öncelikle hoşgeldin diyeyim de adet yerini bulsun madem..
sonrasında ise bundan 5 yıl önce tanışıp, hayatımın sonuna kadar en değerlim olacak insana bir şeyler yazmalıyım.. aslında buraya yazılacak her şey eksik kalacak mutlaka biliyorum, ama yine de aklıma geldikçe yazmak istiyorum, bilmiyorum belki de yazmam bir daha, amaan öyle bir şeyler işte..
5 yıl öncesi başladı demiştim, evet bana katlanmaya başladığı tam beş sene.. yatılı okulun getirdiğinden midir nedir * zaten kızların yanında herzaman rahat olmuşumdur ama silvinin yeri başka hep.. ilk sene bazen kabul etmese de exitus olacak seviyede dolaşmasına rağmen, dalaşırdım ben çekerdi beni.. lisenin ikinci senesi silvi değişmişti artık ama bana bazı nedenlerden dolayı daha çok karışmaya başlamıştı sanki, ama ben ona belki de suçluluk yüklemiştim bir bakıma, yediğim boku ilk ona söyleyerek..üçüncü sınıf ise hayatının en önemli kararını belki de biraz da benim bok yememle aldı, ankara'ya geldi üniversiteye ne kadar cemal süreya kadar istanbul aşığı olsa da, onun kadar deniz aşığı olsa da bu kurak yere geldi.. o gece ondan gelen "gözünaydın ankara yazdım" sms'i benim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlatmıştı bana gözyaşları içinde.. hayatım boyunca en yakınımda olacak olan kişiydi artık her ne kadar işletmeye puanı yetemeyip iktisata girse de, aynı fakültedeydik sonuçta..
şeker gibi annesi olması yanında arada sırada beni annesi daha çok seviyor diye düşünmüyor da değilim aslında *.. oğlundan çekmediklerini benden çekti belki de, sabrını takdir ediyorum gerçekten, ama seni bana emanet etti her şeye rağmen.. belki de yapacağın dengesizliklerin farkındaydı desem kafan yarılmaz sanırım, özellikle de bu sene için!
çok sevdiğini bildiğim bir söz var benim söylediğim; ışığa tutulunca atatürk'ü görülen dost.. gerçekten böyle olduğunun farkındasın biliyorum.. çok seviyorum seni, herzaman yanındayım ne yaparsan yap..
ama sakın ben gidiyorum demeden gitme ki seni son bir kez görebileyim...
saate bakmaksızın kapısını çalabileceği
bir dostu olmalı insanın...
'nereden çıktın bu vakitte' dememeli,
bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
gözünün dilini bilmeli;
dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
arka bahçede varlığını sezdirmeden,
mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
köklenmeli hayatında;
sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
ihtiyaç duyduğunda gidip
müşfik gövdesine yaslanabilmeli,
kovuklarına saklanabilmelisin.
kucaklamalı seni güvenli kolları,
dalları bitkin başına omuz,
yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
en mahrem sırlarinı verebilmeli,
en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
onca dalkavuk arasında bir tek o,
sözünü eğip bükmeden söylemeli,
yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
alkışlandığında değil sadece,
asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
övmeli alem içinde, başbaşayken sövmeli
ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.
teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..
gözbebekleri bulutlandığında,
yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...
yıllarca aynı ip üstünde çalışmış,
cesaretle ihanet arasında gidip gelen
bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış
iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
'parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik,
acıları birlikte göğüsleyebildik ya;
yenildik sayılmayız'
diyebilmeli...
issızlığın, yalnızlığın en koyulastığı anda,
küçücük bir kağıda yazdığımız
kısa ama ümitvar bir yazıyı
yüreğe benzer bir taşa bağlayıp
birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
'bunu da aşacağız.
sanki benim dediklerimi duymuş da yazmış can dündar tüm dizelerini. her dizede bizi okudum, bizi yaşadım...
sesini aslında kısa süre önce duymuş olsam da, bu gece resimlere bakarken bir anda esip aradığım ve açılan telefon karşısında hömbülü durumuna geçiren canım benim. başlamış bile aksanını değiştirmeye 3 günde, unutturmama yalnız ben türkçe'yi sana görürsün sen, bir ilke var bi de sen çıkma başımıza.
sen susacaksın ben anlatıcam dedi bana sanki hep farklısı oluyormuş gibi. *
sesini tanıyamadığım diye yeterince laf sokmayan tahmin ediyorum ki buluştuğumuz ilk güne saklayan yavrum benim.
oraya gelin vermem seni burada evlenecen gelip, ellerimle takacam altınlarını, sonra o gece altınlarını bana emanet ediceksin ve ben sonu olmayan bir yolculuğa çıkıcam... *
kocaman yolculuğa çıkacak bu gece. aynı anda güneşi göreceğimiz zaman çok az olsa da ben yine seni bir şekilde sinir ederim, şebeklik yaparım sana... yalnızlığıma yalnızlık katsa da senin uzaklarda olman, kendimi döndüğünde yapacaklarımızla teselli ediyorum.
canımdır yavrumdur benim, gülme komşuna gelir başına insanı. inanmazsın sen demek bana haaa!!! kalp gözü, sır dünyası, sır kapısı gibi olur işte böyle, her şeyin bir karşılığı vardır. *
daha önceki türlü türlü yediği ya da yiyemediği haltların hepsini beholderr nickli şahısa atarak kendini kurtarmaya çalışan ancak ne kadar uğraşsa da kendinden kaçamayacak yazar. *