Önceki yazılarımla bu olayı her yönüyle incelemiştim. Şimdi daha evvel bahsetmediğim bir iki konuya değineceğim.
Ortaya çıkan bir gerçek var. Ordunun konuya karşı tavrını eleştirmiştim. Lakin ortaya yeni şeyler çıkınca durumun vahameti de değişiyor. ilker Başbuğ'un Türkiye'deki tüm mayınlı arazilerin temizlenmesi için daha evvelden "Mayın Merkezi" kurulup gerekli techizatların tedariki ve eğitimin de verilmesi ile TSK bünyesinde temizliğin yapılmasını istediği ve bunun için yazılı olarak gerekli resmi girişimi yaptığı ortaya çıktı. Ama görülen o ki ne bu gerçekleşmiş, ne de gerçekleşmesi yönünde bir niyet var. Bugün ilker Başbuğ ordunun başında. O günkünden daha yetkin. Ama o günkü isteğini şu an dillendiremiyor. NAMSA yapsın diyor. AKP iktidarı kanadına bakıyoruz, israillilere vermek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bugün başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yaptı. israil'e verme konusunu insanların uydurduğundan bahsetti. Oysa israilli firmaların bu konuda taleplerini zaten açıklamıştı birçok akademisyen ve yetkili kişi. Önceki yazılarımda bu konuya değindim zaten. Üstelik sundukları taslakta öyle maddeler var ki, kendilerini yalanlıyor zaten. Ama halkın bu konuları bilmemesinden dolayı açık açık halka yalan söylemekte kusur görmüyorlar.
Üstelik iktidar kanadı bu tasarıyı meclisten geçirmekte çok kararlı. http://www.hurriyet.com.t...ndem/11779844.asp?gid=229
Görülüyor ki birilerine verilmiş sözler var. Yangından mal kaçırır gibi oldu bittiye getirme isteği var. Gerçeklerin tamamıyla gündeme taşınması ihtimali var. Üstelik onca kanalda, gazetede benim yazdığım yazılardaki bilgileri anlatan adam gibi gazetecilere ve yayıncılara denk gelmek de mümkün değil. Böylesine yanlı habercilik ve halkı uyutmacı bir anlayış, ülke için büyük bir tehdit. Bu açıdan muhalefet de adam akıllı işini yapamıyor. Muhalefet de bu konuya hakim değil. Muhalefet de yeterince incelememiş ve kavrayamamış yapılmak istenen oyunları. Ezberden konuşuyorlar sadece. Taslağı ikiye bölüp kıt düşüncelerle strateji üretmekten ve oyun bozmaktan yoksun politikalar güdüyorlar. Bu açıdan ülke menfaatini aklı selim dillendiren bir güç yok mecliste.
Hatırlar mısınız bilmem, Kuveyt'in Irak sınırına döşediği mayınlar vardı. Üstelik tehlike büyük olduğundan bizim Suriye sınırındakinden çok daha fazla sayıda mayını sık şekilde sınıra döşemişlerdi. O mayınları kim temizledi dersiniz? Bir Türk firması. Üstelik aynı firma, Afganistan bölgesinde yabancılarla ortak olarak da mayın temizleme işi yapmış. Ayrıca ikisi de ihale usulü kazanarak yaptığı temizlikler.
Şimdi insan düşünmeden edemiyor, bu firma bugün neden sessiz? Susturuldu mu? Tehdit mi edildi? Hatta böyle bir Türk firmasının varlığı bile satılık medyada yer bulmuyor. insanlardan gizleniyor. Şu tabloda bu firmanın ihaleye gireceğini de düşünmüyorum. Bu büyük pastayı ne iktidarın, ne de küresel çevrelerin yedirmeye tahammülü yok. Olur da medya dışı bir mucize ile bu firmanın varlığı herkesçe öğrenilir ve ihaleye girmesi konusunda bir toplum baskısı oluşursa, ihaleye yalandan sokulur ama kazanmaması yönünde baskı yapılır diye düşünüyorum...
ilk yazımdan biraz daha detaylı olarak konuyu ele alalım. Olayın sadece petrol ve tarım işi ile de sınırlı kalmadığını inceleyelim.
Suriye sınırındaki mayınlar 1955'te Menderes hükümetince sınır hattına gömüldü. 650 bin tane mayındı gömülen. Bu mayınların o zamanki teknoloji ile yapılmış olan mayınlar olduğunu da hatırlatmaya gerek yok sanırım. Üstelik mayınlar gömüldüğünde yerlerinin belli olduğu krokiler de çizildi. Önce kayıp dendi ama sonra kaybolmadığı açıklandı bu krokilerin. Bu bilgiler ışığında yerleri belli olan mayınlardan bahsediyoruz. Diğer yandan yerleri belli olmasa dahi dünyanın en iyi 3-5 ordusundan biri denen, yakın tarihte dünya çapında mayın yüzünden en fazla askerini kaybetmiş TSK'dan bahsediyoruz. Bu bağlamda hala mayınla mücadele eden bir orduda yeterli personelin olmadığını TSK'nın kendisinden duymak düşündürücü. Hem de dosta grur, düşmana korku saldıklarını iddia ettikleri tatbikatlar yaptıkları şu günlerde. Ordu diyor ki NATO temizlesin. Şimdi benim de aklıma geliyor, yarın bir savaş çıksa, taarruz etmek zorunda kalsak ordumuz "NATO temizlesin biz de saldıralım" mı diyecek? Gerçekten çok düşündürücü ayrıntılar bunlar.
Üstelik mayınların temizlenmesini öngören Ottowa Anlaşması, kara mayınlarının kullanılmasının, depolanmasının, üretilmesinin yasaklanmasını, var olan döşenmiş ve döşenmemiş mayınların imhasını öngeren; 1997 yılında Ottowa'da imzalanan ve 1999 de yürürlüğe giren uluslararası anlaşma. Türkiye bu sözleşmeye 2003 yılında imza atmış ve 2004 yılında ise resmen tarafı olmuştur.
Ama bu anlaşmaya rağmen askerlerine mayın eğitimini TSK halen vermektedir. istihkam askerleridir bu eğitimi alan askerler. Çünkü hala mayınla mücadele etmekte ve her duruma hazırlıklı olmak zorunluluğundadır. Ama gelin görün ki mayınları temizleyecek yeterli eğitimli personelim yok diyor. Üstelik eski teknoloji ile üretilmiş mayınlar ve krokiler de ellerinde. Pek inandırıcı gelmiyor. TSK bunu üstlenmek istemiyor. iktidardaki akıl almaz tavır TSK'da da var.
Çok pahalı denen mayın temizleme işinin iktidarın söylediği kadar pahalı olmadığı da ortaya çıktı. Birçok araştırmacı, akademisyen, profesör ve ilgili kişi, mayın temizleme işinin iktidarın abarttığı kadar maliyetli olmadığını söyledi. Üstelik NATO bünyesinde Avrupa ve Balkanlarda yakın zamanda çokça mayın temizlemiş NAMSA -TSK'nın temizlemesini öngördüğü- kurum, Suriye sınırındaki mayınların çok daha fazlasını, 2-3 mislinden bahsediliyor, 1 milyon 600 bin euro'ya temizledi. Oysa bizim hükümetimizin bize söylediği rakamlar bunun neredeyse 200 misli... Çok enteresan bir nokta. Buradan anlaşılan şudur: iktidar, maliyetin yüksek gösterilmesi yutturmacası ile israil'e buraların 44 + 5 yıl devredilmesini kabul edilebilir göstermeye çalışıyor.
Dikkat çeken bir nokta da TSK'nın uslubu. Askeri kanadın en yetkili ağzından "yapamam" tarzı yaklaşımlar bir asker söylemi gibi görünmüyor. Erkekler de çok iyi bilirler ki askeriyede bir görev verilir, görevi yapmakla mükellef asker görevi yapacağı süreyi, nelere ihtiyacı olduğunu söyler ve görevi gerçekleştirir. Ya da imkanlar, görevi veren tarafından sunulur, asker de işini yapar. Türkiye'de askeriyede bu işi yapmakla mükellef olan "istihkam Dairesi Başkanlığı"dır. Resmen bu görevi yapmakla mükelleftir anlaşmalara göre. Ama yapmamıştır ve konuyla ilgili yapmaya dair bir girişim de olmamıştır. Maliyetli denen iş için gereken 150 milyon Euro'luk bir makinedir. Önden mayını alır, arkada ise eritir ve imha eder. Bu makineyi satın almak Türkiye şartlarında zor bir iş değildir. Maliyetlerin 750 küsür milyon Dolar veya Euro her neyse, olduğu söyleniyor. Peki bakalım, tarım ile bu maliyeti israilli şirket karşılayabilir mi...
Mevcut araziden tarımla elde edilecek 49 yıllık gelir, akademisyenlere göre iktidarın söylediği maliyetten sadece 110 milyon Dolar daha fazla. yani 49 yılda edebilecekleri kar miktarı 110 milyon dolar. Peki bırakın bir israil şirketi, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir uluslararası şirket bu kadar cüzi bir kar için 49 yıl çalışır mı? Hem de bahsedilen şirketler, o konuda dünyanın önder şirketlerinden... Bu imkansızdır. AKP'nin Tekel'in içki bölümünü özelleştirmesini ele alalım mesela. 290 milyon Dolara özelleştirildi. Ama 1,5 yıl sonra elin oğlu aldığı şirketi 810 milyon Dolara sattı. Peki 1,5 yılda ettiği kar nedir? 520 milyon Dolar... Bu ve bunun gibi basit örnekler, sözü edilen şirketlerin bu işle sadece tarım için uğraşmayacağını da açıkça gösteriyor.
AKP iktidarının petrol yasasını değiştirmek istemesi, değişiklik halinde ortaya çıkacak tablo ile de ilgili bir yazı yazmıştım. Mayınla ilgili taslakta da kanunen durum şöyledir: Arazi devredildiğinde petrol kanunu, maden kanunu, su ile ilgili kanunlar vs. nasıl ise, araziyi teslim alan şirketin de tabi olduğu kanunlar bunlardır. AKP'nin doğal kaynaklarımız ile ilgili tavrı açıktır. Petrolü, madenleri, su kaynaklarımızı çıkardıkları ve çıkarmak istedikleri kanunlar ile israil ve ABD menşeili çevrelerin hizmetine sunmak istemektedirler. Bunu hem Türk Petrol Kanunu çalışmalarında, hem madenler yasasında, Kazdağı olayında, Akarsuları özelleştirmek istemeleri olaylarında yakınen gördük.
Daha önce de bahsettiğim gibi petrolün biçilen ömrü 45-50 sene. Bu arazilerin devredilmek istendiği süre ile denk. Bu da çarpıcı bir noktadır. Ayrıca sınırın hemen birkaç km ötesinde Suriye tarafında birçok petrol kuyusu varken, Türkiye tarafında petrolün layıkıyla çıkarılmaması, hatta halka "yok" olarak kanıksatılması hadisesi düşündürücüdür. Oysa bizzat konu ile en ilgili yetkin ağızlardan, bölgede büyük rezerv olduğu defalarca açıklanmıştır.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Dündar Çağlan enteresan bir açıklama yaptı. Mayınlı araziler temizlenmiyor değil. Hatta daha önce mayınlı olan pek çok arazi temizlendi. Hatta daha önce mayınlı olan arazilerden Nusaybin'de bir bölgede 32 km'lik mayınlı alanda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile birlikte petrol ve doğalgaz çıkarılıyor. Hatta Nusaybin'de ilave alanda da üretim yapmaya çalışıyorlar. Amaçları 40 kuyu daha açıp günlük olarak fazladan 2000 varil daha petrol üretmek. Peki bu kadar ilave üretimin katkısı nedir? 40 milyon dolar. Bu sadece bahsedilen ufacık bir alandan ilave üretim için ülke kasasına girecek miktar. Oysa Türkiye - Suriye sınırı 500 küsür km. Bu açıdan bahsedebileceğimiz rakamların tahminini yapmak dahi çok güç. El değmemiş birçok petrol, doğalgaz ve maden yatakları söz konusu. 49 yılda buradan çıkartılacak olan ve büyüklüğü Kıbrıs'ın yarısı kadar olan 216.000 dekarlık doğal kaynak zengini ve 175.000 dekarı 1. sınıf tarım arazisi olan bölgenin ekonomik potansiyelini tahminlerle açıklamak çok güç... Ama Tahmin edilemeyecek kadar yüksek olduğu kanısı uyandırdığı yadsınamaz gerçek.
Kanunen araziyi alacak şirket normal kanunlara tabi olacak bunu söylemiştik. 49 yılda kanunların nasıl değiştirileceği, bu şirketlerin ne gibi haklar kazanacağı, zaten mevcut kanunların dahi ülke kaynaklarını peşkeş çektiren kanunlar olduğu konularına değinmiştik. Beni yine çok endişelendiren bir açıklamayı hükümetin önemli isimlerinden AKP eski genel başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat yaptı. Kendisi boşuna evham yapıldığından, petrolün ve doğal kaynakların peşkeş çekilmeyeceğinden bahsediyor. Mevcut yasalar neyse alacak firma da ona tabi olacak deyip su serpmeye çalışıyor. Zaten bizim endişemiz de o. Bu açıdan konuya hakim olmayan kimseleri kandırırmışçasına ve aptal yerine koyarmışçasına bir açıklama bu.
Ayrıca hükümetten kendini dahi yalanlayan çarpık seslerden bazısı da israilli şirketlerin burayı alacaklarını kimlerin çıkardığını anlamadıkları yönünde. Ama Gökhan Günaydın, buraya israilli şirketlerin talip olduğunu isimleri ile açıkladı kanal kanal. Hatta gerek Ceylanpınar'da olsun gerekse sınırda veya GAP bölgesinde, petrol ve su yataklarının olduğu birçok bölgede israilli şirketlerin daha önceden 30 yıllık kiralama anlaşmaları istediğini açıkladı. Aynı şirketlerin yeniden talip olduğunu da ekledi.
Ayrıca bir nokta daha var. Petroller çıkarılmasa dahi, çıkarılmasını engelleme hakkına ulaşabilir buradaki şirketler. Çünkü en basit anlamda sözde tarım faaliyetleri zarar görüyor diye petrolün bizim tarafımızdan çıkarılmasına da engel olup bu hakkımızı tehlikeye sokma gibi bir tehlikeye de bizi itiyor mevcut durum. Çünkü petrolün çıkarılması çevresini de olumsuz etkileyen unsurlara sebep olabiliyor. Bu konuda akla gelmeyen bir detaya vurgu yapan isim bizzat TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Şevket Demirbaş'tır.
Bir çarpıcı nokta da şudur. Avrupa Birliği belgesi bize diyor ki: "Fırat ve Dicle suları, israil'in de olduğu çevre ülkelerin kontrolünde bir komisyona devredilmeli". Bu AB'nin ve israil'in son yıllarda bize dayattığı bir hadise.
Orta Doğu'nun incelemesini yapacak olursak uzmanlar, bu bölgedeki tüm ülkelerin su sıkıntısı içerisinde olduğunu ve Orta Doğu'da su konusunda en şanslı ülkenin Türkiye olduğunu vurguluyorlar. Bizden istedikleri şimdi de su üzerindeki haklarımızdan vazgeçmemiz. Birçok hakkı elimizde olan ve kendi sınırlarımızdaki su kaynaklarını bir komisyon kurup ülke kontrolünden çıkarmak istiyorlar. AB'nin resmi belgelerinde dahi bu istekler açıktır.
Su, yakın geleceğin en büyük sıkıntısı. Dünya su kaynakları hızla azalıyor ve kirleniyor. Su, yakın gelecekte en değerli ihtiyaç olacak. Şimdiden bunun hazırlığını yapıyorlar ve amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. israil, bu su kaynaklarına çok uzak olmasına rağmen bu alanlara yerleşip su kaynaklarına bir anda yaklaşacak. Bir anda burada da bir hakimiyet noktası ellerine geçecek.
Tüm bunların gölgesinde es geçilen bir nokta da Suriye'dir. Konu sadece bizim sınırlarımız değildir. Onların da sınırlarıdır. Düşman gördükleri, tehdit edildikleri, işgale uğrayabilecekleri sıkça gündeme gelen bir ülke tarafından 500 küsür km'lik sınır hattında istemediği bir ülkenin çemberi altına girmek ne derece kabul edebileceği bir hadisedir es geçiliyor. Gerek Azerbaycan, gerek birçok dünya ülkesi ile akıl almaz ilişkilerde olan AKP bu konuyu da es geçmiştir.
Eğer bu sadece "kendi toprağımda istediğimi yaparım"cılık oluyor ise, diğer yandan Suriye'nin toprağında PKK gibi unsurları beslemesine de bundan sonra karışamayacağımız gerçeğini de kabul ediyoruz demektir. Çünkü PKK bizi ne kadar tehdit ediyorsa, daha büyük bir tehlike olan israil'e kucak açan hükümettekiler, Suriye'nin de doğacak haklı endişe ve misillemelerini kabul ediyor demektir.
Suriye'nin de işgali çokça konuşulurken sınırın israil'e verilmesi ve olası israil işgalinde tezkereye gerek bırakmadan veya kolaylaştırarak bölgede israil ve ABD hareketlerine izin vermek, bir anlamda hem hükümetin hem de emperyalistlerin Irak konusunda çıkaramadığı bir tezkereden ders almış bir ön hazırlık olarak düşünülmesi de bu anlamda aşikar. Bu durum sonraki tüm ilişkilerimizi ne derece olumsuz etkiler tasavvur etmesi çok zor.
Hani deniyor ya 216.000 dekarlık bir alan devredilecek diye... Bu sadece görüntü. taslakta çok enteresan bir madde var. Maddeye göre: "hat boyuna komşu hazine arazilerinin de söz konusu şirketin kullanımına verilebileceği"nden bahsediyor.
işte bu kanımı donduran bir maddedir. 216.000 dekarın yarısından çoğunun istimlak ile devlet eline geçtiğini düşünürsek ve ince denen arazinin 500 küsür km uzunluğunda olduğunu göz önüne alırsak, ne kadar hazine arazisine komşudur, 49 yılda daha ne kadar hazine arazisine komşu edilir tahmin ve tasavvur etmek neredeyse imkansız. işte en baştan beri üzerine değindiğim mevcut kanunlara tabi olurlar uyarım burada önem kazanıyor.
Mesela hükümet ve hükümetler bu yarım asırlık süreçte ne gibi kanunlar çıkarırlar, nereleri istimlak edip komşu yaparlar ve kullanımlarına devrederler, nereleri zaten komşudur gibi hususları düşünmek çok ürkütücü. Bu açıdan bahsedilen alanın Kıbrıs'ın yarısından çokça büyük bir alan olduğunu herkesin idrak etmesi şarttır.
Ayrıca bu bölgenin sınırımız olduğunu ve sınırın Türk askerinden başka kimseye emanet edilemeyeceği gibi detaylara değinmiyorum, olası tehlikelerinden bahsetmiyorum bile. Bunu sanırım ufak çocuğundan yaşlısına kadar herkes zaten biliyordur.
28.05.2009
19:25
Uğur Yaman
Ek olarak bir de sanatçı/yazar Fikret Okyam'dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Kendisi Ottowa Anlaşması ortaya çıkmadan 30 yıl evvel bile mayınlar hakkında haykıran, sesini duyurmaya çalışan, mayın konusunu işleyen çokça oyunlar sergileyen, kitaplar yazan bir isim. Bunun da ziyadesinde mayın acısını yakınen yaşamış, görmüş, kokusunu ciğerlerinde hissetmiş bir isim.
Kendisinin mayın konusunu işleyen bir piyesi vardı. Çok içimi burkan bir hikayedir. Mustafa'nın hikayesi. Mustafa, bir çobandır. Sürüsü mayınlı araziye gider. Engel olamaz. Sürüyü geri getirmek için kendisi de mayınlı araziye girer. Orada mayına kurban olur. Mayın patlar ve bir bacağı kopar. Mustafa acılar içinde yerdedir. Ama kimse yardımına da koşamaz. Çünkü Mustafa, mayınlı arazidedir. Geçemezler yanına. Bölge halkı kendi deyimi ile tez "hokömet"e, yani hükümete haber verir. Yardım beklenir. Ama kimsecikler gelmez. Mustafa acılar içinde yerdedir. "Su", "su" diye inler. Oracıkta hayata gözlerini yumar. Sonrasında bir askeri bir pırpır ile yukarıdan aşağıya kireç atılır Mustafa'nın naaşının üstüne, kokmasın diye... Mikrop yaymasın diye. Bir gece Mustafa'nın evinde kapı çalınır. Rahmetli Mustafa'nın eşi merakla kapıyı açar. Kapıyı çalan Mustafa'nın köpeğidir. Mustafa'nın tek bacağını ağzına almış ve karısına getirmiştir. işte bu piyesi ile içimi çok burkmuştur Fikret Otyam.
Kendisinin o sanatçı ruhu ile sorduğu ve kanımı donduran bir sorusu da var. Diyor ki Fikret Otyam: "Vatan toprağı yasa ile parçalanır mı?"
Malum, şimdi enteresan bir konu gündemde. Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi... Yapılan anlaşma gereği 2014 yılına kadar mayınların temizlenmesi gerekiyor. Bu arada sınırlarını mayınla koruyan tek ülkeyiz sanırım. Hani diyorlar ya dünyada en iyi ordulardan birine sahibiz diye... Hatta bugünlerde çokça tatbikat yapılıyor. Dosta grur ve düşmana korkudan bahsediliyor... Ama tabi madalyonun diğer tarafı da var...
Dünyanın en iyi 5 ordusundan biri denilen TSK, diğer yandan bakıyorsun "ben mayınları temizleyemem" diyor... bak sen! Sanki 1985 yılından beri mayın yüzünden dünyada en fazla askerini kaybeden ordu TSK değil! Sanki neredeyse 50 yıldır mayınla Suriye sınırının güvenliğini sağlayan ordu TSK değil. Ve işe bak ki açıklamasında "benim mayınları temizleyecek yeterli eğitimli personelim yok" diyor. Enteresan. "Mayınları NATO temizlesin" diyor. "Parası neyse veririz" diyor. Bu aralar Efes tatbikatı olsun, diğer tatbikatlar olsun, hatta olağan toplantılar olsun, başbakan ve genelkurmay başkanı çok beraberler. Bu konuyu konuşmamış olmalarına imkan yok. Hele ki böyle bir konuyu.
iktidar napıyor? Tayyip, öyle bir şeye hazırlanıyor ki, duyarken bile hazmetmesi imkansız! Amacı bir şirkete temizletip -ki bu şirket bir israil şirketi- bunun karşılığında ise bu toprakları 44 yıllığına bu şirkete devretmek! Bu bahsedilen topraklar, bölgenin en verimli toprakları. 44 yıl dudak uçuklatıcı bir süre. Bu sayede israil de tarımını burada gerçekleştirecek. Zaten yabancılara toprak satışını açarak Tayyip, israil'in tarım alanı sıkıntısını gidermeyi de amaçlamıştı. Cumhuriyet tarihimizin en önemli projesi olan GAP bölgesinde israilliler bolca toprak almış, tarımını yapmış ve ürününü ülkesine götürmüştü. Peki Tayyip yetindi mi bununla? Elbette ki hayır. Genetiği ile oynanmış tohumlara Türk tarımını bağımlı hale getirdi. Peki bu tohumları kim üretiyor? israil. Tohumların özelliği nedir? Ürünlerinden tohum çıkmıyor. Belki çoğunuz fark etmiyor bile. Yediğiniz domatesler, salatalıklar vs hep çekirdeksiz. Yani kısır tohumdan, israil tohumundan üretilen ürünler. Üstelik tarımı israil tohumuna bağımlı hale getiren bir iktidar. Aynı iktidar tarım desteğini cumhuriyet tarihinde en az seviyeye indiren iktidar. Geçen sene tarıma toplam destek 500 trilyon gibi komik bir rakamdı. Üstelik genelde teşvikler de hayvan yemi ile ilgili kısımda. Yani temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik değil.
Ayrıca bu tohumların yapılan son araştırmalar çerçevesinde kısırlığa da yol açtığı açıklanmıştı. Bu ürünlerden yedirilen denek hayvanlarında görülen hastalıklar, ölümler, kısırlaşmalar ve diğer etkiler çok ürkütücü bulundu. Ama israil'den alınan bu tohumların sağlık araştırması dahi yapılmadı. insanlara etkileri ne derece araştırıldı, ne sonuçlar doğurur hiçbir çalışma yapılmadı. Tüm Türkiye bu ürünleri yiyor. Ama israil bu kısır tohumları sadece bize ihraç ediyor. Kendisi bu tohumları kullanmıyor. Bu da düşündürücü tabi. Burada tüm Türk halkının sağlığı, gelişimi, biyolojik yapısı söz konusu. Çok korkunç şeyler akıllara gelmelidir. Aynı olay ekmekte de var. Türkiye, dünyada en fazla ekmek tüketen ülke olma rekoru kırdı. Ama diğer yandan normal bir ekmekte olması gereken vitaminlerden yoksun ve besin değeri en düşük olan ekmeği yiyoruz dünyada... işte Türk halkının sağlığı ile oynanan oyunların bir bölümü de bu.
Bu mayınlı arazilerin toplam büyüklüğü bir Belçika kadar, bir Kıbrıs kadar alan yapıyor toplamda. Bu kadar büyük ve verimli bir tarım arazisi. Duruma bu açıdan bakılırsa olayın vahameti korkutucu. iktidar 44 yıllığına mayınları temizleme karşılığı bu toprakları vermeye niyetli. Hangi iktidar? Oğlunu çürüğe çıkarıp askere dahi gönderemeyen bir iktidar... Vura vura aldığımız bu ülkenin kanla sulanmış topraklarını kolayca vermek ne kadar kolay değil mi?
Peki TSK'nın bu duruma karşı bir tepkisi var mı? Yok... Bu da çok enteresan geldi. Hele ki ordunun bu duruma sessiz kalması çok çok enteresan geldi... Obama ülkemize bir geldi, Dış ve iç politikada akıl almaz işler dönüyor. AKP'nin dış politikada yaptığı işleri daha evvel anlatmıştım. Üstelik AKP iktidarı boyunca dış politikadaki basiretsizliğimizin mimarı olan isim de dışişleri bakanlığına terfi edildi. Bu da hayli ilgi çekici bir durum.
Şimdi şaşırıyor insan. iktidara zaten güvenmiyorduk. Peki şimdi orduya da mı güvenmeyeceğiz? Hilmi Özkök ile işbirlikçi iktidarların gölgesinde güven kaybeden TSK acaba bu yeni açılımları ile daha ne kadar güven kaybedecek? Her şey bu kadar basitçe gerçekleşebilecek mi? Bir zamanlar düşünülmesi bile ürkütücü olan bu detaylar şimdilerde şaşırmadığımız hadiseler olmaya başladı. En vahim tarafı da bu. Teröristlere şehitlik açan vekiller, terörist cenazelerine giden vekiller, soyguncu/vurguncu başbakanlar/cumhurbaşkanları vs... Daha ne kadar ileri gidecek? Ne kadar ileri gidecek?
Peki 44 yıl sonra eğer bu iş meclisten geçerse oradan birilerini çıkarabilecek miyiz? Sizlere bir şeyi anlatayım. Kıbrıs'a Rumlar ne zaman geldi? Biz orayı aldıktan sonra Osmanlı'nın gerileme sürecinde balkanlardan göçen Rumlara yer bulamayınca geçici olarak Kıbrıs'a taşındılar. Tabi Osmanlı ilgilenemedi. Oraya yerleştiler. Sonra çıkarabildik mi Rumları? Şimdi iktidar sayesinde biz işgalci konumdayız birilerine göre...
Bir de daha çarpıcı olan bir nokta var. Petrol meselesi. Suriye sınırında birkaç km ötemizde cayır cayır petrol çıkarılıyor, ama Türkiye'de yok. Buna kimse inanmıyor artık. Araştırmalar da Türkiye'de el değmemiş korkunç petrol rezervi olduğunu gösteriyor zaten.
Daha önce de yazmıştım Türk Petrol Kanunu meselesini. Tayyip amcamız geldi ve Jet hızı ile petrol kanununu değiştirdi. Bu kanuna göre kendi petrolümüz bizim olmuyor artık. Çıkaran kimse %1'ni veriyor ve petrolü alıp gidiyor. Şimdi düşünüyorum. Petrolün dünyada kaç yıllık ömrü var? 45-50 sene deniyor. O topraklar bizde iken bile yeni kanuna göre her gelen petrol çıkarabilecekken ve kanundan sonra medyaya yansımasa da birçok kuyu açılmasına rağmen ülke çapında, israil o bölgede yeraltı kaynağı ve petrol bırakır mı? Cevap çok basit. Peki israil yeni kanunlar çerçevesinde başka maden bırakır mı orda? Elbette ki hayır. Peki bölgede sınırlar bunca sürede ne kadar değişir? Değişeceği kesin ama ne kadar olacağını kimse tahmin bile edemez kolay kolay. Olay şudur ki, eğer meclisten geçerse oranın durumu da Kıbrıs'tan farklı olmayacaktır.