"yoruma karşı" adlı yazısında tiyatroda anlamlandırma ve yorumlama kavramlarına karşı çıkan,tiyatronun görevinin insanların kaybettiği ve kaybetmek üzere olduğu duyularını etkinleştirmek,yeniden işitmeyi ve görmeyi sağlamak olması gerektiğini belirten ve bu sebepten ötürü sanatın hiç bir zaman politik ve öğretici olamıyacağını düşünen yazar kişi.
araç ve imgelerin sahip olduğu üstün/ayrıcalıklı durum hakkında güzel de bir öykü anlatır.
insanoğlunun ay'a ayak basmasını izlediği sırada kendisiyle birlikte olayı izleyen insanlar böyle bir şeyin mümkün olamaycağını söylerler... sontag onlara: peki ama inanmıyorsanız neden izliyorsunuz? diye sorar. insanlar: biz televizyona bakmaya gelmiştik! yanıtını verirler. bu inanılmaz bir şey. onlar ekrandan yansıyan ay'a değil yalnızca ay'ı göstren ekrana bakıyorlar. mesaja değil imgeye...
az önce ben vesaire isimli kitabını bitirdiğim amerikalı yazar.
o kadar dolu bir kitaptı ki her cümlesinden bir aforizma her hikayesinden bir film çıkarılabilirdi. ayrıca öykülerinin özgünlüğünün insanın ufkunu genişlettiği de ayrı bir gerçek.
insan haklarını her daim savunan yazarlardan sır kendileri.
Ve sevdiğim bölümü bir yazısından,
“Ölünce öldüğümüzü bile bilmeyiz, dolayısıyla yaşamayı düşün. Hayattan talep ettiğimiz şeyleri deneyimlemeden ölsek bile, öldüğümüzde artık fark etmeyecek. Yalnızca şu ânı kaybederiz. Hayat yataydır, dikey değil. Biriktirilemez. Dolayısıyla yaşa, sürünme.”