Hayatlarımız.. Hep birer arayış öyküsü.
Kimi para derdinde, kimi aşk; kimi huzur derdinde, kimi umut.
Yine bir arayış öyküsüydü Şevket Süreyya Aydemir'in (büyük usta) arayışı. Onunki bir an için Turan'dı, bir an için millet, huzur.
Sonu ise çoğu zaman hüsran, çoğu zaman acıydı.
Acı.
Acı bir kitaptır Suyu Arayan Adam. Sadece "okumak" yetmez. "Anlamak" gerekir.
"Anadolu'nun Çilekeş Türkleri"nin Osmanlı sultasındaki sessiz ezilişleri iyice fark edildiğinde insan hüzne boğulur.
Yeni evlendirdiği çocuğuyla savaşa giden Çiftçi Baba'nın,
Belki hayatında hiç bir zaman gidemeyeceği, gitse de yaşayamacağı diyarlar uğruna savaşmak için tek varlığını: canını ortaya koyan insanların öyküsüdür Suyu Arayan Adam.
Bir millet, bir devlet aşkının öyküsü.
Ya da kısaca, Aydemir'in öyküsü. Sevgilisinin gözlerine bakarak öldürülmeyi seçen.
Onun rüyasına dalıp -kimse için akıtamadığı- gözyaşlarını akıtan.
hayatin pesinde kosan insandir. ab-i hayat icindedir de aynaya kafasini vuruncaya kadar akli basina gelmez bir turlu. donup dolasip gelecegi yer basladigi yerdir. (bkz: egri uzay teoremi), (bkz: simurg), (bkz: sonsuz uzay)*.
Tek adam , ikinci adam ve enver paşa serilerinden sonra okunası kitaptır. Şimdi başlayayım dese 9 kitap sonra anca sıra gelir. En iyisi mi sondan başla. *
her cümlesi beynimize mıh gibi çakılan kitap. yaşadığımız şartların kıymetini bilmemiz gerektiğini ve vatanın gerçekten tırnaklarla kazıyarak kazanıldığının ibret vereci öyksünü anlatır.
''... hepsini toplasan 20 yıl eder asker ocağında... şimdi de buralarda sürterim işte... ama hani bugün de '' haydi gel '' deseler, gidesim gelir içimden oğul, gidesim gelir gene... ''
Balkan Harbi öncesi Osmanlı toplumunun ruh halini yansıttığı bir bölüm:
--spoiler--
''Sınıfların duvarlarına asılan haritalarda, bu büyük imparatorluğun toprakları, toz pembe bir renkte gösterilirdi. Bu topraklar bana dünya kadar geniş görünüyordu. Ama onları gene de dar buluyordum. Afrika'nın ortasındaki Büyük Sahra'ya kadar Trablus- Bingazi(Libya), sonra Habeşistan'a kadar Mısır, Sudan bu toprakların içinden görünüyordu. Hatta Tunus beyliği bile pembe bir çizgi ile sınırlandırılmıştı ki, bu rengin manası bir nevi himayeydi. Sonra Hint Denizi'ne kadar Yemen ve bütün Arabistan kıtası bizimdi. Irak, Suriye, Sina ve nihayet iran ve Rus sınırlarına kadar Anadolu bu topraklara dahildi.
Girit'ten, Kıbrıs'tan Ege adalarından başka, bütün Trakyalar, bütün Rumeli vilayetleri devletimizindir. Hatta Balkanlarda Bulgaristan'ın yarısı da bu himaye çizgisi içinde bizim sayılırdı. Makedonya'nın ve Arnavutluk'un ötesinde Bosna- Hersek kıtası da pembe renge boyanarak, imparatorluğun sınırı Sava'ya, Dalmaçya'ya kadar uzatılırdı.
Ders aralarında çocuklar, bu haritaların başına toplanırdık. Devletimizin sınırlarına bakardık. Bu sınırların çevrelediği topraklara:
— Bizim topraklarımız,
derdik. Bu sözleri seve seve ve sık sık tekrarlardık:
— Bizim topraklarımız! Bizim devletimiz!
Bu ihtiraslı duyguların uyandırdığı hayal genişliği altında, kafamda çocukça da olsa, birtakım hükümlerin berrak ve aydınlık olarak yerleştiğini görüyordum. Artık şunu biliyordum ki, vatan devlet sınırlarının varabildiği her yerdi. Sınırlarımız nerelere varıyorsa, vatanımız orasıydı, Bu sınırlar ise, ordumuzun gidebildiği yerlerdi. imparatorluğun orduları nerede iseler, vatanın sınırları da oradaydı.
O halde ordu vatanın temeliydi. Devleti yaşatan ordumuzdu. Biz de bu ordunun çocuklarıydık. Onun gelecekteki savaşçılarındandık. O halde gelecek için bir hedefimiz, bir görevimiz vardı: Biz birer cihangir olmalıydık...''
--spoiler--