--spoiler--
razumihin'i ne yapacaksınız ? ne yararı olabilir size ? ben de seviyorum sizi... sonsuz bir aşkla seviyorum hem. izin verin eteğinizin ucunu öpeyim ! izin verin ! eteğinizin hışırtısı bile deli ediyor beni ! söyleyin, ne isterseniz yapacağım. her dediğinizi yapacağım. olmayacak bir şey söyleyin, onu da yapacağım, neye inanırsanız, ben de ona inanacağım. istediğiniz her şeyi, her şeyi yapacağım ! öyle bakmayın bana, öyle bakmayın. bu bakışınızın beni deli ettiğini biliyor musunuz ?
Sayıklar gibiydi, sanki birden başına vurmuşlar da bir şeyler olmuştu.
Dunya yerinden fırlayıp kapıya atıldı; bir yandan kapıyı yumruklarken, bir yandan da kapının
Ötesinden yardım istercesine:
"Açın! Açın!" diye bağırmaya başladı.
Svidrigaylov da ayağa kalktı; kendine gelmişti. Hâlâ titreyen dudaklarına hain ve alaycı bir
gülümseme yerleşmişti. Alçak sesle ve kesik kesik konuşarak:
"Evde kimse yok" dedi. "Evsahibi kadın sokağa çıktı... Böyle bağırarak boş yere kendinizi
heyecanlandırıyorsunuz..."
Dunya acı bir ifade ile "Anahtar nerede? çabuk aç şu kapıyı, hemen, şimdi, aşağılık herif!"
--spoiler--
--spoiler--
Dunya yalvarırcasına:
"Bırak beni!" dedi.
Svidrigaylov titredi, bu senli seslenişte deminkilere benzemeyen bir şeyler vardı.
"Sevmiyor musun beni?" diye sordu Svidrigaylov usulca.
Dunya başını olumsuz anlamda salladı.
Svidrigaylov umutsuzluk içinde fısıldadı:
"Ve... sevemezsin de? Hiçbir zaman?"
"Hiçbir zaman..." diye fısıldadı Dunya.
Svidrigaylov'un ruhunda bir an süren sessiz ama korkunç bir çatışma oldu. Anlatılması zor bir
bakışla bakıyordu Dunya'ya. Birden elini belinden çekti, döndü, hızla pencereye doğru
yürüdü, arkası Dunya'ya dönük orda durmaya başladı.
Bir an ikisi de öylece durdular.
"işte anahtar" dedi Svidrigaylov. Elini paltosunun sol cebine sokup çıkardığı anahtarı, dönüp
geriye bakmadan arkasındaki masaya bıraktı. "Alın ve hemen gidin ''
Israrla pencereden bakıyordu.
"çabuk! çabuk!" diye tekrarladı Svidrigayov, hälä arkası dönüktü. Yalnız, "çabuk"
sözcüğünde korkunç bir şeyler tınlıyordu
Dunya bunu anlamıştı, anahtarı kaptığı gibi kapıya atıldı, kendini dışarı attı.
--spoiler--
--spoiler--
Svidrigaylov üç dakika kadar daha pencerenin önünde durdu, sonra ağır ağır döndü, çevresine
bakındı ve yavaşça elini alnına götürdü. Yüzü tuhaf bir gülümsemeyle çarpılmıştı, zavallı,
hüzün dolu, cılız bir gülümsemeydi bu; umutsuzluğun gülümsemesi...
--spoiler--
--spoiler--
svidrigaylov x caddesine saptı, yangın kulesi buradaydı.
itfaiye binasının kocaman kapısı önünde, üzerinde gri bir asker kaputu, basında achilles miğferi, sırtını kapıya dayamış ufak tefek bir adam duruyordu.
uykulu gözlerle yan yan kendine doğru gelen svidrigaylov'a baktı. yüzünde, bütün yahudi ırkında buruk bir iz bırakan yüz yıllık hırçınca bir keder vardı. svidrigaylov ve achilles, konuşmadan, bir süre birbirlerini süzdüler. sarhoş da olmadığı halde, bir adamın kendinden üç adım ötede durup hiç konuşmadan yüzüne bakıp durması, sonunda achilles'e aykırı geldi. yerinden kıpırdamadan:
"hey, siz" diye seslendi, "ne arıyor burada?"
"bir şey aramıyorum, kardeş! merhaba!"
"burada olmaz."
"ben, kardeş, yabancı bir diyara gidiyorum."
"yabancı diyar?"
"yabancı diyar ya. amerika."
"amerika?"
svidrigaylov cebinden revolveri çıkardı, horozunu kaldırdı.
achilles kaşlarını kaldırarak: "ama bu saka (şaka) burda olmas!"
"neden olmaz?"
"olmas da ondan."
"hiç farketmez be kardeş! iyi bir yer burası. sorarlarsa, amerika'ya gitti dersin."
namluyu sağ şakağına dayadı. gözbebekleri gitgide büyüyen achilles yerinden kımıldadı.
"burda olmaz! burda olmaz!"
svidrigaylov tetiği çekti.
--spoiler--