söykü dergisi sayı 15 soba

entry41 galeri19
    1.
  1. "herkese merhaba,

    153 ocak önce doğan bir yazara borçluyuz bu sayının temasını, bahsettiğim yazar "hiçbir şeyden bahsederken, her şeyi anlatan", durum öykücülüğünün hatta durum komedisinin atası sayılabilecek "anton çehov"'dan başkası değil.

    "hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamadın demektir." diyen çehov'un eserleri genel olarak; sıradan insanların, hayatlarının rutini içerisinde düştükleri trajikomik bir durumun nitelikli tasvirleridir. "memurun ölümü"'nde, basit bir memurun; opera izlerken öksürmesi, önünde oturan üst rütbeli kişinin ensesine bir miktar tükürük sıçratması ve içine düştüğü "özür dileyip dilememe" kararsızlığı, eserlerinin geneline mükemmel bir örnektir.

    yoğun bir toplum eleştirisi içeren eserlerinde çehov, yalın bir dil kullanmayı seçmiş, kara mizahtan sürekli olarak faydalanmış, eleştirilerini asla nutuk çeker edasıyla sunmamıştır, bu nedenle sanırım kendisi hakkındaki bu yazıyı da burada kesmek en güzeli olacaktır.

    radyatörlerin ısıttığı evlerimizde artık sıcaklığın - çehov'un cırcır böceğinin cırıltısı olarak tasvir ettiği - sesini duyamasak da, umarım okuduğunuz öyküler sobanın içinden gelen o sesi size hatırlatır.

    hepinize iyi okumalar."(experimental)

    @______________________________________@
    _____________söykü dergisi_________________
    ________________sayı 15___________________
    _______________konu: soba________________
    @______________________________________@

    anzülha ... (akilluslu)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18250643/

    kış masumiyeti ... (allahsiz kitapsiz cahil kadin)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18000331/

    yalnız yorgun bitkin ama hala sıcacık ... (cilekli turta)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18278498/

    sobaya dokunmadan büyüyen çocuk ... (hartigan)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18276064/

    sobanın anlamı ... (influx)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18178671/

    bazı insanlar ile yeniden tanışmak gerek ... (kaideyi taciz eden istisna)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18244989/

    kahreden diyalog ... (liberalisticcommunist)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18216102/

    soba ateşinde gölge oyunları ... (siyahgiyenadam)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18280751/

    haklı kader ... (tanzamanitanyeri)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18289473/

    sıfırın altında ezilenler ... (umut vadeden yazar)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18258171/

    contreras ın travmatik sadakati ... (vauvenargues)
    http://www.uludagsozluk.com/e/18285490/

    @_________________________________________@
    *öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.

    web sayfamız üzerinden yayını 02 şubat'ta yapılacaktır.

    tüm sayılar için:
    http://www.soykudergi.com/

    ***

    duyuru: önümüzdeki sayının konusu "kapı". öykülerinizi, 14 şubat perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 16 kapı)
    8 ...
  2. 2.
  3. Experimental dayının dönüşünü simgeler.
    3 ...
  4. 3.
  5. öykü çalışmamı gönderdiğim söykü dergisinin yeni sayısıdır. *
    1 ...
  6. 4.
  7. soba temalı bir öykü için benim aklıma gelen ilk imgeler odun, boru vs. oldu. https://galeri.uludagsozluk.com/r/377111/+

    umarım diğer öykücüler daha romantik daha yaratıcıdır. öykü göndermek için son iki gün- eğer gerçekten ilham perisi veya buna benzer bir şey varsa sizinle olsun, kolay gelsin.
    4 ...
  8. 5.
  9. evimizi, içimizi ısıtmaya gelecek sayı...

    --spoiler--
    öykü yollamak için son tarih : 17 ocak 2013
    entry olarak dergi yayın tarihi : 21 ocak 2013
    --spoiler--

    http://galeri.uludagsozlu...say%C4%B1-15-soba-377381/
    3 ...
  10. 6.
  11. sobalar, hayatımızdaki ne çok şeydi bir zamanlar;

    sarman'ın ya da tekir'in kenarında kıvrılıp uyuduğu, yaşlı ninemizin kıyısına yer minderi atıp oturduğu, kızgın tablasında kestane, kabak çekirdeği ve ekmek kızarttığımız, bakır cezvelerde hatırlı kahveler pişirip, keklik kanı çaylar demlediğimiz sobalar.

    kimi zaman; annelerimizin bizleri içerisine yerleştirdiği ve "fingirdeyip durmasana!" diyerek kafamıza hamam tasını indire-indire yıkadığı o çinko leğenlerde banyo suyumuz olarak, kimi zaman; ailenin yeni ferdinin kakalı bezlerini yıkamak ya da sümüklü bez mendillerimizin kaynatılması için, kimi zaman da ninelerimizin bel ağrısını hafifletmek için kullandıkları termofora sıcak su hazır etmek için hep var olan ve nerede ise soba ile bütünleşmiş ibrikle birlikte anımsadığımız sobalar...

    ...ve kimi soğuk kış günleri, biz çocuklarını odalarımızda uyuyor zannedip gürül-gürül yanan sobanın önünde sevişirken, koridordan gizlice dikizlediğimiz anne ve babalarımızla yaşamımızda unutulmaz bir yer edinmiş sobalar...

    - envai çeşit öyküler yazıla-bilir onlar için. haydi! sizler de oturun klavyelerinizin başına ve yazın! paylaşın bizlerle yaşama dair güzellikleri. soba için bugün son gün.
    3 ...
  12. 7.
  13. anzülha | akilluslu

    kısa ve net tümcelerle kaleme alınmış masalsı anlatım tekniğinin ustaca kullanıldığı, zengin mekan tasvirleri dışında kişi tasvirlerine fazlaca yer verilmediği halde eksikliği hiç de hissedilmeyen, standart öykü kalıpları dışında kendine özgü yapısı ve sağlam iskeleti ile gerçekten hoş ve etkileyici bir öykü bu.

    o derece içten bir üslubu var ki yazarın, okuyucu ister istemez, bir ninenin dizinin dibinde toplaşıp onun ağzından masal dinleyen torunlarından biriymiş gibi hissediyor kendisini. o nine, yani yazar, tüm yaşamını o yörede geçirmiş de bizlere yaşanmışlıklarını anlatıyor sanki. yani anlatılanlar o derece sahici, anlatım tekniği o derece içten.

    "... iki katlı taş evin kapısı her gün tekinsiz, gözleri kıpkırmızı, kimi şalvarlı kimi panturlu her yaştan erkek tarafından parola el şeklindeki pirinç tokmak ile çalınır,
    'ağa'nın yaşlı karısı 'hayriye' kapıyı aralar, uzatılan parayı alıp saman kağıda sarılı küçük bir paket uzatır kapıyı hemen kapatırdı..."

    ağa'ya dikkat ettiniz umarım! bırakın gözünü-kaşını, burnunu-kulağını, boyunu-posunu, bir ismi bile yok! eksikliğini hissediyor musunuz? ben hissetmiyorum. pekiyi! neden? zira, o ağanın nasıl bir yapıya sahip olduğu, şekli-şemali, "ağa" dendiği anda beynimizde kendiliğinden oluşuveriyor. anlaşılıyor ki yazar, verdiği imgelerle okuyucunun kendi beyninde öykü karakterlerinin fiziksel özelliklerinin oluşturulmasını istemiş ve böylelikle okuyucunun hayal gücünü de zorlamaya ve daha önemlisi onu öyküsünün içine çekmeye çalışmış. çok zekice...

    öykülerde kullanılan küfürlü ifadeler, yerinde, zamanında ve ölçüsünde kullanılmadığı taktirde okuyucuyu irite eder. bu nedenle de kullanılması en tehlikeli unsurlardan biridir.

    "...ağa, ağa anan, bacın arvadın düzem, iki katlı evde oturdun diye ağa oldun??ağa yeni karın düzem şalvarı çıkardın pantur giydin diye beg oldun? 'ağa' çık karşıma ula!! senin canın alacam!!..."

    yukarıdaki metin, ağa'nın kardeşi mahmut'un söyleminden. öyküde belki de üzerinde en fazla durulmuş, hakkında en detaylı tasvirlerin yapıldığı kahraman mahmut. kelimenin tam anlamıyla pisliğin teki ve bu söylem onun şahsında hiç de yadırganmıyor. ölçü budur işte! tam zamanında, tam yerinde ve ölçüsünde.

    akilluslu'nun söykü'de yayımlanan ilk öyküsü bu. umarım son olmaz da devam eder. yine bizleri dizinin dibine toplar da dinlemeye doyum olmayan yeni yeni masallar anlatır.

    edit: yazım kuralları.
    2 ...
  14. 8.
  15. üzerinde kestane pişiremeyeceğiniz ama okurken ısınabileceğiniz bir sayıdır. yeni yeni bir çok yazar arkadaşımızın katılımlarıyla renklenmiştir.

    naçizane yorumlarım da şunlardır;

    Anzülha - akilluslu

    Gerek anlatımı, gerek kullanılan kelimeleriyle insanı olduğu yerden alıp olayın geçtiği köye götüren, enfes bir hikâye olmuş. Kısa, öz ve keyifli. Soba teması aslında hikâyenin -gerçekten- ana konusu ama biraz köşede kalmış sanki. Aslında; bu sanki kısa bir hikaye değil de uzun bir dönem romanının girizgahı gibi olmuş. Sözün özü, gerçekten olmuş. Yazarın ilk söykü denemesini bu kadar başarılı görünce de devamını beklemekten başka çare kalmıyor.

    Klavyene sağlık diyorum...
    --

    kahreden diyalog - liberalisticcommunist

    güzel bir hikaye farklı bir konu. Gündelik hayatta çok rastlanan bir durum aslında bu bilmem kimin sevgilisi olayı. Gerçektende bir insan sevgisiyle diğer bir insanı kontrolü altında tutabiliyor farkında olmadan (veya farkında olarak) tek sıkıntısı birden bitmiş olması. Biraz daha bu gölgelenme konusu işlenebilirmiş. Mesela birkaç farklı mekanda, arkadaş ortamlarında, belki aile ortamlarında falan. Ama tabi bir söykü sever olarak bu konu pek rahatsız etmedi beni.

    Ellerine sağlık liberalisticcommunist...
    --

    sobanın anlamı - influx

    yazarın, öykünün sonunda düştüğü nottan da belli olacağı üzere, ilk öyküsü. Risksiz bir konu seçmiş ama anlatımda biraz geride kalmış. Biraz daha süsleyebilseydi hikâyesini daha iyi olurmuş sanki. Alatımın geride kalması da hikâyenin klişeye dönmesine neden olmuş. Ufak noktalama hataları var ancak en çok eksikliği hissedilen şey; konuşma çizgisi(-) veya tırnak işareti(").

    Ancak şunu söyleyebilirim ki, ilk deneme için oldukça başarılı. Yazdıkça açılacağına inanıyorum influx. Ellerine sağlık.
    --

    Kış masumiyeti - allahsiz kitapsiz cahil kadin

    Akcknın daha evvelden söykü için yazılmamış bazı yazılarını da okumuştum. Kendine ait, karamsar ama umut dolu bir tarzı var ve bu tarzda çok güzel yazıyor. işlediği konuları genelde romantik seçmesi ve yasak aşkları anlatması artık alışıldık bir durum oldu. Biraz buradan yola çıkıp daha başka anlatımlar deneyebilir bence. Anlatımı ve tasvirleri, kurgusu gayet akıcı

    Yüreğine sağlık diyorum...

    yalnız yorgun bitkin ama hala sıcacık - cilekli turta

    yeni bir söykü yazarı da cilekli turta. Yazdığı yazıya yüzde yüz öykü dersem yalan atmış olurum zira öyküden ziyade, hani böyle filmlerin sonlarında bir yandan başrol oyuncusu anlatır görüntüler akar gider ekrandan. Olaylar gelişir Anlatıcının sesiyle beraber. Onun gibin bişey işte. değişik bir tarz olmuş. Okunması kolay.

    Ellerine sağlık cilekli turta...

    not: devamı gelecek...
    4 ...
  16. 9.
  17. kış masumiyeti | allahsiz kitapsiz cahil kadin

    sevgi vermenin neden bizlerden bir şeyler eksiltmekte olduğunu düşünürüz hep? üstelik, sevgilerimiz içimizde kaldığı, onları çevremize dağıtmadığımız sürece çevremizdekilerin gözünde değerlenip-çoğalamayacağımız açık olduğu halde.

    - bu cimriliğimiz, yaşamlarımızı yaşayış biçimimiz ile alakalı olsa gerek.

    çokça üretip hızlıca tüketmek üzerine kurulu bir düzende, yalnızca mal-mülk ile sınırlı kalmıyor hızlıca üretilip-tüketilenler. ilişkileri, aşkları ve insanları da hızla elde edip çabucak tüketmeye başlıyoruz istemsiz. o denli hızlı yaşıyoruz ki hayatı; detaylardaki güzellikler atlanıyor, kolay elde edilenler değersizleşiyor, zor elde edilenler ise sadece elde edildikleri an için bir değer taşıyor, ardından pul oluveriyorlar her ne iseler artık.

    "...Hep dersin ya demirden bir kalbin var, sevgi işlemez! diye. Ben çocukken, kabına sığmayacak kadar çok sevgi vardı bedenimin içinde, her bir hücremde... Çetin bir kış gibi geçti hayatım ve her kar fırtınası, her sel, her kasırga sevgi yığınından alarak götürdü, eksiltti..."

    yaşamın, aylin'in bedeninden sevgiyi nasıl da alıp götürdüğü ne güzel ifade edilmiş öyle değil mi? şimdi bu paragrafa aşağıdaki iki paragrafı da ard-arda ilave edelim;

    "...okuldan geldiğimde sobanın arkasında bulunan küçücük tekli koltukta büzüşür, kömür aleviyle al al olmuş yanaklarımın ateşiyle çocuk masumiyeti kokan rüyalara teslim ederdim kendimi. Derken büyümeye başladım. Kışların masumiyetini korumaya kömürün alevi, sobanın ateşi yetmedi..."

    ve durmadan devam ediyoruz;

    "mutsuz bir kadının çocuğu olarak var olmaya çalışmak belki de var oluş savaşlarının en zoruymuş, büyürken bunu anladım. Bu savaşı verirken eksilttiğim çocukluğum ve sevgi birikimim yerini hiçbir zaman seni mutlu edemeyen ve her zaman şikayet ettiğin demirden kalbe bıraktı."

    bu üç paragraf öykünün bel kemiği aslında; tüm yapı bu üç paragrafın üzerine çatılmış, öykü bu temel üzerine bina edilmiş ve ben, çok belirgin bir örnek olduğu için sizlere bunu aktarmak istedim.

    diyorum ya hep! yapısal kurgu, iskelet, bel kemiği vs. işte! o bu öykü için bu üç paragraftır ki gerisi şüphesiz gerekli fakat teferruatlardır.

    bu üç paragrafı öyle hemen geçmek olmaz. zira, bu kadar küçük metinlere bu denli büyük anlamlar yüklemek, üstelik bunu yaparken amatörlükten uzaklaşıp profesyonelliğe varan zengin ifadeler kullanmak azımsanacak bir iş değildir. bunun için de yazarı ayrıca tebrik etmek gerek.

    kendi kullandığım teferruat ifadesine takıldım aslında. bilmem! "bunu söylerken aşağıdaki şu metne haksızlık mı ettim acaba" diye;

    "iki farklı dudak birbiri ile buluşup bir olduğunda, ölümsüzlük akıtan çeşmeden içeri girmişti. achilles'in ölümsüzlük kuyusuna girmesi gibi... diye geçirdi içinden. Yana yana eridi, yok oldu Selim ölümsüzlüğün dipsiz kuyusunda."

    - hoş gerçekten...
    2 ...
  18. 10.
  19. yalnız yorgun bitkin ama hala sıcacık | cilekli turta

    yazarın duygu ve düşüncelerini anlattığı yazım türüne 'deneme' adı veriyoruz. denemeler, günlük konuları ele alabildiği gibi cilekli turta'nın yaptığı şekilde, geçmişe yönelik de olabilirler.

    ismini Montaigne'in Denemeler adlı eserinden alan bu yazın türü, klasik, edebi, felsefi, eleştirel ve izlenimsel olmak üzere beş grupta incelenir. 'yalnız, yorgun, bitkin ama hala sıcak' bunlar içerisinde izlenimsel denemeye bir örnek olarak kabul edilebilir.

    öykülerde; karakterler, -- ki bunlar çoğu zaman bitki, hayvan ve insanlar gibi canlıdırlar -- koşullar ve olaylar ön plandadırlar. oysa denemelerde, duygu, düşünce ve görüşlerin hakimiyeti söz konusudur ve genel itibarı ile iddiası olmayan fikir yazıları olarak tanımlanabilirler.

    bu tür eserlerde temel problem; bilgi ve tecrübenin samimi bir sohpet havasında, diğer bir deyişle, yeterince duygu katılarak ifade edilemeyişidir ki bu durumda, yazın bir ders kitabına dönüşerek okuyucuyu ciddi anlamda sıkar.

    bu bağlamda denememizin başlangıcına bakıyoruz;

    "...küçücüktüm. hayal meyal hatırlıyorum köydeki evimizin sobasını. eski, paslanmış, dökülmüş, onca yılın ağırlığını, onca yıl sıcaklığında taşımış bir soba.

    içinde ekmeklerin pişirildiği, kestanelerin çevrildiği, üzerinde çaydanlığın hiç eksik olmadığı bir soba. çocukluğumdan bugüne kadar gelen tek şey..."

    bir anda o denli sıcak ifadelerle karşılanıyoruz ki içimiz ısınıveriyor ve devam ediyoruz;

    "...dışarıya çıktım, birkaç odun aldım kucağıma. bir bebek kadar masumdular o an benim için. yorgun, bitkin, yalnız sobanın kapağını açtım, odunları yavaşça yerleştirip, gazete yardımıyla tutuşturdum.

    çıkardığı sesler, benim çocukluğumun sesleriydi..."

    gidişattan anlıyoruz ki yazar; kişisel tecrübelerini, bilmiş tavırlarla okuyucuya ders vermek için kullanmayacak. tam tersi, yaşamını ve anılarını samimi bir üslupla aktarıp duygu ve iddiasız düşüncelerini bir dost havasında bizlere paylaşacak.

    "...arkamda bıraktığım çocukluğumun, en güzel yerindedir soba. yalnız, yorgun, bitkin, ama hala sıcacık..."

    hayatı paylaştıkça büyür ve çoğalır sevgiler. yaşamı-yaşanmaya değer kılan da bu sevgilerle oluşturulan dostluklar değil midir zaten?

    - "hayat paylaşınca güzel!"

    duygu dolu paylaşımın için teşekkürler cilekli turta. yazının türü ne olursa olsun, anlamlı ve açık cümlelerin, duygu dolu anlatımın için dahi yazdıkların okunmaya değerdi. yaz lütfen! yaz ki hayatı paylaşmaya devam edelim seninle.
    2 ...
  20. 11.
  21. soba ateşinde gölge oyunları- siyahgiyenadam

    insanın iliklerine işleyen bu aşk öyküsü yazarın Başarılı tasvirleri sayesinde okuyucuyu öykünün içine hapsedecek kadar akıcı ve o ana inandıracak kadar gerçekçi duruyor.

    Başlarda ufak detaylarla süslenmiş ormandaki minik kulübe, yanan soba, iki aşık karakterin bir arada olması, birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakmaları vb. insana adeta huzur veriyor neden sonra çok şiddetli olmayan hafif kırgınlıklarla dolu diyaloglar başlıyor; bir ayrılıktan terkten söz ediliyor gibi ilk başta anlam veremiyorsunuz ve sonra üzülüyorsunuz. Bir yandan da araya serpiştirilmiş “hayatın zavallı hali”ni sindirmeye çalışan bir adamın endişelerine dalıyorsunuz. Arada ders alınması gereken insanlık adına kutsal sayılacak çıkarımlar, düşünceler ve endişelerden bahsedilmesi ana karaktere ısınmamızı, ona karşı sempati duymamızı sağladı öyle ki onun tarafında olup bir an aşkla ilgili endişesi ve kırgınlığını belirttiğinde ona empati duymamak imkansızlaşıyor. Okuyucu öyküye bağlamanın yollarından biri duygularına dokunabilmekten geçer. Bu genellikle ya merak ya empati ya acıma ya kızgınlık ya da nefrettir.
    en son kısımsa büyük bir şok geçirmenize neden oluyor. verilen her bir detayın amacını daha da iyi anlıyorsunuz. bu arada başlık çok anlamlı olmuş, öykünün ruhuna yakışmış. Bu öyküyü akıcı kılan diyaloglardı etkili kılansa sonuydu. Başarılı bir çalışma siyahgiyenadam’ı tebrik ediyorum.
    5 ...
  22. 12.
  23. sobaya dokunmadan büyüyen çocuk | hartigan

    öykülerde giriş bölümleri çok çok önemlidir. zira, bu bölümlerde yazar ile okuyucu arasında sessiz bir diyalog kurulur. bu diyaloğun başlangıcı ile okuyucunun yazara kendi nazarında bir değer biçme süresi ise zannedildiğinden çok kısadır. hele ki yazar, popüler bir kişi değil veya okuyucu tarafından tanınmıyor ise bu süre çok daha kısa olur. bu nedenle yazar, öyküsüne başlarken kurduğu cümleleri titizlikle seçmeli, bunu yaparken de hem kendi meşrebi, hem öykü karakterlerinin özellikleri ve hem de öykünün gelişme ve sonuç bölümlerine yönelik çarpıcı ve özgün ipuçları verebilmelidir ki okuyucunun ilgisini çekebilsin.

    "...izninizle hemen konuya gireceğim. izninizi rica ettim çünkü siz bana izin verip hikayeyi anlatmama, yani hikayeyi okumaya devam etmezseniz, küçükken sobaya hiç dokunmadığımdan başka bir şey anlatmış olmam ve bu cümle aslında her şeyi anlatsa da yeterince güçlü değil..."

    okuyucu, kendisine ne yapması gerektiğini söyleyen bir yazardan hoşlanmaz! yazar, okurun zamanının çok kıymetli olduğunu ve bu süreci elinden gelen en iyi şekilde değerlendirmesi, dolayısı ile de ona bir ilkokul öğretmeniymişcesine direktifler vermemesi gerektiğini hiç aklından çıkarmamalıdır. aksi durum, okuyucuyu irite eder ve öyküden kopmasına, en azından yeterince motive olamamasına neden olur ki bu hiç de istenmeyen bir durumdur.

    öykü anlatımında zaman seçimleri, okunan öyküde gerekli akıcılığın sağlanabilmesi anlamında önemlidir. bu nedenle de bir paragraf içerisinde oluşturulan cümlelerde aynı zaman kipinin kullanımına dikkat edilmesi gerekir. eğer farklı zaman kiplerini kullanmak yazar tarafından bir zorunluluk olarak görülüyor ise yeni bir paragraf oluşturulmalıdır ki okuyucu zaman kargaşasına düşmesin.

    "...zamanında, ta ilkokulda selma diye bir kızcağız, oyuncağına takılıp sobanın üstüne düşmüştü. o yaşta insanın refleksleri pek kuvvetli olmaz. hal böyle olunca yüzünün yarısını yapıştırdı merete..."

    - ilk cümle -miş li geçmiş zaman,
    - ikincisi geniş zamanda yapılan bir tespit,
    - üçüncüsü -di li geçmiş zaman.

    pekişmesi için aynı metni bir de şu şekilde kurgulayalım;

    "...zamanında, ta! ilkokulda selma adında bir kızcağız, oyuncağına takılıp sobanın üzerine düşmüştü. o yaşta bir çocuğun refleksleri pek kuvvetli olmazmış. hal böyle olunca da yüzünün bir yanını yapıştırmıştı merete..."

    metnimiz; daha iddiasız, daha akıcı, daha içten ve dolayısı ile okuyucu açısından daha sıcak bir hale dönüştü, sizce de öyle değil mi?

    sonrasında, anneannenin garip ve birbirlerinden bağımsız hikayeleri ile karşılaşıyoruz;

    güzel yemek pişirmesi, fırıncının fırında yaktığı adam, çevreyi saran yanık insan eti kokuları, polis kusmukları, adnan menderes'in gözünün açık gitmesi, ruhu ve diğerleri ile okuyucuyu farklı farkı konulara sürükleyen, neyin amaçlandığı pek de belli olmayan bir bölüm.

    sonuç kısmında yazar, bu gidişattan kendisi de hoşlanmamış olacak ki şöyle bitirmiş öyküsünü;

    "...aşk başka hikayeye kaldı."

    - bekleyip göreceğiz artık...
    1 ...
  24. 13.
  25. sobanın anlamı | influx

    yoğun duygusal içeriğe sahip öykülerde ya da öykülerin böylesi bölümlerinde okuyucuda tam motivasyon gerçekleşir. öyle ki, en ufak ayrıntılar dahi dikkat çekici olurlar. dolayısı ile bu tür bölümler kaleme alınırken metne daha bir özen göstermek, tümceler ardı-ardına oluşturulur ve dizilirken kullanılan sözcüklerin taşıdığı ve ifade ettiği anlamlar kadar, metnin yapısını da önemsemek gerekir.

    öykülerde gerçekleştirilen durum tasvirlerinde, aynı varlık isimlerinin ardı-ardına tekrar edilmesi, okuma ahengini bozduğu gibi okuyucu açısından rahatsızlık verici bir durumdur. cümlenin kurgulanış biçimine göre, özne ya da nesne olarak bu varlıkların isimlerini tekrar tekrar yazmak yerine, cümleleri birbirine bağlamak suretiyle metnin okunmasında akıcılık sağlanabilir.

    "...sağ eliyle dolma kalemini kavradı, defterin sayfasını çevirdi ve sayfanın en üstüne büyük harflerle "hayat" yazdı. sol elini çenesine götürüp sıvazlamaya başladı, sol elini viski dolu şişenin ağzına götürerek, şişenin ağzındaki cam tıpayı kaldırdı. şişeyi kavrayıp bardağa tek yudumluk viskiyi yavaşça akıttı ve şişeyi masaya bıraktı. bardağı sağ eliyle kavradı ve bardaktan bir yudum viski aldı, bardağı hızlıca masanın üzerine bıraktı ve hafifçe itti..."

    yukarıdaki metinde gerçekleştirilen durum tasvirini, özüne hiç dokunmaksızın bir de şu şekilde ifade edelim;

    "...sağ eliyle dolma kalemini kavradı, defterin sayfasını çevirdi ve sayfanın en üstüne büyük harflerle "hayat" yazdı. sol eliyle önce çenesini sıvazladıktan sonra viski dolu şişenin ağzına götürerek cam tıpayı kaldırdı ve onu kavrayıp bardağa tek yudumluk viskiyi yavaşça akıttıktan sonra masaya bıraktı. sağ eliyle bardağı kavradı ve bir yudum viski aldı. ardından, hızlıca masanın üzerine bırakarak hafifçe itti..."

    görüldüğü gibi metnimiz daha kısa ve daha akıcı bir hal aldığı gibi ardı-ardına sağ/sağ, sol/sol, bardak/bardak, şişe/şişe tekrarlarının yarattığı itici halden de kurtulmuş oldu.

    aynı durum, şu metindeki 'bluz' ve 'sandık' için de tekrarlanabilir şüphesiz;

    "...yatağının ucunda duran meşe ağacından yapılmış sandığın kapağını kaldırdı sandığın içinde duran yeşil bluzu elleriyle tutarak hafifçe yukarı kaldırdı. bluzu burnuna yaklaştırdı ve kuvvetlice bluzun üzerindeki kokuyu içine çekti. bluzu usulünce katlayıp yavaşça sandığın içine bıraktı ve sandığın kapağını kapattı..."

    öykülerin yapısal kurgusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus, blok haldeki paragraflardan kaçınmaktır. bu tip paragraflar, okuyucu için korkutucu olduğu gibi okuma esnasında, sehpada duran çay bardağını veya içki kadehini almak için verilen kısa aralardan sonra metne yeniden dönüldüğünde kalınan yeri bulmak açısından da okuyucuya büyük kolaylık sağlar. bu bağlamda, öykümüzün son paragrafının en az dört paragrafta sunulması yerinde olurdu bence. hem böylelikle, okuyucuya da bir nefes alma imkanı yaratılmış olabilirdi.

    influx'un, bildiğim kadarıyla ilk öyküsü bu ve bence onda ciddi bir duygusal potansiyel var. örneğin şu iki tümce;

    "...bilakis hayat zalimdir, birine sırılsıklam aşık olursun, onu hayal edersin, acı çekersin. hayatını birleştirmek istersin onunla, ama hayat, nefret eder senden, imkan vermez sana..."

    ve şunlar bunu gerçekten de kanıtlar nitelikte;

    "...onu kaybettiğimden beri hiçbir kadını sevemedim, hiçbir insanı tam olarak sevemedim. neredeyse yarım asır oldu, ve zannediyorum ki bakir ayrılacağım bu dünyadan. inandığım bütün değerleri kaybettim, sadece ona kavuşabileceğim başka bir dünyayı hayal edebiliyorum, ona orada sarılabileceğim, teninin kokusunu ağır ağır, içime sindirerek çekebileceğim tertemiz bir dünyayı..."

    ancak, yapısal kurgu anlamında kendisini biraz geliştirmesi gerekiyor. istedikten sonra bu, kısa sürede sahip olunabilecek bir öğretidir. yeter ki içi, bu sıcacık ve üretken duygusallığı kaybetmesin.
    2 ...
  26. 14.
  27. anzülha - akilluslu

    Hikaye, karakterler ve konuşma dili olarak ilgi çekici. gündelik yaşamı dallandırıp budaklandırmadan anlatılması okuyucuyu hikayenin içine çekiyor. öyle ki okurken sıkılmıyorsunuz. sıkmadan okutmayı sağlamak zor olmasına rağmen, yazar bunu, başarmış. öyküde küfür içeren cümleleri de yerinde ve yakışan şekilde kullandığından, bu, bir edepsizlik değil, olayın örgüsündeki taşlardan biri olmuş.

    yazarın bir sonraki öyküleri için beklenti içine sokan bu öyküde, nazar boncuğu olsun diyebileceğim iki nokta var ki söylemeden geçemeyeceğim. ilki, başlığın hikayeyi tam olarak tanımlayamaması, ikincisi ise özel isimlerin sürekli tırnak işareti ile yazılmış olması. bu, hem görsel olarak yorucu hem de dil bilgisi olarak yanlış ama dediğimiz gibi nazar boncuğu olsun ki , yazarın, söykü'deki ilk öyküsüne nazar değmesin.
    kalemi daim olsun.
    3 ...
  28. 15.
  29. kahreden diyalog - liberalisticcommunist

    Bir çırpıda okunan ve betimlemeleri enfes olan bir hikaye. şu cümledeki özene bakar mısınız?

    'neoklasik tarzda döşeli ve üzerine düşen ışığın etkisiyle göz kamaştırıcı bir hal alan, beyaz renkli perdeleri, işlemeli beyaz yatak örtüleri, beyaz peluş halısı, mobilyası ve odanın bir köşesinde, ilk bakışta dekoratif bir unsurmuş gibi duran fakat gerçekte harlı yanan çinilerle bezeli beyaz sobası ile adeta versailles sarayı'nın o mükellef yatak odalarından birindeydiler, gonca ve hakan. '

    sobaya atılan elbise, erkek egemen toplumun değer yargıları ile şekillendirilmeye çalışan kadının, önemsenmediğini fark edince ne kadar kızabileceğini gösteriyor. ayrıca yukarıdaki cümlede tasvir edilen soba eviniz ne tarzda döşenmiş olursa olsun sahip olmayı isteyeceğiniz bir şekle sahip. yazarın sobayı tarif etmedeki ustalığı takdire şayan. öyle ki, ister istemez o odayı ve o sobayı gözünüzde canlandırıp öyküye öyle devam ediyorsunuz.

    Kadınların toplum içinde sürekli olarak birilerinin karısı ya da bazılarının annesi olarak anılmadan önce her birinin aslında başlı başına bir birey olduğunu vurgulayan bu hikaye bu sayıya çok yakışmış.

    yazarın, kalemine, eline, ve yüreğine sağlık.
    2 ...
  30. 16.
  31. Sobanın anlamı – influx

    yazarın söykü'de yayınlanan ilk öyküsü.

    daha iyi olabilecek bir hikaye olmasına rağmen ilk öykü olmanın verdiği heyecanla kendini tam anlamıyla ifade edememiş bir öykü bu.

    yazar, sonraki öykülerinde noktalama işaretlerine dikkat edilip, aktarılan konu, tasvir ve detaylarla zenginleştirilirse, kendisinin sahip olduğu duygusal yapıyla birlikte daha nice güzel öykülerin ortaya çıkacağının sinyallerini veriyor.

    emeğine, yüreğine sağlık.
    3 ...
  32. 17.
  33. kış masumiyeti - allahsiz kitapsiz cahil kadin

    yazarın, depresif ama aynı zamanda da ümitvar bir yazım şekli olmasından mütevellit, önce, karamsarlığa sürüklenip sonradan sevindirici gelişmelerin olduğu, güzel sürükleyici bir öykü. konuyu işleyiş şekli de gayet yerinde ve anlamlı olmuş.

    bu hikaye en çok da, kalın duvarların altındaki ince tuğlaları ifşa ediyor.

    emeğine, fikrine sağlık.
    2 ...
  34. 18.
  35. sıfırın altında ezilenler - umut vadeden yazar

    ailesini geçindirmek için soba imal eden bir ustanın ailesinden vazgeçişini anlatan bu öykü, daha iyi olabilecekken küçük ama etkili detaylar nedeniyle sekteye uğramış görünse de yazarın söyküye göndereceği yeni öykülerde bu durumu aşabilecek potansiyeli olduğunu gösteriyor.

    keşke bir soba ustasının evinde soba olmayışı sağlam bir nedene bağlanabilseydi. keşke bu kadar fedakar bir aile babasının, ailesini hiç bir zaman terk etmeyeceği ve terk ederken bir bahaneye sığınmayacağına da değinilseydi. inşallah bir dahaki sefere.

    yazarın emeğine sağlık.
    2 ...
  36. 19.
  37. bazı insanlar ile yeniden tanışmak gerek - kaideyi taciz eden istisna

    bazı beyinler tehlikelidir. yazar, işte o tehlikeli beyinlerden.
    sobanın, 'içine atılanı yakma özelliğini', 'hayattan silmek istediğiniz kısımlar yakmak' olarak anlatmak tehlikeli bir beynin işi değil de nedir?

    gerek kurgusu, gerekse olaylardaki süreklilikten dolayı, okuyana eleştirecek açık kapı bırakmayan bu öyküde, hikayenin kurgusu kadar anlatımdaki özen de dikkat çekiyor. uzun olmasına rağmen hollywood filmi tadında bir sürükleyiciliğe sahip olduğundan, sıkmadan ve bir sonraki satırı merak ettirerek okutan bu öykü, üzerinde biraz daha zaman harcansa pek ala bir film, bir roman olabilecek kapasiteye sahip.

    söykünün bu sayısındaki en güzel öykülerden biri olmasının yanı sıra, konuyu en orijinal işleyen öykü de bu öykü olmuş.

    fazla söze gerek yok.
    yazarın, kalemine kuvvet. zira bu sıradışı kurgularla bizi şaşırtmaya devam edeceğe benziyor.
    4 ...
  38. 20.
  39. sobaya dokunmadan büyüyen çocuk - hartigan

    teknik ve içerik olarak eksikleri olan bu öykü, hikayeleştirilmiş bir anı olarak aktarılsaydı çok daha başarılı olabilirdi. sadece 'anı' olarak aktarılması öyküyü yetim bırakmış.

    yazarın, yazacağı diğer öykülerde bu duvarları aşabileceğini ümit ederek eline sağlık diyorum.
    2 ...
  40. 21.
  41. yalnız yorgun bitkin ama hala sıcacık - cilekli turta

    bildiğim kadarıyla yazarın, söykü'de yayınlanan ilk öyküsü. ilk olmasına rağmen, okuyucuyu birden bire saran sıcak anlatım ve doğallık okuyanı, sadece okuyan yapmıyor; öykünün içine çekiyor. sanırım bunda hepimize aşina gelen o görüntülerin etkisi büyük. mesela;

    'mesela; portakal kabuğunun sobadaki görüntüsü kalmış aklımda. küçük küçük, eğri büğrü kesilmiş, sobanın üstüne serpiştirilmiş portakal kabukları, ve onların muhteşem kokusu.

    mesela; alışkanlıklar. açık kapıları örtme alışkanlığı.

    mesela; nohut. nasıl leblebi olurdu sobanın üstünde?

    mesela; hasta olduğum zamanlar.

    mesela; sıcaklığın verdiği mayışıklık.'

    bu satırları okuyup da geçmişi hatırlamamak mümkün değil. çok sıcak, çok içten ve özenle kurulmuş bu cümleler gelecek vaad ediyor.

    yazarın kalemi daim olsun. hep böyle sıcak ve 'bizden' yazsın.
    2 ...
  42. 22.
  43. bazı insanlar ile yeniden tanışmak gerek | kaideyi taciz eden istisna

    fantastik öyküler, yazarlarının hayal dünyalarının ne denli engin olduğunu göstermesi bakımından önemlidirler. yazarların hayal dünyalarının enginliği, üretkenliklerini direkt olarak etkileyen bir unsur olduğu gibi çok çeşitli, alışılmadık, hatta kimi zaman eşine rastlanmadık nitelikte güzel öykülerin ortaya çıkmasına da neden olur.

    yazarlar açısından, bu tür öykülerin diğerlerine göre önemli avantajları da vardır. her şeyden önce, okuyucuyu öyküye bağlamak, gizemli, merak uyandıran ve heyecana neden olan genel yapıları nedeniyle çok daha kolaydır. bu nedenle, başarıyla kurgulanmış fantastik bir öykü, okuyucusu tarafından soluksuz okunup bitirilmeye adaydır. ancak, bu tür öykü denemelerinde; aynen polisiye öykülerde olduğu gibi mantıksal kurgulamaların dışına taşmamak gerektiğinin bilincinde olunması gerekir.

    bu konuyu biraz daha açmak gerekirse; öykülerde, o gün için var olmayan bir ögenin kullanımı onun ilerde de var olmayacağı anlamına gelmez. nasıl ki, uzay yolu* dizisinin yıllar önceki bölümlerinde, cep telefonu benzeri bir cihazla uzay gemisinden yer ile konuşuluyordu ama bu, o gün için mümkün değildi fakat bugün için mümkündür ve konu bir teknoloji gelişimi konusudur. o vakit, bugün için bizlere garip gelen bir zaman makinesinin yarın icat edilmeyeceğini ya da teknolojik olarak bunun, zaman içerisinde başarılamayacağını söylemek de doğru değildir. dolayısı ile mantıksal kurgulamaya aykırı düşen böyle bir makinenin kullanımı değil öykünün kendi içerisinde tutarlı olması, kendisi ile çelişmemesi durumudur.

    şöyle ki;

    çiftlik evinde emre, faruk ve hilal varken faruk'un iki adamı, emre ve hilal'in arkasından içeri giriyorlar. takip eden bölümde faruk'un diğer adamlarının da odaya girdiği ve odada toplam beş kişi oldukları söyleniyor. faruk'un hilal'i vurduktan sonra önemli bir detay olarak emre'nin ölüm emrini verip iki adamıyla birlikte evi terk ettiği belirtilmemiş. bizler bunu öykünün ilerleyen bölümünden anlıyoruz. ancak, aynı odada emre'nin saldırıp silahını aldığı adamın dışında faruk'un bir adamı daha var ki emre ile onun kafasına silahı dayayan adamın mücadelesi esnasında onun emre'ye ateş etmekte olduğu da belirtilmiş ama nasılsa, profesyonelliği su götürmez bu adamcağız, aynı oda içerisinde, belki üç, bilemedin beş metre uzaktaki emre'yi bir türlü vuramıyor. emre, babasıyla çıktığı av günlerinden kazandığı el melekesi ile bu profesyonelleri bir bir öldürmekle kalmıyor, evden çıkıp faruk'un ardından ateş ederek arabasının tekerinden vurup arabasının devrilmesini de sağlıyor. yani, aniden bir terminatöre dönüşüyor kahramanımız emre.

    öykünün başından sonuna değin harcanan bunca emek, engin hayal gücü, yaratılan onca enstantane, verilen değerli zaman, sonradan neden içeri girdiği bilinmeyen o iki adama nasıl kurban edilir? yazık! gerçekten yazık! çünkü esasen çok iyi kurgulanmış ve okunması zevk veren bir öykü bu. cümlelerin kurgusu; anlaşılırlığı, etkileyiciliği. öykünün genel kurgusundaki başarı, girişi, gelişimi, sonucu. her konuda gözle görülür bir başarı ve ciddiyet varken, sıradan bir kahramanı bir anda değme silahşörleri bile kıskandıracak bir terminatöre dönüştürmekten amaç nedir? anlamak mümkün değil doğrusu.

    kimileri diyebilir ki neden kafanı taktın buna bu kadar. takıyorum çünkü dikkat çekici güzelliğini gölgeliyor öykünün, canım öyküye yazık oluyor! kaideyi taciz eden istisna kabiliyetlerini çok iyi bildiğim ve taktir ettiğim bir yazar. belki de bu nedenle daha çok üzülüyorum bu tip basit ama okuyucuyu öyküden düşüren imkansızı zorlayışlarına.
    3 ...
  44. 23.
  45. anzülha - akilluslu

    --spoiler--
    sokaklarda 'hacı'yı gören çocuklar elleriyle tempo tutar ''hacci kımmiji, hacci kımmıji'' diye dalga geçerlerdi, 'hacı' asasını sallaya sallaya peşlerinden kovalar çocuklar çil yavrusu gibi kaçışır annelerinin eteklerinin altına sığınırlardı, haci bağırırdı sokaklarda ''ulan siji öldürecem''...
    anlata anlata bitiremediği sevgilisi hinto'nun; çekik siyah gözleri, simsiyah dümdüz saçları, bembeyaz teni vardı ve parlak kaygan çiçekli bir entari giyiyordu, sırtında çanta gibi bir şey taşıyordu.
    hinto çok güjel diyordu 'hacı' anlatırken.
    --spoiler--

    Züleyha... Emek'inin kınalı ceylanı, yol arkadaşı, yol göstereni güzel Züleyha... Hacı'nın karısının efsanevi güzelliğinin varlığına aksettiği Züleyha. Kocasına çay taşıyordu Züleyha peş peşe, hiç usanmadan bir akşam yemeği sonrası. Emek görse de karısının ona kardeşlik, karılık, analık ve hatta şimdiki olduğu gibi uşaklık yaptığını, yüzüne takdirini sunmuyor, onurunu, hakkını teslim etmiyordu, evet, o akşam da bunu yapmıyordu. Neden bilinmez, bazı değerler Emek'in içinde artık çözünmeye başlamıştı, sadece ve sadece derin ve vasıfsız bir sevgi kalmıştı bir tek...

    kış masumiyeti - allahsiz kitapsiz cahil kadin

    --spoiler--
    uzunca bir sessizlikten sonra daha önce hiç yapmadığı birşey yaparak selim'in eline kenetledi parmaklarını. derin bir iç çekiş ile başladı konuşmaya;

    - hep dersin ya "demirden bir kalbin var, sevgi işlemez!" diye. ben çocukken, kabına sığmayacak kadar çok sevgi vardı bedenimin içinde, her bir hücremde... çetin bir kış gibi geçti hayatım ve her kar fırtınası, her sel, her kasırga sevgi yığınından alarak götürdü, eksiltti... neden durduğumu merak ediyorsun değil mi?"

    göz kapaklarını usulca kapatarak başını "evet" manasında aşağı ve yukarı doğru salladı selim.
    --spoiler--

    Çalışmaktan yorulmuş Emek, bir gün eve meyhane - ertesi geç bir vakitte geliyordu, cebindeki iki üç kuruşla tam sarhoş olamadan ayrılmıştı oradan Emek, halbuki niyeti kolay yoldan sarhoş olmaktı; "ah bir de kafasını yorsaydı kolay yoldan zengin olmaya, iyi olmaz mıydı?", diye düşündü Züleyha yiğidini görünce eski püskü divanlarında onu beklerken.
    Emek'in o geceki niyeti Züleyha'nın bedenine tüm çakır - keyfini zerk etmekti, Züleyha da karşı koymadı, nasıl karşı koyacaktı ki, onun her şeyi Emek'ti, mutluluğu da Emek'ti, kıyameti de... Emek pamuk tenden hevesini alınca, Züleyha'nın yüzüne acı bir gülümsemeyle baktı uzun uzun ve düşündü: " bu hayatın bütün yükü üzerimde, sen ve çocuklarımız, ağır gelmeye başlarken her şey ve günden güne daha da çökerken yerin dibine doğru halterin altında ezilircisine, neden hala buradayım, hiç merak ediyor musun? ". Bu sorunun cevabını kendisi bile bilmiyordu, hayal - meyal zihninde şekillendirmeye çalışırken sebepleri, uyuyakalmıştı.

    yalnız yorgun bitkin ama hala sıcacık - cilekli turta

    --spoiler--
    hatırlayabildiğim çok fazla şey yok. bir iki anı, birbiriyle bağdaştıramadığım basit olaylar var hafızamda.

    mesela; portakal kabuğunun sobadaki görüntüsü kalmış aklımda. küçük küçük, eğri büğrü kesilmiş, sobanın üstüne serpiştirilmiş portakal kabukları, ve onların muhteşem kokusu.

    mesela; alışkanlıklar. açık kapıları örtme alışkanlığı.

    mesela; nohut. nasıl leblebi olurdu sobanın üstünde?

    mesela; hasta olduğum zamanlar.

    mesela; sıcaklığın verdiği mayışıklık.
    --spoiler--

    Hatırlayabildiği çok az şey vardı Emek'in, Züleyha'sını ve çocuklarının terk ettikten yıllar sonra. Nasıl soba yapıldığını hala hatırlıyordu mesela, hasta olduğu zaman Züleyha'sının elinden içtiği sıcak çorbaların tadını hala hatırlıyordu, oğlu Neşet'in yere düşüp dizini kanattığında yüzündeki çaresizce haykırışı hatırlıyordu, karısının teninin tavşan tüyü yastık yumuşaklığında olduğunu mesela, evet, onu da hatırlıyordu. Emek, eski hayatını özleyebilecek kadar çok şey hatırlıyordu aslında...

    sobaya dokunmadan büyüyen çocuk - hartigan

    --spoiler--
    birkaç defa dokunacak kadar yaklaştığım oldu tabi, ama o fırsatları da ben değerlendiremedim. mesela sobayla ilk karşılaşmam; bir bayram günüydü sanırım, annemin maddi durumu pek iyi olmayan uzak bir akrabasını ziyarete gitmiştik. fazla büyük değildi, yuvarlak hatlı parlak, sahte, acayip kahverengi ,önünde ufak, parmaklıklı bir göz, içinde alevli odunlar takırdıyor. yanındaki kanepeye uzanan kadından korktuğumdan mıdır, yoksa sobanın üstünde buharı tüten çaydanlığı görüp, zaten dokunulmayacak bir şey olduğunu anladığımdan mıdır bilmem, yaramaz sayılabilecek bir çocuk olmama rağmen o gün annemin dibinden hiç ayrılmadım. ziyaretten sonra annem uslu durduğum için bana fazladan harçlık verdi, sobanın ve yağ kokan tombul akrabanın hiçbir önemi kalmamıştı.

    --spoiler--

    Oysa bu tür insanlara o kadar uzaktı ki ve hikayesi o kadar taban tabana zıttı ki Emek Usta'nın... Emek Usta yıllarca sobalara dokunma cesareti gösterebilmiş, hatta ellerini sobadan ayırmamış ve fakat sobanın o iliklere kadar ısıtan sıcağını evine getirememişti. Emek Usta'nın hayatı zenginlere taş çıkartacak bir hayattı o koyu fakirliğin içerisinde, Züleyha'sının da, çocuklarının da içlerini sevgisiyle ısıtmayı başarabilmişti yıllarca.

    sobanın anlamı - influx

    --spoiler--
    sol eliyle defterin kapağını kaldırdı, defterin ilk sayfasını çevirdi ve yazanları kısık bir sesle okumaya başladı.
    “pencereden dışarı baktığında gecenin bir vakti,
    hissedersin gökyüzünün üstüne örtülmüş kara perdeyi,
    sonsuzluğun önünde, sadece sen ve o,
    yalnızlık.”
    --spoiler--

    Bu defter dedesi Emek Usta'nın yıllar sonra öldüğü yerde bulunan defteriydi. Emek Usta yalnızlık içerisinde ölmüştü, sımsıcak yuvasını, sımsıcak çorbasını, bin bir emekle kazandığı ve ailesiyle bölerek yediği ekmeğini bırakıp bir başka şehirde kimsesizliğinde boğularak öldü Emek Usta.

    bazı insanlar ile yeniden tanışmak gerek - kaideyi taciz eden istisna

    --spoiler--
    mektubun başında, sıradan şeyler yazıyordu. nereleri gezdiğinden, neler yaptığından. mektubun ortalarına doğru ise gönderdiği sandıktan bahsediyordu. her satır bir sonraki satırı merak ettirir hale gelmişti. bahsettiği şey imkansızdı. bunu mehmet ali hoca değil de bir başkası söylemiş olsaydı, yalan söylediğini düşünürdü. ancak bunları söyleyen, yıllardır tanıdığı, zeki, mantıklı ve de hurafelere inanmayacak biriydi. ne olmuştu da böyle şeylere inanır olmuştu.
    --spoiler--

    Emek'in mektubu kısa bir mektuptu, başında da sonunda da sıradışı şeyler yazıyordu. Mektubun başından beri anlattığı şeyler gerçekten imkansızdı. Bunu Emek Usta değil de bir başkası söylemiş olsaydı, bir nebze inandırıcı olabilirdi belki. Ancak bunları söyleyen, Züleyha'nın yıllardır tanıdığı, doğruluktan ayrılmayan, emektar, çilekeş ve de eşine - ailesine son derece sadık biriydi. Ne olmuştu da reislerini böyle bir mektup yazmaya sevk etmişti.

    kahreden diyalog - liberalisticcommunist

    --spoiler--
    - hakan! bana bunu neden yapıyorsun? söyle! neden yapıyorsun bunu bana! neden hep sayende anlam kazanmalıyım ben! sensiz, silik ve kişiliksiz bir kadın olma mecburiyetim neden! kendi başıma da bir şeyler olmam, göze çarpmam, çekici görünmem neden anlamsız bir biçimde rahatsız ediyor seni, söyle! bir kişiliğimin olması ve o sayede 'falancanın arkadaşı' ya da 'filancanın karısı' olmanın ötesinde kendim olarak, gonca olarak tanınmam neden korkutuyor seni? söyle neden! neden!
    --spoiler--

    --spoiler--
    - sevilmeyecek bir adam değilim ki ben! neden bırakıp gitti sanki; bunca yaşanmışlık ve alışkanlığın ardından. sırf kırılmasın diye, tüy hafifliğinde cümleler kurdum onunla konuşurken, incinmemesi için pamuk ellerle dokundum tenine, bir gül goncası gibi okşadım, öptüm, kokladım. ne kötülük ettim ki ben? onu sevmekten, sahip çıkmaktan, korumaktan başka ne suçum vardı ki benim?
    --spoiler--

    -emek’im, yiğidim, bırak bu işi, son yaptığın sobayı evimize koyalım, gel benim amcamın kayınbiraderinden yardım isteyelim, belki senin için güzel bir iş düşünür.
    + katiyen olmaz züleyha, buna kesinlikle izin veremem, yıllarca kimseye minnet etmeden emeğimle, bileğimle çalıştım çabaladım, olmaz züleyha’m olmaz.

    Emek yıllar yılı kendisini ve ailesini kimseye muhtaç etmeden dişini tırnağına takarak çalışmayı tercih etmişti, nasıl dokunmuştu gururuna Züleyha'sının bu teklifi.. Dağ gibi adam, kahrolmuş bir adamcağıza dönerken daha da küçülüyordu Züleyha'nın fettan gözlerinde...
    * * *
    3 ...
  46. 24.
  47. soba ateşinde gölge oyunları | siyahgiyenadam

    "...gölge oyunu bunlar fikret. duygular, hisler bu gün de yoklar, yarın da olmayacaklar ama biz hep varmış gibi davranacağız ve bundan memnun olacağız..."

    öyle öyküler vardır ki okuyup-bitirdiğiniz vakit kitabı kapatır ve kahramanının yerine kendinizi koyup "ben olsaydım" dersiniz. "acaba ne yapardım? neler düşünür, hisseder ve hissettiklerimi sözcüklere nasıl dökerdim?" öyküyü ve onun detaylarını değil kahramanlarını ve yaşanan olayları düşünürsünüz. bir öykü yazımında, hedeflenen de budur zaten.

    "...karanlık odanın içinde burcu kayboldu. sessizlik tekrar hakim oldu. sessizliği bozan tek şey, sobanın içinde yanan odunların çıtırtılarıydı. kül olmaktaydı odunlar tıpkı yanan her şeyin sonunda kül olacağı gibi. fikret, o gece sabaha kadar uyumadı. sabaha kadar gözlerindeki sızıntı dinmedi..."

    ve onlar öyle öykülerdir ki; "anlatımımla, sözcüklerimin seçimiyle, tümcelerimin oluşturulma biçimiyle, kurgumla, iskeletimle, girişim-gelişmem-sonucumla, kısacası her anımla sahiciyim, gerçeğim, yaşanmış-hissedilmiş-aktarılmışım" der. kurgulanmıştırlar çoğu kez fakat bunu kanıtlayan en küçük bir belirti dahi yoktur. şüphe etmezsiniz gerçekliğinden.

    "...ben hep üzgünüm burcu, ben hep üzülüyorum çok üzülüyorum burcu. tanımadığım insanlara, hatta gerçekten var olmayan insanlara bile çok üzülüyorum. hikmet'e üzülüyorum mesela. raskolnikov'a , boromir'e , hüsnü'ye üzülüyorum üzülüyorum işte aslında iyi olan ama başlarına kötü şeyler gelen insanlara çok üzülüyorum. sevdikleri uğruna feda edecek bir şey bulamayan ve sırf feda olsun diye kendilerinden parça verenlere üzülüyorum. eve ekmek alamadan dönen tüm babalara üzülüyorum. oğlunun önlüğünü dikerken yenisini alacağına dair yalandan söz veren fakir annelere üzülüyorum. sıra arkadaşının kalem kutusuna imrenen yedi yaşındaki çocuğa üzülüyorum. tüm sahtekârların içinde gerçekten yiyecek ekmeği olmadığı için dilenen ve sırf insanlar onu sahtekar sandığı için açlıktan ölenlere üzülüyorum. bu üzgün olma durumuma bakınca, kendime de üzülüyorum bilemezsin burcu, içim parçalanıyor..."

    bu öyküler, özel olduklarını her halleriyle belli ederler. sonuna ulaştığınızda tüylerinizin ürperdiğini hissedersiniz. o derece çekmiştir sizi içine, soluk bile almadan okuyup-bitirmişsinizdir.

    işte! soba ateşinde gölge oyunları bence böylesine başarılı bir eser. eser sözcüğünü bilinçli olarak kullandım zira, kitabevlerinin raflarından satın aldıklarımızın dahi çoğundan güzel ve etkileyici buldum ben onu. kurgulama biçimi, yazım kurallarına uyumu ve akıcılığı, duygu dolu-etkileyici anlatım tekniği ile dört-dörtlük bir öykü bu.

    - ellerine, aklına, yüreğine sağlık siyahgiyenadam.
    1 ...
  48. 25.
  49. haklı kader | tanzamanitanyeri

    bünyesinde zeka pırıltıları, başarılı durum tespitleri barındıran ve güçlü fikirlerle desteklenen bir deneme, onu ortaya çıkaran ve insan beyni denen akıllı makinenin, çalışmaya-çalışmaya pas tutmuş diğer makineleri de tahrik etmesi sonucu, onların da çalışmalarına neden olur. bu nitelikleri ile düşündüren eserlerdir denemeler.

    deneme türündeki eserlerin, okunabilir, sevimli bir hale getirilmeleri ciddi uğraş gerektirir. bunun başlıca nedeni, okurun-yazara; bilgiç tavırlar sergileyecek, ahkam kesecek, felsefe yapacak bir insan önyargısıyla yaklaşmasından kaynaklanır ki bu peşin hükmü yıkmanın en güzel yollarından biri; isabetli ve hoş, kimi zaman nükteli benzetmeler yoluyla anlatılmak istenen girift konuyu basite indirgemektir.

    - örneğin nietzsche bunu hiç yapmamıştır. buradan kınıyorum kendisini*!

    "...kabuğumu soydu önce. dilimledi, ince ince. sobanın üstünde kızarttı. yanık izlerimi bıraktı öylece... patates etti bizi, patates! önce kabuk atarlandı tabi "bizi niye yakmıyon da gömüyon." sobanın üstüne dizilen dilimler ayrıldı kuzey-güney diye. güneyliler isyan etti "yanıyoruz lan!" kuzeyliler ağlamaya başladı "biz niye yanmıyoruz!" düzen hep aynıydı aslında, isyanlar boşa..."

    yazar, denemesine başlar başlamaz, ağzımızdan kulak memelerimize doğru bir dalgalanma oluştu yüz kaslarımızda, bir gülümsemedir alıverdi yüzümüzü. o peşin hükmü yıkıcı ilk darbe geldi. belli ki yazar, alışılagelmişten farklı bir tarzda yaklaşacak konuya. meraklar içerisindeyiz şimdi!

    "...soyulan, dilimlenen, kızaran...
    soyan, dilimleyen, kızartan...
    hepsi belli, kuzeyde kalacak kısım da, güneyde kalacak olan da. altta kalan da, üstte kalan da... patates ettiler aşkı. kül ettiler, sobanın en közlü soğuğunda..."

    ardından, esas söylenmek istenen geldi. vurdu darbeyi! aklımızda yer etti bu! yani, asıl söylenmek istenen söz. benzetme mükemmel, sonuç istenilen.

    denemeye edebiyat katıldı. özenle-bezenle servis edildi masaya. ya! önyargılar... var mıydı ki onlar, işte! budur anlatmak istediğim.

    tanzamanitanyeri iyi bir yazar. bence, her şeyden önemlisi yaratıcı zekaya sahip bir yazar. bu, sonradan kazanılabilen bir nitelik değil ne yazık ki. belki çocukluğunda, annesinin-babasının, belki dedesi-ninesinin anlattığı öykülerle genişlemiş bir hayal dünyası var. yaratıcılığı ile bir araya gelince de böylesine hoş şeyler çıkıyor ortaya.

    haklı kader bu sayının en beğendiğim çalışmalarından biri kuşkusuz. düşündürürken gülümsetmesi de cabası ki bunu değme yazarlar başaramıyor çoğu zaman. tebrikler...
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük