Mustafa Kemal Atatürk'e benzeyen güzel komutan. Birisi Anadoluda yüzyıllar boyunca Osmanlığı hanedanlığı tarafından hor görülen, yönetiminden dışlanarak, egemenliği elinden almış Türk insanı, diğeri de, hem Çarlar, hem yeni Sovyetler tarafından, tüm ekonomik ve kültürel değerleri sömürülen Turan Halkları için ölesiye bir kavgaya girmişti. Sonuçta biri kazandı, diğeri ise, ne yazık ki kaybetti. Galiyev 28 Ocak 1940`da "Karşı Devrimci" olduğu iddiasıyla Stalin tarafından katledildi. Ruhu Şad,Mekanı Tanrı Dağları olsun.
Nedenini bilmediğim halde sempati duyduğum kişiliktir. (ayrıca kimi zaman görünüş bakımından benzediğimizi düşünürüm). Ama birbirine düşman iki düşünceyi birden savunmuştur. Olmaz, olamaz. Turancılık ve Sosyalizm. Aslında Stalin tarafından öldürülmeseydi bunu belki de gerçekleştirmişti. Neyse sonuç olarak belli bir süre orta asyadaki Türklerin rahata kavuşmasını ve SSR içerisindeki Türkler'e daha geniş haklar tanınmasını sağlamıştır. Ruhu şad olsun!
Hakkında geçen ay yapılmış bir program. Konuşan kişi aklınca reddiye yazıyor ama Türkçü kimliğini galiyev'in önplana çıkardığı için büyük bir övgüye dönüştüğünü söyleyebilirim. Galiyev'i Türkçülük adına eleştirenlere gelsin; http://www.youtube.com/watch?v=zfJYuMnGltw
Kgb tarafından milliyetçi ve karşı devrimci olmaktan yargılamış ve idam cezası almış sosyologdur.
Türk milletlerini birleştirip isyana teşvik etmek gibi bir amaç içinde olduğu söylenir fakat bu bilginin doğruluğu kesin değildir.
Doğru olan bir şey varsa stalin kgb raporlarına güvenip idam cezasını onaylamakta hata yapmıştır, bu konu içine kendisi girmeliydi ve detaylarını ortaya çıkartmalıydı. Özellikle bu kişi ekim devriminde yoldaşı olduğu için sadece kgb raporlarıyla hareket etmemeliydi.
döneminde atatürk soyadını hakeden bir diğer devrimcidir,turancıdır,sscb nin dört büyük kurucusundan biridir.Tıpkı atatürk gibi kendi milletini seven ve güvenen bir türktür.Haysiyetinin stalin tarafından vatan haini ilan edilerek ayaklar altına alınmıssada,gorbaçov döneminde onuru iade edilmiş ve özür dilenmiştir.
davası uğruna canını vermiş büyük devrimci. tutunamayanlardandır. bolşevik devriminin önemli ismidir. sonrasında Stalinin emriyle katledilmiştir.
Enver paşa ile birlikte hareket imkanları olabilseydi doğunun kaderi bugün çok farklı olurdu.
antiemperyalisttir. batı karşısında ezilen halkların birliğini savunuyordu.
her büyük Adam gibi yeterince bilinmez. emperyalist batı pireyi deve yapmakta pek mahirdir çünkü. gerçek kahramanları hep gizlerler.
"Biz yine Orta Asya Türkleri olarak, Turan Sosyalist Federasyon kuracağız. ikinci aşamada sömürgeler enternasyonali yapacağız. Batının ezdiği ülkelerde devrim ateşi yanacak ondan sonra da büyük ihtilali yapacağız." sultan galiyev.
sovyetler birliği içindeki türklerin sosyalist bir türkistan devleti çatısı altında birleşmesinin hayalini kuran, bunu kendine ülkü edinen, ve bu uğurda da can veren tatar türk'ü ideologdur. sosyalizmi turancılık ve türk milliyetçiliği ile beraber düşünerek ona yeni bir yorum getirmiştir. bu yüzden de ulusal sosyalizmin kurucusu sayılır.
ancak sıradan sosyalizmin aksine halkların kardeşliği safsatasını değil, doğu halklarının dayanışmasını savunur. bundan dolayı galiyevcilik, diğer sosyalizm alt dallarından daha akılcı ve gerçekçidir.
ayrıca galiyev'in görüşlerinin mustafa suphi'nin görüşleriyle bir alakası yoktur. mustafa suphi'nin galiyev'in yardımcılığını yapması, onu galiyev gibi düşünen bir insan yapmaz. ona bakacak olursak, galiyev de stalin'in başsekreterliğini yapmıştır. ama bu onu stalin ile fikirdaş yapmaz zîra galiyev'in kim tarafından katledildiği meydandadır.
turancılar tarafından devrimci ilan edilen isim. kendisi hakkında diyeceğim şey şudur;
avrupa emperyalizmine tamam, amerikan emperyalizmine tamam lakin sovyetler içinde her biri özerk veya oblast/uvyezd statüsünde olan devletlerin ezildiği nereden çıktı? sovyetler bir rus devleti mi? eğer öyle ise stalin neden gürcü? eğer öyleyse kerov neden ukraynalı?
ulusalcıları zorda bırakan adamdır bu adam. lan bu adam da işte sanki bize yakın gibi ehe falan diye gezinirken, aa bu herifi stalin öldürmüştü lan demekki kötü bir herif lan bu tadında düşünmeye başlarlar. stalinim benim biricik sevgilim diye gezerler ama galiyevde iyiymiş yani diye de eklerler.
kemalist ulusalcı kesimin kendisini destekleyerek çelişkiye düştükleri türkçü sosyalist. "galiyev üzerinde el sıkışmak" adlı makalesinde gün zileli galiyevin milliyetçiliğinin "ezilen ulusları isyana teşvik" edecek nitelilkte olduğunu bununsa şu anda kürt hareketine faşizan bir baskı uygulayan kemalist cephe için büyük çelişkiye neden olacağını söylemiştir.
Yüzyıllarca süren Çarlık yönetiminden ötürü aralarında bir güvensizlik oluşan bu iki toplum yine birarada yaşamak zorundaydı. Devrime kadar geçen süre içersinde radikal bir milliyetçi olarak tanınan bir öğretmenin çocuğu olan Galiyev bir Volga Tatarıydı. Fakat Bolşeviklerin iktidara gelmesinden sonra Müslümanların tekrar sömürülmemesi adına bu grupla olumlu ilişkilerin kurulması gerektiğinde ve Bolşeviklerini vizyonunda Türk unsurların önemini arttıracak görevlerin meşruluğunu yaratmaya çalışacaktı. Daha sonrada bahsedeceğimiz
bu görevler Galiyev’e göre Müslümanları Bolşevikler açısından vazgeçilmez kılacak ve özgürlük talepleri daha iyi dillendirelecekti. Bennigsen’e göre Galiyev için Marksizim yalnızca Tatar halkını yükseltebilecek devrimci teknik formüllerin bir cephaneliğinden ibaretti. Diğer bir deyişle Marksizm Bolşevikler de olduğu gibi bir amaç değil; bir yöntem teşkil edecekti.
Başlangıçta tüm bu güvensizliklerden ötürü Tatarlar ne Bolşevik partiye ne de ona bağlı olan gruplara üye olurlar. Fakat ateşli kimliğiyle ön plana çıkmış Molla Nur Vahitov önderliğinde Müslüman Sosyalist Komitesi halinde birleşirler. bu komitenin Ekim Devrimi’ne olan katkısı ciddi bir şekilde gerçekleşmemiştir. Diğer yandan Sultan Galiyev Bolşeviklerle ittifakı amaç edinmesinden ötürü Tatar gruplar tarafından dışlanmıştır. Buna rağmen, Bolşeviklerin destek alabileceği tek müslüman örgüt MSK idi. Dolayısıyla komitenin romantik ve milliyetçi kalıntıları pek fazla eleştirilmeden rasyonel çıkarların egemenliğinde bir ilişki gerçekleşecekti. Fakat bu ilişki sonucunda Ekim Devrimi sırasında Müslüman gruplardan yeterli destek alınamadığından ötürü Ruslar Kazan kent ve taşra Sovyetlerindeki tüm kilit görevleri ele geçirirler. Kazan Cumhuriyeti’nin halk komiserleri konseyinin 11 üyesinden 10’u Rustu. Yalnızca bir tek üyesi Tatardı: Galiyev. Kazan’daki Rus hakimiyeti tüm Ortaasya sovyetlerinde geçerli olacaktı. Dolayısıyla Müslüman unsurlar devrimle gelen değişimi algılayamıyorlardı. Çünkü sömürü kalmıştı, değişen sadece sömürendi. Açık hale gelen “emperyalist şovenizm” milliyetçi tepkiyi doğurdu ve sonucunda Türkistan’da Basmacılar isyanı ve Kafkasya’da Çeçen ayaklanmaların ortaya çıkmasına el vermiş oldu.
1917 Ekim’inde Sultan Galiyev, Molla Nur Vahitov ve Galimcan ibrahimov başta olmak üzere birçok Tatar, Rus Komünist Partisi’ne katıldılar. Devrim’in herhangi bir değişiklik getirdiğine inançları olamayan Türk toplumu tarafından, bu yoldaş tatarlar alay konusu haline gelir. Özellikle Rus Komünist Partisi’ne katılan bu grubun milliyetçi duygularındaki ikilemi tespit ettiklerini sanan Tatar ulusal kuruluşları Bolşevik tatar diye kime denir? Dendiğinde “Savaşta kaybettiği kafanın yerine bir Rus kafası yerleştirilmiş kimseye” diye cevaplarken, Galiyev’in cevabı onun tüm realistliğini içinde barındıracaktı: “Ben Bolşvizme halkımın kalbimde derin bir yeri olan büyük sevgisinin itmesiyle geldim”. Bu fikir ilerki zamanlarda yıllarca sürecek azabı doğurmasına rağmen, Galiyev hayatı boyunca milliyetçilik ve Bolşevizmi tek bir koltukta taşıyacaktı.
1918 yılında Ekim devrimiyle gelmiş otorite yeniden sarsılmaya başlamıştı. Yabancı desteklerle kurulmuş Beyaz Ordu, içinde menşevik, anayasal demokrat ve kral yanlılarını barındırmaktaydı. Dolayısıyla Çar ile Bolşevik arasındaki ayrımı yapamayan Müslüman gruplar için siyasi arenada yeni bir opsiyon doğuyordu. Fakat her şeye rağmen bu topluluklar kendilerini herhangi bir gruba ait göremiyorlardı. Bolşevikler mülkiyet düşmanıydılar, Beyazlar ise “tek Rusya” söylemini iyiden iyiye sahiplenmişlerdi. Oysa diğer yanda her şeye rağmen Lenin’in Nisan Tezleri onlara özgürlük vaadediyordu. Diğer bir deyişle askeri strateji konusunda oldukça üstün olan Beyaz Ordu politikada çuvallıyordu. Beyazların, içinde bulunduğu coğrafyanın parçalı taleplerini kapsayacak herhangi bir çıkarımları yoktu. Hatta buna uğraşmamışlardı. Kökeni burjavizi olan Müslüman gruplar dahi bu çalkantı da ikiye bölündüler. Fakat Kızılları destekleyenler çoğunluktaydı. Diğer yandan Gürcü menşevikleri ile ittifak arayan liberal müslümanlar son derece çaresizdir. Ve son olarak Cedidizmin etkisi dışında kalan ve ekonomileri toprağa bağlı olan unsurlar ise Kızıl ve Beyaz ordu’ya karşı nefret büyütmüşlerdir. 1919 yılında ise Beyaz Ordu’nun güçlü kumandanı Denikin’in bozguna uğramasıyla savaş büyük ölçüde şekillenir.
Doğu Rusya’da Volga ve Ural bölgelerinde iç savaş on aydan uzun sürer. Beyazların, Çekoslavakların sonra da Kolçak kuvvetleri ve Kızılların saldırıları ve karşı saldırılar, aralıksız birbirini izliyor ve tatar-Başkır devletinin kurulması belirsiz bir tarihe erteleniyordu. “Savaş komünizmi” denilen bu süre boyunca batıdaki devrimin başarısına duyulan inanç hala derindi ve bolşevik parti yöneticileri Almanya ve Macaristan’da komünizmin zaferinin kısa sürede gerçekleşeceğine inanıyorlardı. Bununla birlikte, sanki zorlanmış ve mecbur kalmış gibi dolaylı bir biçimde de olsa Doğu ile ilgilenmeye başladılar. Nitekim sömürge ve yarı-sömürge halklarına özgürlüklerine kavuşabilmeleri için başkaldırı çağrıları yaparken kapitalist devletleri güçsüzleştirmeyi düşünüyorlar ve Asya halklarının ulusal devriminin ancak Batı proleteryasının yönetimi altında başarıya ulaşabileceğini belirtmeye özen gösteriyorlardı. onlara göre komünist devrim yalnız Avrupalılara özgü bir işti.
Her şeye rağmen tüm bu zıt fikirler bir ayrılağa yol açmadı. iç savaş sırasında Kızıl ordu’nun müşkiliyetinin farkında olan Galiyev, müslüman toplumlarla Bolşevizm arasındaki ittifakı kurmak adına var gücüyle çalışıyordu. Ve 1919 yılında Doğu cephesindeki iç savaş, milliyetçi Kolçak birliklerinin Kızıllara geçmesiyle birlikte bolşevikler lehine gelişmeye başlar. Lakin müslümanların Beyaz ordu’yu direk olarak karşılarına almasının sonuçları çok ağır olur. 1917 Ekim’inden beri kurulmuş tüm Müslüman örgüt ve komiserlikler Beyazların hışmına uğrar. Aslında bu sonuç Kızıllar için olumludur. Çünkü böylece hem Beyazların gücü sarsılmıştır hem de ittifak kurmak zorunda oldukları, fakat ideolojik açıdan kendinden çok farklı bir unsurun tüm yapıları yok olmuştur. Tüm bu gelişmelerin sonucunda Moskova yöneticileri, Müslüman müttefikleri karşısında kendilerini daha özgür hissederler.
1919 mart’ında ise Rus Komünist Partisi 8. Kongresi tüm ulusal komünist örgütleri kapatma kararı aldığında yeni bir yıkımla karşılaşılır. Bu karardan sonra Müslüman Örgütleri Merkez Bürosu ‘nun yerini Doğu halkları Komünist örgütleri Merkez bürosu alır. Müslüman ve müslüman olmayan uluslar ayrıştırılmaya başlar. Böylece islam’ı hatırlatan her şeyden uzaklaşılmış ve Sultan galiyev öğretisi daha tartışmalı hale gelmiştir.
Bu kararın üzerine Sultan Galiyev , Moskova yöneticilerine devrimleri yayma politkasında ciddi eleştiriler yönelten iki makale yayımladı. Bu eleştirilerin özünde devrim açısından hor görülen Doğu’nun sahibiyetinde bulunan hammadde kaynaklarının aslında Batı proleteryası açısından ne denli hayati bir mana taşıdığının üstünde duruluyordu. Galiyev’e göre buralardaki sömürü , Batı proleteryasının kapitilist sisteme olan bağlılığını perçinliyordu. Çünkü onların geçimini sağlayan bu sömürü, Batı’da proleterya ile burjuva arasında müttefiklik bağı kuruyordu. Dogmatik olarak marx’ın öğretisine bu politikada bağlı olan Moskova ise insanın gelişimini temel alarak, komünizme Batı’nın daha yakın olduğuna dair bir inanç besliyordu.
Bu tartışma ise ikinci Doğu Halkları Komünist Örgütler Kongresi’nde iyiden iyiye alevlenecektir. Özellikle , Kızıl ordu’nun Bakü’ye girmesi Galiyev’in doğu politikasında iran ve Türkiye’nin yerini önemli hale getirmiştir. Batı için hayati anlam taşıyan bu coğrafyalarda Komünist örgütlerin egemenliklerini yayması halinde büyük bir zafer kazanılabilirdi. Fakat tüm tartışmaların sonunda Moskova öğretileri hakim oldu. Nihayetinde herkes Batı’daki proleterya devriminin sömürge devrimine mutlak önderliğini belirtti ve “Doğu’nun selameti Batı proleteryasının zaferindedir” özünde çıkan ortak kanı ile Müslümanların bölgede bulunan potansiyel gücü bastırılmış oldu. Aslında bu bir tesadüften öte otonomi kavgasıydı. Moskova Galiyev’in öğretisini kabul ettiği takdirde islam ve Müslüman topluluklar önemli bir unsur haline gelmekle kalmayacak, eline bir gücü de geçirmiş olacaktı. Salt Komünist angajmanla bu coğrafyalarda egemen hale gelemeyeciğinin farkında olan Moskova için islam önemli bir anahtar haline gelecek ve bu anahtarı elinde bulunduran Müslüman toplum da özellikle yöneten sınıf içersinde yükselebilecekti. Bu vakanın gerçekleşme olasılığı her iki taraf içinde biliniyordu aslında. Ve bu nedenle Moskova’nın devrimi yayma politikasındaki batı tercihi biraz da iç politikadaki bu zorunluluktan kaynaklanıyordu. Devrimin yönünün Batı olması müslümanları coğrafyada edilgen kılmıştı. Ayrıca, beyaz ordu tehditinin de yok olmasıyla birlikte Müslümanlar, Moskova’dan koparabileceği herhangi bir taviz kalmamıştı.
Mevcut dönemdeki anti-emperyalist açılımlar salt komünizm başlığı altında gerçekleşmiyordu. Özellikle Türkiye’de Sovyetler devrimci maceralara girmektense “tarafsız bujuva” rejimlerini yeğlediklerini açıkça hissetirdiler.
Galiyev ve Müslümanlar her ne kadar ikinci Doğu Halkları Komünist Örgütler Kongresi’nden mağlup ayrılsa da bireysel anlamda Galiyev hala adından söz edilen biriydi. 1921 eylül’ünden beri Tatar Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Merkez Yürütme Kurulu üyeliğini, 1922 Haziranın’dan itibaren de Moskova’daki Halk komiserleri konseyi nezdinde Tatar grubunun başkanlığını yürütüyordu. Dolayısıyla Sultan Galiyev Sovyet hükümeti nezdinde Tataristan’ın resmi temsilcisiydi. Diğer yandan Galiyev, Endonezyalı Tan Mala, Japon Sen Katayama, Çinli Liu Şao-Çi, Vietnamlı Ho Şi Minh gibi gözde yöneticiler haline gelen şahısları çıkartan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nin önde gelen profesörlerinden biriydi.
Galiyevcilik artık Tatar Komünist Partisi’nde egemen olan bir ideolojiydi. Fakat, genel anlamda Sovyet coğrafyasında sıkışık bir pozisyonu vardı. Devrimin Batı’dan doğacağına olan inanç Müslüman toplumları, Sovyet toplumunda herhangi bir uyruk yapıyordu. Lakin, Sovyetlrin bu tavrı, Galiyevcileri iyiden iyiye ulusalcılığa kaydırmıştı. Rusya coğrafyasındaki ilk türk hareketlerden birisi olan Cedidizm ile Galiyevcilik artık kolkolaydı. Diğer yandan bu tepkinin doğmasına neden olan bir unsur da Moskova’nın müslüman kültür için izlediği asimlasyon politikasıydı. Özellikle, Moskova’nın uyruklarının alfabelerini Latinleştirme amacı, yine Tatar muhalefetiyle karşılacaktı. Çünkü, dinleriyle iç iç girmiş milliyetçiliklerinden ötürü alfabeleri arapçaydı. Ve bu mücadele 1930 yılında Sovyet baskısıyla çözümlenecek, Latin alfabe Tatarlara kabul ettirilecekti.
Sultan Galiyev’in siyasi yöntemini büyük ölçüde değiştiren Rus Komünist Partisi’nin 10. kongresi olmuştur. Parti içi muhalefeti mahkum eden bu kongre kararı sonrasında, Galiyev’in 1918-23 arasında Moskova’ya yöneltttiği eleştiriler yasal olmaktan çıkıyordu. Lenin’in hasta olmasından ötürü gerek iç gerekse dış politikada daha fazla söz sahibi olan Stalin bu kongreye kadar Galiyev ile tavır açısından çok da kutuplaşmamışlardı. Fakat kongrenin sonuç bildirgesinde Panislamizm ve Pantürkizmin suçlu ilan edilmesi, Galiyev’in de artık gizli çalışmalar içine yönelmesine yol açtı.
Galiyev’e göre Müslüman toplumun iki devrime ihtiyacı vardı. Bunlardan bir tanesi “yerel sömürücüler” in (burjuvalar, feodaller ve dinci akım) yol açtığı toplumsal geri kalmışlıktı. Diğeri ve ona göre en önemlisi ulusal bağımsızlıktı. Fakat toplumun bu iki devrimi birden gerçekleştirmesinin imkansızlığından ötürü sınıfsal mücadeleden ziyade ulusal bağımsızlığın gaye edinilmesi gerekiyordu. Diğer yandan Moskova’dan Tatar yöneticilere gelen talepler, onların yerel proleteryaya dayanması yönündeydi. Fakat , bu bir gerçekten ziyade parodiden ibaretti. Tatar proleteryası diye herhangi bir nüfustan bahsetmek, yöneticiler açısından imkansızdı. Moskova, Avrupa’nın yüzyıllarca süren ilerleme adımlarını unutarak, Müslümanlardan bu döngüyü bir kertede tamamlamalarını istiyordu.
1923 yılına gelindiğinde Galiyev’in teorisinde bir değişiklik olacaktı ki bu da onu iyiden iyiye rejim düşmanı kılacaktı. Çünkü, zaten o güne kadar Marx’ın öğretisine uymayan deyişleri bu süreçte ayyuka çıkacaktı. Artık ona göre sömürge halklarının esas düşmani emperyalist güçlerin burjuvazileri değil; bütünüyle sanayi toplumlarıydı. Gerek nüfus çoğunluğuna rağmen devrimden uzak ingiliz proleteryası, gerekse Ekim devrimiyle iktidara gelmiş Rus proleteryasının Müslümanlara karşı takındığı otokrat tavır, onu bu düşünceye itmişti. Bu nedenle klasik Marksist “kapitalist-sömürülen” antitezinin yerine “sanayici-az gelişmiş” tezini kavramsallaştıracaktır.
Ayrıca, Müslümanları, Sovyet coğrafyasında yöneten pozisyonuna getirmek amacıyla onları değişik bir yöntemle proleterya kılmayı amaçlıyordu. Sınıfsal sıfatları ne olursa olsun, sömürü altında yaşayan ulusunda tek bir sınıfın hakimiyeti söz konusuydu. Müslüman burjuva da, tarımla uğraşanı gibi sömürülüyordu. Dolayısıyla Moskova’nın şikayet ettiği gibi herhangi bir sınıfsal farklılık yoktu. Bu düşünceyle birlikte sömürü, tüm sınıfların duruşunu sergilemek açısından temel soruyu cevaplandırıyordu. Eğer Rus proleteryası yönetime egemen ise, o yönetim Müslüman toplumlara karşı zulümkar ve iktidarı paylaşmaktan uzak ise bu coğrafyada tek proleter sınıf Müslümanlardır. Kısacası bu görüş, sınıfsal niteleme sürecinde hangi işin yapıldığından ziyade sömürülüp sömürülmediği ile ilgileniyordu.
Sovyet coğrafyasında odak haline gelmiş sorun salt Müslüman toplum değildi. Tüm Rus olmayan unsurlar aynı sancıların eşiğindeydi. Fakat bulunduğu coğrafya açısından dış dünya ile daha iyi irtibat gücüne sahip olan Türkistan, Sovyet gücü açısından daha önemliydi. Galiyev’e göre Müslüman toplum, coğrafyası itibariyle devrimin en iyi iletkeniydi. Fakat diğer yandan, Ukraynalılar ve Gürcülerden daha kolay bağımsızlığa erişebilecek bir toprak parçasıydı. Sovyetlerin merkezi coğrafyalarından ziyade hududundaydılar. Ve bu özellik Stalin, Galiyev mücadelesi arttıkça öngörülen opsiyonlardan biri olacaktı.
1921 ocağında kurulan Türkistan Sosyalistler örgütü (ERK) bu opsiyon dahilinde kurulmuş bir örgüttü. Kuruluş toplantısına Sultan Galiyev’in katılıp katılmadığı bir muammaydı. Fakat bu örgütün duruşu ve tavrı ciddi ölçüde Galiyevcilikten etkilenmişti. Bir Turan Devleti’inin kurulmasını amaçlayan örgüt, Komünist yapılanmadan aldıkları tecrübeyle , yayılacaklardır. Lakin bu örgütün izleri 1936 yılında son bulur. Her ne kadar, Galiyev özellikle 1920’den itibaren karşı devrimci olarak suçlansa da bu Stalin’in daha sonra klasik hale gelecek politikalarından biriydi. Galiyev karşı devrimci bir örgütten ziyade hoşnutsuzluklar cephesi olarak tabir edileceğimiz bir oluşum amacındaydı.
1923 nisanına kadar yükselen bu mücadele 12. Rus Komünist parti kongresi sonunda Galiyev’in tutklanmasıyla son buldu. Fakat partiye zamanında yaptığı hizmetlerden ötürü hatalarını düzelteceğini söyledi ve salıverildi. Parti üyeliğinden çıkarılmıştı ve eski yoldaşları onunla bir daha ilişki kurmamak adına Merkez Komite tarafından uyarılmıştı. Galiyev’in ikinci tutuklanışı olan 1928 yılına kadar olan süreci için bilgi edinmek oldukça zordur. Fakat salınmasından sonra artık onu bir komünist olarak nitelemek oldukça zordur. Gerek örgütsel gerekse teoride olan faaliyetlerine baktığımızda Doğu-Batı arasında varolan uzlaşmazlığı kabullendiğini ve Sovyet ile Çarlık arasında herhangi bir fark olmadığı yönünde bir tavır sergilemişti. Ona göre sınıf çatışmasını ele alan herhangi bir ilerleme imkansız ve samimi değildi, tüm az gelişmiş toplumların sömürge enternasyoneli başlığında toplanması çözümü getirebilirdi. Bu enternasyonel, bağımsız Türkistan’ın anahtarı da olacaktı ki bu bakış açısı ERK’te de bulunmaktaydı. Fakat, Mustafa kemal ile garip bir tesadüf müdür bilinmez, ERK’e göre iktidara gelindikten sonra egemen olması gereken kültür Rus değil; Avrupa kültürü olacaktı.
Sultan Galiyev 1928 yılında ikinci kez tutuklandı ve 1929 yılında yargılandı. Bundan sonrası rivayetlere dayanırken, akla en uygun son 1941 yılında Galiyev’in kurşuna dizildiğidir. ikinci tutuklanışından itibaren artan Stalin faşizanlığı her farklılığı olduğu gibi Galiyevci teoriyi de yok etti. Diğer yandan 2. Dünya Savaşı’ı sırasında artan Rus ırkçılığı ve komünist sömürgeciliğe yapıştırılan “iyi” sıfatı diğer ulusları da Ruslara bağlamış oldu.
Rusya artık devrim yolunda geri gidemez ama Marksizmi de ne daha fazla inkâr edebilir, ne de devrim öncesi durumlarına geri dönebilir, önünde sadece bir tek yol kalıyor, yavaşça sağa doğru kaymak, böylelikle sağcı bir rejime zemin hazırlamak... gelişmesini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği formülü altında devam ettirmekte olan eski Rusya, çok fazla süremez. Sovyet Rusya geçici bir geçiş olgusudur. deyip haklı çıkmıştır.