farisi, ne arabi, ne kürdi hiç görmedim böyle şey!!
yazarın yeni öykülerini dört gözle bekliyorum, ellerine sağlık.