tosbağaların kabuklarına basıp onları yuvarlamakla, tanımsız yaratıkları yok etmekle, mantar toplayıp, parlayan yıldızları alıp palarmakla; en nihayetinde prenses peşinde koşmakla ona giden yolda ateş saçan canavarlarla boğuşmak zorunda kalmakla; çocukluğumuzu tükettiğimiz atari oyunu.
küçüklüğümün biricik konsol oyunu olan atarinin en sevdiğim oyunudur. ben bitiremedim ama ayça (bkz: abla kişisi) o sonu gelmeyen another castle'ı buldu ve prensesi kurtardı. şimdi oyunun birçok başarısız klonu bulunmakta ama hiçbiri aslının yerini tutmamaktadır. bazen hala olsa da oynasak diye geçiririm içimden.
(bkz: insanın büyüdüğünü hissettiği an)
bayıldığım halk adamıdır. atarinin bir numaralı başrol oyuncusudur. kaç kez kurtardık seninle prensesi mario baba. ateşli yollardan beraber geçtik, canavarları beraber ezdik. bazen öldürdüm seni ama o kadar kusur kadı kızında da olur yani.
seviyorum seni super mario baba!
bir kaç yıl önce, tetris'ten sonra gelmiş geçmiş en çok oynanmış 2. oyun seçilen oyun.
haketmiştir. 7'den 77'ye her insanın sevdiği başka bir oyun görmedim ben şu ana kadar. yaşlı adamlarla ufacık çocuklara aynı anda nasıl hitap edebildiğini hala çözemediğim oyun.
nostalji yapalım dedik yıllar sonra tekrar oynamaya başladım.
o zaman da direğin tepesine atlayamıyordum şimdi de.
can mantarını alıcam diye her seferinde canımdan oluyorum.
denizin dibinde yüzdüğüm bölümü bir türlü geçemiyorum.
bir de uçan kaplumbağalara uyuz oluyorum. kanat takmışlar melek misali sanırım azrail oluyor her seferinde canımı alıyor çünkü.
ayrıca super mario'nun 3.oyunundan sonra yapımcıları wario isimli zıt bir karakterle yeni bir oyun serisine başlamıştır. mario kadar meşhur olamasa da o da çok güzel bir seriydi.
(bkz: warioland)