suç ve ceza romanında raskolnikov'un zikrettiği durumdur. Bu fikri öne sürerken toplumu ikiye ayırır; sıradan insanlar ve olağanüstü insanlar! Uzun uzadıya bu iki kavramı açıklamak yersiz kanımca. Asıl üzerinde durulması gereken şey şu sorudur; suç işlemek bir hak mıdır? Raskolnikov'un meşhur cümlesini hatırlamak lazım;
"ben bir insanı değil, prensibi öldürdüm"
Yani karşısındaki bir insan değil de yaşamdaki herhangi bir ilkedir. Raskolnikov da bir cinayet işlemez, bir savı çürütür! Burada çürüttüğü sav hem ölen kişilerdir hem de kendisidir. Çünkü öldürme işleminde öldüren kişi bizzat kendisi yani özne, yüklem ve fikirdir. Bu nokta çok önemlidir. Bir general veya dini önderin gerçekleştirdiği katliamlar gelişme, ilerleme, zafer olarak algılanırken birinin gerçekleştirdiği cinayet neden suçtur? işte Raskolnikov bunu sorar. Adaletin pek de adil olmadığı ortada. Ama sorun daha ziyade vicdanidir. Ve bir yanıyla da albert camus'nün zikrettiği "uyumsuz" kavramıyla ilgilidir. Çünkü raskolnikov tam anlamıyla uyumsuz bir insandır. Anlaşılması zor, dilekleri kestirilemeyen biridir. Öldürülen bir at için üzülebilirken, yolda sarhoş kadına bir anlığına acıyıp sonra "ne hali varsa görsün" diyebilecek biridir. Peki bunu yani ani vazgeçmeleri neden yapar? Çünkü onun için kendine ihanet de bir suçtur. Bu anlamda savunduğu biricik hakkı gerçekleştirir.
suç ve ceza kitabından yorumlarsak orada politik kimliği olan yani kitlenin öncüsü kimse tarafından işlenen suçun, kitlenin çıkarı için işlenen suçun; ceza değil ödülü, sıradan bir kimse tarafından işlenen suçun cezası olduğu anlatılıyor. biri için kahraman diğeri için suçlu sıfatını uygun görürüz diyor. konu edebi bir eserin tercümesi olmamalı. suç ve hak kelimelerini kavramsal olarak irdelemek lazım. öncelikle bir otorite gerek, sonra o otoritenin bireyler üzerinde kontrol sağlayabileceği düzeneği oluşturması lazım. bunu önce bir arada yaşayan insanlar, kendi iç dinamiklerini sağlama alabilmek için belli kurallar ile yaparlar. o kitlenin yaşam tarzı, cinsel eğilimi, ahlaki yapısı, etnik kimliği, ideolojisi birçok şey bunda etkendir. sonra bu iç dinamiği negatif yönde etkileyen fiiller tanımlanır ve ceza unsuru olur. kitle bunu hukuk sistemine bulaşmadan da eritebilir, ahlaki kurallarla. bireyin o toplumda uyumla var olması için yazısız kurallara itaat etmesi gerekir. bunu en iyi kendi ahlak yasaları ile sağlar. başarısız olduğu vakit hukuk devreye girer. yani devletin varlığı. bakıldığında hem makul hem de doğruymuş gibi duruyor. fakat başından sonuna kadar yapılandırılmış bir sistem var, tamamiyle bireyin varlığını reddeden, kitlesel bir yapının her türlü özelliğini dayatan. dolayısıyla hak, otorite tarafından size bahşedilmiş bir yetki. çerçevesi hem hukuken hem de toplum tarafından çizilmiş. bireyin çalma, özel hayata müdahale, tacizde bulunma vs. gibi hakları yoktur. böyle bakıldığında suç işlemeyi hak adı altına alamayız. velhasıl bana kalırsa, dünyada adalet yok. kişilerin sosyoekonomik durumları eş değil, eğitim hakkından eş faydalanamıyor. buna rağmen, hakkı kendi mülküne almış bir yapının, adaletsiz ve kısıtlayıcı kurallarına uymak zorunda. bizde korkunç bir hiyerarşi var, bir üstün dahi senin haklarını ihlal edebilir ve basamağın ne kadar yukarısındaysan o kadar hak sahibisin. ne kadar aşağısındaysan o kadar ezilirsin, o kadar hakkın ihlal edilir. dolayısıyla birey de suça eğilim gösterir, bunu kendinde bir hak olarak görür. ne yazık ki duygu ve düşüncelerimiz, dış dünya gerçekliği ile paralellik göstermiyor. suç işlerseniz, cezalandırılırsınız. suçu yaratanlar değil, işleyenler ceza alır.
her toplumun içgüdüsü gerçekten özgür olanları hapse atmaktır. ilk, toplum sizi dövmeye çalışır. eğer bu işe yaramazsa, zehirlemeye çalışırlar. bu da işe yaramazsa, sizi doyasıya onurlandırırak işi bitirirler. cocteau iyi özetlemiş. ne yapsan boş.