charlie kaufmanın ilk yönetmenlik denemesi, bir çok festivalde gösterildi ve mükemmel olmasa da genelde güzel eleştiriler aldı ama tabii ince eleyip sık dokuyan sinefillerin kötü dediğinin tadına bile bakmak lazımken charlie kaufmanın hem yönettiği hem yazdığı bu film kaçırılmaz. aslında büyük ihtimalle türkiyede vizyona girmeyecek, yine türk izleyicinin imdadına internet yetişir.*
bu seneki if film festivalinde gösterime girmiş olan bir charlie kaufman filmi. 124 dakikanın ilk 1.5 saatini büyülenmiş bir şekilde seyrettim. fakat zaten takibi zor bir kurguyu bir de o kadar uzatınca sonlara doğru biraz konsantrasyonumu kaybettiğimi itiraf etmem lazım. yine de filmle ilgili bir kaç öğe var ki yönetmenin bu ilk sinema deneyimini iyi ki kaçırmamışım dedirtti. en önemlisi philip seymour hoffman ın o hastalıklı* karakteri canlandırmadaki üstün performansı. Zaten genel anlamda oyuncu kadrosu açısından çok zengin olmuş film. Breaking the waves in müthiş aktrisi emily watson ve requem for a dream in zannedersem birden çok oscar lı annesi dianne wiest kısacık rolleriyle yine döktürmüşler. Filmdeki birçok sembolü tabi ki herzamanki gibi seyir esnasında anlayamadım. Mesela sürekli yanmakta olan bir ev var, karakterler sonlara doğru tamamen birbirinin içine giriyor, hatta kadın erkek ayrımı bile ortadan kalkıyor, vs. vs. bunlar gibi onlarca absürd/sürreal öğeyle bezenmiş film. Fakat bunlar hem görsel hem kurgusal anlamda nefis bir tat veriyorlar izleyiciye. hepsi bir kenara filmle, daha doğrusu senaryo ile ilgili en orjinal husus kanaatimce zaman kavramının işleniş şekli idi. Non-linear timeline demişler, cuk da oturmuş da işte türkçesini nasıl diycem bilemedim. Bir nevi zamanın akması gerektiği gibi akmıyor olması denebilir belki. Neyse, demem şu ki biraz uzatılmış olmasına rağmen görülmesini şiddetle tavsiye edeceğim bir film.
film bende sürekli elimden kaçmaya çalışan bir canlı etkisi yarattı.
olay örgüsünü tam avcumda hissettiğim anda, tüm anlatı birdenbire darmadağın oluyordu ve ben de yeni anlatı merkezini yakalamaya çalıştım tüm film boyunca.
synecdoche new york, önce bir aile öyküsüymüş gibi başlıyor, sonra, olive'e yöneliyor, sonra bir süre bir david cronenberg filmi tadında, insan bedenindeki değişimler ya da hastalıklar, öyküsüymüş gibi gidiyor, sonra bir ayrılık öyküsü, sonra bir yaratıcılık öyküsü vs.. derken tüm bunlar birbirinin içine giriyor. bir de sürreel sahneleri ve bilinç altına yapılan göndermeleri eklediğimizde, işler bayağı karışıyor.
kısacası, synecdoche new york, kafası çok karışık bir film.
sonuç olarak, beni derinden etkileyen, uzun uzun düşündüren bir film,
her repliğiyle, her sahnesiyle, şimdiden en iyiler listeme giren filmdir kendileri.
--spoiler--
caden ile hazel arasındaki konuşma ilginçtir,
hazel "ben iyiyim" der, caden ise hazeli kaybettiğine üzgün, "ben senin iyi olmanı istemiyorum..yani istiyorum ama, bu beni mahvediyor.." der, çok doğrudur burası, insan bir şeyin değerini ancak kaybettikten sonra anlıyor derler ya, film yine bu noktaya parmak basmama aracı oldu.
bir de hazel'in yanan(!) evi kiralaması anında, "evi beğendim, ancak yangında ölür müyüm diye endişeliyim" demesi * kaufmanvaridir.
--spoiler--
--bonus spoiler--
i didn't jump sammy,
somebody stopped me before i jumped, so get up,
i didn't jump!
--bonus spoiler--
bu herifin yani charlie kaufman'ın algı ve bu anladıklarını anlamlandırıp bunları hayalgücüyle harmanlaması inanılmaz. zamanın, mekanın, evrende kaç boyut varsa o kadar boyutun birbirine karıştığı, izlerken bütün algı mekanızmanızın son sınırda olmasının gerektiği bir film. izlerken ve sonrasında da bir sürü soru sorduran filmleri seviyorum ben. bu film de onlardan biri.
aklımda kalan, bizim şu anki kültür ve değer yargılarımıza aykırı gelen ya da gelmeyen bazı garip durumlar;
--spoiler--
yanan evi kiralamak. (bkz: yanan ev)
zaman algısının yitimi.
çok uzaklarda olan kızının günlüğünü eşzamanlı okumak. *
yazdığın tiyatro oyununda kendi yaşamından kesitler sunmak. daha da garibi bu tiyatro oyunununun içine girmek. *
ve tabiki geçmişe özlem.
ve tabiki aşk...
--spoiler--
Sikeyim böyle filmi, ne kafa bıraktı ne beyin. Sonlara doğru zaten beyin yandığı için akışına bıraktım son kısımlarından hiç bir şey anlamadım.
Film demek bile doğru değil, yani film izleyelim diye oturup izlenecek bir şey değil.
Farklı bir şeyler izlemek istiyorum, hem filme benzesin hem de kafamı siksin derseniz oturun izleyin. Güzel mi? izlerken hissettirdikleri güzel onun haricinde konusunu bile anlamadım amk!